“Yeni Dünya Düzeni’nde SOL’un Yeri

Dünya, 1980 sonrasında golaballeşme – küreselleşme kavramlarıyla tanıştı.

Küreselleşme, bilgiye ve habere ulaşmada sınırların kalktığı, insanların özgürce dolaşacağı yenidünya düzeni (YDD) olarak sunuldu. Bugün sonuçlarını yaşadığımız küreselleşmenin ve YDD’nin arkasındaki saklı siyasi ve ekonomik hedeflerin farkına varılabildi mi?Geçen 30 yılın sonrasında bu sorunun yanıtı verilebilmiş değil.İşin acı tarafı ise siyaset kurumunun özellikle de sol siyasi partilerin kapitalizmin oynadığı oyunun ayırdın da olamamalarıdır.“Bu seçimin galibi kim” sorusunu irdelediğim yazımda kapitalizmin yenidünya düzeni adı altındaki saklı hedeflerine ulaşabilmesi için devlet yapılarında ve temel politikalardaki değişimleri ve getirdiği kuralları belirtmiştim.

YDD’NİN ASIL HEDEFİ

YDD’nin asıl hedefinde, uluslar arası sermayenin (çok uluslu şirketler – ÇUŞ) nüfusu yoğun, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde özgürce dolaşabilmesi ve çokça kazanabilmesi vardı.

Bu hedefe ulaşabilmek için ÇUŞ önündeki siyasi, yasal ve kurumsal engellerin kalkması gerekiyordu.

İlk adım, yasal ve kurumsal engeller için atıldı.

Türkiye için yazılan reçetenin tarihi: 24 Ocak 1980.

· Devletin ekonomideki payını küçültülecek, Kamu İktisadi Teşekküllerine (KİT) ve tarım ürünlerine destekleme sınırlandırılacak

· Dış ticaret serbestleştirilecek, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilecek, kâr transferlerine kolaylık sağlanacak…

Böylece, uluslar arası sermayenin piyasalardaki en büyük rakibi devlet, serbest piyasa ekonomisinin gereği üretimden özellikle de sanayi üretiminden çıkacak…

Bu reçetenin uygulanabilmesi için hiç kimsenin itiraz etmemesi gerekiyordu.

İkinci adım geldi. İki kutuplu dünyada var olan siyasetin emek – sermaye düzlemindeki zemin yok edildi. Siyasete, ekonominin dışında yeni bir zemin, insan hak ve özgürlüklerini geliştirmek adına inanç ve etnik haklar zemini sunuldu. Bu zeminde ulus toplum ve ulus devlet anlayışına yer yoktu. Ulusal olmak, gericilik ve çağ dışılık olarak sunuldu.

Çözümün tarihi: 12 Eylül 1980 askeri darbesi.

Tüm siyasi partiler, sendikalar, kurum ve kuruluşlar kapatıldı.

Yaratılan “dikensiz gül bahçesinde” bu kararları uygulayacak yeni bir siyasi partinin iktidarda olması gerekiyordu. O da bulundu;

24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’ın liderliğinde kurulan ANAP.

İlk söylem; her köyde buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, telefon olacak ve çağdaşlaşacağız.

İkinci söylem; KİT’lerin itibarsızlaştırılması oldu. Her masada 5 kişi var, harcamalar ve üretim maliyetleri yüksek, devlet zarar ediyor… Devlet don mu üretecek?

BAYRAK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çözüm; özelleştirelim, satalım.

Gelişmiş ülkelerdeki gibi otobanlarımız oldu, boğaza köprü yaptık, köylere elektrik ve telefon gitti, ama tarlalarımız ekinsiz, fabrikalarımız üretimsiz, işçilerimiz işsiz kaldı.

Bu arada özellikle KİT’lerde var olan sendikalı işçiler işsiz, sendikalar da üyesiz kaldı.

Emek, üretimde maliyet unsuru olarak görüldü. Sendikasız çalışma yaşamı esas alındı.

SOL’A KALAN

Sol siyaset, emek – sermaye düzleminde emekten yanadır.

Amacı; dar gelirli, yoksul ve yaşamını çalışarak kazanan ve emeği ile geçinen insanların çalışma koşullarını iyileştirmek, haklarını geliştirmek ve yaşam kalitelerini yükseltmektir.

Hedef kitlesi de toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan ve tarih boyunca sermaye karşısında hep mağdur olan bu emekçi kesimlerdir.

Dünya savaşları sonrası yıkılan Avrupa’nın yeniden imar edilmesi, sanayinin çarklarının yeniden dönmesi gerekiyordu. Yatırım için sadece özel sermeye yetmezdi. Kamu yatırımcılığı şarttı. Bir de üretenlere, işçilere gereksinim vardı. Emek cephesi üretti, güçlendi ve örgütlendi. Ekonomik ve sosyal hakları gelişti.

Güçlü emek cephesine dayalı sol siyaset de güçlendi ve dünyada birçok ülkede iktidar oldu.

Dünya iki kutupluydu. Emek – sermaye düzleminde denge vardı. Kapitalizm, karından zarar ediyordu.

YDD ile iki kutuplu dünyanın tek kutuplu hale dönüştürülürken, siyasette emek – sermaye zemini de yok edildi. Her şeyi belirleyen kapitalizm, siyaseti de şekillendirdi ve sol siyasete yeni bir rol biçti.

Toplumun mağdur kesimlerinden taraf olan sol düşünceye kültürel haklar (etnik ve inanç) alanında mağdur olan kesimlerin haklarını savunmak rolü verildi.

Bu dönüşümde insanın kimliği de değişmeliydi. Ekonomik ve sosyal kimliklerin (işçi, emekçi, çiftçi, köylü, esnaf, tüccar, memur vb) yerini etnik, dinsel ve mezhepsel kimlikler (İnanan – inanmayan, Alevi, Sunni, Kürt, Türk, Laz, Gürcü vb.) almalıydı.

Öyle de oldu. Siyasette, demokrasi, insan hak ve özgürlükleri diye inanç ve etnik hakları öne çıkartıldı ve siyaset bu zeminde yapıldı.

Bugün insanımızın büyük çoğunluğu kendisini etnik ve inanç kimlikleriyle tanımlıyor ve siyaset de bu kimlikler üzerine yapılmaya devam ediliyor.

Sol siyasetin gerçek tabanı olan dar gelirli emeği ile geçinen kesimlerin kimlikleri de sistemli bir şekilde inanç ve etnik kimliklere dönüştürüldü.

Sonuçta, kapitalizmin koyduğu kurallara göre şekillenmiş Türkiye siyasetinde 12 yıllık AKP iktidarının kurumsallaşması ve Türkiye Cumhuriyetinin demokratik laik sosyal hukuk devleti niteliğinin değişimi yaşanmaktadır.

İşin en acı tarafı ise, sol düşünce ve sol siyasetin özellikle son üç seçimde “sağdan oy almalıyız” anlayışı ile bu sürecin bir parçası olarak kendisine biçilen bu rolü eksiksiz bir şekilde oynamasıdır.

Bu aşamada sol siyasetin yanıtlaması gereken soru şudur;

“Geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde çoğunluğu oluşturan dar gelirli, yoksul ve yaşamını çalışarak kazanan, emeği ile geçinen insanların yaşamları ile ilgili tüm ekonomik ve sosyal sorunlar giderildi mi ki, kültürel haklar olan inanç ve etnik temelde siyaset yapılıyor?”

Etnik ve inanç temelindeki haklar, kültürel haklardır. Demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine bağlı ve saygılı her siyasi görüşün bu hakları, siyasette istismar etmeden, karşılaması temel görevidir.

Kendi ülkelerinde Ulus toplum anlayışı ile yurttaşları arasında etnik ve dinsel bir ayrıma girmeyen, bu temellerde siyasi bir yapılanmaya da izin vermeyen ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya vb devletlerin, bizlere demokrasi diye yutturdukları bu çarpık düzenin ayırtına varmak için daha neyi bekliyoruz?

Irak’ta, Suriye’de yaşananların altında yatan nedenleri ve gerçeği göremiyor muyuz?

Sol düşünce ve sol siyasetin temel kimliği;

·  Devrimci ve antiemperyalist olmaktır. Emperyalizmin verdiği rolü oynamak değildir.

· Emekten ve halktan yana olmaktır. Emeğin sömürüsüne dayalı kapitalizmin- uluslararası sermayenin düzenine ayak uydurmak değildir.

Tevfik Kızgınkaya”