Gezi Direnişi Kürt Barışına Halkları Katıp Şovenizmi Yıkabilecek mi?

Halkin Kurtulusu-BDP-SDP-SYKP-TKP ve İP-TGB TEMSİLCİLERİYLE SÖYLEŞİ

TURKIYE GANA HAZIRLIK MACI. FOTOGRAF:UGUR CAN ISTANBUL/DHA

Gezi direnişinde ilk defa Kürt hareketinin tabanı ile bugüne kadar Kürtlere hep uzak ve karşıt duran Atatürkçü taban yanyana durabildi, birbirini tanımaya başladı, en önemlisi provokasyonlar boşa çıktı. Şovenizm bir parça geriledi. Ama elbette ki bu daha emekleme halinde bir yakınlaşma ve de tarafların üzerine siyaset üretmesi de gereken bir olgu. Ancak bu bir kazanımdır. Bu kazanım üzerinden AKP’nin üzerinde türlü oyun oynama ihtimali olan Barış için ortak bir şey yapılamaz mı? Gerçekte halkların barışı tarif edilemez mi?

 Hayrettin Belli bu soruya yanıt üretecek bir zemin oluşturması niyetiyle, özetini burada yayınladığımız, tam halini ise Yeni Harman dergisinde bulabileceğiniz, direnişe katılan Atatürkçü, Kürt Hareketi çevreleri ile sosyalis kesimden insanlarla bir söyleşi gerçekleştirdi. Katlımcılar: (Barış ve Demokrasi Partisi) BDP den Mustafa ve Maarif arkadaşlar, (Türkiye Gençlik Birliği) TGB’den Uğur, (Türkiye Komünist Partisi) TKP’den Erçin, (Sosyalist Demokrasi Partisi) SDP’den Gökhan, (İşçi Partisi) İP’den Özer, (Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi) SYKP’den Berfin.

HB: Ben şahsen bu gezi olaylarında parka yerleşilmesinden sonra, ikinci günkü mitingte çok ciddi provokasyon denemeleri yapıldığını gördüm. Akşamında da, gündüzünde de, ertesi gün de. Bunların bir biçimde gezi katılımcıları tarafından engellendiğini gördüm. Örnek vermek gerekirse benim yanımda 50 yaşlarında mavi tişörtlü iki adam, ikisinin başında da “Atam izindeyiz” bandı vardı. Gittiler on beş yaşındaki BDP bayrağı taşıyan çocuğa tekme atıp iki ayrı yöne doğru kaçtılar. Yanımdan geçerken “Kaçın PKK’lılar saldırıyor” diye bağırıp Atatürk bayraklarının yanına doğru gittiler. Bir kaç kişi “Sen yalan söylüyorsun, polissin” falan dediler, döndü, sırıttı, kayboldu. Öbür tarafta Halk Cephesi, İşçi Partisi tarafına doğru kaçmış diğer gördüğüm mavi tişörtlünün ardından, (bir çeşit üniformaydı galiba bu) bir kaç pet şişe atıldı. Hemen gidildi “Arkadaşlar sivil polislere dikkat, şöyle şöyle provokasyonlar var” dendi. Her iki tarafta da bu iş çok kolaylıkla durduruldu. Bu pek çok sefer oldu. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Oraya gelen ülkücüler de vardı. Onlarla o ortamın içinde tartışıldı, böyle olur olmaz, vs. Bundan sonra bu işi kürtlerle beraber yapacağız deyince nasıl olur diye itiraz edenler oldu. Belki uymayanlar bi daha gelmedi, bunu takip etmek mümkün değil tabii ama bir eylem içinde, birliktelik içinde bir bilinç patlaması oldu. Bunu biraz ölçelim, burada bu tartışma içinde ne oldu, ne bekleniyor, bundan sonra ne olabilir bunu konuşalım. Bu arada herkes söz alacak tabii, söz alırken de kendisini tanıtırken Gezi’nin içinde nasıl yer aldığını da anlatsın.

TGB:

Kendini sosyalist kanattan tanımlayanlar vardı. BDP içinde de tartışmalar oldu. Sırrı Süreyya Önder ilk günden itibaren katıldı. Sonra Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları oldu, “darbecilerle çıkalım çıkmayalım” gibi. Ama iyisiyle kötüsüyle çok güzeldi. Hatta taraftar grupları da vardı. Ayrıca 90 neslinden bir şey olmaz diyenlerin aksine, 90 neslinin politikleşmesini ve çarpışmasını gördük. Burada şöyle bir şey olduğunu düşünüyorum; AKP’nin dayattığı düzlemin sonuna geldik. Demokrasi anlayışında da AKP’nin dayattığı düzlemin ve yapay ikiliklerin sonuna gelindi. Halk devrimci ve demokrasi nüveleri barındıran bir adımı bağrında yarattı. Ben bunun Kürt meselesi için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Gezi olaylarından önce tüm medyada birinci gündem açılım ve çözüm süreci idi. Şu anda halkın yarattığıyeni siyasi anlayış Kürt meselesini de kapsıyacak bir kabiliyete sahip. Nedir o? Bahsi geçen süreçte çok belli başlı argümanlar vardı. AKP pekçok şekilde toplumun özgürlüklerini ihlal ediyor, ama çözüm süreci başarıya ulaşırsa bu kısmi bir iyileşmedir, kısmi bir demokratikleşmedir. Şuanda Türkiye’de hangi kökenden gelirse gelsin bütün bir halk şunu gördü; mevcut faşizan AKP hükümeti ile toplumun herhangi bir kesiminin bir diğerinden bağımsız olarak özgürleşmesi ve pozitif kazanımlar elde etmesi mümkün değil. Çünkü AKP total bir baskılama uyguluyor. Bütün örgütlenmelere, bilim yuvalarına ve aklınıza gelen her tür demokratik oluşuma kurmaca davalarla baskı uyguluyor.

HB: Kurmaca derken KCK davasını da ergenekonu da devrimci karargahı da o gözle mi ele alıyorsun…?

Uğur/TGB:

Evet, öyle. Tamamen siyasi tasfiyelerle gerçekleştirilen dava operasyonlarından bahsediyorum. Yaşam tarzına müdahalelerle bu daha da ortaya çıktı artık. Alttan alttan gelişen ve nesnel olarak var olan bir şeydi ama en açıkça ortaya çıkış şekli Gezi Parkı olaylarındaki vahşi polis müdahalesi ile oldu. Ondan hemen önce alkol yasağı çok tartışıldı, yazıldı çizildi. Şuan bulunduğumuz İstiklal Caddesi’nin yaşam şeklinin dayatmalarla dönüştürülmeye başlanması, apolitik tabir edilen ve meselelerden uzak insanları bile işin içine ister istemez çekti. Kürt meselesine de dönmek istiyorum yine. Ben Kürtlerin de böyle düşündüğünü ve bu duygudaşlığın da oluştuğunu düşünüyorum. Özellikle İstanbul ve Ankara’da, büyük kentlerdeki halk ayaklanmalarına baktığımzıda, Kürt ve Türklerin bu faşizan hükümeti yıldırmaya yönelik bir eğilimleri olduğunu görüyoruz. Bu motivasyonun ortaya çıkışını sağlayan da bir şekilde kafada bir ampulün yanması. Herkese, hepimize dank etmesi. Arjantinli bir devrimcinin ünlü bir deyişi vardır; “faşizmle tartışılmaz, faşizmle müzakere edilmez, faşizm yok edilir” diye. Hepimizin anladığı da budur. Biraz sert bir söylem, ama etraflıca düşünülmüş bir söylem olduğunu düşünüyorum bunun. AKP’nin ve ABD’nin dayattığı neoliberal emperyalist dalganın ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn edilme projelerine ve tasarımlarına göre türkler ve kürtler olarak halkımızın elde edeceği herhangi bir özgürleşme ve herhangi bir demokratikleşme söz konusu değildir.

Berfin/SYKP:

Ben Gezi Parkı olayları başladığından beri, ilk gece hariç parkın içindeydim. 31 Mayısla birlikte Gezi Parkı olayları bir halk isyanı şeklini aldığında, esasında bu benim için de şaşırtıcı olmakla beraber, çok da gökten zembille inmiş gibi bir durum olmadığının da farkındaydım. Çünkü bunun altında AKP iktidarının on yıldan beri süren neoliberal politikaları ve özel hayatı doğrudan hedef alması gibib kriterler vardı. Bana kalırsa Gezi olaylarını iki halk üzerinden götürmek doğru değil. Ermeni arkadaşlarımız da oradaydı, Lazuri vardı… aslında çok hetorojen bir yapı vardı. Bütün bu yapıyla biz Kürt özgürlük hareketinin nasıl ilişkilendiğini gördük. Dışardan bir gözle baktığımda da, içerden bir gözle baktığımda da hep aynı noktaya çıkıyorum ben; Öcalan’ın demokratik toplum tasviri aslında halkın demokratik kongresinin, demokratik özerk toplum anlayışı, cinsiyet eşitlikçi toplum anlayışı, ekolojik toplum anlayışı, aslında Gezi PArkı’nın ta kendisiydi. Kürt hareketinin kendisini Türkiye halklarına anlatması için çok iyi bir fırsat verdi. Neden yeterince anlatamadı ya da süreçte atıl kaldı dersek, ben şuna bağlıyorum; Kürdistan’da 30 yıllık bir savaş var. hala da sürüyor.

Bunun başka bir aşamasındayız. İsmine barış süreci diyoruz. Ama bu 30 yıllık süreçte Türkiye tarafından bir sessizlik vardı. Oradaki zulme, katliamlara, tecavüzlere ses veren sosyalist hareket vardı, belli başlı halk hareketleri vardı. Ama biz hiçbir zaman Lice’deki olaylarda sesimizi çıkardığımız gibi sesimizi çıkaramadık Kürdistan’a. Bu bir ruhsal kopuş yarattı. Dolayısıyla Gezi Parkı olayları ilk olduğundan, tabii ki Kürt halkı kendini Türkiye halkları ile omuz omuza hissetmemiş olabilir. Fakat süreç ilerledikten sonra biz Halkların Demokratik Kongresi çadırında, BDP çadırında PKK bayraklarını da, BDP bayraklarını da, Kürt halkı lideri Öcalan’ın resimlerini de alanlarda gördük. Bahsedilen provokasyonlara ben de şahit oldum. Örnek vermek gerekirse bir gece saat 3 – 4 gibi BDP çadırına birisi geldi ve şey dedi; “arkadaşlar hadi kalkın Türk bayraklarını yakalım”. Çadırdan atılmak istendi sonra, böyle bir talep olabilir mi diye. Ondan sonra meydana çıkıp şey diye bağırdı; “bunlar Kürt değil, bunlar sivil polis, bunlar provokatör sizi kandırıyorlar”… Bu sadece bir örnek. Ama bu tarz provokasyonlar vardı. Bir yandan da halay çekme, “biji serok apo” deme… Şöyle de olmaz ki Kürtler gelsin, talepleri gelmesin,kürtler barikata gelsin, çadıra gelmesin. Biz bunu belirleme hakkımız yok. Karşımızda örgütlü bir halk var, daha doğrusu yanımızda örgütlü bir halk var. Bizim Kürt özgürlük hareketinden öğrendiğimiz çatışma anlamında, demokratik anlamda birçok şey var.

HB: Kürt hareketinin sokak mücadelesi, demokratik mcüadelesi, Gezi olaylarının ilk başından itibaren bizim yaştakiler kaçarken gaz bombalarının üstüne giden 90′lı gençlerin bilinçaltını etkilememiş midir?

Uğur/TGB:

Kürt milliyetçi hareketini eleştirmemekten bağımsız olarak, bir ülkede yaşanan her toplumsal olgu kaçınılmaz olarak farklı kesimleri etkiler. BDP – PKK çizgisinin siyasi söylemini olumlayıp olumlamamaktan bağımsız bir şey. Buna yapılacak aşırı bir vurgu, genel olarak Türkiye’deki devrimci hareketin tarihine, geçmişine, gençlik hareketi tarihine ve yakın zamanda milli bayramların yasaklanmasına yönelik en son biliyorsunuz gazlı 29 Ekim kutlandı Ankara’da. Yine aynı şekilde Silivri cezaevinde Ergenekon duruşmalarında çok yoğun polis müdahalesine karşı geniş kitleler polis barikatlarını yıktı. Büyük direnişler oldu. Yani toplumsal olaylardan nesnel etkilenme bütün toplumsal olaylar için geçerlidir. Ama tutup da bunu ana ilham kaynağı haline getirmek doğru değil.

HB:Bu iktidara yönelik bir hareket miydi, yoksa adını devlet olarak mı koymak lazım?

Uğur/TGB:

AKP’yi gelip giden partiler silsilesi içinde herhangi bir parti olarak alırsak, buna bir parti ya da iktidar karşıtı hareket demek çok kolay. Ama şu anda bunun adını koyalım, içinden geçtiğimiz süreçte rejim değişmiştir.

HB: 12 Eylül düzeni devam etmiyor mu?

Uğur/TGB:

12 Eylül düzeni daha da derinleşerek ve kurumsallaşarak devam ediyor. AKP öncesine kadar cumhuriyetçi, aydınlanmacı çevreler ve yapılar devleti hiç sorgulamıyorlardı. Sosyalist olmayan, kemalist çevrelerin devletle ciddi bir sıkıntısı yoktu. Ne zaman “susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı hayata geçti, susanlar o zaman tepki vermeye başladılar. Ben cumhuriyetçi çevreyi öyle görüyorum. Sustular. Ta ki sıra kendilerine gelene kadar sustular. Allahtan terk etmeyen bir kitle vardı ki tek kalmadılar.

Soruyu şöyle sormamız gerekiyor!!
“Gezi Direnişi Sömürülen İşçileri ,Topraksız Köylüleri ve İşsizleri, dar gelirli küçük Esnafı ve ezilen tüm Sınıf ve Tabakadan Gençleri Kadınları Toplumsal Hak arama Mücadelesine katabilecek mi?

HALKIN KURTULUSU; Toplumu öncelikle Milliyet ve İnanç esasına göre ayrı Halklar olarak tasarladığımız yada tanımladığınızda Çözümümüz ve Çıkışınız farklı olur ..Toplumu tüm ezilen SINIF ve Tabakalar açısından tanımladığınızda gördüğümüzde yani Topluma SINIFSAL BAKTIĞIMIZDA Çözüm ve Çıkışımız farklı olur..

Biiz SOSYALİSTLER Öncelikle Toplumu tüm Ezilen Sömürülen SINIFTAN insanları onların Milliyet ve İnanç farklılıkları yok saymadan ama onlar arasında fay kırıklıkları yaratacak şekilde çok da öne çıkartmadan, öncelemeden tüm Ezilen SINIF´tan İnsanların Ortak Hak ve Çıkarlar için Ortak Kurtuluş Mücadelesine sevk edebilirsek başarılı olabiliriz.Toplumları SINIFLARA göre değil de Milliyet ve İnançlara göre tanımlayan görenler Liberalallerden Din Tacirleri ve her türlü köken Irkçılarına kadar uzanır..Bu zinciri önce düşüncelerimizde kırmazsak her Milliyet ve İnançtan Ezilen Sınıfları Ortak Kurtuluş Mücadelesine sevk edemeyiz.

Erçin Fırat/TKP:

Sanki Kürt halkı ayağa kalktı, bize birşeyleri öğretti. Sonra Türkler de ayağa kalktı, hadi biz de hareket edelim dedi. Bunlardan ibaret sanki Türkiye. Ben bunların hepsinin sosyalistlerin mücadelesinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de birileri mücadele etmeyi bilmiyordu gibi bir anlam çıkmamalı. Türkiye tarihi mücadelelerle doludur. Bugün de hala dönüp 68 kuşağına bakıyoruz. Hala mücadele ettiğimizde Deniz Gezmiş aklımıza geliyor. 70′li yıllar da öyle. 80′li yıllarda sosyalistlerin yaşadıklarını herkes biliyor. Karanlık dönemlerde sosyalistlerin Türkiye’de ayakta tutmak istediği şeyi de biliyor. Bu hareketin isteği nedir; özgürlük. Baskılara karşı mücadele. Bunun tek başına bir devlet baskısı olduğunu düşünmüyorum. AKP Türkiye’de başka bir iktidar, başka bir rejim kurdu. Bakalım bu harekete; özgürlük isteği var, AKP karşıtlığı var, bir kuşağın damgası var. bu hareketin hiçbir noktasında Kürt düşmanlığı yok. Bu bizim önemli bir nokta.

HB: Sözcü gazetesinin başlıklarına bakarsan Kürt düşmanlığı var. halk tv’de Gezi’nin ilk dönemlerinde vardı AKP’yi PKK ile barış yapmak üzerinden suçluyordu.

Erçin/TKP:

Bir takım kışkırtmalar dışında yok demek istiyorum. 27 Mayıstan beri ben de Gezi Parkı’ndayım. Ben bu hareketin hiçbir yerinde, hiçbir sokakta, hiçbir barikatta, hiçbir forumda Kürt düşmanlığı görmedim. Bir de benzer karakterdeki diğer hareketlere ve biriktiren şeye bakalım. Türkiye’de bu biriktirme işinde, özellikle bu yıl, sosyalistlerin payının çok büyük olduğunu düşünüyorum. Kimse bu harekete birileri öncülük etti diyemez. Böyle bir iddiada bulunmuyorum. Ama bu birikmişlikte sosyalistlerin yerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin ODTÜ’de ve sıçrayan diğer üniversitelerde bir hareketlilik oldu. 1 Mayısın rolü olduğunu düşünüyorum. 5 – 6 Mayısta anma yapmaya çalışırken polis müdahalesine maruz kalan gençliğin payı olduğunu düşünüyorum. Reyhanlı’da yaşananlardan sonra sokağa yine üniversiteliler ve sosyalistler çıktı ve pekçok yerde müdahaleler yaşandı. Ayrıca birilerinin “ama burada milliyetçiler de var” demesinin o sırada hükümetin elini rahatlatmaktan başka bir işe yaramadığını düşünüyorum. Burada da ben Kürt hareketini kast ediyorum.

Devamında “hükümeti yıpratmayalım” demek ne demektir, bunu hiç anlamış değilim. Birilerine “siz bu güne kadar Kürt halkını görmediniz” diyorsak, buna verilecek cevap bizi bunu görüyoruz demektir. Biz sizin acılarınızı paylaşıyoruz demektir. Ama tersinden bir şey daha var. ben Kürt halkının da böyle hissettiğine inanmıyorum. “Bunlar bizden ayrı bir yerde mücadele veriyor” diye düşündüklerini sanmıyorum. Ben siyaseten yanlış bir şey yapıldığını düşünüyorum. Ben 31 Mayısta eve dönüyordum, halkın sokağa indiğini görünce, yıllardır bunu bekliyorduk dedim ve geri döndüm. Siyaseten yapılan bir proje var ortada ve bu Kürt halkının yanında olmamak gibi bir sonuç çıkardı. İlerleyen süreçte Öcalan bayrakları da oldu, BDP bayrakları da oldu, ama ne kadar göstermelik olduğunun hepimiz farkındaydık diye düşünüyorum. Bu sefer halk Lice halkına sahip çıktı. Ama diğer taraftan Doğu Perinçek yazmış, Lice’de halkın kışkırtılması ordunun yıpratılmasıdır. Burada bir problem var ve yıpratıyor. Halka yanlış şeyler anlatılıyor. Hükümetin elini güçlendiriyor.

HB: Doğu Perinçek’inki bir sınıf partisi olma iddiasındadır ve içinde çelişkiler barındırması çok uygun olan bir parti değil. Ama Kürt hareketi bir ulusal hareket ve orada sınıflar var. yoksul köylülük var, onun ayrı bir örgütlenmesi var, kürt burjuvazisi var. Partide dinsel anlayışlar var. biz Marksist olarak olaya böyle bakarız. Diğer taraftan devletin yaptıkları var. KCK davasında seçmece unsurları özellikle BOP planına karşı çıkabilecekleri içeri alması gibi. Vetoların belli bir şekilde gelmesi gibi. Apo görüşmelerine özel kişilerin götürülmesi gibi. Sosyalistler, eleştiriken bütün bunları hesaba katmak ve kendi sınıfsal çıkarlarını koruyarak,kürt hareketi içinde belli unsurların önünü açacak şekilde davranması lazım. Çünkü emperyalizm de, devlet de bunu kendi açılarından yapıyor.

993084_855847321111598_1343220887_n

Erçin/TKP:

Ben sosyalistlerin Kürt hareketinin kuruluşundan itibaren sürekli pas attığını düşünüyorum. Bazen kendi kalesine gol attığını düşünüyorum. Sosyalistlerin elinden geleni ardına komadığını düşünüyorum. Biz halkların kardeşliğinin birlikte mücadele ile geleceğini düşünüyoruz. Kürtler ve Türklerin birlikte ana dilde eğitim hakkı talep etmesinden geçeceğine inanıyoruz. Kürt hareketi diyordu ki “biz AKP ile işbirliği yapmıyoruz. Bizim kendi gücümüz var. bu güç doğrultusunda AKP’ye boyun eğdiriyoruz.” Buna bir noktaya kadar katılıyorum. Ama eğer öyleyse şimdi niye AKP’yi yıpratmayalım diyorlar. Madem bunu Kürt hareketi başarıyor, bunu her hükümetle başarabilir. Hatta bu halkla bir mücadele verdikten sonra bunun on katını başarır.

HB: Hükümeti bırak gel halkla ittifak yap diyorsun, ama bir taraftan da orada süren bir savaş var. Kolluk kuvvetleri var. Yani insan da ölmemeli bu süreçte. En azından ateşkesi sadece AKP ile yapabiliyorlar.

Mustafa Güngör/BDP:

Bizim içimizden geçen de odur. Biz neden AKP ile görüşelim ki? Zaten eninde sonunda Türk halkı ile çözülecek bu süreç. AKP tamamlayıcı olmayacak. Ne böyle bir yetkinliğe sahip, ne de derinliği var. bu sadece parasal bir hükümettir. Bu eninde sonunda halklar tarafından çözülecektir. Ama Türkiye halk cephesi de Kürtlere doğru bir adım atsın artık. Tayyip Erdoğan niye kalkıp Nazım Hikmet’ten şiir okuyor? Yakışıyor mu onun ağzına? Nihayi hedefin AKP olduğunu düşünmeyin. Kürtler yıllar içinde hep diyalog aramışlardır ve süreçler böyle işler.

EF/TKP:

Özetle, sosyalistlerin başından beri söylediği şey de budur. Biz Kürtlerin haklarını erteleyelim demiyoruz. Ana dilde eğitim hakkı ertelenebilir bir hak değil. Bunu kimse de iddia edemez. Ama biz bunları birlikte yapalım diyoruz. Gezi Parkı süreci, halkların tanışması ve birbirleri için mücadele etmesi bakımından büyük bir fırsattı. Keşke bu fırsat daha farklı değerlendirilseydi.

HB: Bitti mi bu fırsatlar?

EF/TKP:

Tabii ki bitmedi. Tabi ki devam edecek. Halk Lice’ye sahip çıkıyorken bunu yıpratmaya gerek yok. Diğer tarafta da halk sokakta iken, burada milliyetçiler var demeye gerek yok. Aksine bu birlikteliği yükseltmeye ihtiyaç var.

Mustafa/BDP: Ben çocukken hatırlıyorum, asker gelir bizim mahalleyi basardı, Elbistan’ın bir mahallesini. Bir gün gelmese, ertesi gün iki kere gelirdi. Bizim gözümüzde asker de devletti. Mahalleyi basan asker, bir şey arasın aramasın her tarafı talan eder giderdi. Ekmeklerin üstüne işer, yataklara pislerlerdi. Köylüleri meydana toplar; kadınlı erkekli soyarlardı. İnsanların namusuyla oynarlardı.

HB: Kaçlı yıllar?

Mustafa/BDP:

80′li yıllar. Bugün bu süreç de devam ediyor. Tecavüzler ve eziyet devam ediyor. Ve bunu devlet erkanı yapıyor. Çok fazla bir şey değişmedi yani. Artık belki gizli gizli yapıyorlar. Benim yaşadığım çocukluğu milyonlarca çocuk yaşadı. Ve hala çocuklar yaşamaya devam ediyorlar. Biz böyle bir süreçte kaçtık geldik İstanbul’a. Ben İstanbul’a geldiğimde Türkçe bilmiyordum. Gelince burada öğrendim. Ben hem Kürt, hem Alevi olarak, doğal olarak kendimi solda gördüm. Partiyle de bu arayışla tanıştım. Silahlı örgüt olaylarından da hep uzak durdum. Askerde eğitim amaçlı silah verdiler elime, ben sıkmam dedim. Hayatımda ilk defa mermiyi orada gördüm. Ardından sosyalizm geldi. Sosyalizm, benim bugüne kadar iyi ki de olmuş dediğim ender şeylerdendir kendimle ilgili. Ben sosyalist bir kişilik olarak BDP’nin içinde yer alıyorum şimdi. Bu olaylardan önce İstanbul’u terk etmeyi düşünüyordum. Diyarbakır’a yerleşmek istiyordum. Ama Gezi’den sonra çok rahatladım. Burada TKP var, İP var, milliyetçiler var diye hiç düşünmedim ki ben. Öyle insanlar görüyorsun ki, hangi sıfatı takacaksın ona…

Herkes aynı müdahaleyi görmüş, kimsenin derdi Kürt Türk değil… Bu insanları nasıl böleceksin, ayıracaksın ki? Sana bu yetkiyi kim vermiş? İnsanlar iniyorlar evlerden apartmanlardan çoluklu çocuklu. Ortaya atıyorlar kendilerini. Kürdistan’da bile böylesi yaşanmadı. Çünkü çatışma bellidir ve insanlar ona göre sokağa çıkarlar. Gerçekten heyecanlandım ve ağlamaya başladım. Geri dönelim dedim arkadaşa, bu iş başka bir şey. Anlatırken bile heyecan duyuyorsun. Ben şuna inanıyordum; ne zaman ki 1 Mayısta falan insanlar kendi bayraklarını ve flamalarını bırakıp oluşan büyük yumruğun altında yürümeyi başarırsa bütünleşirler diyordum. Bir ara gene herkes özüne döndü, ama hareketlilik devam ediyor bir ayı geçti. Direnişin ruhunu teslim etmediler. Sağ ya da sol cepheden gelen olumsuzluklara rağmen bu ruhu teslim etmediler. Sırrı Sakık öyle diyor, ama artık beni etkilemiyor o söyledikleri. Ben biliyorum ki burada başka bir şeyler var; ben onu çözümlemişim, görmüşüm. Gene başlasın direniş, ben gene gideceğim. Sırrı Sakık isterse gitmeyin desin, ben gene gideceğim.

Bizim yapı içerisinde dini devletin elinden çıkaran bir kanat da var. çünkü Kürdistan biraz fazla dindar, bunu reddedemeyiz. Artık yaşam biçimi olmuş, reddedemiyorsun. Ama ne yapıyorsun, sistemin elinden alıyorsun. Nasıl anti-kapitalist Müslümanlar farklı bir dil geliştirdiyse, BDP de bunu yapmaya başladı. Buna karşılık AKP allak bullak oldu. Dini onlardan uzaklaştırmamıza şaşırdılar. Bunu da BDP yaptı, ayrıca içimizde sosyalistler de var. Patron ağa devleti diyorduk 20 yıl öncesinde. Şimdi o sloganı kullanan var mı, yok. Bitti, yerle bir oldu. Hala AKP’nin saltanatını, ağalığını sürdürmeye çalıştığı aileler yok mu?

Var… Ama genel anlamda ağalık sistemini, bu mücadele biçimi yok etti. Keşke İstanbul’da da bir belediyeyi sosyalistler alsa da görsek.

1964974_10152269938677313_575205177_n

Büyükşehirle eş değerdir bana göre. Bir şekilde göz önünde bulunacaksın, basın görecek. Bizim dışımızda insanlar hep boyalı basını izliyorlardı. Ama o da değişiyor. Bugün Halk tv’nin Nuçe tv’ye bağlanması inanılmaz bir şeydir. Belki bu olaylar yaşanmasaydı Halk Tv bunu yapmayacktı. Çünkü o da otosansür uyguluyordu. Tüm bunlar neticede halkları kaynaştıracaktır. Bizim içimizde Sırrı Süreyya Önder de var, sosyalistler de var, değişik katmanlar da var. hatta hala kendini ağa zannedenler de var. kürt hareketinde ilk kurulan HEP’ti. Ama ne yaptı Kürtler, gittiler ele geçirdiler orayı. Partileştiler, siyaset öğrendiler. Kürt halkı olarak sanat nedir, siyaset nedir, tartışma nedir bilmiyorduk ki… Ama 30 yılda herşeyi öğrendik. 100 yıllık, 200 yıllık zamanı 30 yıla sığdırdık. Buna mecbur kaldık. Ama inanılmaz linç olayları yaşadık. Biz yine de bunlara rağmen, “sen bize böyle yaptın, ben gelmem” demiyoruz.

Barış süreci nedir, ne değildir ve nasıl değiştirilebilir?

Özer Erdoğan/İP:

Ben üniversite öğrencisi, vatanının bağımsızlığını isteyen, halkının birliğini isteyen bir bilimsel sosyalistim. Yaklaşık dört senedir, 18 – 19 yaşından beri benimsediğimi söyleyebilirim ve Mustafa Abi ile o gözleri yaşlanma durumunu ben de paylaştım. Olay genişledikçe ve halka yayıldıkça daha da paylaştım. Üsküdar’dan vapurla geçiyorken örneğin, insanların birbirine nasıl yardım ettiğini gördüm. Üsküdar’da “bugün bitti artık herhalde” deyip yastığa başımı koyduğumda, gecenin üçünde tencere tava sesleri ile yürüyen bir kitle ile karşılaştım. Kimliğimi bile almadan çıktığımı ve köprüyü geçip kendimi Taksim’de bulduğumu biliyorum. O seferberliği hissettim. Bunu bir edebiyat anlamında söylemiyorum, bu seferberliği gerçekten hissettim. Bu ortak duygunun ben bu tartışmada da yapabileceğimiz bir hataya engel olduğunu düşünüyorum. Mesele şu anda ne Türkle Kürdün ayrışması, ne barış sürecinin baltalanması, ne de barış sürecinin daha da olumlu bir yöne evrilmesi.

Asıl mesele burada, AKP iktidarını geniş halk kesimlerinin düşman olarak tanımlaması. Bu baş düşmanı yıkmadan, devirmeden; ne Kürt meselesi, ne barış, ne Amerika ile olan ağları atmayı, ne de Suriye ile belki Ortadoğu’da bir barışı AKP’li bir çözümle bulmak mümkün değil. Bütün halk kitleleri dememin de özel bir sebebi var. Kendini halka bağlayan hiçbir örgüt aman barış sürecine uygun gidiyor bu süreç, aman dikkat hükümet yıpranmasın diye bir sonuç çıkarmaz. Bu hareket, hükümeti devirmek için biriken enerjinin sokağa dökülmesidir. Ulusal Kanal’daki arkadaşlar bu hareketin en az on milyon insanı seferber ettiğini söylüyor. Yani tencere – tava katılımcılarından büyük eylemlere kadar on milyon insanın sokaklarda olduğunu iletiyorlar. İlk üç gün boyunca hiçbir hükümet kanadından bir açıklama da gelmedi dikkat ederseniz.

Bütün dertleri sokak çatışmalarında devletin aygıtlarını egemen kılmak. O yüzden bu bir halk ayaklanması. Bu, hükümetten demokrasi dilenme değil. Özgürlük geleneğinin bir adım daha öteye gitmesi değil. Özgürlük geleneğinin, cumhuriyet geleneğinin doğrudan, aydınlanmanın kazanımlarının doğrudan bu hükümeti artık tanımıyor olması. Uğur’un dediği gibi bir faşist anlamda ve bir de gerçekten gerici ve ortaçağ mantığı anlamında. Halk kitlelerine baskı sokağa böyle yansıyor işte.

Ben Sırrı Sakık’ın, Demirtaş’ın ya da Öcalan’ın “meydanları ergenekonculara bırakmayın” açıklamalarının Kürt halkının iradesini yansıtmadığını düşünüyorum. Öcalan hangi sonucu garantilemek isteyebilir diye düşünüyorum. Şimdi barış adı altında görüşmeler var. sırrı Sakık hükümet yıpranmasın diyor. Demirtaş bu hükümeti yıkmaya gider diyor. O zaman kitlelerin almak istediği sonuçla, onların almak istediği sonucun bir olmadığını görüyorum ben. Ben bunu artniyetli ve direnişin bir yere gitmesini önleyen bir unsur olarak görüyorum. Ama burada sokak sokak çatışan, direnişe katılan Kürtleri kastetmiyorum.

Burada bir birleşim var. kitleler bir programda birleşiyor. O programda şuanda Gezi bir sembol oldu ve insanlar AKP’ye geri adım attırmak için birleştiler. Emekçilerin daha çok öne çıkacağı bir ayaklanma, muhtemelen bundan sonra kendi ekonomik programını da yapacak. AKP gittikten sonra nasıl bir iktidar düzeni kurulacağını da planlayacak ve aslında kendi barışını da yaratacak. Sizin de dediğiniz gibi, “AKP’nin düzeneği” tabirini kullandınız. Hakikaten bomba gibi bir düzenek ördüler ve halka bunu “altı aydır silahlar sustu, altı aydır can kaybı yok” gibi, ikna edici bir argüman olarak sundular.

işçi

HB: Peki silahlar devam etseydi ateşlenmeye? Bu bir argüman, ama bir taraftan da gerçek. AKP’nin niyeti ne olursa olsun, Suriye’de Esad’a karşı PKK’yı savaştırmak istiyorlar denmişti ama bu olmadı PKK kabul etmediği için olmadı. AKP bu niyetlerle girmiş olabilir, ama ne niyetle girerse girsin, devletin bu işte barışa mecbur bile kalması iyi birşeydir. Bu bağlamda devletin kısmen de olsa başka bir şiddet tekeli tanır düzeye gelmesi, bir Türk için de kazanımdır. Çünkü o devlet, bir Türk emekçisinin de dostu değildir.

BDP’li Mustafa araya giriyor : Şimdiki genelkurmay başkanı, Kürdistan’da görev yaparken lakabı “kimyasal Necdet”ti. Biz devletin orduyu tasfiye ettiğini düşünmüyoruz, sadece şekil değiştirdiğini düşünüyoruz.

HB: Devlet birilerini tecrit etmeye çalıştı, marjinaller dedi. Ama marjinaller, gittiler Taksim Meydanı’na yerleştiler. Kısmen bazıları Park içerisine de yerleşti. Ama ilk geceden itibaren iki üç gün süren bir Beşiktaş çatışması oldu. Bunun ne olduğunu çoğu kimse anlamadı. Benim görüşüme göre birincisi; başbakanlık konutuna bir yönlendirilme oldu. Bu belli gruplar tarafından da olabilir, iktidar karşıtı derin devlet tarafından da olabilir. Dolmabahçe’de bulunmak gerektiğini düşünen bir yaklaşımınız olmuşmuydu sizin?

Özer/İP:

Biz gün gün bir strateji izledik. O çatışmaların başarıya ulaşamayacağına inanıp ana merkezi kitleyi korumamız gerektiğine de inandık. Çünkü merkezin güçlü durması tüm Türkiye’yi besliyordu. Kitlenin çoğu başbakanlık ofisinin orada olduğunu biliyor, ya da polisin orada Bir şey korumaya çalıştığını görüyordu. Polisin refleksi Taksim’i kaybettikten sonra Beşiktaş’a çekilmek oldu ve oradaki kitle polisin bu koruma refleksini gördü ve binlerce insan polisin yenilebileceğini ve yenildiğinde iktidarın bir yara alabileceğini gördü. Bir yandan da Mısır’dan, Venezuella’dan bakıyoruz. Bunları aslında bize NTV öğretti bir yandan da. NTVgöstere göstere, başkanlık sarayı kuşatıldı diye diye öğrendik biz de.

Uğur/TGB:

Yüzde yüz bir başarı umudu yoktu ama AKP iktidarından üç gün boyunca açıklama gelmedi, tökezledi. Kendi kitlelerini sokağa dökmekten bahsediyor. Bu kadar bir polis gücünü sevk ediyor. Daha da ötesi Ankara’da yaşandı aslında. Orada da halk meclisi kuşatmak istedi. AKP de jandarmalara varana kadar korumaya aldı. Halk da Kızılay’da ısrar etti. En son da Dikmen’de. Bu bir iktidar hedefini gösteriyor. Bilinçli bir hedef değil, ama bana kalırsa bu halk kitlelerinin iktidarı yıkma hedefidir. Ama mola verildi diyebiliriz.

Mustafa kemal’in askerleriyiz sloganlarının birleştirici olduğunu düşünüyoruz. Cumhuriyetin kazanımlarını böylesi savunan bir hareketin her zaman Türk bayrağını ve Mustafa Kemal’i sahipleneceğini düşünüyoruz, Kürt kitleler dahil. Ama bu yine de kitlelerin tecrübesine bağlı olarak değişiyor. BDP merkezinden bu eylemin içinde olmama eğilimi açıkça seziliyor. Hatta CHP ve MHP’nin merkezini de açıkça koyabiliriz buna. Meclisteki odaklar da hareketi hafifletme, yavaşlatma, basit bir demokrasi talebi gibi gösterme eğilimi seziliyordu. Bu sezilmişken de kitlelerin kendilerini temsil ettiklerini düşündükleri partilerden uzaklaşması bu süreçlerde daha kolaydır. AKP seçmeni için de geçerli.

HB: Gezi sırasında kürtlere karşı yapılan provokasyonların İP ve TGB ile bir ilgisi olmadığını birçok çevre tespit etmiş. Ama Genç Türk ve Türk Solu dergisi için aynı şey geçerli değil. Bu Türk Solu Hrant Dink için “iyi ki öldürüldü” gibi yayınlar yapmışlardı. Ama bu derginin isminin çalınmış olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Elbette hepimiz köken olarak bu dergiden gelmekteyiz. Yani, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Kaypakkaya ve hatta Abdullah Öcalan da dahil hepimiz 68lerde çıkan Türk Solu dergisinden gelmeyiz. Sonra dergide Mihri Belli’nin “Millet Gerçeği” başlıklı yazısı çıktı. Türkiye tarihinde ilk defa Kürt Sorunu legal basında adından bu şekilde söz ettirmişti, ve dergi kapandı, 12 Mart 1971 e kadar Türkiye Solu olarak çıkabildi. Bu dergi isminin provokatör bir gruba kaptırıldığını düşünüyor ve üzülüyorum. Nasıl bir provokasyon vardı ve türk solu devreye nasıl girmişti? Bu savunduğun Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganını sanırım ilk defa bu Türk Solu dergisi çevresi atıyordu sizden yıllar önce…

Özer/İP:

Bizim için “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganının önemli yanı direnişin çok çeşitli yerlere yayılmasına yardımcı olmasıydı. Gezi Parkı’ndaki Öcalan bayrakları ise hareketin meşruiyetini ve kitleselleşmesini engelliyordu. İlk günden beri bu yönde bir uyarı yaptık. Demem o ki Kürtler ve tüm toplum kesimleri dahil, liberal düşünen örgütsüz “kimsenin askeri olmayacağız” diyen aydınlar dahil; AKP ile mücadele sertleştikçe, AKP’nin de Atatürk ve cumhuriyet devrimlerini ayyaşlar dediği gibi daha fazla hedef alır hale geldikçe, halk Atatürk’te birleşmeyi sürdürecek. Bizim tespitimiz bu yönde.

Gökhan/SDP: Gazi Mahallesi’nde aynı reaksiyon gösterilmedi. Bayrakla gezilmedi ya da Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganı atılmadı.

HB: Zaten bu slogandan rahatsız olan her kanaldan insan vardı. Çünkü “ordu göreve” ile “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”i aynı algılayan bir kitle de var.

Özer/İP: Aslında bence Mustafa Kemal’in askerleriyi daha sosyalizan bir slogan. Ordu görevenin tam zıttı bir slogan. Halk göreve diyor yani. Asker yok artık diyor, sen asker olacaksın diyor. Bana göre “halk göreve”nin özeti, Mustafa Kemal’in askerleriyiz oluyor.

Genç Türk, bizim hareketimizden atılmış ve Doğu Perinçek aleyhine bölücü ve Kürtçü olduğu gerekçesi ile 1998-1999 yargılamalarında ifade vermiş biridir Gökçe Fırat. Ekibi de öyledir. Onlar İP’ten atıldıktan sonr CHP’ye de, ADD’ye de, DSP’ye de girmeye çalışıyorlar, ama İP’in uyarıları ile oralarda da tutunamıyorlar. 2003′teki yürüyüşlerde de ordu göreve pankartını açarak, Fatih Hilmioğlu, Ferit Bernay dahil, biz dahil birçok kurumun ergenekon davasından darbeci olarak yargılanmasına delil oluşturdular. Yaptıkları iş provakatörlük. Attila İlhan gençlik cephesini kurarken, bunlar türk solunu kurdular. Biz Atatürkçü düşünce platformlarını birleştirmeye çalışırken, bunlar bizden önce ADKF’yi kurdular. Biz TGB’yi kurmuşken, bunlar Genç Türk diye adı da çok benzeyen birliği kurdular. Ulusal Kanal’la biz yayın yaparken, onlar da Ulusal Parti diye bir parti kurdular. Bizim sloganlarımızı ala ala, yayınlarımıza özene özene ve içine de Kürt düşmanı öğeler kata kata ilerliyorlar. Hatta Gençtürk Suriye meselesinde de Tayyip Erdoğan’ı destekleyen bir yerde yayınlar da yapmışlardı. “Yemiyor mu, giremiyor musun” gibi. Aslında Kürtlerle Atatürkçüleri daha da uzaklaştırıyor, ırkçı olanları daha da keskinleştiriyor diyebiliriz.

HB: Neden MHP ile uzaklar? Yakınlaşamıyorlar mı yoksa yakınlaştırılmıyorlar mı?

TGB:

Provakatör bir örgütten bahsediyoruz. Mit bağlantılarından da bahsediliyor. Bu provakatif örgütün bir de işlevi vardır zaten, yani provokasyonun mantığı budur. Genç Türk ve Türk Solu’nu izlediğimizde görevlerinin ulusalcı ve Atatürkçü oluşumları ırkçı mecralara çekmek olduğunu görüyoruz. O yüzden MHP’ye yakınlaşmaması çok normal aslında.

Özer/İP:

Ben bir cümle eksik bıraktım, onu tamamlamak istiyorum. Düzen içi örgütlerle Kürt halkını da özellikle ayırmaya çalıştım. Örneğin BDP bana göre düzen içi bir örgüt ve Kürt halkının iradesini temsil etmiyor. PKK da öyle. Bizim İP olarak biz Kürtlerin partisi değiliz diye bir söylemimiz ve çabamız da yok. 1990′larda Doğu’da Doğu Perinçek’in yaptığı mitingleri de herkes biliyor ve onlardan dolayı bölücü diye yargılandığını da herkes biliyor. Diyarbakır’da cumhuriyet mitingi yayan tek parti de İP’tir.

TGB:

Düzen ve karşı devrim Türkiye’yi bölüyor. Devrim de Türkiye’yi birleştirecek. Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganları atan kitleler de olacak. Bu devrim içinde gerçekten demokrasi isteyen, barış isteyenler de olacka. BDP de bu hareketle beraber emperyalizme ve diktatörlüğe karşı mücadeleye başladığı anda, düzen içi sıfatından kurtulur benin gözümde.

HB: Esat, Kürt hareketinin Suriye kanadı diyebileceğimiz PYD’ye silahları bıraktı gitti. O bölgede şu anda Barzani’ye bazen de ÖSO’ya karşı çatışılıyor. Buna ne diyorsun?

İP: Biz insanlara ve olgulara statik olarak bakmıyoruz. Esad da böyle.

HB: O zaman PKK da böyle?

ank. (2)

İP: PKK da öyle. Tutum değiştirip emperyalizmle savaşırsa bizim de bakışımız değişebilir.

SDP: 11 yıllık AKP iktidarının yarattığı bazı çelişkiler mevcut. Bunun en büyük nedeni de AKP’nin yürüttüğü neoliberal muhafazakar politikadır. Bu doğrultuda AKP bütün bir toplumu yeniden dizayn etmek çabası içinde ve bunu da hükümet olmaktan devlet olmaya ilerleyen otoriterleşme yöntemi ile yapmak istiyor. Ustalık dönemi denen iktidarın üçüncü döneminde ise, toplumun çeşitli katmanlarına farklı yöntemlerle saldırılar yaptı. Bu da toplumsal çelişkilerin artmasına temel oluşturdu. Gezi Parkı direnişine bakarsak, ben de ayın 27′sinden beri orada yer alıyordum. Gezi Parkı direnişi gerçekten bir meselenin ateşlenmesi anlamına geliyordu.

Bu da çevre duyarlılığına sahip insanların kolluk güçlerinin vahşice saldırısına maruz kalması, geniş halk kesimleri tarafından ciddi bir tepki yaratmıştır. Bu tepkiyi de her gün gördük. İlk saldırıdan sonra sayı iki binlere, ikinci saldırıdan sonra yirmi otuz binlere, üçüncü saldırıdan sonra yüz binlerin sokağa çıktığını, dördüncü saldırıdan sonra milyonların Taksim Meydanı’na girdiğini adım adım gördük. Aslında bu AKP iktidarının yönelimlerinin sonucuydu. Sokağa çıkan insanlara baktığımızda çeşitli toplumsal kesimlerden bahsetmek gerekiyor. Bu hareketin tamamı “y” kuşağı tabir edilen 90′lar kuşağına mal ediliyor. Ama tamamını böyle görmek mümkün değil.

Bunun içerisinde anti-kapitalist Müslümanlardan liberallere, LGBT bireylerden feministlere, işçi sınıfından -ki özellikle beyaz yakalılardır katılanlar- Kürt halkına, ulusalcılardan sosyalistlere kadar geniş bir kitlenin sokağa çıktığını gördük. Halkın esas birleştiği slogan “Tayyip istifa” sloganı idi. Klasik bir Lenin tabiri ile “yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilemediği bir durum” ifadesi olarak bu sloganın çıktığını gördük. Ama bu büyük hareket önderlikten yoksun olduğu için, başarı koşullarının henüz oluşmadığını düşünüyorum. Biz ulusalcılık ve liberalizm kavramlarının sosyalizme dahil meseleler olduğunu düşünmüyoruz.

Sosyalistlerin bu kavramlardan kurtulması esastır. Halkların kendi kaderini tayin bazından en azından farklı bir pozisyonda olması ve sokağa çıkan halkı da bu yöne yönlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle Mustafa Kemal’in askerleriyiz sloganın ya da cumhuriyetin değerlerinin bizi kapsayıcı sloganlar olduğunu düşünmüyoruz. Asıl görmemiz gereken kapitalizmin bu ülkede nasıl geliştiğidir. Aynı zamanda Kürt halkının inkar ve imhasına dönük bir çok adım attığını da biliyoruz. Cumhuriyetin ayrıca hiçbir zaman laik bir hareket olmadığını da görmek gerekiyor. Özellikle Alevilerin yok sayılmasından karşımıza çıkar bu durum.

HB: Cumhuriyetçi hareketin sadece laikliğe sahip çıkıp toprak reformuna sahip çıkmamasını, neoliberalizme ve feodalizme karşı çıkmamasını, aynı şekilde özgürlüklere sahip çıkmamasının bir anlamda karşı devrimci olduğunu da düşünüyorum. Bu bizim için değil elbette laikliği savunan asker kökenli propagandanın, cumhuriyet mitinglerinin, Baykal’ın getirdiği bir şey. Sadece laiklikle demokrasi olmaz.

SDP:

Ortaya çıkan hareketin kimyasına bakmak lazım. Bu hareket, Türkiye siyasi hareketinde gördüğümüz en büyük ayaklanmayı ortaya çıkartmış durumda. Milyonların sokağa döküldüğü, Boğaz Köprüsü’nün Avrasya Maratonunda olduğu gibi trafiğe kapatılıp yürünerek geçildiği çok önemli ve tarihsel günler yaşadık. Kürt hareketinin direnişin başında doğru analiz yaptığını düşünmüyorum. Ayaklanmaya bakışının doğru oturduğunu düşünmüyorum. Yürüyen bir barış süreci var ve bu barış sürecinin de iki muhattabı var; biri devlet, biri de PKK. Sokağa çıkan kitlenin bir talebi de hükümet istifa idi. Hükümet istifa ettikten sonra ne yapacağına ilişkin net bir kanıya varmanın da mümkün olduğunu düşünmüyorum. Yani Kürt hareketi, kendi politik hattı içinde daha sonra olacakları ve mücadelenin nereye gideceğini hesap etmek zorundaydı. Bu arada direnişin de büyük bir kardeşleşme etkisi yarattığını da görmüş bulunduk. Lice’deki olay için Beşiktaş ve Kadıköy’de on binlerce insanın yürüyüş yapması, bu güne kadar gördüğümüz bir olay değildi. Bu da esasen direnişin yarattığı bir sonuç.

Şu andan da direniş forumlarla devam ediyor. Bu forumlarda da barış sürecinin çeşitli tartışmalarla konuşulduğu da görülüyor. Buralarda da eski bazı görüşlerde ciddi kırılmalar olduğu da görüldü. Bir de yandaş medyanın tüm Gezi Parkı direnişini görmemesi, halkın bazı çevrelerinde Kürtlerin neden iki çanakla tv izlediklerini anlamasına yol açtı. Kalekol protestosunda da bir kişi öldü, üç kişi de yaralandı. Bu da aynı ceberrut devletin direnenler arasında ayrım yapmadan, Türküyle Kürdüyle saldırdığını gösteriyor. 92′de olanları da biliyoruz. Benzeri bir ayaklanma durumunda Kürdistan yapılan müdahalelerin çok daha sert olduğunu da görüyoruz. Ayrıca önümüzdeki dönemde de aynı müdahalelerin yapılabileceğini de görmemiz gerekiyor.

Ayrıca tüm bu süreci bizler ne kadar doğru okuyabildik bunun da tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Uğur arkadaşın da dediği gibi, yetkililer ilk etapta hiçbir açıklama yapmadılar. Sonrasında da saldırı politikasını sürekli genişleterek sürdürdüler. Ama iktidar çeşitli halk kitlelerinin Taksim Meydanı’na girmesinden ve orada bir komün yaratılmasından son derece rahatsızdı. Zaten söylediği yalanların bir kısmı da bu rahatsızlık nedeniyle açığa çıkmıştır. Tayyip Erdoğan saldırgan tutumunu direnişin başından beri sürdürdü. AKP bayrakları dışındaki bayrakları paçavra olarak ilan etmesi, marjinaller çapulcular söylemi de bundandı.

Sürekli aranızda marjinaller var söylemine başvurdu. Biz direnişin başından beri halkın komününe yapılacak her türlü saldırıya karşı ortak bir duruş sergilenmesi gerektiğini belirttik. Bunda da direnen güçler kimlerse, hep beraber bu saldırılara karşı durmanın doğru olacağınız belirttik. Çünkü Taksim Meydanı’na girilmesi ile Gezi Parkı’na da bir saldırının gerçekleştirileceğini söylüyorduk ki, öyle de oldu. Bu halk direnişinin doğru yönlendirilememesi, Gezi Parkı’nın “kaybedilmesi” ile önemli bir mevzi kaybedilmesine neden oldu. Başından itibaren Taksim Gezi direnişini bölmeye ve kriminalize etmeye çalıştılar.

1507860_639568436080370_303341310_n

HB: İlk günlerde Artı Bir TV’de de, Halk tv’de de marjinallik tabiri aynı AKP’nin kullandığı anlamıyla kullanıldı ve AKP’ye bu anlamda koz verilmiş oldu. Çok önemli birşeydi bu. Direnişi bölme adımı idi. Marjinaller ve çevreciler olarak böldüler ve biz de bunu boşa çıkartamadık.

Gökhan/SDP:

AKP Gezi direnişi boyunca, provokasyonların türlü yöntemlerini denedi. Polisin meydana girme gerekçesi AKM’nin üzerine asılmış olan çeşitli bayrakları sökmekti. Bu kabul edilemez bir durum. Buna daha derli toplu bir karşı çıkış gerçekleştirilebilseydi, daha önemli bir kazanımla çıkılabilirdi. AKP’nin marjinal dediği barikat kurulmasıydı. Bir milyondan fazla insanın Taksim Meydanı’na girmesi idi. Burada sosyalistlerin tek marjinalliği, çeşitli eylemlerde sürekli saldırıya uğradıkları için, çatışma konusunda tecrübeleri vardı. Ama bu direnişle görüldü ki, halk da kendisini korumak için çeşitli yöntemlere başvurdu.

Bu yöntemlerle de önemli başarılar elde ettiklerini görmemiz gerekiyor. SDP, Taksim Dayanışmasının kararlarına sahip çıtkı. Ortak karar, barikatların savunulması kararıydı. SDP de bu karar doğrultusunda hareket etti. SDP’yi bunun dışında görmek, hedef haline getirmek anlamına geliyor. SDP’ye yönelik saldırıda 72 arkadaşımız gözaltına alındı, 4 arkadaşımız da tutuklandı. Önümüzdeki süreçte de tüm direnişçi arkadaşların tutuklu bulunan direnişçilerle dayanışmayı yükseltmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Direnişin başladığı ilk hafta Pazar günü, Genç Türkçülerin BDP’li arkadaşlara su şişeleri attıklarını ve şişeleri atarken de “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi sloganlar attıklarını gördük.