1929 Dünya Ekonomik Bunalımı Nasıl Başladı?
İster sanayileşmiş ülkeler, isterse gelişmekte olan temel üreticileri olsun, dünyadaki tüm ülkeleri etkisi altına alan, Birleşik Devletler’de başlayan ve yayılan Büyük Bunalım (Big Depression), tarihe Kara Perşembe olarak geçen 24 Ekim 1929’da başladı.
Gerçi Wall Street Borsası uzun zamandır üzerindeki satış baskısının tedirginliğini yaşıyordu ama o günün sonunda yaşanacakları kimse tahmin bile edemezdi.
Avrupa fonlarını kendine çeken Bank of England’ın iskonto oranlarını yükseltmesi, Wall Street’te satış dalgasının başlamasına neden olmuş, 23 Ekim 1929 Çarşamba günü 2.5 milyon hisse senedi satılmıştı. Fakat bu, bir gün sonra başlayacak asıl felaketin yanında buzdağının yalnızca görünen kısmıydı. Kara Perşembe adı verilen o günde tam 13 milyon hisse senedi satıldı. Bankalar, umutsuz bir biçimde düşen piyasayı toparlamak için fiyatları desteklemeye çalıştılar ama boşa kürek çekmekten farkı olmadığını anladıklarından Pazartesi günü vazgeçmek zorunda kaldılar. Salı günü satılan hisse sayısı 16 milyona ulaşırken fiyatlar çılgın bir biçimde düşmeye devam etti.
Yalnızca 22 gün içinde sanayi endeksindeki düşüş %40’ı buldu. Yatırımcıların bir hafta içinde yitirdikleri para miktarı, bugünün değerlerine göre neredeyse 300 milyar dolara yakındı. Dünya tarihinin o güne kadar gördüğü en büyük ekonomik kriz, kısa süre sonra neredeyse bütün dünya ülkelerini avucunun içine alacaktı.
1929 Dünya Ekonomik Krizinin Nedenleri Büyük Bunalım işsizleriBank of England’ın iskonto oranlarını yükseltmesi, 1929 krizinin yalnızca tetiğini çekmişti. “Borsada beklentiler satın alınır, gerçekler satılır” denilen bir deyim vardır.
ABD’li yatırımcılar da tam olarak bunu yapmıştı, beklentileri satın almıştı. Değer endeksleri 1929 yılı öncesindeki dört yılda tam dört artmış, yalnızca 1929 yazında iki kat yükselmişti. 1928 yılı başında 191 olan Dow Jones Endeksi 1929 Eylül ayına gelindiğinde 382’ye ulaşmıştı bile.
Oysa spekülatif gelirlerdeki bu yükseliş, ülkenin reel zenginlikleri ile uyuşmamaktaydı. Hisse senetlerinin sürekli yükseleceği beklentisi piyasaya egemen olduğundan; borsa simsarları, bankalar, işyerleri ve binlerce kişi spekülatörlere borçlanıp borsaya yatırım yapmıştı.
Ve bu borçlar her an ödenmesi talep edilebilecek türden borçlardı. Kredi ile alınan hisse senedi miktarı öylesine artmıştı ki, 1928 yılında 5 milyon dolar olan bu miktar 1929 ekonomik krizinin başladığı Ekim ayında yüzlerce kat artarak 850 milyon dolara ulaşmıştı.
1929 yılı anketlerine göre Wall Street’teki bir buçuk milyon yatırımcının 600.000’i kredi ile alım yapmış, çoğu spekülatör, hisse senedi alabilmek için ABD doları üzerinden % 10’a varan yüksek faizlerle borçlanmıştı. Wall Street adeta patlamaya hazır bir balon gibiydi.
Kredi verenler, bu geçici zenginlikten paylarını alan borçluların ödeme yapması için fiyatların daha da yükselmesini bekliyordu.
Fakat güven kaybı nedeniyle borçluların ödeme gücünden bir an için kuşkuya düşünce acil ödeme talebinde bulundular.
Borçlular ödeme yapabilmek için ellerindeki kağıtları hemen satmak zorundaydılar ve de satmaya başladılar. Buna Bank of England’ın iskonto oranlarını yükseltmesi nedeniyle başlayan satışlar eklenince arz-talep sarmalı bir anda patlayıverdi. Aşırı satışlar nedeniyle fiyatlar daha da düşünce, değer kaybeden hisse senetlerini bir an önce elinden çıkarmak isteyenler yüzünden başlayan panik dalgası tüm Wall Street’i kapladı.
Wall Street’in çöküşü, hisse senedi fiyatlarının yıllardır abartılı olduğunun sonucu olduğu kadar, hisse senedi sahiplerini ve hissedarları saran paniğin de bir sonucuydu. ABD’li ekonomist John K. Galbright bu dönemi “çılgın ve dizginsiz bir satış furyası” ve “kör ve acımasız bir panik” olarak yorumlamaktadır. Oysa 1929 krizinin yapısal nedenleri ise çok daha derindeydi ve bu yüzden, ABD’de başlayan ekonomik bunalım kısa sürede diğer dünya ülkelerine sıçrayacaktı.
Yaklaşık 55 yıllık uzun bir gelişme trendini 10 yıl süreyle gerilemeye ve duraklamaya dönüştüren, etkisi II. Dünya Savaşı’na kadar hissedilecek olan 1929 ekonomik krizinin nedenleri maddeler halinde şöyle özetlenebilir: Kötü yapılanmış bankalar nedeniyle zaten zayıf ve spekülatif olan kredi yapısının Wall Street’teki çöküş nedeniyle yıkılması Uygulanan yanlış para politikaları ve devletim piyasaya müdahale etmemesi Tarım ürünlerine olan talebin inelastik oluşu yüzünden çiftçinin gittikçe azalan satın alma gücü Teknolojik işsizliğin giderek artması Kötü ve gittikçe kötüleşen gelir dağılımı Bütün bu nedenlerin etkisi altında tamamen altüst olan sermaye birikimi Yatırımlardaki düşüşün ulusal gelirde düşmeyi de beraberinde getirmesi Yatırım harcamalarındaki ufak bir düşüşün çarpan etkisiyle ulusal gelirde çok daha şiddetli bir azalmayı ortaya çıkarması 1920’li yıllar ABD’nin ekonomik üstünlüğünü tüm dünyaya kabul ettirdiği yıllardı. “Kükreyen Yirmiler” olarak da adlandırılan o yıllardaki “kükreme” yalnızca hızla büyüyen ABD ekonomisini değil, radikal bir biçimde değişen yaşam biçimlerini de anlatıyordu.
ABD’nin sonsuz refah ve zenginliğe kavuşan ilk ülke olduğuna inanılıyor, had safhada bireycilik üzerine yükselen ve tüketim çılgınlığı ile öne çıkan bir yaşam tarzı ABD’ye egemen oluyordu. 1929 krizinde elma satan yaşlı adam1920′lerde dünya sanayi üretiminin neredeyse % 45’ini gerçekleştiren ABD, kapitalist dünyanın yeni patronu olduğunu, 1925 ve 1929 yılları arasında diğer ülkelere verdiği büyük borçlarla -yalnızca Avrupa’ya 2.9 milyar dolar borç verilmişti- kanıtlıyordu. Bu sayede 1920’ler boyunca Avrupa’da sanayi üretimi düzenli bir şekilde arttı.
Fakat bu büyüme özellikle kömür, gemi yapımı ve çelik sanayileri alanında yaşanıyordu. Birleşik Devletler ise Avrupa’nın tersine, özellikle motorlu araçlar başta olmak üzere, tüketici piyasalarına mal arz eden sektörleri geliştirmiş ve Avrupa’nınkinden çok daha büyük bir büyüme oranına erişmişti. ABD’nin sanayi üretimi 1913 yılındaki düzeyinden % 75 daha fazla iken, İngiltere’de bu oran % 9, Almanya’da ise % 10 dolayında kalmıştı.
Bundan dolayı, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ülkelerinin gerçekleştirdiği sanayi ilerlemeyi, onların dünya ticaret hacmindeki paylarında yaşanan orantılı bir düşüş izledi Amerikan yatırımının diğer ülkelerde “borçluluk döngüsü” denilen türden olumsuz etkileri de oluyordu. 1920’lerin ikinci yarısı boyunca Amerikalı yatırımcıların sermayelerini ihraç etmedeki hevesleri, sanayileşmiş ve gelişmekte olan kimi ülkelerin varlıklarının yüzde 25’lik bir kısmının dış kaynaklara bağımlı olması demekti. Ne var ki ticaret hacmindeki ABD lehine orantısız değişim yüzünden geri ödemeler genelde altın rezervlerinden yapılmak zorunda kalıyordu.
1929 yılında, ABD dünyanın altın kaynaklarının çoğunu toplamış ve sonuç olarak mübadele biçimlerinin işleyişine zarar vermişti. Böylece 1920’ler boyunca iki ekonomik gerçek gün gibi ortaya çıktı. Ekonomik durumları iyi ya da kötü olsun, birçok ülkenin ekonomisi yüklü miktardaki borçlar nedeniyle Birleşik Devletler ekonomisine göbekten bağlanmıştı. Diğeri ise hepsinin ekonomik durumlarının zayıflığı. Bu nedenle, Birleşik Devletler’de başlayacak bir ekonomik bunalım, zincirleme bir reaksiyonu başlatarak diğer ülkelere sıçrayacaktı.
Yani “Amerika hapşırdığında dünyanın geri kalanı nezle olacaktı.” Amerikan sanayinin on yıl süren hızlı gelişmesine paranın hazır bulunabilirliği ve bir ölçüde Merkez Bankası’nın politikaları ile destek sağlanmıştı. Fakat 1926 yılında gayrimenkullerde, 1929 yılı başında ise otomobil sektöründe başlayan durgunluk bu büyümeyi sekteye uğratmıştı.
1928’de ABD Merkez Bankası faiz oranlarını yükselterek piyasalara yeniden istikrar getirmek istediğinde, denizaşırı yatırımlarda kullanılan büyük meblağda sermaye, diğer ülkelerden çıkarak yerel holdingleri şişirmek için hızla Amerikan piyasasına geri döndü. Hisse senetlerinden başka finansal araç olmadığı için bu para Wall Street’e akmış, talep artışı beraberinde fiyat artışını tetiklemişti. 1925-1929 arasında borsadaki bu büyük yükseliş bir avuç Amerikalı için kağıt üzerinde bir zenginlik sağlamıştı.
Diğer yandan çiftçiler ürünlerini giderek daha ucuz fiyatlardan satmak zorunda kalırken, işçilerin eline bu yapay refah döneminden hiçbir şey geçmemişti. 1929 yılında Amerika’da nüfusun % 5’lik dilimi toplam gelirin % 33’ünü elde ediyordu. Gelir dağılımındaki adalet daha da kötüleşiyordu. Bu çelişkiyi dile getirenler ise “Amerikan karşıtı” ya da “Bolşevik” damgası vurularak susturuluyordu. Ekonomik büyüme sürdüğü sürece, diğer ülkelerden ABD’ye dönen paranın yarattığı spekülasyon, aslında ekonomik durumu sarsmayabilirdi.
Ne var ki 1929 Temmuz’unda üretim tepe noktasına ulaşmıştı. Bunun anlamı, büyümenin sürekli ve kesintisiz süreceği beklentisinin artık hayal olmasıydı. Mal arzı sonunda tüketici taleplerini aştı ve “envanter durgunluğunu” kaçınılmaz kıldı. Durgunluk, borsa yatırımcısının güven kaybıyla birleşince 1929 ekonomik bunalımı kaçınılmaz oldu. 1929 ekonomik bunalımının diğer önemli nedeni ise çok kötü biçimde yapılanmış olan, devletin müdahalede bulunmadığı mali piyasalar, özelde bankalardı. Bunun nedeni 20’li yılların temel ekonomi anlayışı olan “laissez faire, laissez aller, laissez passer” yani “bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler” politikasıydı.
Görünmez bir elin piyasayı düzelteceği düşüncesi geçerliliğini koruduğundan, devletin ekonomi üzerindeki etkisinin olabildiğince az olmasına çalışılıyordu. Gerçekten de art arda seçilen Harding, Coolidge ve Hoover yönetimleri devletin tüm olanaklarını şirketlerin emrine verirken, piyasa, denetim mekanizmalardan yoksundu. Neredeyse her gün iki banka batmasına karşın, ne Merkez Bankası ne de ABD Başkanı piyasaya müdahale etmeye ya da denetim mekanizması oluşturmaya cesaret edemiyordu. Bankaların sermaye esaslarını, rezerv ve kredi oranlarını düzenleyen yasaların eksikliği nedeniyle yatırımcılar hisselerini aldıkları firmalar hakkında hiçbir bilgiye sahip değildiler.
Ticari bankaları yatırım bankalarından ayıran yasalar yoktu. Verilen kredilerin büyük miktarı hisse senedi ile teminat altına alındığı için hisse senetlerinde başlayan düşüşler kredileri de olumsuz etkilemiş, bu ise piyasaya duyulan güvenin azalmasını hızlandırmıştı. Böyle bir ortamda insanların panik halinde bankalara hücumu da krizin derinleşmesinin nedeni olmuştur. Başkan Hoover piyasalara müdahale etmeye karar verdiğinde ise çoktan iş işten geçmişti.
Bunalımın Ekonomik Sonuçları Kara Perşembe sonucu işsiz kalanlarKrizin etkileri görülmemiş boyutta oldu. 1929 yılında 103 milyar dolar olan ABD’nin gayrısafi ulusal geliri 1930’a gelindiğinde neredeyse yarı yarıya azalarak 55 milyar dolara gerilemiş; 1935 yılında dünya ticaret hacmi 1928 yılının % 40’ına kadar düşmüştü. Batan spekülatörlerin banka hesaplarına yönelmesi ve bankaların onların taleplerini karşılayamaması yüzünden diğer mevduat sahiplerinin de endişelenerek paralarını çekmek istemesi birçok bankanın ve mali kurumun iflası ile sonuçlandı. 1929’da 600, 1930’da 1.300, 1931 yılında ise 2.300 mali kuruluş iflasını açıklamak zorunda kaldı.
Reel sektör de bu furyadan payını düşen bedeli ödemek zorunda kaldı. 1929’da 22.000, 1930’da 26.000, 1931 yılında 28.000 işletme kepenk indirmek zorunda kaldı. 1932 yılında ABD’de trafiğe çıkan otomobil sayısı 1929’dakinin ancak dörtte biri kadardı. Bunalımın ilk kurbanı olan spekülatörlerin yaşadığı paniğin ötesinde işsiz kalanların yaşadığı drama da bir göz atmak gerekir.
1932’de Almanya’da faal nüfusun % 17.2’si, ABD’de 23.5’i, İngiltere’de % 13.1’i işsiz kalmıştı. Buna sayısı belli olmayan gizli kısmi işsizleri de eklemek gerekiyor. Çoğu zaman ev ve ya çiftlik kirasını ve aldığı borcu ödeyemeyen çiftçiler topraklarını terk etmek zorunda kaldılar. Çünkü tarımsal üretimdeki gerileme %60’ları bulmuştu. ABD’deki yersiz yurtsuz insanların sayısı 200.00’i aşmıştı.
1932 yılında New York Times gazetesi ailelere “ucuz kalori, protein, mineral, tuzlar ve gerekli vitaminleri elde etmek için ekmek ve sütle yetinmelerini” öğütlüyordu. Fakat ekmek ve süt elde etmek için de çalışmak zorunluydu. Oysa göğüslerine astıkları afişlere, “haftada 1 dolara çalışmaya hazırım” yazan işsizler bile iş bulmakta zorlanıyordu. 1929 krizinden en çok akılda kalan kareler ise kelli felli insanların geçinebilmek için elma satmaları, üç-beş kuruş için son derece onur kırıcı dans maratonlarına katılmak zorunda kalmaları ve binlerce işsizin belediyelerin verdiği bir tas çorba için sıraya girdikleri uzun kuyruklardı.
1929 krizinin Avrupa üzerindeki etkisi çok daha ağır oldu. Amerikan sermayesini Avrupa’dan çıkışı Avrupa’da bunalımı başlattı. İl kurban ise Avusturya’nın en büyük bankası Credit Anstalt oldu. Ani güven krizi, Avrupa’nın dış borç kaynaklarının neredeyse tamamını kuruttu ve yerel kayıpları telafi etmek için Amerika’ya yapılan daha fazla yatırım çağrısı ile sonuçlandı. Hammadde ya da tarım ürünleri ihraç eden ülkeler dışında hiçbir Avrupa ülkesi mal satacak bir pazar bulamadı.
İngiltere, 86 yıldır uygulamakta olduğu serbest mübadele politikasını terk etmek zorunda kaldı. Daha kaygı vereni ise ekonomik liberalizmin çöküşünün siyasi liberalizmin çöküşünü de beraberinde getirmesi ve Avrupa’nın çoğunun diktatörlüğe doğru yönelmesi oldu. Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, yaşananlar 1922’de Mussolini’yi İtalya’da iktidara getiren süreçle neredeyse aynıydı. Sınai ve tarımsal krizle istikrarsızlaşan sınıflar, parlamenter demokrasilerin hantal işleyişine karşı tepkilerini ortaya koyan aşırı uç partileri desteklediler.
Bu sonuçla, yıkılan tarımsal çıkarlar Balkanlar’da sağcı rejimleri güçlendirirken, orta sınıfların ılımlı partilerden uzaklaşması Almanya’da Hitlerin iktidara gelişi ile sonuçlandı. Böylece 1929 ekonomik krizi, İkinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında en üst sıraya yükseldi.
Yayılan bunalım, fiyatları yüzde 66’ya kadar gerilettiği zaman Güney ve Doğu Avrupa’nın temel üreticileri de çöktüler ve dış ticaret ile iç tüketici piyasaları da yıkıldı. 1932 itibarıyla Avrupa’da sadece iki ülke diğerlerine göre bunalıma karşı daha dayanıklı gibi görünüyordu.
Biri Birleşik Devletler dışında en büyük altın rezervlerine sahip olan Fransa, diğeri ise Stalin’in ekonomi politikaları ile uluslararası ekonomik sistemden yalıtılan Sovyetler Birliği idi. 1929 ekonomik bunalımı çok geçmeden Türkiye’yi de etkisi altına aldı.
Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı son derece düşük olduğundan bu etkilenme daha çok dış ticaret anlamında kendini gösterdi. Türk Lirası’nın değerinin düşmesiyle başlayan ilk somut belirtiyi ihraç mallarının fiyatlarındaki düşüş takip etti. Tarım ürünlerinin fiyatlarında düşüş, ekonomisi o dönemde tarıma dayalı olan Türkiye’de ekonomik durgunluğa, devletin ve tüm kesimlerin gelirinin gerilemesine neden oldu.
1929 yılında 224 milyon lira olan devlet bütçesi 1933 yılında 205 milyon liraya, ihracat ise 155 milyon liradan 96 milyon liraya kadar geriledi. Bunalımla birlikte Türkiye ekonomisinde devletçilik uygulamasının alanları çok daha genişledi.
ABD’nin Krizden Çıkışı Kara Perşembe ile başlayan kriz, devlet müdahalesi olmadan piyasanın kendi kendine dengeye geleceği mitini tarihin tozlu rafları arasına kaldırdı. 150 yıldır süregelen “bırakınız yapsınlar” zihniyetinin yerini Keynesçi politikalar aldı. John Maynard Keynes’in en büyük destekçisi, yeni seçilen ABD Başkanı Franklin Roosevelt’di.
Roosevelt, ABD’nin krizden çıkışı için New Deal (Yeni Düzen) adı altında devletin piyasaya müdahale etmesini savunan ve devlete daha çok rol veren bir Keynesçi politikanın benimsenmesi gerektiğini ilan etti. ABD’ye “Yeni Düzen” vaat etmiş olan bu eski New York valisi, güveni yenilemek, hükümetin müdahale alanlarını genişletmek, ekonomik yaşamı yeniden düzenlemek gibi temel projelerini gerçekleştirmeyi başardı. Bankaların geçici olarak kapanması, ekonomik hayata yön verenlerin yükünü hafifletmeyi hedefleyen programların uygulamaya konması, sanayide planlamanın başlatılması, kendi iyimserliğini başkalarına da aşılamayı bilen ve radyo konuşmalarıyla ülkeye yeni bir soluk kazandıran bu başkanın aldığı ilk önlemlerdi.
Roosevelt, Tennessee Vadisi’nin değerlendirilmesi (Tennessee Vadisi İdaresi, TVA), tarım (Tarımsal Düzenleme Yasası, AAA), sanayi (Ulusal Sanayi Islah Yasası, NIRA) ve işçiler yararına uygulamalar gibi önemli çalışmalar ortaya koydu.
Fakat yine de 1935 yılından itibaren iyimserlik ortamı sona ermeye başladı. Çünkü ekonomik çöküntü durmamıştı ve bunalımın sonuçları hâlâ hissediliyordu. 1938 yılında ABD’de hâlâ 10 milyon işsiz vardı ve toplumsal ağırlıklı yasalar çıkarılmasından endişelenen muhafazakârlar, komünistler ve hükümetin bazı kararlarını geçersiz sayan Yüksek Mahkeme (NIRA ve AAA projeleri anayasaya aykırı bulunmuştu) saldırılarını yoğunlaştırdı.
1936 yılında kolayca yeniden seçilmesine ve ekonomide müdahaleci politikasını sürdürmesine (ikinci New Deal) rağmen Roosevelt bunalıma tam olarak son veremedi. 1929 krizinin etkilerini sona erdirecek, ülke ekonomisinin yeniden kurulmasını sağlayacak olan II. Dünya Savaşı Savaşı’ydı. Keynesçi iktisat kuramı, krizden sonraki 40 yıl boyunca ülkelerin temel ekonomik programını oluşturdu.
ABD seçmeni de Roosevelt’i dört kez seçilen tek ABD Başkanı yaparak ödüllendirdi.
Yavuz Selim