ULUSAL SORUN
Ulusal özerklik
Sınıfsal sorunun yürütücüsü iddiasında olanlar için; başta gelen temel ilkesi; sınıfsal sorunu tüm sorunların önüne koymayan bir düşünce ve bu yolda pratik olarak yürümeyi hedef almayan, hiçbir kurum, örgüt ve kişi sosyalist adına layık değildir. Bunların ulusal sorunun gerçek çözümü uğrunda da devrimci bir mücadelesi olamaz. Kendisini, ulusal sorunun çözümünde genel olarak burjuvazinin, özel olarak da, ezilen ulus milliyetçiliğinin kuyruğuna bağlayanlardan ne sınıf adına ne de ezilen ulusun gerçek anlamda kurtuluşu için hayır gelmez, hele hele ezilen ulusun işçi, köylü ve ezilenleri için hiç mi hiç hayır gelmez. Olsa olsa, işçi, köylü ve ezilenlerin geleceğini milliyetçi cephelere bölmek, onu, hakim ulus ve ezilen ulus burjuvazisinin yedeğine bağlayarak, karşılıklı şovenizmi yükseltmek olur ki, bu da, sosyalizm davasına yapılmış en büyük kötülük olur. İhanet olur.
İşçi sınıfının davasını yürütme davasının gerçek örgüt ve partisi bilir ki, eğer ulusal bir sorun gibi bir sorun önünde çözülmesi pratik bir görevle karşı karşıya ise; bunun en doğru ve gerçek çözümü temsil ettiği proletaryanın mücadelesinin temel ilkelerini unutmadan, ondan sapmadan, yolunu kayıp etmeden, onun sosyalist gelecek davasının ve günü birlik devrimci mücadelesini hiç ihmal etmeden, göz ardı etmeden siyasi, ideolojik ve örgütsel görevlerinin yürütmesine bağlıdır. Komünistler, şunu çok iyi bilir; sınıfsal mücadeleyi yükselttiği oranda yani çıtayı bir üste çıkardığı oranda, çözümü gereken ve devrime bağlı olan, diğer tüm sorunlar onun pratik olarak gündemine girer, aynı zamanda da üstünlüğü, inisiyatifi ve denetimine de girer. Tüm sorunların çözümü ve muhataplarını da, ona bağlar ve tabi kılar.
Tüm bunlar ve dahası sınıfı ilgilendiren diğer şeyler olmadan, sırf ezilen ulus davası peşine düşmek, kendisini ve proletaryanın sınıf davasını kendi kurtuluş davası dışında başka şeylere yamamak ve peşkeş çekmektir. Sınıfın gerçek kurtuluş davasını arkadan pazarlamak ve satmanın dışından başka nedir ki? Tüm kendisini sırf ezilen ulus davasına koşullandıran ve kendisini ona yedekleyenlere sormak gerekir: sınıfın gerçek davasını ezilen ulusun emperyalist ve faşist diktatörlük ile el-ele birlikte çözüm davasına yedekleyerek, sınıf davasını rafa kaldırarak, düzene yamayarak bir çözüm beklentisi kimin ve kimlerin harcı ve işidir? Kendisine komünistim diyenleri bir yana bırakın devrimciyim diyenler nasıl oluyor da emperyalistlerden ve onların işbirlikçi faşist diktatörlük devletinden demokrasi ve Kürt “açılımı” beklentisi içine giriyorlar, hayret doğrusu!
Gerçek komünist düşüncede ulusal dava diye bir sorunuz yoktur, o sadece sınıfsal sorunun pratik çözüm davasında önüne çıkmış olan, çözülmemiş ve çözülmesi gereken pratik bir sorun olarak gündemine girer. Ve bu sorun sadece emperyalizme bağlı ülke komünistlerin önünde duran bir sorun değil, aynı zamanda emperyalist-kapitalist ülke komünist partilerinin programında pratik olarak girer. Ama yine de insan düşünmeden ve sormadan edemiyor; komünistim, sosyalistim, Marksizm-Leninizm’e sonuna kadar sağdığım deyip de, sınıf ve devrimcilik adına tüm ilkeleri ve değerleri ve ömrünüzü adadığınız ezilen Kürt ulusu adına sözde çözümü için, ömrünüzü adadığınız sözde davanın sizi sonuçta getirdiği yer işte burasıdır. Soruyorum; sınıf adına ne savundunuz ne yaptınız? Ezilen Kürt ulusunun ulusal kurtuluşu için ne yaptınız? Bunlar verilecek tek bir cevap vardır; o da, içinde bulunduğunuz durum ve sizi getirdiği noktadır. Peki, bundan sonrası için ne olacak? Bunun sadece iki yolu vardır; ya uyanıp aklınızı başınıza alacaksınız ya da, illa gitmekte ısrar eder direnirseniz gideceğiniz yer karşı devrim saflarıdır. Neden mi? Sınıf adına hareket edip de ulusalcılık da direnenler nihai akıbeti ulusal şovenizmin son durağıdır da ondan.
Oportünizmin bel kemiği yoktur derler ya, aynen bunlar da diyorlar ki, bu durum, bizim irademizin dışında gelişip, gelip bize dayatılmış çözümü için pratik bir görevdir! Hani halk deyimi vardır ya; “eğer yangın varsa bunun dini imamı aranmaz, herkes ateşi söndürmek için bir kova su taşısın” kim kime, kimin pratiği kimin pratiğine dayatıyor? Kimin pratiği kimin pratiğinin önüne geçiyor? Hangi sınıf hangi sınıfa dayatıyor ve kendisine bağlayıp koşullandırıyor? Burada herkes işine bakıyor ve üzerine düşen görevini yapıyor sadece, proletarya davası adına hareket edenlerin dışında. Öyle değil mi? Ama proletaryanın ve onun davasının bizi bağlayan ve yapılması, yerine getirilmesi genel ve pratik görev ve sorumluluklar yok mudur? Ezilen ulusun kurtuluşu ve bu uğurda verilecek savaşım için Marksizm-Leninizm’in bize dayattığı ilkeleri yok mudur? Lenin eskimiş midir? Proletaryanın sınıfsal iradesi ne zamandan beri başkalarının iradesi ve ipoteği altına girmiştir? Devrimci proletarya için sınıfsal görevleri en önde gelenidir, bu görevin önüne başka hiçbir görev geçemez, tüm diğer görevler buna bağlı ve onun inisiyatifi ve iradesine bağlı olarak gelişir ve gelişmek zorundadır. Değilse, o alan ne devrimci proletaryanındır ne de kendisini o alanda yer edinemez. Yer ettirmezler. Başka sınıfların hakim olduğu alanda sınıf adına devrimci mücadele yürütmesine asla izin vermezler. Hele bir dene bakalım sana nasıl davranılıyor bir gör. Devrimci proletaryanın edineceği yerin tek geçerliliği kendi devrimci sınıfsal gücü ve hükümranlığıdır.
Böyle bir ezilen ulus kuyrukçuluğu ancak kendisini 1 Mayıs şiarı olarak; yolumuzu 1 Mayıs aydınlatıyor değil de, “yolumuzu Nevruz aydınlatıyor” diyebilir. Bugün ezilen ulus kuyrukçuluğu yarın yeri geldiğinde büyük ulus kuyrukçuluğuna götürür. Bu bir gerçektir. “Körle yatan şaşı kalkar derler” bizden söylemesi. Gerisi elbette ki, sizin bileceğiniz bir sorundur.
Ulusal kurtuluş mücadelesi ve ezilen ulusların kurtuluşunun gerçekte nerden geçip geçmeyeceği sorunu sadece, teorik olarak değil, aynı zamanda da pratik olarak gerçekleştirilmiş bir durumdur. Öyleyse, neden pratik olarak gerçekleşmiş olandan değil, somut devrimci pratik olandan devrimden değil de, devrimci olmayan emperyalist ve onların işbirlikçisi faşist devlet elinden olacak gerici bir “çözüm”de ısrar ediyorlar. Kendisine, devrimci, sosyalist, komünistim diyenlerin bu yolu seçmeleri ve bu burjuva idealist mantıkta ısrar etmelerinin gerçek sınıfsal nedeni ne olabilir acaba! Materyalist devrimci öğreti bize, hazır bulduğun ortamı kabullenmek değil, tam tersine onu, devrimci bir tarza dönüştürmek ve değiştirmektir der. Bunun geriye, gerici bir tarzda değil, tam tersine ileriye, ilerici devrimci tarzı şart koşar. Onun için, ezilen Kürt ulusunun gerçek kurtuluşu, devrimci proletarya için pratik devrimci bir sorundur. Bu sorunun gerçek çözümü, işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşecek bir devrime odaklıdır.
Diyecekler ki, biz zaten o çözümden bahsetmiyoruz, öyle bir çözüm bizim de gönlümüzde yatandır. İyi de baylar gönlünüzdeki yatan için değil de, neden emperyalizmin ve her iki ulus milliyetçiliğinin gönlünde yatan için çırpınıyor ve işçiler ve emekçileri o yola koşuyorsunuz? Sizin savunduğunuz “çözüm” yolu, Türkiye’de her iki ulustan işçi sınıfına bölünmüşlük, parçalanmışlık ve birbirine karşı düşmanlık ve kini getirecektir. Sadece bununla da kalmayacak, diğer azınlıklar içinde durum aynı olacaktır, çünkü faşist devlet işçi sınıfı ve halklar aleyhine oraları da kaşıyacaktır.
Bugün, Kürt ulusunun ulusal kurtuluş hakkını getirip sadece, ulusal “kültürel özerklik” sorununa indirgediler. Bunu sosyalist ve devrimci anlayışlarının neresine yerleştiriyorlar? Yarın sosyalist toplum da nereye yerleştirecekler. Herhalde, bunlar için şartlar yine değişmiş olacak! Sınıflar değişmedikçe sınıflar arasındaki sınıf ilişkisi de değişmeyecektir. Bu diyalektik materyalist tarihi bir yasadır. Bunu hiç unutmayın olur mu?
Dün Türkiye komünistlerinin birlikteliğine karşı çıkıp ayrı örgütlemeyi savunanlar, bugün, “çatı partisi” kurma sevdalarına düşmüşlerdir. Dün dört ülke Kürtlerinin birlikteliğini savunanlar, bugün, bundan vazgeçmiş durumdadırlar. Dün, Kürt ulusunun kurtuluşunun devrimde olduğunu ve bu uğurda silah kuşananlar bugün, faşist devletten un-ufak kırıntılar karşısında, Küt ulusunun ulusal davası peşkeş çekilerek, faşist devletin bütünlüğünü ve aynı bayrak altında yaşamayı savunmaktadırlar. Tüm bunları nereye koyuyorsunuz? Baylar Bugün devlet bütünlüğünü savunanlar, bu uğurda anlaştıklarında yarın, siz devrim için devlete karşı çıkarken, ne tür tavır içinde olacaklardır dersiniz?
Hani Kürdistan Türkiye’nin sömürgesi idi!
PKK’nın doğuş sebebi ve gerekçesi ayrı örgütlenme ve Türkiye’nin sömürgeciliği üzerine olmamış mıdır? Ne oldu da ne değişti ki, bugün gelinen noktada “al-gülüm ver-gülüm” sevdasına kapılınmış tır?
Hedef faşist devlete diktatoryasına karşı savaşımı yükseltmektir…
Ezilen ulusun ulusal hakları, yani kendi kaderini kendisi tayin etme uğruna verdiği mücadele, komünistler açısından koşullar elverdiği ölçüde destekler, fakat koşullar değiştiğinde desteğini çeker. Şimdiki durumun gidişatı yönündeki desteklenecek herhangi bir durum kalmamıştır. Bu durumda koşular içinde gidişata karşı çıkan ve Kürt ulusunun siyasal bağımsızlık özgürlüğünü ön koşul olarak öne süren ve bunun yolunun emperyalizme ve Türkiye faşist diktatörlüğüne karşı verilecek bir devrimci mücadeleyi savunan bir oluşum çıkarsa “arkasında” yer alarak desteklenir ve kesinlikle desteklenmelidir. Bunun gerçekleşmesinin tek yolu da, işçi sınıfı ve ezilen halk hareketinin durumuyla orantılıdır. Şimdiki durumda Kürt burjuva milliyetçiliği, Türk faşist burjuva-gerici devletiyle Kürt ulusunun kurtuluşu ve işçi ve emekçi halka hareketine geleceğine karşı işbirliğine soyunmuş durumdadır.
İki taraf burjuva-gericiliği ulus milliyetçiliğini karşılıklı olarak alabildiğine körüklemekte ve dozunu artırmaktadırlar. Bir yandan Türklük, diğer yanda Kürtlükten başka ortada dolaşan, konuşulandan başka şey yoktur.
Kürt milliyetçiliği sözde ilerici söylevler ve sloganlar ileri sürerken, Türk faşist devlet sözcüleri, sözde Kürt “açılım”ından ve “demokratik “açılım”lardan dem vuranların arasında, sınıfın sınıfsal sorunları ve işçi ve emekçilerin önünde duran günlük mücadelelerinin önü kesilerek, arada kaynayıp gümbürtüye gidiyor. İşçi ve ezilen emekçileri tarafsızlığa ve suskunluğa iterek, dağınık olan safları, birleşmek yerine daha da parçalanır hale getirilmiştir. Ve sınıflar arası zıt uzlaşmaz ayrılıklar ve çelişkiler yadsınmakta ve buna destekçi sözde devrimci sosyalistler çanak tutmaktadırlar.
Faşist diktatörlük ve onun bugünkü sözcüsü olan AKP, hükümeti kendi “büyük” ulusal ayrıcalıklarından hiç mi hiç taviz vermeden ve vermekte istemeden, içi boş olduğu gibi kendisi de boş olan sözde “açılım”larla Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini “yolundan” çıkartmak, yumuşatmak ve pasifize ederek, kendi buyrukları doğrultusunda dize getirmek istemektedir. Bunu gerçekleştirirken, başta ABD diğer emperyalistlerle açık ve gizli diyalog içinde, onlarla açık ve gizli anlaşmalar içindedirler.
Sınıflar ve sınıflar arası, zıt uzlaşmaz çelişkiler yadsınmakta, uzlaşır hale sokulmaktadır. Bu egemen sınıf açısından anlaşılır bir durumdur; fakat, kendisini sosyalist, devrimci gösterenler için ise, kınanacak ve karşı çıkılacak bir durumdur. Bunlar ağızlarına doladıkları ve neme nem olduğu belli olmayan (açıkça belli olan) bir “demokrasi” ve “barış” söylemini ağızlarına dolayarak burjuva bir destekçilik konumunda ve bilerek veya bilmeyerek onların politikalarına ve düzenlerine çanak tutmaktadırlar.
İki karşıt zıt-uzlaşmaz sınıf, iki karşıt kültür.
Ortada gelişmekte ve varılmak istenen nokta açıkça şudur: her iki ulustan işçi ve emekçileri birbirlerinden kopartmak; ulusal şovenizmi körükleyerek ve bunu ulusal kültür adı altında alt zeminini oluşturarak, işçilerin kendi öz sınıfsal davalarının yerine ulusal davasını geçirerek ve birbirine iki karşıt duruma getirmektir.
Ulusal kültür anlayışı ve bu uğurda bir oluşum içine girmek: ülkenin her hücresine ve her insan hücresine, ulus savunuculuğunu ve ulus rekabetini yerleştirmek demektir.
Bırakın, sol- sosyalist geçinen aydınları, kendisine sol, sosyalist, devrimciyim diyen parti, örgüt ve kişilerden, ciddi önü alınamaz ve nereye varacağı kestirilemez bir ezilen ulus savunuculuğu politika içine girmiş bulunmaktadırlar, girdikleri bu politik yol, yarın için önü alınamaz, alınması mümkün olamayacak handikaplar içermektedir. Tekrar soruyoruz bunlar işçi sınıfı proletarya enternasyonalist davasının savunucuları olarak, nerde olduklarını ve olması gerektiğini şimdiden sorgulamalıdırlar.
Kürt ve Türk milliyetçi cephe, başta ABD emperyalistlerin kendi gelecek çıkarları doğrultusunda birleştirip bütünleştirmek istemektedirler. Bu, birleştirilmek istenen cephenin, kime, neye karşı olduğu bilinmemesi, bilinememesi çok şaşırtıcı ve ilginç değil midir! Öyleyse, bu politikanın peşine takılmak ve hatta kendi politikaları olarak benimseyip, kendine maledilerek, işin içine dalmak, ondan daha da ilginç bir durum değil midir!
Öcalan’ın Rafet Ballı ile röportajında ne dediklerinin hiçbirinin okumamış ve duymamış olamazlar. Bakın Öcalan o röportajında ne diyor:
“Öcalan: 100 bin kişilik orduyu 24 sat içinde kendi elleri ile teslim ettiler. Ulusal kurtuluşçuluk tarihinde hiç böyle olay var mıdır? Saddam’ın iki askeri gözüküyor pırr diye hepsi kaçıyor. Ne kadar bağımlı olduklarını gösterir bu. Onun için, Amerika’ya yanaştılar da, bağımlılık çok gelişecek demek yüzeysel olur. Gerçekte ABD’ye bağlanma, İngilizlere bağlanma bir ileri adımdır. Yani onlar için bir ileri adımdır. Yani onlar için daha ileri bir bağımlılık türüdür. Biz ehven-i şerci değiliz. Birisine göre diğerini beğenmiyoruz demiyorum ama daha ama daha geri bağlanma türleri vardır. Mesela komsu ülkelere bağlanma. Türkiye’ye bağlanma, İran’a bağlanma daha geridir. BM’ye bağlanma dolaysıyla ABD’ye bağlanma belli oranda daha ileri bir bağlanmadır. Yani despot ve kötü bir kocadan daha demokrat bir kocaya bağlanmaktır. Ama yinede bağlanmaktır. Yinede karılığı kabul etmektir. Tercihimiz değildir. Fakat
diğer bir eğilim de gelişecektir. Özgürlük eğilimi gelişecektir. Dolaysıyla bağımlılık zayıflayacak, özgürlük bağımsızlık eğilimi gelişecektir.”
Eğer ki, ulusal hareket sınıf hareketinin müdahalesi ve inisiyatifinin dışına düşüp onun önüne geçiyor, onu, kendine yedekliyor kendi olmazsa olmaz koşulunda dayatıyor ise, sınıf hareketinin olmazsa olmaz ilkelerinden vaz geçmiş demektir. Bugün Kürt sorunun aldığı bir durum gibi, sınıf hareketini ona yedeklemek, sınıf hareketinin kendi bağımsız sosyalizm yolunu unutup onu ezilen ulus milliyetçiliği uğruna peşkeş çekmektir. Hele hele bu çözüm bir devrimle değil de, ezilen ulusun Kendi Kaderini Tayin Hakkı şeklinde değil de, emperyalistlerle ve onun işbirlikçileri ile bir “çözüm” noktasında ayağa düşmüş ise, bu sınıf hareketini ve onun yüce ideolojisin bin kez “burjuva” “çözüm”ün gerisine düşürmüşsün demektir. Emperyalistlerin ve onun işbirlikçilerinin, sizin anladığınız ve istediğiniz anlamda (ki, bu durum devrimci proletaryanın düşünmek ve istemek biryana, temelden karşı çıkması gereken bir ilke sorunudur.)bir çözümü dahi gerçekleştirmeyeceğini görmeyecek ve bilmeyecek kadar mı burjuva reformist oldunuz ve kendinizi bu kadar devrimden ve devrimci çözümden uzaklaştırıp düzene ve düzen içi çözüme bel bağladınız. Ezilen ulusun kurtuluş mücadelesini onun sınıfsal devrimci çözümünden kopartıp ezilen ulus milliyetçilinin emperyalistler ve faşist diktatörlük ile masa başı bir çözüm başta özel olarak, Kürt ulusuna, onun işçi sınıfına ve ezilen emekçi halkına ve de, genel olarak türküye işçi ve ezilen emekçi halkına ne kazandırır acaba! Kazandırır mı? Yoksa çok şey mi kazandırır!