SINIFIN GÜNDEMİ
Zonguldak’ta yüzlerce madenci kendini madene kapattı..
Zonguldak’ta Hattat Holding’e bağlı HEMA kömür işletmesinin Kandilli ocağında yüzlerce madencinin, 60 arkadaşlarının iş akitlerinin feshedilmesi üzerine kendilerini madene kapatarak başlattığı direniş ikinci gününde. bir işçi, madenin toplam işçi sayısının 800 olduğunu şu anda üç vardiyadan 450-500 kadar işçinin yeraltında olduğunu söyledi.Madende son altı aydır güvenlik endişeleri ve rödovans anlaşmasının işletilememesi sebebiyle üretim yapılamıyor. İşletmenin işçi çıkarma girişimleri ise işçilerin direnişiyle karşılanıyor.
Bir işçi taleplerini “Biz çalışmak istiyoruz. Madenin güvenli olduğunu ve kâr edebileceğini düşünüyoruz. Büyük patron devlet ile küçük patron Hattat anlaşamadığı için çalışamıyoruz. İşletmeyeceklerse rödovans anlaşmasını bitirsinler, madeni biz işletelim. Ya da devlet yapmış olduğu rödovans anlaşmalarının hepsini feshedip Eylül’de çıkardığı yeni kanunlara uyumlu olarak yeniden düzenlesin” diye ifade etti.
Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) ait Zonguldak Ereğli’deki Kandilli ocağının işletmesi, 2006 yılında rödovans sistemiyle Hattat Holding’e bağlı HEMA Endüstri AŞ’ye devredilmişti. HEMA’nın Eylül ayında 29 işçiyi işten çıkaracağını açıklayıp, toplam 489 işçinin çıkarmayı planladığı ortaya çıkınca işçiler önce Zonguldak’a, sonra Ankara’ya yürüme kararı almışlardı. Sendikanın da araya girmesiyle (Türk-iş’e bağlı Genel Maden-iş) işveren geri adım atmış, anlaşma sağlanmıştı. İşçiler altı aydır işbaşı yapıp üretim yapmadan maaş aldıklarını, üretim yapmak istediklerini söylüyorlar.
Anlaşmazlığın ardında ne var?
Şirketin dünkü 60 işçinin iş aktini feshetme kararına, yeni bulunan zengin bir damara galeri açılması için istenen ek hazırlık süresini TTK’nın reddetmesini gerekçe gösterdiği bildiriliyor. Fakat işçiler, sorunların daha büyük olduğunu ve kaynağında aslında hükümetle işletme arasındaki rödovans anlaşmasının bulunduğunu söylüyor.Onlara göre Eylül ayinda cikarilan yasalar ile işçilerin haklarına getirilen iyileştirmeler nedeniyle, şirketler eski rödovans anlaşmalarını artık yeterince kârlı bulmuyor ve üretim bu nedenle kilitleniyor. İşçilerin verdiği bilgilere göre, 13 Mayıs’ta Soma’da yaşanan ve 301 işçinin ölümüyle sonuçlanan büyük maden kazasından sonra TTK Armutçuk Müessesesi’nden gelen müettişler Kandilli ocağının işgüvenliğine aykırı olduğu raporunu vermişler.
Bu rapor Çalışma Bakanlığı’na gönderilmiş ama madene gelen bakanlık müfettişleri madenin tamamen güvenli olduğuna kanaat getirmiş.Bunu sendikanın yolladığı müfettişler de onaylamış.Fakat, işçiler işletmeci şirket Hema’nın kaza konusunda risk almak istemediğini, ayrıca rödovans anlaşmasının da işveren için cazibesini yitirdiğini söylüyorlar.Eylül ayında çıkarılan ‘torba yasa’ diye de bilinen ‘İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra, Zonguldak’ta faaliyet gösteren 22 özel kömür işletmecisi sektöre ekonomik yükümlülük getireceği gerekçesiyle üretimi durdurma kararı almıştı. Bu kararı Zonguldak’taki kömür işletmelerinde işten çıkarmalar izlemeye başladı.
ILO’dan emek dünyasına bakışlar
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO’nun) son raporu ; Küresel Ücret Raporu 2014/2015.
Bu son rapor, ILO’nun üç yıl önce yayımlanan Emek Dünyası 2011 raporuna göre renksizleşmiş, sağa kaymış görünmektedir. 2012’de ILO’nun başına geçen Guy Ryder’in katkısı olmuş mudur; bilemem. Bu zat, daha önce ICFTU’nun son Genel Sekreterliği’ni yürütmüştü. Soğuk harbin anti-komünizm bayraktarlarından olan bu sendika konfederasyonunun sosyalistler nezdinde pek itibarlı olmadığını hatırlatmakla yetineyim. Yine de ILO, ana gündemi nedeniyle, emek/sermaye ilişkilerine ışık tutan bilgilerle haşır-neşirdir. Raporlarında da bu yüzden hep ilginç, önemli bulgularla karşılaşırız.
Rapordaki bulgular, metropol ve çevre ülkeleri için (“gelişmiş” ve “yükselen, gelişmekte olan” terminolojisi yeğlenerek) ayrı ayrı sunuluyor. Üzerinde bolca durulan reel ücret hareketleri, tek başına fazla önemli değildir. İşçilerin dünyasında bölüşüm, emek/sermaye karşıtlığı ile ilgilidir. Bu çerçevede en anlamlı göstergelerden biri (işletme, endüstri veya sektörde) katma değer içinde ücretlerin (veya brüt kârların) payıdır. İstatistikler payları hesaplamamıza imkân vermiyorsa, bölüşümdeki değişimin doğrultusunu belirleyebiliriz: Belli bir dönem içinde emek verimi reel ücret hareketlerinin üzerinde seyretmişse katma değer içinde brüt kârların payı artmış; ücret payı azalmış olur.
Raporda, verim/ücret makasının seyri metropol ekonomilerinin tümü için (milli gelir düzeylerine göre) ağırlıklı bir ortalama ile veriliyor. 1999-2013 arasında sözü geçen makas yüzde 9,2 oranında ücretlerin aleyhine açılmıştır. Makasın hareketini kriz arifesinden (2007’den) başlatırsak, sonraki altı yıl da benzer sonuç veriyor: Emek verimi, ücret hareketlerini % 2,6 oranında aşmış; katma değerde kâr payları krize rağmen yükselmiştir. ILO Raporu bence tartışmalı bir yöntemle, “kendi hesabına çalışanlar” grubunun gelirlerinin bir bölümünü “emek geliri” olarak ayırıp bunları ücretlere ekliyor. Homojen toplumsal aidiyet taşımayan “kendi hesabına çalışanlar” kitlesini işçi sınıfı ile birleştirip elde edilen toplamın milli gelire oranına emek payı diyebiliriz. Şu şartla ki, ücret (işçi sınıfı) paylarını ayrıca belirlemeyi sürdürelim.
Rapor, emek payı bulgularını 12 büyük metropol ülkesi için ayrı ayrı veriyor. 1991-2013 arasında istisnasız bütün ülkelerde çarpıcı bir gerileme gözleniyor. Ülkelerin (ağırlıksız) ortalamasına göre emek payı yüzde 8,4 oranında düşmüştür. Kriz ertesinde ise bu gelirlerin payı, Kuzey Avrupa’da biraz toparlanmış; ABD-Kanada-Avustralya ve Güney Avrupa’da ise gerilemeyi sürdürmüştür. Üç yıl öncesinin Emek Dünyası raporunda ise ILO doğrudan doğruya ücret ve kâr payları üzerinde odaklaşmıştı. Orada, finansallaşma arttıkça ücret payının gerilediği ortaya konmaktaydı. Bu yorum 2014’e taşınsaydı, kriz sonrasında ücret payında süregelen genel erimenin Batı borsalarının rekor düzeylere tırmanması ile eş-zamanlı olduğunu vurgulamak gerekirdi.
Kısacası emperyalizmin merkezinde finans kapital/emek karşıtlığı krizden önce de, sonra da süregelmektedir.
Küresel Ücret Raporu 2014/2015’te çevre ekonomileri için emek verimi/ücret makasları yoktur. Bunun yerine dört ülkede (Çin, Rusya, Meksika ve Türkiye’de) ücretlerin veya emek gelirlerinin milli gelir içindeki paylarının seyri ile yetinilmiştir. Ücretlerin milli gelirdeki payı Rusya’da 1995-2005 arasında iniş; sonraki yedi yılda ise çıkış gösteriyor; Çin’de ise 1992-2011’de kesintisiz olarak aşınıyor. Benzer (ancak emek payı için) bir aşınma 1995-2012’de Meksika için de geçerlidir.
Rapor, bu bakımdan da 2011 tarihli Emek Dünyası Raporu’na göre eksiktir. Üç yıl öncesinde ILO dört büyük bölgedeki çevre ekonomilerinin ortalama ücret paylarının 1990’lı yılları izleyen on yıl boyunca belirgin boyutlarda gerilediğini ortaya koymuştu. Bu eğilim önemli bir neo-liberalizm eleştirisi ile açıklanmıştı. Özetliyorum: Çevre ekonomilerinde sermaye hareketleri serbestleştikçe ücret payı düşmekte; bunlardaki dalgalanmaların ve finansal krizlerin maliyeti büyük ölçüde emeğe yansımakta; dış ticarette serbestleşme de ücretlerin aşınmasına katkı yapmaktadır.
Türkiye’ye gelelim. ILO Raporu, AB’nin AMECO veri tabanını adres göstererek Türkiye’de 1995-2013 yılları için (ücretliler ve kendi hesabına çalışanlardan oluşan) emek gelirlerinin milli gelir içindeki payını veriyor. Türkiye’de “kendi hesabına çalışanlar” başlığı, çok farklı özellikler taşıyan köylülüğü, küçük esnaf/zanaatkârları ve profesyonel meslekleri kapsar. 1995-2013 arasında bu çok geniş “emekçiler” grubu içinde ücretlilerin (işçi sınıfının) oranı yüzde 63’ten yüzde 77’ye çıkmıştır. Bu değişimi dikkate almayan ILO’nun AMECO’dan aktarma bulgularına fazla güvenemeyiz. Yine de meraklılar için, Küresel Ücret Raporu’nun Türkiye için sunduğu emek payı bulgularının bir kesitini tabloda aktarıyorum. Tablodaki ücret payını (son satırı), ilk satırdan hareketle (ve TÜİK’in 1998-2013 istihdam/işgücü verilerini kullanarak) türettim. Kullandığım katsayılar, “kendi hesabına çalışan” ve “ücretli/yevmiyeli” grupların her yıl değişen oranlarından elde edildi.
Milli gelirde emek ve ücret payı: %’ler
1998 | 2002 | 2007 | 2010 | 2011 | 2012 | 2013 | |
Emek payı | 44,0 | 43,3 | 33,8 | 34,1 | 30,1 | 31,8 | 32,9 |
Ücret payı | 28,9 | 29,3 | 25,1 | 25,6 | 22,9 | 24,4 | 25,5 |
Her iki satırı birlikte değerlendirelim: On beş yıl boyunca Türkiye milli gelirinde emek ve ücret payları önemli boyutlarda aşınmıştır ve bu gerilemenin hemen hemen tamamı AKP’nin ilk beş yılında (2002-2007’de) gerçekleşmiştir. 2007-2013 döneminde ise, emek ve ücret paylarında (kabaca) istikrar vardır. İşgücü piyasalarının büyük ölçüde esnekleştiği; sendikacılığın fiilen son bulduğu bir dönemde bu türden bir “bölüşüm istikrarı” bulgusuna güvenebilir miyiz?
Sanayide emek verimi/reel ücret makası için yaptığım hesaplar, aslında, benzer bir eğilimi ortaya koyuyor: Makas, 2002-2007’de ücretler aleyhine açılmış; sonraki altı yılda fazla değişmemiştir. Nasıl açıklanabilir? Mustafa Sönmez arkadaşımızın asgari ücretlerin seyriyle ilgili bulguları bir ipucu veriyor: 2007-2013 yıllarında asgari ücretlerin reel olarak artış oranı, kişi başına ve toplam milli gelirin üzerinde seyretmiştir. Son ILO Raporu da bu hususa değiniyor (s.59). Bu artışa rağmen toplam ücret payı sabit kalmışsa, asgari ücretlilerin dışında kalan işçilerin milli gelirdeki paylarının gerilemiş olması beklenebilir. Asgari ücretli çalışanların toplam ücretliler içindeki payını da ayrıca bilmemiz gerekir.
60 işçinin atıldığı ocakta madenciler kararlı: Söz alana kadar yeraltından çıkmayız!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘telefonla yerli uçak istediği işadamı’ olarak bilinen Mehmet Hattat’ın sahibi olduğu Hema Kömür İşletmeleri’nin Kandilli ocağında kendilerini yeraltına kapatarak direnişe geçen işçiler, talepleri yerine getirilene kadar ocaktan ayrılmayacaklarını söyledi.
İlk direniş değil
Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) ait Zonguldak Ereğli’deki Kandilli ocağı, 2006 yılında rödovans sistemiyle Hattat Holding’e devredilmiş, ocağın açılışını dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan yapmıştı. Sekiz yıldır kömür çıkarılan ocak, son dönemde sık sık işçi direnişlerine sahne oluyor. Eylülde 29 arkadaşlarının işten atıldığını öğrenen 500 işçi direniş başlatmış, Zonguldak’a yürüyerek arkadaşlarının işe geri alınmasını talep etmişti. Bugün aynı işçiler bir kez daha direnişe geçti. Bu kez yürümek yerine kendilerini madene kapattılar…
‘Tam çocukların geleceğini kurtardım derken’
Sabah saatlerinde, ‘TTK’nın yeni galeri açmak için hazırlık çalışmalarına ek süre vermediği’ gerekçesiyle 60 arkadaşlarının işten atılması üzerine bir kez daha direnişe geçen işçiler Diken’e konuştu. İşini kaybetme endişesiyle ismini vermek istemeyen bir işçi, “Son altı aydır üretimde askıya alınmış durumdayız. 2010’dan beri ekmek yiyorum burada, tam çocuklarımın geleceğini kurtardım derken başımıza bu geldi” diye konuştu.
Ocağı Erdoğan’ın açtığını vurgulayan işçi, “Şirketin Eylül ayında 489 işçinin işçiyi işten çıkaracağını SGK’ya bildirdiğini biliyoruz. Bize 30 Aralık’ta burasının kapanacağını söylediler. Bize söylenenin gerçeklik payını da bilmiyoruz. Torba yasayla madencilerin haklarının iyileştirilmesi şirkete külfet doğurdu galiba” dedi. Aynı işçi, madendeki tüm arkadaşlarıyla ‘bir bütün olarak direnişe geçtiklerini sonuna kadar mücadele edeceklerini’sözlerine ekledi.
‘Fişimiz çekilmiş’
Kandilli’de sekiz yıldan beri çalışan bir diğer işçiyse, “Fişimiz çekilmiş, bomba elimize verilmiş. Aklınıza gelebilecek ne varsa yaptık şu zamana kadar, Meclis’e kadar gittik, bir sonuç öğrenemedik. Sonuç belli gibi ama biz yine de ekmeğimiz için savaşıyoruz” dedi.
29 yaşında olduğunu ve iki yıllık okulun ardından madende çalışmaya başladığını söyleyen işçi, şöyle devam etti: “Burada 100 bin kişi yaşıyor, 15 bini işsiz. Biz de sıraya gireriz artık. İşten atılırsam ne yapacağım, çay ocağına, kahveye girerim artık ama biz ocağımız kapatılsın istemiyoruz. Yetkililer bize kesin olarak söz verene kadar, arkadaşlarımız aşağıyı terketmeyecekler. Onlar kendilerini oraya kitledi ve biz de onlara buradan destek veriyoruz. Sonuna kadar mücadele edeceğiz.”
İşçilerden edinilen bilgiye göre, direniş civar köylerden desteğe gelen insanlarla büyümeye devam ediyor.
Sahibi de, “Bu işin fıtratında var’ demişti
Hattat Holding’in rödovanslı maden ocağı sadece Ereğli’yle sınırlı değil, Bartın’ın Amasra ilçesinde de taş kömürü madeni ve ‘şehrin göbeğinde’ diye nitelenen bir termik santral projesi bulunuyor. Öte yandan 301 işçinin hayatını kaybettiği Soma faciasının ardından torba yasayla maden işçilerine getirilen özlük haklarıyla Hema Kömür İşletmeleri’ne ait ocaklarda ‘işler pek iyi gitmiyor’. Eylülden bu yana şirketin Amasra ocağında üç Çinli işçi hayatını kaybederken, Holding Yönetim Kurulu Mehmet Hattat, “Maalesef Reis-i Cumhurumuzun söylediği gibi bu işin fıtratında kaza var” demişti. Hattat, madende Çinli işçilerin çalışmasını ise “Çinlilerin bu işten anlamasına’ bağlamıştı.
Vicdansız ve İzansız ‘İş Güvenliği’ Torbası
İşçiler yine Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacakları bir torba yasa ile karşı karşıya. Meclis’e sunulan iş güvenliği torba yasasında iş güvencesini sıfırlayacak düzenlemeler yer alıyor. Hükümet 9 Aralık 2012 tarihinde “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” adlı yeni bir torba yasa tasarısını TBMM’ye sundu. Yeni torba yasa tasarısı öncekiler gibi saçma sapan kanun tekniğinin bir tekrarı. İş güvenliği ile Ceylanpınar ilçesine ilişkin kentsel dönüşüm meselesi aynı torbaya konulmuş. Bu garabeti bir yana bırakıp yasada işçilerin iş güvencesini tümüyle ortadan kaldıracak hükme bakalım.
Tasarının ikinci maddesi ile 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 19’uncu maddesine şu hüküm ekleniyor: “İş sözleşmesi ile çalışanların bu maddede belirtilen yükümlülüklerini kendisine yazılı olarak hatırlatıldığı halde yerine getirmemesi, işveren bakımından iş sözleşmesinin 4857 sayılı kanunun 25’inci maddesine göre haklı nedenle derhal fesih hakkı doğurur.” Kısaca, işçi iş güvenliğine ilişkin kurallara aykırı hareket ettiğinde yazı ile uyarılacak, ikinci kez yaptığında ise ihbarsız ve tazminatsız işten atılabilecek. İş Yasası’nın 25. maddesi (özellikle ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırılık oluşturan nedenlerle fesih) işçiler için en ağır, orantısız ve vicdansız fesih biçimidir. Bu acımasız fesih yönteminin iyice sınırlanması gerekirken, sudan bahanelerle genişletiliyor.
İşte akıllara durgunluk verecek yeni tazminatsız fesih gerekçeleri:
Çalışanların iş sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili aldıkları varsayılan eğitimler doğrultusunda öngörülen yükümlülükleri yerine getirmemeleri tazminatsız işten çıkarma nedeni olacak. Oysa zaten mesele burada. Tasarıyı hazırlayan teknisyenler ve Meclis’e sunanlar Mars’ta yaşıyor olmalı. Bu eğitimlerin çoğunun fiilen yapılmadığını veya yasak savmadan öteye gitmediğini bilmiyorlar mı? Tasarı ile işçilerin aldıkları eğitim doğrultusunda kendilerine sağlanan koruyucu donanımı kullanmaması ve korumaması da işten çıkarma nedeni sayılıyor. Velev ki bu eğitimleri aldılar! Üç kuruşluk bareti düşürüp kıran işçinin tazminatsız işten atılmasını iş güvenliği paketi diye sunmak, işverene tazminatsız işçi çıkarma için şahane bahaneler vermek hangi vicdana sığar?
Tasarı işçilerin işyerinde sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde bir eksiklik gördüklerinde, bunu işverene bildirmemelerini de ihbarsız ve tazminatsız işten atılma nedeni olarak düzenliyor. Bu taslağı hazırlayanlar ya gerçekten Mars’ta yaşıyor ya da işçiye garezleri var. İşçilerin işverene gidip, “Patron, işyerinde ciddi tehlike var, haberin olsun” diyebileceklerini düşünüyorlar. Ya hiç işçi olmamışlar ya da sayı saymasını bilmiyorlar. Kaç işçi patrona gidip, “Sağlığımız tehlikede” diyebilir? İş güvenliği eksiklerinin sonucu işçilerin sağlığının bozulması kuvvetle muhtemel ama bunu patrona söylemenin faturasının işten atılma olacağı neredeyse kesin.
Bu nasıl bir aymazlıktır ki, çalışma koşullarını patrona şikâyet etmedi diye işçiye en ağır cezayı öngörüyor? İş güvencesi ve sendikal örgütlülüğü olmayan işçinin, patrona rağmen işyerinde sağlık ve güvenliğin sağlanması konusunda ısrarcı olabileceğini düşünmek için Türkiye dışında ve ütopik bir sosyal hukuk devletinde yaşıyor olmak lazım. İşçiyi basit bir kuralı ihlal etti diye tazminatsız işten attıracak diğer bir ifadeyle bütün emeğinin heba edilmesine ve aç kalmasına yol açabilecek bu iş güvenliği torbasının işçinin ölümüne yol açan işveren için öngördüğü cezaya bakalım: Ölümlü iş kazası meydana gelen işyerinde kusuru yargı kararı ile tespit edilen işveren, mahkeme tarafından iki yıl süreyle kamu ihalelerine katılmaktan yasaklanacakmış! Bir yandan 301 işçinin ölümüne yol açan şirketi, yıllar süren yargı sürecinin sonunda sadece iki yılcık kamu ihalelerinden men et, öte yandan baretini düşürüp kıran işçiyi tazminatsız işten at ve hayatını karart! Sevsinler sizin adaletinizi ve iş güvenliği paketinizi!
Rakamlar ve Anlamları
11 yılda 47 çocuk işçi hayatını kaybetti…Aslında çok basit istatistiksel veri gibi duruyor bu cümle değil mi? Ülkemizde son on bir yılda kırk yedi çocuk işçi hayatını kaybetti. Kafamızda bu istatistiksel verinin biraz daha canlanabilmesi için yaş gruplarına bakalım isterseniz; bunlardan birisi 15 yaşın altında. Diğer 16’sı ise onsekiz yaşın altında. Yani 15-18 yaş arası. Bu yazıyı daha iyi yorumlamak ve anlamak istiyorsak biraz çevremizdeki akrabalarımıza, çocuklarımıza bir göz ucuyla bakalım. İşte o zaman bu sayının istatistikten daha vahim bir duruma karşılık geldiğini anlayacağız. Sayılardan devam edelim isterseniz biraz daha…
Lakin burada duruyorum…
Çünkü sizlere bu dönemde sakat kalan, iş kazası geçirip tedavi görüp ruhsal ve sosyal alandan darbelenen çocuk sayılarını da vermek istiyorum ancak veremiyorum. Araştırmadığımdan değil yanlış anlaşılmasın tüm kayıtları bir haftadır incelemeye çalışıyorum ama yok. Durun ama şöyle bir istatistik daha var çocuk işçi istihdamında kayıt dışılık yüzde 83. Şimdi o rakama tekrar bakalım sadece bizim bildiğimiz ölen çocuk işçi sayısı yüzde 17 olan kayıt altındaki çocuklardan çalışırken iş kazası sonucu ölen çocuk işçi sayısı. Yani ölen, sakat kalan veya iş kazası sonrası yaşamı harap olan çocuk sayısına ulaşma imkanımız yok. Çünkü kalan yüzde 83 çalışan çocuktan herhangi birinin başına bir şey geldiyse muhtemelen bu iş kazası olarak kayıtlara geçmemiştir. Sadece bu verilerle tahmin etmemiz lazım. Durumun vehametini kafanızda yeterince şekillendirebildim mi bilmiyorum. Şimdi bu durumun -ki fark ettiyseniz bu istatistiksel veriyi durum olarak nitelemeye özen gösteriyorum; amacım hâlâ devam ettiğini üzülerek görmekten kaynaklanıyor- diğer ülkelerde nasıl seyrettiğine bakalım.
KAYIT DIŞILIĞIN EN YÜKSEK OLDUĞU GRUP
Durum çok da bizden farklı değil. Hatta Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), çocuk işçiliği ve çocuk işçilerinin ölümlü iş kazalarını önlemek için devamlı deklarasyonlar yayınlayıp, üye ülkeleri içine alan projeler geliştirmek zorunda kalıyor. Örnek; Uluslararası Çalışma Örgütü Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (IPEC ). Belki de bu projeler içinde en kapsamlısı.
Dünya, bu projelere neden ihtiyaç duyuyor sizce? ILO araştırmalarına göre dünyada 5-14 yaş grubunda 250 milyon çalışan çocuk bulunduğu, 12-17 yaş grubu 283 milyon çocuğun çalıştığı için okula devam edemediği tahmin edilmektedir. Öyle can yakıcı sorun haline gelmiştir ki olay artık tüm dünya için bu sayılar artık istatistikten öte. İLO’nun anayasasında bulunan adaletli çalışma koşullarına bağlı dengede tutulması gereken sosyal barışı tehdit edebilir duruma gelmiştir. Onlarda da kesin bir istatistiksel bilgi yok. Çünkü kayıt dışılığın en yüksek olduğu yaş grubu bu yaş grubu olduğu için.
Her ülke kendi durumunu düzeltmek için uluslararası anlaşma ve kurallar çerçevesinde bazı düzenlemelere gidiyor. Bizde de 6331 sayılı Kanun’da; bu kişiler sağlık ve çalışma alanı açısından özel durum gerektiren çalışanlar olarak tanımlanmış çalışma saatlerinden, hangi iş kollarında çalışabilmelerinden, izin durumlarına kadar hepsi ayrıntısıyla anlatılmıştır.
KİM ÇOCUK KİM GENÇ?
Yasaya göre ;
15 yaşını tamamlamış ancak 18 yaşını doldurmamış çocuklara genç işçi denir. 14 yaşını bitirmiş 15 yaşını doldurmamış ve ilköğretimini tamamlamamış çocuklara çocuk işçi denir. Genç işçinin en fazla çalışacağı süre: günde 8 saat, haftada 40 saat. Çocuk işçinin en fazla çalışacağı süre: günde 7 saat, haftada 35 saat. 14 yaşını doldurmuş çocukların en fazla çalışabileceği süre: haftada 35 saat. 15 yaşını doldurmuş çocukların en fazla çalışabileceği süre: haftada 40 saat. Haftalık çalışma süresi en fazla 45 saattir. Ayrıca bu işçilerin izin verilen iş kollarında çalışmaları ise yine işyeri hekiminin yapacağı işe giriş muayenesinde işe uygunluk raporu alması mecburiyetine bağlanmıştır. Ayrıca yasada bu işçilerin hangi tehlike grubunda çalışabileceği ise ayrıntılı olarak yazılmıştır. Özellikle bu yasanın 4 ve 5. maddesinde bu işçilerin nasıl çalıştırılabileceği ayrıntısıyla belirtilmiş. Hangi işkollarında çalıştırılabileceği yasal mevzuatta net olarak açıklanmıştır. Madde 5 – (Değ. 7/3/2010-27514 S.R.G.). Bu maddeler incelendiğinde bu işçilerin sağlık raporunu düzenlemeden çalışmaları yasaktır. İşe giriş muayeneleri yapılıp işe uygunluk kriteri karşılanır ve işyeri hekimi uygun görürse çalıştırılabileceği net olarak açıklanmaktadır.
İSMAİL NASIL İŞE BAŞLADI?
Fakat ben size biraz farklı bir bakış açısı getirmek isterim. Ben bir işyeri hekimi olarak en fazla çocuk işçi ve genç işçi çalıştıran iş kolları içinde bir metal fabrikasını örnek vermek istiyorum. Bu işyerinde hiç bulunmamış insanlar için şu kadarını anlatayım. Fabrika eğer döküm işi yapıyorsa ki benim çalıştığım fabrika böyle bir fabrika. İçinde bulunan fırın denilen kesimde sıcaklık 40 derecenin altına düşmemektedir. Gürültüsü, metal tozu ve doğal gazdan tasarruf etmek isteyen işveren tarafından oluşturulan vardiya sistemli 24 saatlik çalışma prensibi. Bir işveren bu zorluk ve problem yaratan şartları azaltmaya çalışsa bile ne yaparsa yapsın bu işin doğası gereği hem çok tehlikeli hem de çok yıpratıcı ve yıkıcı olduğunu bilir. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki ucuz iş gücü ve kâr oranlarını arttırmak güdüsü ile bu işin doğasını böyle kabul eder. Siz de işyeri hekimi olarak oraya görevlendirildiğiniz anda tablo netleşir. Öncelikle bu çocuklara işe giriş raporu vermemeniz gerekir. Hayır dersiniz 18 yaşın altındaki çocukları çalıştıramazsınız ben bu çocuklara işe giriş raporu düzenlemem dersiniz. Sizin çok tehlikeli grupta olmanız nedeniyle bu rapor düzenlenmez dersiniz. İşveren ise bir yolunu bulup NACE KODU dediğimiz tehlike grubu sınıflandırmalarında kendisini çok tehlikeli değil tehlikeli grupta göstermiştir. Böylece mücadeleye bir sıfır yenik durumda başlarsınız. Sonra bu raporları düzenlemek için işçileri tek tek yanınıza çağırırsınız. Hepsine geniş bir anemnez dediğimiz sağlık ve sosyal durumunu belirleyen sorgudan geçirirsiniz. Çalışmasına uygunluk vermek istememektesinizdir. Ancak ilk gelen işçi İsmail evde bulunan beş kişilik ailenin iki çalışanından biridir. Babası cezaevindedir. Annesi evlere gündelik temizliğe gitmektedir. Kendisi de kardeşlerinin okuması için çalışmak zorundadır. Türk filmi gibi oldu değil mi? Daha bitmedi ki melodram sizde bu anlatılanlar sonucu tamamen vicdanınızla baş başa kalmışsınızdır. İşe giriş raporunu düzenler ve çalışma koşullarını ve güvenliğini sağlamak için elinizden gelen bütün dikkati gösterirsiniz. Ancak sizin olmadığınız bir sırada -ki zaten o fabrikada ayda en fazla 10 saat çalışma süreniz düzenlenmiştir. İsmail kolunu pres makinasına kaptırır. İki parmağını kurtaramaz meslektaşlarınız…
HÜSEYİN’İN AĞABEYİ GELDİ…
Hikayeye devam etmeyeceğim. Çünkü artık siz evinizdesinizdir. Akşam kendinizlesinizdir. Bu sayıları açarsınız bilgisayarınızdan. Hepiniz için bir anlamı olan bu sayılar sizin için artık bir başkadır. Bütün bu sayılar artık İsmail’dir. Veya İsmail’in iki parmağıdır. İşyeri hekimi olarak kaybetmişsinizdir. Sonra günler geçer aylar yıllar bu sefer başka bir fabrikada buna yakın bir tabloda oradan çıkardığınız sonuçla ve İsmail’in başına geleni hatırlayınca, bu sefer Hüseyin’in işine son vermişsinizdir. Hüseyin’in abisi yakanıza yapışır fabrika çıkışında, hocam senin altın kuru zaten sen iş bulmanın ne demek olduğunu biliyor musun diye. Siz son bir çabayla İsmail dersiniz parmakları dersiniz. Evinize gelirsiniz yine bilgisayarınızı açarsınız yine aynı rakamlar…
11 yılda 47 çocuk işçi hayatını kaybetti…
Yine kaybetmişsinizdir. İşyeri hekimi olarak yine kaybetmişsinizdir.
*İşyeri Hekimi
Nestle işçisine polis müdahalesi
Bursa Karacabey’de bulunan Nestle Gıda Fabrikası’nda çalışırken işten atılan ardından da direnişe geçen Tek Gıda-iş üyesi 28 işçi, yeni bir eyleme imza atarak işçi servislerinin fabrikaya girişini kısa süreliğine engellemişti. İşçiler bu günde aynı eyleme devam ederken, polis tarafından saldırıya uğradı. Saldırıda 15 işçi gözaltına alındı.
Gözaltına alınanlar arasında sendika yöneticilenri ve uzmanlır da var. En son Ankara’ya giderek İsviçre Büyükelçiliği önünde eylem yapan işçiler dün işçi servislerinin fabrikaya girişini kısa süreliğine engellemiş akşam saatlerinde gözaltına alınmışlardı. İşçiler bugün de fabrikanın ana giriş kapısı önüne gelerek, “Atılan işçiler geri alınsın”, “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla işçi servislerini bekledi. Polis dün akşam saatlerinde direnişçi işçilere sert müdahalede bulunmuş, 9 işçiyi gözaltına almıştı. İşçiler bugün de polis ablukası altında direnişlerini sürdürüyorlar. 16:00 vardiyasının giriş ve çıkışlarında eylem yapılmaması için gözaltı süresinin uzatılacağı söyleniyor.
Türk Metal, MESS karşısında işçinin boynunu eğdi!
15 Aralık itibariyle Türk Metal ile patronların örgütü MESS arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri, patronların istedikleri gibi sonuçlandı. Türk Metal sendikası, bu dönem patronların dayatmaları had safaya çıkmış olmasına rağmen tek bir eylem yapmadı. Üstelik sözleşmeyi 2 yıllık değil de 3 yıllık imzalayarak, işçilerin ücret ve haklarında daha uzun süreli hasara yol açtılar. Sendikanın internet sayfasında çok kısa bir not yayınlandı: “Sendikamız ile MESS arasında devam eden müzakereler anlaşma ile sonuçlandı. Genel Başkanı’mız Pevrul Kavlak başkanlığındaki heyetin vardığı anlaşma uyarınca ücretlere ilk 6 ay için %9,78 zam yapılacak.”
Diğer 6 aylık dilimlerde ise, enflasyon üzerinden zam uygulanacak. 5. altı ayda enflasyon artı yüzde 3, 6. altı ayda yine enflasyon kadar zam yapılacak. En çok üyeye sahip sendika olanak patronlara boyun eğen Türk Metal’in bu siyaseti, hem işkolundaki tüm işçileri olumsuz etkileyecek hem de genel olarak işçi sınıfının mücadelesine katkı yapmayacak, moral bozacaktır. Türk Metal’in tarihsel rolü de zaten budur. DİSK Birleşik Metal-İş ise, eylemlerini sürdürüyor ve 21 Aralık Pazar günü Gebze’de bir miting de düzenleyeceğini duyurdu. Türk Metal-MESS işbirliğini bozacak olan, bu sözleşmeden memnun olmayan Türk Metal üyesi işçilerle DİSK Birleşik Metal-iş üyesi işçilerin birleşik mücadelesi olabilir.
Ülker işçisinin direnişi 51. günü geride bıraktı
Ülker Çikolata Fabrikası’ndaki çalışma koşullarının, ücretlerin ve mesailerin düzeltilmesini isteyen işçiler, Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş’ten ayrılıp DİSK Gıda-İş’e üye olmak istedikleri için işten atıldılar. Sendika seçme hakkının engellenemeyeceğini ve işlerine geri dönmek istediklerini ifade eden Ülker işçileri fabrika önünde direnişe geçtiler. Ülker direnişi bugün 51. gününe ulaştı. Ülker direnişçileri haklılıklarına olan inançlarından ve kararlılıklarından hiçbir şey kaybetmeden sürdürüyorlar eylemlerini. Ülker direnişi sabahın erken saatlerinde, eylemcilerin mesaiye başlayacak olan iş arkadaşlarına seslenişleriyle başlıyor. Gün boyu destekçileri, ziyaretçilerini ağırlıyor.
Ülker Fabrikası patronlarının ve yandaş sendikanın, direniş başladığından beri içerde çalışan işçiler üzerindeki baskı yönelik kışkırtıcı tutumlarının artarak devam ettiğini belirten Ülker direnişçileri, “Biz hak yemiyoruz. Sadece insanca çalışabileceğimiz ortam, çocuklarımıza, ailemize ayırabileceğimiz zaman ve geçinebileceğimiz ücret istiyoruz. Bir de üye olacağımız sendikayı kendi irademizle seçmek ve DİSK’li olarak işe başlamak istiyoruz. Çok şey istemiyoruz” diyorlar.
51. gününe giren Ülker direnişi, birçok çevrenin ilgi odağı olmaya devam ediyor. Ülker direnişi yurtdışında da direnişlerle, protestolarla selamlanıyor. Direnişin 51. gününde aynı sokaktaki esnafın, atölye, imalathane işçilerinin, küçük destekçilerinin ziyaret merkezi haline gelmiş durumda. Direnişi sahiplenmenin gün geçtikçe artması işçiler açısından büyük moral kaynağı oluyor. Seslerini duyurmak için Ankara gittiklerini, ancak hiçbir vekille doğru dürüst görüşemediklerini söylüyorlar. Ülker direnişçisi Murat Topal, “Özellikle bugüne kadar oy verip hükümet olmasında payımızın olduğu, ancak direnişe başladığımızdan beri görmezden gelen, bizi duymayan AKP’li vekillerle görüşmek, derdimizi anlatmak istemiştik ama hiçbirini yerinde bulamadık. Geri dönüp arayan da olmadı. Biz de basın açıklamamızı yapıp döndük. Ancak asla vazgeçmiyoruz” diyor.
Murat Topal, işten atılmadan önce patronu olan Murat Ülker’e mektup yazıp göndereceğini de ifade etti. 51. günde sohbet ettiğimiz Ülker direnişçilerinden Murat Çakır ise, “Derdimizi çocuk yaştakilere anlatıyoruz, liselilere, üniversitelilere anlatıyoruz. Anlıyorlar ve hak veriyorlar. Bizimle aynı koşullarda çalışan kocaman adamlara, işçi arkadaşlarımıza anlatıyoruz ama bir türlü anlamıyorlar bu nasıl bir şey? Kendileri için iyi olanı insan nasıl anlamaz bunu bir türlü anlayamadık” diyor.
BTA işçinin direniş çadırı yakıldı…
BTA CAKES & BAKES işyerinde örgütlenme çalışması uzun bir süredir devan ediyor. Patronlar da bildik davranışlarıyla işçi atıyor. İşçilerin üye olduğu Özgıda-İş sendoikası, işten atılan işçilerle birlikte bir direniş çadırı kurdu. Bu çadır geçtiğimiz günlerde “bilinmeyen kişilerce” yakıldı. İşçiler ise, sendikalı olmak için mücadele etmeye devam ediyorlar. Patron ise, işçiler sendikalı olmasın diye hertürlü baskı (mobbing) yapıldığı gibi, idare gündelikçi işçi alımına giderek sendikalaşmayı kırmaya çalışıyor.
Yeni Torba Yasa: İş Güvenliği Bahane, Tazminatsız İşten Çıkarma Şahane
9 Aralık’ta TBMM’ye gönderilen “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nda, istenilen iş güvenliği tedbirleri yine güvencesiz işçiye yüklendi. Tasarı 2. maddesiyle işçileri işçi sağlığı-iş güvenliği kurallarına uymaya zorlamak gerektiğini öngörmüştür. Bu zorlamayı yapmanın yolu olarak da işçi sağlığı-iş güvenliği kurallarına uymayan işçinin tazminatsız işten çıkartılmasını yaptırım olarak belirlemiştir. Tasarının öngördüğü tazminatsız işten çıkartma yaptırımı aslında halen 4857 sayılı İş Yasası’nın 25/II-ı-h maddelerinde var ve uygulanıyor.
Tasarı 4857 sayılı Yasa’da yer alan hükmü iş sağlığı ve iş güvenliği yasasına ayrıca koyarak kendince bir yöntem (teknik adıyla usul) belirlemiştir. Buna göre işveren işçiyi işçi sağlığı-iş güvenliği önlemlerine uyması için yazılı olarak uyaracak, işçi yazılı uyarıya rağmen işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerine uymamakta direnirse tazminatsız olarak işten çıkartacaktır. İşçi sağlığı-iş güvenliği önlemlerini işçiye “yaptırım” uygulayarak yaşama geçirmenin kendisi işçi sağlığı-iş güvenliği sisteminin mantığına aykırıdır. Aykırıdır çünkü; işçiler işçi sağlığı-iş güvenliği önlemlerine uymakla yükümlüdür ancak uygulanan yasal sistem içerisinde yükümlü işçinin, bu yükümlülüğe eş değer güvencesi yoktur. Örneğin, işçi işe girer girmez, verilmeyen işçi sağlığı-iş güvenliği eğitimlerini almadığını, iş güvenliği malzemelerini eksiksiz teslim aldığını o aşamada reddedemez, reddederse işe alınmaz.
İşçinin güvencesi olmadığı için işveren işçiyi işe alırken boş kağıda imza arttırır, hukuk dilinde “beyaza imza” denilen bu işlem nedeniyle işçi, işveren istediği zaman hiçbir hakkı ödenmeden işten çıkartılır. Çok az işçi boş kağıda imza attığını, gerçekte haklarının ödenmediğini kanıtlayarak hakkını alabilir. İşveren işçilere verdiği ücreti bordroda düşük gösterip imza attırır. Yargıtay bu durumu, “Çalışma yaşamında daha az vergi ya da sigorta primi ödenmesi amacıyla zaman zaman iş sözleşmesi veya ücret bordrolarında gösterilen ücretlerin gerçeği yansıtmadığı görülmektedir” diye kararlarına yazar. İşveren işçiyi işe alırken boş senet alır. İşçi işten çıktığında kıdem ihbar tazminatlarını isterse, senet doldurulur. Bu senetlere yetkili mahkeme olarak işçinin yaşadığı yerden olabildiğince uzak bir il yazılır. İşçinin bu yolla haklarına ulaşması engellenir.
Tasarıdaki hüküm de benzer bir şekilde uygulanacaktır. İşveren işten çıkarmak istediği işçi hakkında baret takmadı, kulaklık-gözlük kullanmadı diye bir tutanak tutup, ertesi gün tazminatsız işten çıkartacaktır. İşçi hayır bana bu malzemeler verilmedi ya da verilen kulaklık kalitesiz, kulağı yara ediyordu dese de kanıtlayamayacak. Güvencesi olmayan hiçbir işçi arkadaşı için işten atılmayı göze alıp tanıklık yapamayacak. Tüm bu söylediklerimi sayısal verilerle de kanıtlamak istedim. Kaç işçinin işveren tarafından “haklı” nedenlerle, tutanak tutularak çıkarılmış olduğunu gösteren veriler devlette var. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Yasası’na göre işveren işten çıkardığı işçileri, işten çıkarma belgesi düzenleyerek İŞKUR’a bildirmek zorunda. Bu belgede işçinin hangi nedenle çıkarılmış olduğunun yazılması da zorunlu. İŞKUR, bu bildirime göre işçilere işsizlik sigortası ödeyip ödemeyeceğine karar veriyor.
Ben de İŞKUR’u arayıp bu verileri istedim. Beni SGK’ye yönlendirdiler. SGK, SGK Merkez Birimlerine, orası da Sigorta Mevzuat Daire Başkanlığına yönlendirdi. Sigorta Mevzuat Daire Başkanlığı da beni Bilgi İşlem Müdürlüğüne yönlendirdi. Bunun üzerine SGK Genel Müdürlüğünü aradım. Genel Müdürlük, Hizmet Sunumu Daire Başkanlığını aramamı önerdi. Hizmet Sunumu Daire Başkanlığı ise Veri Yönetimi Daire Başkanlığına bağladı. Veri Yönetimi Daire Başkanlığı da “5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hayatın gizliliğine ilişkin hükümleri gereği bilgi veremiyoruz. Üniversite üzerinden yazılı olarak isterseniz, konuyu Risk Yönetimi Daire Başkanlığı değerlendiriyor ve sakınca görmez ise bu veri veriliyor” dedi.
Böylece kaç işçinin işveren tarafından haklı nedenlerle tazminatsız işten çıkartıldığını öğrenmemin “Özel hayatın gizliliği gerekçesi” nedeniyle olanaklı olmadığını öğrenmiş oldum. Tasarıya dönecek olursak, ben dava dosyalarım ve Yargıtay kararlarından hareketle ileri sürüyorum ki, iş sözleşmesi sona erdirilen işçilerin büyük bir bölümü işverenin, beyaz imza, boş senet, işçiden istifa belgesi alma, işçi hakkında gerçeğe aykırı tutanak tutularak haklı fesih nedeni yaratma ve benzeri nedenlerle tazminatsız olarak işten çıkarılmaktadır. Tasarı bu haliyle yasalaştığında işçi sağlığı-iş güvenliğine uymama bahanesi işverenlerin elinde tazminatsız işçi çıkarmanın bir başka aracı haline gelecek işçi sağlığı-iş güvenliğine de hiçbir katkı sağlamayacaktır.
İşçinin-çalışanın güvencesinin olmadığı yerde işverenin belgelerine itiraz edemeyen işçi-çalışan hak kaybına da razı olmak zorunda kalıyor. İşçiye güvence getirip, haklarına sahip çıkmasını sağlamak yerine onu işveren karşısında daha da korumasız hale getirmek, işçi sağlığı-iş güvenliğine değil, işten atılma korkusuyla daha da sinen ve ruhsal sağlığı bozulan çalışan kitlesinin yaygınlaşmasına hizmet eder.
Asgari ücretlinin ekmeği küçüldü
Asgari ücretli mutfakta yoksullaştı.Asgari ücretli gıdada alım gücünü yüzde 3.31 oranında yitirdi
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü DİSK-AR olarak, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) Madde Fiyatları, TÜFE ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verileri üzerinden yaptığımız hesaplamaya göre asgari ücret son 1 yılda gıdada alım gücünü yüzde 3.31 kaybetti. Asgari ücretli en büyük kaybı yataklı tedavi hizmetlerinde yüzde 10’luk oranla yaşadı. Asgari ücretlinin alım gücünü en çok arttırdığı ürünler ise yüzde 19 ile telefon, faks gibi ekipmanlar oldu. Asgari ücretlinin alım gücü petrol fiyatlarında yaşanan gerileme sonucunda yüzde 14’lük oranla olmayan kişisel ulaştırma araçlarının işletiminde de arttı.
PAZAR SEPETİNE GİREN ÜRÜN MİKTARI AZALDI
Geçtiğimiz yılın Kasım ayı ile bu yılın Kasım ayını karşılaştırdığımızda geliri bir önceki yıla göre yüzde 10.7 artan asgari ücretli geçen yıl 100 TL’ye yaptığı bir alışverişi bugün ancak 114.6 TL’ye yapabiliyor. Buna göre asgari ücretli mutfakta alım gücünü yüzde 3.31 yitirdi. Asgari ücretli gelirinin bütünü ile geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre 60 ekmek (12 kg) daha az alabiliyor. Pirinçte kayıp ise yüzde 21.
Zeytinyağı asgari ücretlinin alım gücünü yüzde 13’lük bir değerle kaybettiği ürünlerden. Dana eti ve balık da alım gücünde kaybın yaşadığı gıda ürünleri arasında. Dana etinde kayıp 1.8 kg ile yüzde 6’yı bulurken, balık için kayıp 1 kg. Süt yüzde 1.6, Beyaz Peynir yüzde 4.7 oranlık kayıp ile asgari ücretlinin süt ve süt ürünleri grubunda yoksullaştığı ürünler oldu. Tulum ve krem peynirde de alım gücü düştü. Buna karşın kaşar peynirinde alım gücü arttı.
Patates için alım gücü yüzde 7.6, kuru fasülye için yüzde 5.4, biber için yüzde 22 ile 28, mercimek için yüzde 23, bal için yüzde 5.2 oranında alım gücünü yitiren asgari ücretli meyvelerde de önemli kayıplar yaşadı. Elma yüzde 10, ayva yüzde 27, limon yüzde 13 ile en ciddi kaybın yaşadığı meyveler arasında yer aldı. Toplamda gıda ürünlerinin çoğunda alım gücü geriledi. Asgari ücretlinin en ciddi kayıp yaşadığı harcama grubu ise yüzde 10 ile yataklı tedavi hizmetleri oldu. Sağlık sektörünün giderek piyasalaşması sonucunda bu tip hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artışlar son derece can yakıcı bir hale gelebiliyor.Asgari ücretlinin alım gücünün düştüğü toplu ulaşım araçları ise yüzde 26 ile şehir hatları vapurları ve yüzde 5 ile tramvay ücretleri. Diğer ulaşım araçlarında ise alım gücünde artış yaşandı.
ENFLASYON YOKSULLAŞTIRIYOR
Asgari ücret, her ne kadar enflasyon sepetinde yer alan pek çok madde karşısında alım gücünü artırmış görünse de başta gıda ürünleri olmak üzere en temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında yaşanan yükselişler can yakmaya devam etti. Gıdanın enflasyon içerisinde yeterli ağırlığa sahip olmaması, enflasyon verilerinin asgari ücretin yaşadığı yoksulluğu örten bir nitelik göstermesine neden oldu. Asgari ücretlinin alım gücünü en çok arttırdığı ürünler yüzde 19 ile telefon, faks gibi ekipmanlar ve yüzde 14 ile olmayan kişisel ulaştırma araçlarının işletimi.
MUTFAKTA YANGIN ALEVLENECEK
Hükümet geçtiğimiz ay açıklanan Orta Vadeli Programı’nda (2015-2017) enflasyon hedefini de tanımlamıştı. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi enflasyon verileri büyük oranda ücretler açısından da belirleyici oluyor. Enflasyona dayalı ücret artışlarının sokaktaki enflasyonla uyumsuzluğu, işçilerin alım gücünde resmi verilere yansımayan bir kayıp yaratmaktadır. Nitekim programda 2015 yılında gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 9, genel enflasyonun yüzde 6,3, 2016 yılında gıda fiyatlarındaki artışın yüzde 8, genel enflasyonun yüzde 5 olacağı tahmin edilmektedir. Bu durum enflasyona dayalı ücret artışı halinde mutfaktaki alım gücünün 2 yılda yüzde 5 daha azalacağı anlamına gelmektedir.
ASGARİ ÜCRET NET 1800 TL OLMALIDIR!
Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir 2014 yılı itibarıyla aylık 1800 TL’nin üzerindedir. 4 kişilik hane için işçilerin payına düşenin sadece birini talep etme en tabi hakkıdır. Hane başına milli gelirden düşen pay aylık en az 7 bin 200 liradır. Ekonomik değerleri yaratan, tüm zenginliklerin kaynağı emektir. Ancak emeğe yarattığı zenginliklerden pay verilmemektedir. Asgari ücretteki artış 1977 yılından bu yana ekonomik büyüme oranında gerçekleşseydi bugün yaklaşık 1800 lira olacaktı. 2015 Yılı Bütçesi’nde Çumhurbaşkanlığı bütçesinin geçtiğimiz yıla göre neredeyse 2 katına çıkartılması gündemde. Bu ülkede tüm değerleri üretenler için daha düşük bir artış kabul edilemez. Asgari ücret artış oranı, bu dönem için Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’nin artış oranına eşitlenmelidir. Bu rakam yaklaşık net 1800 liradır.
4 kişilik bir hane için açlık sınırı bin 283, yoksulluk sınırı 4 bin 57 lira Asgari ücret için belirlenmesi gereken gerçek tutar aslında yoksulluk sınırının üzerindedir. Yoksulluğa mahkum eden ücrete asgari ücret denmez! Asgari ücretlinin İki kişi çalışmasına rağmen çocuklarını yoksulluğa mahkum etmemesi için en az 1800 lira şarttır! Türkiye’de eğitimden sağlığa her şey AKP hükümeti döneminde paralı hale getirilmiş durumdadır. Bu nedenle asgari ücret için “sosyal haklar şart”. Asgari ücretle çalışanlar için elektrik, su, doğalgaz kullanımı asgari ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz olmalıdır. İşe gidiş gelişlerde ulaşım ücretsiz olmalıdır. Eğitimde hiçbir ad altında para alınmamalı, eğitimin okul dışı giderleri devlet tarafından karşılanmalı, sağlık tümüyle parasız olmalıdır. Çalışanların çocuklarını bırakabilecekleri kamusal parasız kreş şarttır. Tüm bu taleplerimizin yanında en önemli taleplerimizden biri de asgari ücretin belirlenme sürecinde işçi sınıfının söz hakkıdır!
Asgari Ücret Tespit Komisyonu yıllardır bir ortaoyununa dönmüştür. Asgari ücretin belirlenmesi süreci bir toplu pazarlık süreci olarak ele alınmalıdır. Görüşmeler kamuoyuna açık hale getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanabilecekleri yasal zeminler oluşturulmalıdır.
75 maden işçisi dört gündür yerin altında direnişte, kimsenin haberi yok!
Zonguldak’a bağlı Kilimli’de dört aydır ücretlerini alamadıkları için iş bırakan ve dün de açlık grevine başlayan madencilerden üçü rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı. Bundan önce yedi işçinin daha rahatsızlanması nedeniyle 85 işçiyle başlayan eylem şu anda 75 işçiyle sürüyor. Kilimli’nin Gelik beldesinde faaliyet gösteren Deka Madencilik A.Ş. ve bu şirkete ait Balçın Madencilik’te çalışan 120 maden işçisi, ocak ayından itibaren ücret alamadıkları için 4 Nisan’da iş bırakmıştı.
Bu tarihten sonra Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen ‘FETÖ/PDY’ soruşturması kapsamında maden şirketine kayyum atanmisti. İşçiler ücretlerini alabilmek için hem valilik önünde hem de kent merkezindeki yedi katlı iş hanının çatısına çıkarak oturma eylemi yapmıştı. Ancak haklarını alamayan işçiler geçtiğimiz çarşamba günü gece yarısı kömür ocağına girerek eylem başlatmıştı.
Üç işçi hastanede
Dün sabah üç işçi daha rahatsızlanarak arkadaşları tarafından ocaktan çıkarıldı. Ocak önünde bekleyen 112 Acil ekibinin ilk müdahaleyi yaptığı işçiler Mehmet Top, Hakan Gücük ve Ercan Doğdu, ambulansla Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. İşçilerin sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi.
Toplam 10 işçi rahatsızlıkları nedeniyle ocaktan çıkarken, 75 işçi yer altındaki eylemlerini sürdürüyor. İşçilerin, ücretleri ödenip diğer haklarını alıncaya kadar eylemlerini sürdüreceklerini söyledikleri belirtiliyor. Maden ocağındaki işçilerin aileleri de ocak girişindeki yolda endişeli bekleyişlerini sürdürüyor. Önlem alan polisler, aileler ve destek için gelen diğer işçilerin ocak önüne gitmesine izin vermiyor.