IŞİD ve Sunni Arap Aşiretleri

Irak’ta Musul ve bir dizi başka kentin haziranın ikinci haftasında Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) tarafından ele geçirilmesinin ardından, ülkenin Şiilik-Sünnilik ekseninde dağılmakta olduğuna dair yorumlar arttı. Irak şu anda mutlak bir dağılmanın eşiğinde değil; Suriye ve Irak sınırlarına uzanan,  “Surak” (Suriye + Irak) olarak adlandırdığım bir bölgede, aşiret ilişkileri ve bir terör örgütünün meydan okuması ile karşı karşıya. Ancak geçmişte de benzer krizler yaşayan ülke ayakta kalmayı başardı.

Amerikan politikasının türettiği “AfPak” (Afganistan + Pakistan) diye bir terim var. Afgan Talibanı ile Pakistan Talibanı’nın, aşiret ilişkileri sayesinde bazı bölgeleri kendi denetimleri altına alıp istikrarsızlık yarattığı Afganistan ve Pakistan sınırına tekabül ediyor. Surak da aynen öyle.

Lakin AfPak krizi, Afganistan veya Pakistan’ın dağılmasına neden olmadı. Surak’ın ortaya çıkışı, Irak’ın egemenliği açısından sorun teşkil etse de,  Irak devletinin sonunun geldiğini ilan etmek için henüz çok erken.

AfPak sorununun kökeni, Büyük Oyun’a, yani İngilizler ile Ruslar arasındaki anlaşma çerçevesinde etnik Peştun aşiretlerinin 1893 yılında Durand Hattı ile bölünmesine dayanıyor. Söz konusu sınır, aşiretlerin ne şekilde bölündüğünü dikkate almıyor, sadece aradaki emperyal uzlaşmayı yansıtıyordu.

Irak-Suriye sınırı da benzer şekilde, Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-18) ardından İngiltere ile Fransa arasında sağlanan itilaf neticesinde belirlendi. Bunun neticesinde Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki El Cezire (Yukarı Mezopotamya) olarak bilinen sınırdaş bölgede, ağırlıklı olarak Sünni Arap aşiretlerden oluşan kırsal nüfus bölündü. Sınır, şehirlerde yaşayanları da etkiledi. Tarihsel açıdan Musul kentinin Bağdat ile ne kadar yakın bir ilişkisi varsa, Suriye’nin Halep şehri ile de o kadar yakın ilişkisi vardı.

Ortak aşiret ilişkileri

Suriye-Irak sınırında uzanan çölde, her iki yönde de serbestçe silah ve milis akışı olması, ortak aşiret ilişkilerine bağlanabilir. Soruna yol açan yapıyı sömürge siyaseti yaratmış olabilir, ama bu çatışma krizini, Irak devletinin politika alanındaki birtakım kötü tercihleri tetikledi.

Her şeyden önce Irak devleti 2008 yılında El Kaide’yi ülkeden çıkaran Iraklı Sünni Arap aşiret liderlerine iltimaslar sağlayarak onları ödüllendirmedi. Oysa bu, Baas Partisi’nin 2003 yılındaki çöküşünden önce de, sonra da Irak politikasını karakterize eden bir dinamikti. Şayet Irak devleti geçmişin iltimas siyasetine özgü o cömertliği topluluk liderleri ve aşiretlerden esirgemeseydi, söz konusu kesimleri, bugün IŞİD’li din kardeşlerini Anbar, Ninova ve Diyala vilayetlerinden çıkarmaya teşvik etmiş olurdu.

Aşiret ve mezhep kaynaklı ortak ilişkiler, Irak ve Suriye’deki Sünni Arapların IŞİD’e katılmaları veya IŞİD sempatizanı Sünni Arapların, örgüt mensuplarının Irak’a girmesine izin vermeleri sürecinde etkiliydi. Yine de Suriye bölgesindeki çatışmayı, Irak devletinin bölünmesinin başlangıcı şeklinde görmek de hata olur.

Bağdat hükümetleri daha önce de benzer senaryolarla karşı karşıya kaldı. 1991 – Körfez Savaşı’ndan sonra çıkan ayaklanma sırasında Irak’taki 18 vilayetten 15′i Saddam Hüseyin’in denetiminden çıkarak Irak’ı Şiiler, Sünniler ve Kürtler olarak böldü. Saddam, Bağdat’ın otoritesini yeniden tesis etti. Ama bunu yaparken Ortadoğu tarihinin en acımasız harekatlarından birine de imza attı. Söz konusu ayaklanmayı takip eden bir yıl boyunca ülkenin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ile korumaya alınmış, fiili bir Kürt devleti varlık gösterse de Irak devleti resmi olarak bütün kaldı.

IŞİD’in son dönemde atağa kalkması, devletin mezhep çizgisinde bölüneceği anlamına da gelmiyor. IŞİD uluslararası nitelikte Sünni bir hareket olmasına rağmen, yoluna çıkan Suriyeli Sünni isyancılar ile Iraklı Sünni din adamları ve aşiret liderlerini de gözünü kırpmadan öldürebileceğini gösterdi. Iraklı Şii siyasi partiler de bu kriz konusunda bölünmüş vaziyette. Ülkede düzenlenen son seçimlerde mevcut Başbakan Nuri Maliki’ye parlamentoda çoğunluk sağlayacak oyu kazandıramayan da bu partilerdi.

“Maliki’nin Kürtlerin askeri desteğine bağımlı olması, Bağdat’ı petrol gelirleri ve Kerkük konusunda Kürtler ile anlaşmaya itebilir.”

ABD’nin tepkisi

ABD’nin Irak’taki krize şu ana kadar gösterdiği tepki, Musul ve diğer kentlerin düşmesini, tamamen Maliki yönetiminin suçu olarak görmek yönündeydi. Ancak ABD’nin bu suçlama oyununu kenara bırakmasını gerektiren bir süreçteyiz. Sonuçta bu işte ABD’nin de bir miktar suçu var. Washington, 2006′da başbakanlık için tercihini Maliki’den yana kullanmış, diğer aday Ali El Edip’i İran ile fazla yakın olduğu gerekçesiyle istememişti. Hatta George W. Bush, Maliki için “Irak’taki adamımız” demiş ve bu da Maliki’yi epey öfkelendirmişti.

Son bir yıldır yükselen IŞİD’i dikkate alan bir dış politika geliştirmeyi de başaramayan Washington, Maliki’nin IŞİD ile mücadele için silah sevkiyatının hızlandırılması ya da Irak’a yönelik saldırılarda kullanılan Suriye’deki IŞİD kamplarının havadan vurulması için yardım çağrıları karşısında da harekete geçemedi.

Suriye ve Irak çatışmalarını birlikte değerlendirme gerekliliği, belki de ABD ve İran’ın Suriye’deki iç savaşın çözümü konusunda anlaşıp, Irak-Suriye sınırının göreceli dahi olsa istikrara kavuşmasını sağlamaları için son uyarı.

ABD, Maliki’ye aslında göreve geldiği ilk günden beri yapması gereken şeyi yapması, yani ülkedeki farklı etnik-mezhepsel gruplar arasında ulusal bir uzlaşma ortamı oluşturması yönünde baskı yapıyor. IŞİD’in yeniden ortaya çıkması, Maliki’nin uzlaşma sürecini çok geç kalmadan başlatmak için son fırsatı olabilir.

Bugün Suriye diye bir gerçek olmakla birlikte, bu sorun, Irak’ı yok etmekten ziyade, ülkenin egemenliğini tehdit eder niteliktedir. Haklarından mahrum kalmış Irak halkı ve siyasetçilerinin, ülkelerini Suriye’deki çatışmadan kopartmaya teşvik edip etmeyeceğini ise Iraklı liderlerin önümüzdeki haftalarda verecekleri kararlar belirleyecektir.