İşkence ve Tecavüzleri Haberleştiremedik
Marshall ayrıca, Irak’ta ABD askerlerinin sistematik bir işkence ve tecavüz politikası uyguladıklarını, bunların daha sonra belgelendiğini fakat olay sırasında bu vakaları haber yapamadıklarını, editörlerin ve yetkililerin kesin deliller talep ettiklerini söyledi.
Söz konusu röportajı Dünya Bülteni sitesinden Cansu Gürkan tercüme etti.
Röportajın öne çıkan kısımları şöyle:
“GUANTANAMO’DA, ABU GUREYB VE BAGRAM’DA İŞKENCENİN VE CİNSEL İSTİSMARIN NASIL NORMALLEŞTİRİLDİĞİNİ GÖRDÜK”
Andre Vitchek (AV): Otosansür var mı?
Andrew MacGregor Marshall (AMG): Tabii ki! Örneğin benim bu aralar asıl uzmanlık alanım olan Tayland’da, açıkça bir otosansür var.
Çünkü bir lèse-majesté (Hükümdara karşı ihanet) yasası var.
Bu yasa monarşiye dair tartışmaları yasaklıyor.
Daha kötüsü, Irak ile ilgili çalıştığım zamanlar, mütemadiyen ABD birliklerinin tecavüz ettiği ve hırsızlık yaptığı ile ilgili hikâyeler duyardım. Ayrıca Abu Gureyb’den önce, ABD birlikleri tarafından işkenceye ve cinsel istismara maruz kalmış üç tane çalışanım vardı.
Cinsel istismarları duyunca şaşkına döndüm…
AV: Kadınlar mı, erkekler mi?
AMG: Erkekler. Ama bunun sistematik bir politika olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar gayet iyi bir şekilde belgelendirildi. Abu Gureyb’in sadece izin verilmeyen şeyleri yapan birkaç kötü insandan ibaret olduğunu söyleyen ABD anlatısı tamamen saçmalıktır.
Guantanamo, Abu Gureyb ve Bagram’ı ve ABD’nin diğer ıslahevlerini gördük. İşkencenin ve cinsel istismarın nasıl normalleştirildiğini gördük. Ama bunun gibi herhangi bir hikâyeyi Reuters için raporlamaya çalıştığımda, editörlerim çok büyük kanıtlar talep ederlerdi. Çalışanlarımın işkenceye uğradığını kanıtlamak için sayısız engeli aşmak zorundaydım. Ve onların çok iyi insanlar olduklarından ve bana kesinlikle doğruları söylediklerinden emindim.
Ama eğer Bakuba ve Felluce’deki militan grupların yaptığı vahşeti raporlamak istiyorsak, sadece “raporlandı” yazardık ve ne olduğunu kanıtlamamız için herhangi bir şey sorma girişiminde bulunulmazdı.
Çünkü bunun zaten militanların her zaman yaptığı şey olduğu varsayımı hâkimdi.
Militanlar kötü şeyler yaparlar, Batılılar ise iyi şeyler…
Sonuç olarak kanıtlamanın standartları tamamen farklıydı.
İşgüzarlık yapılırdı. Asla yalan söylemezdik ve gerçekten her zaman doğruları söylemeye çalışırdık.
Ama şimdi geriye dönüp baktığımda görebiliyorum ki; oldukça baskılayıcı bir kültürden geliyorduk. Olanlara belirli bir zihniyet çerçevesinden bakıyor ve Irak’taki ve aslında tüm dünyadaki birçok insanı anlamayı başaramıyorduk. Onlar dünyaya Batı ve ABD merkezli bir zihniyetten bakmıyorlardı.
“IRAK BENİ EBEDİYETE KADAR DEĞİŞTİRDİ”
AV: Kuşkusuz maaşlar da oldukça iyidir. İnsanlar Batılı kurumsal haber ajanslarında veya gazete ve televizyon kanallarında oldukça iyi ücretlerle çalışıyorlar. Ana akım anlatının dışına çıkmak her zaman oldukça büyük bir risk çünkü gazeteciler göz açıp kapayıncaya kadar maaşlarını kaybedebiliyorlar.
AMG: Bunun altında daha büyük bir kurnazlık olduğunu düşünüyorum. Bunun gerçekten insanların yanlış şeyler söylerlerse işlerini kaybedecek olmalarından kaynaklandığını düşünmüyorum. Bence bu… Ben bir İngiliz gazeteciyim ve bir İngiliz-Amerikan şirketi için çalışıyorum. Orta Doğu ve Asya’da çalıştım. Burada birçok insan ve dünyaya dair birçok farklı görüş var. Ama ben benim kendi peşim hükümlerimin yanında bir de çalıştığım şirketin peşin hükümlerini taşıyorum. Bu yüzden Iraklıların ya da Taylandlıların ya da İranlıların çoğunun dünyayı nasıl farklı gördüklerini gereğince anlamıyoruz. Ve onlar Batılıları iyi insanlar olarak görmüyorlar. Bu yüzden, aslında açıkça tek taraflı bir propaganda yapılırken, bu ülkelere müdahale ederken oldukça milliyetçi ve bencil görüşlerde bulunurken, Batı medyasının tarafsız ve temayülsüz olduğunu iddia etme eğilimi olduğunu düşünüyorum. Eğer bir kere bile bir patronum yalan söylememi isterse, işi bırakırdım. Ve bıraktım, çünkü Tayland hakkında yalan söyledim. Ama bu kadar basit değil. Eğer ABD güçlerini bir vahşet ile suçlayacaksan, hikâyenin tüm unsurlarının tamamen doğru olduğundan emin olmak zorundasın. Çünkü eğer tek bir yaparsan alenen karalanırsın ve kariyerin orada sonlanır. Ve bunun son yıllarda bazı kişilerin başına geldiğini gördük. Ama eğer Yemen’de, Irak’ta veya Afganistan’daki bazı militanların yaptığı vahşet ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorsan, hikâyen tamamen yanlış olabilir, hiç kimse seni karalamaz ve hiç kimse asla bunun doğruluğunu kontrol etmez.
AV: Andrew, peki Irak’taki dehşet ne durumda? Sen oradaydın. Orada, Batı’nın gerçekleştirdiği, ABD’nin gerçekleştirdiği vahşete tanık oldun. Gerçekten ne kadar kötüydü? Belki bir milyondan fazla insan öldü?
AMG: Evet.
AV: .. İşgalden önce ve işgalden sonra…
AMG: Dehşet verici bir dönemdi. Beni ebediyete kadar değiştirdi. Böyle zamanlar herkesi değiştirir. Tabii ki en çok değişen ve travmaya uğrayan insanlar oradaki yerel halktı. Ama hayatımda ilk defa bu kadar güçlü bir şiddetin “normal” bir durum hale gelmesine maruz kaldım. Sokaklar her gün cesetlerle doluydu. Her gün bombalamalar vardı. Bomba yüklü araçlar, kafa kesmeler ve işkencelerin alışılmış bir durum haline gelmesi korkunçtu. Ve buradaki tehlike, bu haberleri okuyanların veya izleyenlerin duyarsızlaşmasıydı. Ve bir nebze de olsa ben de artık Suriye’deki haberlere karşı duyarsızlaştım. Gazetecilerin ve sinemacıların etmesi gereken mücadelelerden birinin de izleyiciyle bağ kurmak için bir yol bulmaları olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar katliam ve dehşet görüntüleriyle canlarını sıkmak istemiyorlar. Ama bunların farkında olmaları gerekiyor.
KÜRTLER MUHTEMELEN KENDİ DEVLETLERİNE SAHİP OLACAKLAR
AV: Andrew, Irak nereye gidiyor?
AMG: Evet, bildiğin gibi Irak dağılıyor. Kürtler muhtemelen hak etmiş oldukları kendi devletlerine sahip olacaklar.
Çünkü Kürt insanları çok uzun yıllar devletsiz yaşadılar.
Ama bizim gördüğümüz daha tüm Orta Doğu’ya yayılmış, geniş bir Şii-Sunni çatışması.
Özelikle Suudi Arabistan ve biraz da Körfez ülkeleri kötü niyetli bir rol oynuyor. Ve yayılmanın daha da ilerlediğini görüyoruz, Endonezya ve Malezya’ya bile.
Irak, Britanyalılar tarafından meydana getirilmiş, gerçekten birlikte yaşamak istemeyen insanları bir araya getirerek oluşturulmuş suni bir ülke. Ve aynı diğer birçok Orta Doğu ülkesi gibi çözülüyor ve bir felakete sürükleniyor. Bu yüzden bu bir genişleyen trajedidir.
Daha geniş bir şekilde, yayılmakta olan bir trajedi yaşayan Orta Doğu bağlamını ele almadan, Irak’ta neler olup bittiğini anlayamayız. Ve bence bunun çağımızın çatışması olarak tanımlanması çok doğrudur.”