İşçi Sınıfının Faşizme Karşı Birliği

(Üçüncü Enternasyonalin 7.Dünya Kongresi) -13 Ağustos 1935 Tarihli Konuşma

Yoldaşlar,

Temel taktik problemi ve işçi sınıfının saldırgan sermaye faşizm ve emperyalist savaş tehdidine karşı mücadele görevleri konusundaki raporum büyük ilgi çekmiş, kongre anlamlı konuşmalara sahne olmuştur. Sekiz gün süren tartışmaları toplarsak, raporda ortaya atılan temel önerilerin hepsi üzerinde fikir birliğine varıldığını söyleyebiliriz. Hiç bir konuşmacı ne önerdiğimiz taktiklere, ne de sunulan tekliflere karşı çıkmadı.

Cesaretle söyleyebilirim ki. Üçüncü Enternasyo­nalin bundan önceki kongrelerinin hiçbirinde, bu kongrede sağlanan ideolojik ve politik kaynaşma elde edilmemiştir. Kongredeki kesin fikir birliği göstermiştir ki, politika ve taktiklerimizi değişen koşullara göre, geçmiş birkaç yılın hareketli ve öğretici deneylerinden yararlanarak yenilemek bizim için bir zorunluluktur.

Enternasyonal proletarya hareketinde, fevka­lade acil problemlerin çözümündeki başarı için, fikir birliği şüphesiz ki en önemli şarttır. Bu problemi isimlendirecek olursak, ona; faşizme karşı mücadele işçi sınıfının bütün kesimlerinde birlik meydana ge-tirme, diyebiliriz.

Bu problemin başarılı bir şekilde çözüm­lenebilmesi için ilk olarak; Komünist Marksist-Leninist analiz silahını ustalıkla kullanabilmesi aynı zamanda durumun değerlendirilmesini yapar­ken, sınıf güçlerinin sıralamasını yapmalı, onların hareketlerinin ve mücadelelerinin durumuna göre planlar hazırlamalıdırlar. Uygulanması mümkün ol­mayan formüllere, klasik şemalara, önceden yapılmış kalıplara dayanan zayıflıklara karşı mer­hametsiz olmalıyız, -ki bu tip yanlışları sürdürenlere aramızda rastlanmaktadır- Komünistler arasındaki bu durumlara son vermeliyiz. Marksist-Leninist ana­liz bilgisi ve gücünün zayıfladığı zamanlar genel kav­ramlar ve “devrimci yol krizlerin dışındadır” gibi slo­ganlar atılır.

İçinde bulunulan şartların ciddi ve ayrıntılı açıklanması yapılmadan, sınıf güçleri arasındaki ilişkilere, proletaryanın ve ve emekçi halk kitlelerinin devrimci oluşumlarına ve Komünist Parti’nin etki gücüne bakılmadan devrimci yol kriz­ler dışında kalamaz. Böylesine bir analiz olmadan, etkin gibi görünebilen bu boş kalıplar sadece bizi bugünkü görevimizden alıkoyar. Elimizde tam bir Marksist-Leninist analiz olmadan, hiçbir zaman, faşizm problemini ortaya koyup çözemeyiz. Aynı şekilde İşçi Birleşik Cephesi ve Halk Cephesi, Birleşik Cephe hükümeti problemleri de çözülemez. İşçi sınıfı oluşumu problemleri de çözülemez. İşçi sınıfı oluşumu problemleri, özellikle Sosyal Demokrat işçiler, ya da yeni çıkan karmaşık problemler -ki yaşamla birlikte gelişen bu problemler- şimdi bizi tedirgin ettiği gibi ileride de tedirgin edecektir.

İkinci olarak, gelişim içinde olan insanlara ih­tiyacımız var. İşçi sınıfından çıkan, bugünkü müca­delelerle yoğurulmuş, militan, kendini tamamen işçi sınıfı davasına adamış ve beyni, herşeyi ile kongrede kararlara etki edebilecek insanlar gerekli bize. Faşizme karşı mücadele emekçi halkın karşılaştığı büyük  sorunları  Bolşevik,   Leninist  kadrolar  ol-maksızın çözemeyiz.

Üçüncü olarak, Marksist-Leninist teori ile do­nanmış insanlara ihtiyacımız var. Bu aracı ustaca kullanamayan insanlar dar çerçeve içerisinde kalır, politik kaymalar yapar, ileriyi göremez, olaydan olaya karar alır, mücadelenin genel çerçevesini kay­bederek kitleleri nereye yönelttiği ve kimleri yönettiğini unutur.

Dördüncü olarak, düşündüklerimizi gerçek­leştirebilmek için kitlelerin örgütlenmesine ih­tiyacımız var. Bizim politik ve ideolojik etkimiz tek başına yeterli değildir. “Olaylar kendiliğinden gelişecektir.” İnancına son verelim, bu bizim zayıflığımızdandır. Hatırlamalıyız ki, güçlü, sürekli, sabırlı ve bazen de acımasız bir örgütlenme çabası ol­madan kitleler hiçbir zaman Komünizme varamaz. Konuşmasını ve kitlelere hitabetmesini öğrenmeliyiz. Bu konuşmalar kalıplardan uzak, kitleleri harekete geçiren, kafalarda yer eden ve kişileri düşünceye iten bir biçimde yapılmalıdır.

Ben tartışmalara cevaplarımda bu konular üzerinde durmak istiyorum.

Yoldaşlar, Kongrenin büyük bir heyecan ve fikir birliği ile aldığı yeni tarihi kararları kutlarım. Bu heyecan ve birlik gerçekten çok iyi ve çok önemli şeylerdir fakat, alınan bu kararların ayrıntılarına inen, eleştirici bir yaklaşımla üstlenilmesi, ülkelerin kendilerine özgü şartlan içerisinde bir metod ve araç olarak ele alınması daha da doğru ve önemlidir.

Bütün bunlardan sonra şunu belirtmeliyiz ki; bu­rada alınan kararlar işçi sınıfının öncüleri için geçerlidir. Daha önceleri de fikir birliğiyle güzel ka­rarlar alınmıştı, fakat burada karşılaşılan problem­ler bunların milyonlarca kişiye önder olabilecekmiş gibi ele aınmasıydı.

Alınan karar örneklerine böyle bir formel yanaşma biçimini, artık kesinlikle bıraktığımızı id­dia edebilir miyiz? Hayır. Şunu belirtmek gerekir ki, bu  kongrede   de   ayrı  ayrı yoldaşların yaptıkları konuşmalarda formalizmin kalıntıları kendini gös­termekte, bazen gerçekten somut olarak analizini, canlı deneyleri, yeni bir kaba taslak şeyler, yeni, ba­sit, cansız bir formülle değiştirmek ve bizim için is-tenilir olan, fakat daha varolmayan birşeyi gerçek varolan birşey gibi gösterme eğilimi hissedilmekte­dir.

FAŞİZME KARŞI MÜCADELE SOMUT OLMALIDIR

Faşizmin hiç bir genel tarifi -doğru olsa bile-değişik aşamalardaki bütün ülkelerde gelişiminin ve faşist diktatörlüklerin çeşitli biçimlerinin özel nite­liklerinin incelenmesi gereğini ortadan kaldırmaz. Her ülkenin kendi ulusal özelliklerini, faşizmin özel ulusal niteliklerini incelemek, irdelemek ve ortaya koymak ve buna göre faşizme karşı etkili mücadele yöntem ve biçimleri bulmak zorunludur.

Lenin bizi, “kalıplaşmış yöntemlere, mekanik ge­nelleştirmelere, taktik kurallarının, mücadele kural­larının aynı tutulmasına” karşı kesin olarak uyar­mıştı.

Bu uyarı özellikle büyük sermayenin çıkarları için kitlelerin ulusal duygu ve davranışlarını ve anti-kapitalist eğilimlerini sömüren bir düşmana karşı mücadele meselesiyle ilgilidir. Böyle bir düşman her açıdan mükemmel olarak tanınmalıdır. Hiç gecik­meden onun çeşitli mavralarına karşılıkta bulun-malı, gizli hareketlerini keşfetmeli, onu her alanda her an püskürtmeye hazır olmalıyız. Eğer bize daha çabuk yardım edecek ve kulağımıza daha etkili küpe olacaksa düşmanımızdan bile öğrenmeye tereddüt et­memeliyiz.

Bütün ülkeler ve halklar için geçerli, evrensel bir faşizmin gelişim şeması ortaya koymak büyük bir yanlış olacaktır. Bu, gerçek bir mücadele sürdürmemize yardım etmeyecek, zararlı olacaktır. Üstelik meselenin böyle konulması, doğru ve tutarlı olarak   yaklaşıldığında   -gelişimin   belirli   biraşamasında- faşizme karşı mücadele cephesi içine alınabilecek veya en azından tarafsız hale getirilebi­lecek grupların faşizm kampına itilmesi sonucunu doğuracaktır.

Fransa ve Almanya’da faşizmin gelişimini örnek olarak alalım. Bazı arkadaşlar faşizmin Fransa’da Al­manya’da olduğu kadar kolay olarak gelişe-meyeceğine inanmamaktadırlar. Bu görüşte doğru ve yanlış olan noktalar nelerdir? 18. ve 19. yüzyıllarda birkaç devrim geçirmiş olan Fransa’da olduğu gibi, Almanya’da köklü demokratik gelenekler olmadığı doğrudur. Fransa’nın harbi kazandıktan sonra “Versailles” sistemini diğer ülkelere empoze ettiği ve Almanya’da olduğu gibi halkın incitilmediği (bu faktör Almanya’da önemli bir rol oynamıştı) doğrudur. Faşizmin iktidara gelmesinden önce bile köylünün büyük bir kesiminin tutucu partilerin etki­si altında bulunduğu Almanya’nın tersine Fransa’da bilhassa güneyde köylü kitleleri cumhuriyetin le­hinde ve anti-faşist idiler.

Yoldaşlar, Fransa ve Almanya’daki faşist hare­ketlerin gelişimlerinin mevcut farklarına, Fransa’da faşizmin saldırısını önleyen faktörlere rağmen orada faşist tehlikesinin devamlı artışına dikkat etmemek veya bir faşist darbe ihtimalini küçümsemek uzağı görememek demektir. Bundan başka, Fransa’daki bazı faktörler faşizmin gelişmesinin lehindedir. Fransa’da diğer kapitalist ülkelerden daha sonra başlayan iktisadi krizin daha derin ve kesin olarak devam ettiğini ve bunun büyük ölçüde, faşist demago­jiyi teşvik ettiğini unutmamalıyız. Fransız faşizmi orduda ve memurlar arasında. Nasyonal Sosyalistle­rin Reichwehr’de(70) iktidara gelmeden önce sahip ol­madıkları güçlü araçlara sahiptiler. Bundan başka, hiçbir ülkede parlamenter rejim, Fransa’da olduğu kadar çökmemiş ve kitleler arasında öfkeye yol açınaınıştır. Biliyoruz ki, Fransız faşistleri, bunu bur­juva demokrasisine karşı mücadele ederken silah ola-

(70) Reichwehr, Alman Ordusu.

Böylece, anlaşılmaktadır ki Thorez ve Cachin’in her zaman bahsettikleri ve bizim içten bir sevinçle karşıladığımız Fransa’daki anti-faşist hareketin kaydettiği başarılar, hâlâ işçi kitlelerinin faşizme giden yolu tamamiyle kapattığını göstermekten uzaktır. Raporumda bahsettiğim Fransız işçi sınıfının faşizme karşı mücadeledeki görevlerinin büyük önemini bir kere daha kesinlikle belirtmeli­yiz.

Faşizmin geniş bir kitle temeline sahip olmadığı ülkelerde zayıf olduğunu ileri süren aldatıcı bir görüşe sahip olmakta aynı şekilde tehlikelidir. Geniş bir te­mele sahip olmadığı halde devletin silahlı güçlerine dayanarak iktidara gelen faşizm aynı zamanda devlet organlarını da kullanarak temelini genişletmeye çalışmaktadır. Bulgaristan, Yugoslavya ve Finlan­diya gibi ülkeler bunun açık örneğidir.

Dutt, çeşitli ülkelerdeki faşist hareketin özel ni­teliklerini dikkate almadan burjuvazinin her reak-siyoner tedbirini yanlış bir tutumla faşizm olarak ka­bul edip, bütün Komünist olmayan kampı faşist diye adlandıracak kadar ileri giderek faşizmi genel bir kavram olarak mütalâa etme eğiliminin aramızda mevcut olduğu görüşünde haklıydı. Çünkü sonuçta faşizme karşı mücadele, güçlenmemiş, zayıflamıştı.

Şimdi bile faşizm sorununa yaklaşımda, klişe kalıntılarına rastlamaktayız. Örneğin, bazı yol­daşlar, Roosevelt’in(71) “New Deal” programının İngiltere “Ulusal Hükümetinden” daha açık ve daha kesin bir biçimde burjuvazinin faşizme doğru gelişimini temsil ettiğini iddia etmektedirler. Böyle bir iddia faşizm sorununa klişeleşmiş bir yaklaşımın işareti değil midir? Roosevelt’e karşı çıkan Amerika

(71) Roosevclt, Franklin (1882-1945) Amerika’nın ileri gelen devlet adamlarından. ABD Demokrat Parti liderlerinden. 1933-45 arası Devlet Başkanı.mali sermaye çevrelerinin, ABD’deki faşist hareketi teşvik eden ve örgütleyen en büyük güç olduğunu bir kimsenin görememesi için adi şemalara bağlı olması gerekir. “Amerikan vatandaşının demokratik hak­larını savunan” bu çevrelerin ikiyüzlü taşkınlıklarının arkasında Birleşik Devletler’de gerçek faşizmin gelişini görememek işçi sınıfını en kötü düşmanına karşı mücadelesinde yanıltmakla aynı anlama gelmektedir.

Tartışmada değinildiği gibi, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde de bazı faşist gruplar gelişmektedirler, fakat şüphesiz Almanya, İtalya ve diğer kapitalist ülkelerde görmeye alıştığımız faşizm çeşidinden değildir buralarda faşizm. Burada özel ekonomik, politik ve tarihi şartları incelemeli ve dikkate almalıyız. Ayrıca bütün bunlara bağlı olarak da faşizm kendine özgü biçimler almaktadır ve al­maya devam edecektir.

Düşünce tembelliği içindeki bazı yoldaşlar gerçek hayat olgularına somut olarak yaklaşmamakta, gerçek durumun ve sınıf güçleri arasındaki ilişkinin dikkatli ve somut bir incelemesi yerine genel, yüzeyde formüller getirmektedirler. Bunlar bize yanılmaz bir amaçla ateş eden keskin nişancıları değil, ya çok yükseğe ya çok aşağıya, ya çok yakına ya çok uzağa ateş ederek her zaman hedefi şaşıran “yaman” si-lahşörleri hatırlatmaktadırlar. Fakat biz, işçi hare­ketinin komünist savaşçıları, işçi sınıfının devrimci öncüleri olarak hedefi şaşırmadan vuran keskin nişancılar olmak isteriz.

ANTİ-FAŞÎST HALK CEPHESİNİN PROLETER BİRLEŞİK CEPHESİ

Bazı yoldaşlar, ne ile başlamalı meselesi üzerine kafalarını gereksiz olarak yormaktadırlar: Proleter Birleşik Cephesi ile mi yoksa anti-faşist Halk Cephesi ile mi?

Bazılarına göre sağlam bir proleter Birleşik Cephesi örgütlenmedikçe anti-faşist Halk cephesinin ku­rulmasına girişemeyiz.

Diğerleri, Proleter Birleşik Cephesinin kurul­ması birçok ülkelerde Sosyal Demokrasi’nin gerici kısmının direnişiyle karşılaştığından, önce Halk Cephesinin kurulmasıyla başlanıp, bu temel üzerinde işçi sınıfı Birleşik Cephesinin geliştirilmesinin daha iyi olduğunu ileri sürmektedirler.

Açıktır ki, iki grup da proletarya Birleşik Cephe­si ve anti-faşist Halk Cephesi’nin mücadelenin yaşayan diyalektiği ile bağlı ve iç içe geçmiş olduk­larını, faşizme karşı mücadele süresinde birinin diğerine geçeceğine ve onları ayıran bir Çin seddinin bulunmadığını anlayamamaktadırlar.

Anti-faşist Halk Cephesi’nin yönlendirici gücü olan işçi sınıfının eylem birliği sağlanmadıkça gerçek bir anti-faşist Halk Cephesi kurulmasının mümkün olabileceği ciddi olarak düşünülemez. Aynı zamanda, proletarya Birleşik Cephesi’nin daha fazla gelişme göstermesi -büyük ölçüde- onun faşizme karşı bir Halk Cephesi’ne dönüştürülmesine bağlıdır.

Yoldaşlar, bizim kararlılığımızı gözleyen, gerçek bir bilgin şevkiyle gösterişli şemalarını kuran bu çeşit hazır teorilere bağlı bir kişiyi gözlerinizin önüne getirin:

Önce, tabandan mahalli proletarya Birleşik Cep­hesi;

Daha sonra, aynı aşamalardan geçerek yuka­rıdan Birleşik Cephe;

Sonra sendikacılık hareketinde birlik;

Bundan sonra, diğer anti-faşist partilerin katılmasını temin;

Bunu takiben yukarıdan ve aşağıdan genişletilmiş Halk Cephesi;

Bundan sonra hareket daha yüksek bir aşamaya geçirilmeli, politika ve devrim aşamalarına ulaşılmalı, vb.

Yoldaşlar, bunun tamamiyle saçma olduğunu söylemek gereksiz.  Sizinle  aynı fikirdeyim.  Fakat üzücü olan şudur ki bu çeşit sekter saçmalıklara çeşitli biçimlerde saflarımızda hâlâ pek sık rastlan­maktadır.

Gerçekte sorun nerede yatmaktadır? Şüphesiz faşizme karşı mücadeleyi yürütecek bir Halk Cephesi için her yerde çalışmalıyız. Fakat birçok ülkelerde Sosyal Demokrasi’nin gerici bölümünün direnişini kırmak amacıyla, işçi kitlelerini mücadelenin prole­tarya Birleşik Cephesine mobilize (seferber) etmeyi başaramadıkça Halk Cephesi hakkında genel konuşmaların ötesinde birşey yapamayız. En başta, nüfusun çoğunluğunu işçi sınıfının meydana getirdiği ve işçi sınıfının büyük bir kısmının sendikalar ve İşçi Partisini takibettiği İngiltere’de durum budur. Belçika ve İskandinav ülkelerinde niceliksel olarak küçük Komünist Partilerinin; güçlü kitle sendikaları ve ni­celiksel olarak büyük Sosyal Demokrat Partilerle karşılaşmasının nedeni de budur.

Bu ülkelerde komünistler, işçi sınıfının kitle örgütleri katılmadan meydana getirilemeyecek olan Halk Cephesi hakkında genel konuşmalarla bir prole­tarya Birleşik Cephesi kurma mücadelesinden kaçınırlarsa, çok ciddi bir hata işlemiş olacaklardır. Bu ülkelerde gerçek bir Halk Cephesi ortaya çıkarmak için Komünistler işçi kitleleri arasında büyük politik ve örgütsel çalışmalarda bulunmalıdırlar. Büyük re­formist örgütlerini proleter birliğinin varlığı olarak kabul eden bu kitlelerin ön yargılarını yenmek zorun­dadırlar. Komünistlerle kuracakları bir Birleşik Cephenin bu kitlelerin sınıf mücadelesi aşamasına geçişi demek olduğunu, sermaye ve faşizm baskısına karşı mücadelede başarının bu geçişle garanti edil­diğine dair onları ikna etmelidirler. Burada daha geniş görevler tespit etmekle güçlükleri yenemeyiz. Aksine bu güçlükleri yok etmek için savaşırken gerçekten ve yalnız sözde kalmadan faşizme, kapita­list baskıya ve emperyalist savaş tehdidine karşı sağlam bir Halk Cephesi yaratılması için ortam hazırlamış olacağız.

İşçi hareketinin yanında güçlü bir köylü hareke­tinin geliştiği, köylü hareketinin tarımsal kriz ile ra-dikalleşen örgütlere sahip olduğu ve ulusal baskının azınlıklar arasında öfkeye yol açtığı Polonya gibi ülkelerde sorun başkadır. Burada mücadelenin Halk Cephesi’nin gelişimi, proletarya Birleşik Cephesinin gelişimi ile birlikte paralel gidecek ve bu tipteki ülkelerde bazen genel bir Halk Cephesi hareketi işçi sınıfı cephesi hareketini aşacaktır.

Burjuva demokratik devrimi süreci içinde bir ülke olan İspanya’yı ele alalım. Proletarya birçok küçük örgütlere dağıldığından, Lerroux(72) ve Gil Ro-bles’e(73) karşı bir işçi ve köylü cephesi yaratılmadan önce işçi sınıfının tam savaş birliğinin sağlanması gerektiği söylenebilir mi? Sorunu böyle ele almakla proletaryayı köylüden ayırmış olacak, toprak devri­mi sloganından vazgeçecek ve halk düşmanları için proletarya ve köylüyü ayırıp, köylüyü işçi sınıfının karşısına çıkarmalarını kolaylaştıracaktık. Pek iyi bilindiği gibi, Asturias’da 1934 Ekim olaylarında işçi sınıfının yenilgisinin ana sebeplerinden biri bu idi.

Fakat proletaryanın sayıca az olduğu, köylü ve şehir küçük burjuva tabakalarının hakim olduğu bütün ülkelerde bir nokta unutulmamalıdır. Emekçi halkla ilişkilerde işçi sınıfının yönlendirici faktör olarak yerini alabilmesi için, işçi sınıfının kendi Birleşik Cephesinin kurulmasına bütün çabalarının gösterilmesi zorunludur.

Yoldaşlar; görülüyor ki, proleter cephesi ve Halk Cephesi sorununun ele alınmasında bütün durumlara, bütün ülkelere, bütün halklara uygun genel çözümler olamaz. Bu konuda evrensellik, bütün ülkelere tek ve aynı reçetenin uygulanması cahillik demektir. Ve ca­hillik  gizli   bile   olsa   -özellikle   evrensel,   hazır

(72)    Lerroux, Alessandro Garcia. İspanyol politikacısı. Cumhuri­yetçi ve Radikal Partinin liderlerinden, ilk Cumhuriyet
hükümetinin Dışişleri Bakanı (1931), 1935’ten sonra karşı-devrimci hükümetlerin başında bulundu ve en sonunda Franko’nun serkeşleriyle birleşti.

(73)       Robles, Gil. Karşı-devrimci İspanyol politikacısı, faşistlerdenyana olan Lerroux hükümetinde bakan.

şemaların maskesi altında gizli bile olsa- yokedil-melidir.

SOSYAL DEMOKRASİNİN ROLÜ VE PROLETARYA BİRLEŞİK CEPHESİNE KARŞI TUTUMU

Yoldaşlar; karşılaştığımız taktik sorunlar açısından şu soruya doğru cevap vermek çok önemlidir: Sosyal Demokrasi hâlâ burjuvazinin te­mel siperi midir, eğer öyle ise, nerede?

Tartışmaya katılan yoldaşların bazıları (Florin ve Dutt) bu soruya değindiler. Sorunun önemini dik­kate alarak daha tam ve doğru cevaplar verilmelidir. Çünkü bu, her eğilimdeki işçinin, özellikle Sosyal De­mokrat işçilerin sorduğu bir sorudur.

Birçok ülkede Sosyal Demokrasi’nin durumunun ve burjuvaziye karşı tutumunun bir değişiklik içinde bulunduğu akılda tutulmalıdır.

İlk önce kriz, işçi sınıfının en emin kısımları­nın, yani Sosyal Demokrasinin ana desteği olan işçi aristokrasisinin durumunu bile ciddi olarak sarsmıştır. Bu kısımlar da burjuvazi ile sınıf işbirliği politikasının çıkarlarına ilişkin görüşlerini gittikçe değiştirmeye başlamaktadırlar.

İkincisi, daha önce raporumda işaret ettiğim gibi, bazı ülkelerde burjuvazi, mali sermaye devlet siste­minde Sosyal Demokrasinin yalnız önceki pozisyo­nunu yok etmekle kalmayıp, bazı koşullarda yasal statüsünü de kaldırarak burjuva demokrasisini ter-ketmek ve terörist diktatörlük kurmak zorunda kalmıştır.

Üçüncüsü, burjuvazi ile sınıf işbirliği Sosyal De­mokrasi politikasının ana nedenini teşkil ettiği, Al­manya, Avusturya ve lspanya(74)daki işçilerin yenilgi­sinden alınan derslerin, diğer yandan Sovyetler Birliği’nde Bolşevik politikasının ve devrimci Mark-

(74) Burada devrimci hareketlerin 1918-23 arasında Almanya’da, 1934’te Avusturya’da ve yine 1934’te İspanya’da (Asturya) yenik düşmelerinden söz edilmektedir.

Bunların birleşik etkileri Sosyal Demokrasi için, burjuvazinin siperi olma rolünü korumasını git­tikçe daha güç, hatta bazı ülkelerde imkansız hale ge­tirdi.Bunu anlayamamak, özellikle faşist dik­tatörlüklerin Sosyal Demokrasi’nin yasal statüsünü kaldırdıkları ülkelerde çok zararlıdır. Bu açıdan konuşmalarında eski formüllere ve Sosyal Demokra­si ile ilgili kararlara bağlı kalmaya son verme zorun­luluğunu ve Sosyal Demokrasinin durumunda meyda­na gelmiş olan değişmeleri gözardı etmeyi durdurma gereğine değinen Alman yoldaşların özeleştirileri doğrudur. Eğer bu değişmeleri gözardı edersek, bu du­rum işçi sınıfının birliğini sağlama politikamızda bozulmalara yolaçacak ve Sosyal Demokrat partile­rin gerici unsurlarının Birleşik Cepheyi sabote etme­lerini kolaylaştıracaktır.

Şimdi, Sosyal Demokrat Partilerin saflarının devrimci eyleme katılma süreci her yerde aynı gelişmeyi göstermemektedir. Devrimci eyleme katılmaya başlayan Sosyal Demokrat işçilerin he­men ve kitle halinde tutarlı sınıf savaşı durumuna geçecekleri ve hiçbir ara aşama olmaksızın doğrudan doğruya Komünistlerle birleşecekleri hayal edilme­melidir. Birçok ülkelerde bu, oldukça güç, karmaşık ve uzun bir süreç olacak ve temel olarak bizim politi­ka ve taktiklerimize bağlı kalacaktır. Hatta burjuvazi ile sınıf işbirliği durumundan geçerken bazı Sosyal Demokrat Partilerin ve örgütlerin bir süre bağımsız örgütler veya partiler olarak devam edecekleri ihti­malini dikkate almalıyız. Böyle durumlarda, şüphesiz, bu çeşit Sosyal Demokrat örgüt ya da parti­lerin, burjuvazinin siperi olarak kabul edilmeleri doğru olmaz.

Burjuvazi    ile    sınıf   işbirliği   ideolojisinin yıllardır yerleşmiş etkisinde olan Sosyal Demokrat işçilerin kendi kendilerine, nesnel şartların gelişimi ile bu ideolojiyi kırmaları beklenemez. Onların re­formist ideolojiden kurtulmalarına yardım etmek, biz Komünistlerin görevidir. Komünizmin program ve ilkelerini izah etme işi sabırla, arkadaşça bir tutumla sürdürülmeli ve Sosyal Demokrat işçinin bireysel gelişimi çizgisinde yapılmalıdır. Sosyal Demokrasiyi eleştirimiz daha somut ve sistematik hale gelmeli ve Sosyal Demokrat kitlelerin kendi deneylerine dayan­malıdır. Hatırda tutulmalıdır ki, temel olarak sınıf düşmanlarına karşı Komünistlerle birlikte mücadele deneylerini kullanarak Sosyal Demokrat işçilerin devrimci gelişimlerini sağlamak ve hızlandırmak mümkün olacaktır. Sosyal Demokrat işçilerin kuşkularını gidermek için onların proletarya Birle­şik Cephelerine katılmalarından daha etkili bir yol yoktur.

Yalnızca Sosyal Demokrat işçiler için değil, aynı zamanda devrimci sınıf ideolojisini benimseyecek ve bizimle sınıf düşmanlarına karşı çalışmak isteyecek Sosyal Demokrat Parti ve örgütlerin yönetici üyelerinin de harekete katılmasını kolaylaştırmak için elimizden geleni yapacağız. Şunu da açıklıyoruz ki, gerici Sosyal Demokrat liderlerin yıkıcı taktikle­rini yıkmaya devam eden birleşik Cepheye karşı çıkarak, doğrudan ve dolaylı olarak sınıf düşmanlarına yardım eden Sosyal Demokrat herhan­gi bir kişi için sınıfı önünde, 1918 devrimini birçok Avrupa ülkesinde başarısızlığa götürüp faşizme yolaçan Sosyal Demokrat sınıf işbirliği politikasını desteklemekten tarihi olarak sorumlu olanlar kadar suçlu olacaktır.

Birleşik Cepheye karşı takınılan tavır Sosyal De­mokrasinin gerici bölümleriyle devrimci olan bölümleri arasındaki seti belirtir. Burjuvazi ile aynı blokta yer alan Sosyal Demokrasinin gerici kampına karşı savaşımız ne kadar yoğun olursa, devrimci Sos­yal Demokratlarla işbirliğimiz o kadar etkili olacaktır. Ve sol kamp içinde onun çeşitli unsurlarının kendi iradelerinin daha çabuk yer alması için Komünistlerin Birleşik Cephe hareketinde Sosyal De­mokrat Partilerle daha kararlı olarak savaşması ge­reklidir. Sınıf mücadelesi deneyleri ve Sosyal Demok­ratların Birleşik Cephe hareketine katılmaları bu kampta kimin lafta, kimin gerçekten solcu olduğunu gösterecektir.

BİRLEŞİK CEPHE HÜKÜMETİ

Sosyal Demokratların proletarya Birleşik Cep­hesinin pratikte gerçekleşmesine karşı tutumu, genel bir deyişle, burjuvazinin iktidarda olduğu her ülkede Sosyal Demokrat partinin veya bu partinin belirli or­ganlarının değişimini ve bu değişimin derecesini be­lirten temel işarettir.

Birleşik Cephe hükümeti sorunu üzerinde Sosyal Demokrasinin davranışı bu konuda açık bir test ola­caktır.

Bir Birleşik Cephe hükümeti kurulması meselesi acil bir problem olarak ortaya çıktığı zaman, bu so­run Sosyal Demokrasi politikasının önemli bir testi olacaktır: Ya faşizme doğru giden burjuvazi ile bir­likte işçi sınıfına karşı ya da devrimci proletarya ile birlikte faşizme karşı, hem de kelimelerle değil, gerçekten birleşik bir eylem sürdürecektir. Birleşik Cephe hükümeti kurulduğu zaman ve iktidarda iken sorun, kaçınılmaz olarak bu şekilde ortaya çıkacak­tır.

Kanımca Birleşik Cephe hükümeti veya anti-faşist Halk Cephesi Hükümetinin kurulmasının nite­liği ve şartları ile ilgili olarak, genel taktikler için ge­rekli olanı raporum vermekteydi. Bunların yanısıra, böyle hükümetlerin bütün kuruluş biçimlerini ve şartlarını belirtmemizi beklemek anlamsız tahmin­ler içinde kaybolmak demek olacaktır.

Bu konuda aşın basitleştirme veya hazır kalıplar uygulamasına karşı bir uyanda bulunmak isterim.

Hayat, her kalıptan daha karmaşıktır. Örneğin prole­tarya iktidarının kurulması yolunda Birleşik Cephe hükümetinin kaçınılmaz bir aşama olduğunu düşünmek yanlış olacaktır. Faşist ülkelerde hiçbir geçiş aşaması olmayacağını ve faşizmin kesinlikle hemen proletarya iktidarına yolaçacağını ileri süren eski görüş kadar bu görüş de yanlıştır.

Sorunun özü şudur: Proletarya burjuvazinin yıkılması ve kendi iktidarının kurulması için hare­ket etmesi gerektiği anda hazır olacak mıdır, hazır olduğu anda da dostlarının desteğini sağlayabilecek midir? Ya da burjuva diktatörlüğünü doğrudan doğruya yıkmayı başaramadan, yalnızca faşizmi bastırmakla ve alt etmekle mi yetinecektir? Burjuva diktatörlüğünün yıkılmaması halinde bir Birleşik Cephe ya da Halk Cephesi hükümetinin kurulmasını reddetmek, bağışlanmaz bir dar görüşlülük ve gevşek devrimci politika olur.

Faşizmin henüz güçlenmediği ülkelerde bir Birleşik Cephe hükümeti kurulmasının, bu tip hükümetlerin faşist diktatörlüklerinin hüküm sürdüğü ülkelerde kurulmasından oldukça farklı bir özellik taşıdığını anlamak zor değildir. Faşist ülkelerde Birleşik Cephe hükümetleri yalnızca faşist yönetimin yıkılma sürecinde kurulabilir. Burjuua-demokratik devrimin gelişmekte olduğu ülkelerde ise bir Halk Cephesi hükümeti işçilerin ve köylülerin de­mokratik iktidarlarının hükümeti olabilir.

Raporumda daha önce de belirttiğim gibi. Ko­münistler, halk düşmanlarına karşı gerçek bir savaş veren ve Komünist Partisi ile işçi sınıfının hareketle­rini kolaylaştıran bir Birleşik Cepheyi desteklemek için bütün güçlerini ortaya koyacaklardır. Komü­nistlerin hükümette yer alıp almayacağını ise, tama­men o zamanki şartlar belirleyecektir. Bu gibi mese­leler ancak karşı karşıya kalınınca çözümlenecektir, önceden hazırlanmış ve hazırlanabilecek hiçbir çözüm olamaz.

BURJUVA DEMOKRASİSİNE KARŞI TAVIR

Bir yandan kitleleri faşizmin emekçi halklara saldırısını püskürtmek için harekete geçiren Polonya Partisi, diğer yandan “halkta demokratik. yanılgılar uyandıracağı korkusu yüzünden olumlu demokratik istekler formüle etmekten kaçınmıştı.” Polonya Par­tisi, tabii ki, olumlu demokratik istekler uyan­dırmaktan ya da bu yüzden korkan tek parti değildi.

Bu korku nereden geliyor yoldaşlar? Bizim burju­va demokrasisine karşı tavrımızın yanlış ve diyalek­tik olmayan biçimde kavranmasından geliyor. Biz, Komünistler, Sovyet demokrasisinin değişmez savu­nucularıyız. Sovyetlerin 7. Kongre kararlarıyla ka­pitalist ülkelerdeki burjuva demokrasisinin son izle­ri de yok edilerek eşit oy, tek dereceli ve gizli oy hakkı tanındı. Bu Sovyet demokrasisi proletarya devrimi­nin zaferini ön şart olarak ileri sürer ve sosyalizm yo­lunda halkın ezici çoğunluğu tarafından benimsene­rek üretim araçlarının bireysel mülkiyetinden halkın mülkiyetine geçmesini ister. Bu demokrasi ni­hai bir biçimi temsil etmez; sınıfsız bir toplumun ya­ratılmasında ve halkın zihnindeki ve ekonomik hayatındaki kapitalizmin tehlikelerini yenmede sos­yalizmin inşasının ilerlemesiyle gelişir ve genişler.

Bugün kapitalist düzen içinde yaşayan milyon­larca emekçi çeşitli ülkelerdeki burjuva yönetiminin aldığı biçimlere karşı takınacakları tavır üzerinde karar vermek durumundadırlar. Biz anarşist değiliz. Ama bu ülkelerin politik rejimlerine, örneğin demok­ratik hakların ve özgürlüklerin büyük ölçüde kısıtlandığı burjuva demokrasisi ya da kesin faşizm biçimlerindeki burjuva diktatörlüğüne ilgisiz kala­mayız. Bizler, işçi sınıfının yıllarca inatla mücadele ederek söke söke aldığı demokratik kazançların en küçük parçasını bile koruyacağız ve bu kazançları yaşatmak için azimle savaşacağız.

İngiliz işçi sınıfı grev ve toplanma hakkını, sen­dikalarının meşruluğunu, basın özgürlüğünü, diğer

hak ve imtiyazlarını sağlayıncaya kadar bir sürü kur­ban verdi. Ondokuzuncu asırda Fransa’da temel hak-lann elde edilmesi ve sömürücülerle mücadele yolun­da örgütlenmenin meşrulaştırılması için verilen savaşta onbinlerce işçi can verdi. Dünya proletaryası burjuva demokrasisi haklarını alabilmek için kan akıtmışlardır. Bu hakları elinde tutabilmek için de, tabii ki, bütün gücüyle savaşacaktır.

Burjuva demokrasisine karşı tutumumuz şartlara göre değişmelidir. Rus Bolşevikleri Ekim Devrimi sırasında, burjuva demokrasisini korumak sloganı altında proletarya iktidarını önlemeye çalışan bütün partilere karşı bir ölüm kalım kav­gasına girişmişlerdi. Komünistler bu partilerle savaştılar, çünkü proletaryanın zaferine karşı hare­kete geçirilen bütün karşı-devrimci güçler burjuva de­mokrasisinin bayrağı çevresinde toplanıyorlardı. Günümüzün kapitalist ülkelerinde ise durum oldukça değişiktir., Faşist karşı-devrimi emekçi kitlelerini ez­mek ve sömürmek için en barbar rejimi kurmaya çalışmakta, bunun için de artık burjuva demokrasi­sine saldırmaktadır. Kapitalist ülkelerin emekçi kit­leleri şimdi çabuk ve kesin bir seçme yapmak zorun­dadırlar ve bu seçme proletarya iktidarı ile burjuva demokrasisi arasında değil, burjuva demokrasisi ile faşizm arasında olacaktır.

Bunun yanısıra, bugünkü durum kapitalist istik­rar devresindekinden çok farklıdır. Faşizm tehlikesi o zamanlar şimdiki kadar belirlenmiş değildi. Dev­rimci işçilerin karşısında burjuva demokrasisi biçimindeki burjuva diktatörlüğü vardı ve kavga­larını burjuva demokrasisine karşı sürdürüyorlardı. Almanya’da Weimar Cumhuriyetine(75) karşı bir Cumhuriyet olduğu için değil, özellikle 1918-20 arasında ve 1923’te proletaryanın devrimci hareketi­ni yok etmeye çalışan bir burjuva cumhuriyeti olduğu

(75) Weimar Cumhuriyeti, Anayasayı hazırlamak için Welmar’da toplanan Anayasa Kurulu tarafından 1919’da ilan edildi. 1933’te Hitler iktidara gelir gelmez Weimar Anayasası yürürlükten kaldırıldı.

Faşist hareket kendini belli etmeye başladığı za­man örneğin, faşistler Almanya’da 1932 yılında yüzbinlerce askeri, emekçi kitlelere karşı örgütlerken ve silahlandırırken, komünistler aynı tutumu Sürdürebilirler miydi? Sürdüremezlerdi tabii. Komünistler bazı ülkelerde, özellikle Almanya’da, büyük hatalar yaptılar. Meydana gelen değişiklikleri gözönüne almadıkları gibi, birkaç yıl önce, özellikle proletarya iktidarı mücadelesinin başlıca eylem olduğu ve bütün Alman-karşı devriminin 1918-20 arasında Weimar Cumhuriyeti’nin bayrağı altında canlandığı günlerde, doğru olan sloganları tekrarla­maya ve aynı-taktikleri uygulamaya devam ettiler.

Olumlu demokratik sloganların ortaya atıl­masından duyulan korkuyu saflarımızda bugün bile görüyoruz. Bu durum, yoldaşlarımızın, taktiklerimi­zin bu gibi meselelerine yaklaşımda Markisist-Leninist yöntemleri pek kavrayamadıklarını göste­riyor. Bazıları demokratik haklar için yapılan müca­delenin işçileri proletarya iktidarı mücadelesinden saptıracağını söylüyorlar. Lenin’in bu konudaki söz­lerini unutmamak zorundayız:

“Demokrasi mücadelesinin proletaryayı sosyalist dev­rimden saptıracağını, sosyalist devrimi engelleyeceğini, ge­riye iteceğini düşünmek büyük bir yanlıştır. Aksine, eksiksiz demokrasi gerçekleştirilmeden sosyalizm kurulamaz. Prole­tarya çok yönlü, tutarlı ve devrimci bir demokrasi müca­delesi vermeden burjuvaziye karşı kazanılacak bir zafere hazır olamaz.(*)

Bütün yoldaşlarımız bu sözleri kafalarına iyice yerleştirmelidirler. Tarih, işçi sınıfının temel hak­larını savunmak için başlatılan küçük hareketlerden büyük devrimler doğduğunu göstermiştir. Diğer yan­dan, demokratik haklar mücadelesinin işçi sınıfının sosyalizm mücadelesiyle kaynaştırılabilmesi için önce burjuva demokrasisine karşı alınan tavırlarda bütün kalıplardan sıyrılmak gerekmektedir.

(*)    V.L Lenin. Bütün Eserleri, C. 22, sf. 133

YALNIZCA DOĞRU BİR EYLEM ÇİZGİSİ YETERLİ DEĞİLDİR

Yoldaşlar! Üçüncü Enternasyonalin ve her bölümünün ana görevi, doğru bir eylem çizgisi koy-maktır. Diğer yandan doğru bir çizgi, sınıf kavgasının somut liderliği konusunda kendi başına yeterli ola­maz.

Bunu tamamlamak için belirli şartların da ger­çekleşmesi gerekmektedir ki, bunların en önemlileri aşağıdadır:

Önce, alman kararların uygulanmaya başlanma­sı ve bu yolda karşılaşılacak engellerin giderilmesi konularında örgütsel garantiler sağlanmalıdır.

Stalin  Yoldaşın   Sovyetler   Birliği  Komünist (bolşevik) Partisi’nin 17. Kongresinde parti çizgisinin yürütülmesi   koşulları   konusunda   söyledikleri, bütünüyle kongremizce alınan kararlara da uygula­nabilir ve uygulanmalıdır.

Stalin yoldaş şöyle diyor:

“Bazıları, doğru bir parti çizgisi hazırlamanın bunu her tarafa ilan etmenin, genel tezler ve kararlar biçiminde sun­manın ve oy birliği ile onaylamanın, zaferin kendiliğinden, deyim yerindeyse, kendi başına gelmesi için yeterli olduğunu düşünmektedir. Bu, elbette, doğru değildir; büyük bir sap­madır. Ancak düzelmeleri olanaksız bürokratlar bu şekilde düşünebilir… Partinin genel çizgisi çıkarına güzel kararlar ve konuşmalar yalnızca işin başlangıcıdır. Çünkü onlar zaferin kendisi değil, yalnızca zafer isteği demektir. Doğru çizgi sap­tandıktan, sorunun doğru olarak çözümü gösterildikten son­ra, davanın başarısı örgüt çalışmalarına, parti çizgisinin gerçekleşmesi konusundaki savaşıp örgütlendirilmesine, in­sanların doğru olarak seçilmesine, yönetici organların ka­rarlarının uygulanması durumunun yoklanmasına bağlıdır. Bunlar olmadıkça, doğru parti çizgisi ve doğru kararlar, ciddi olarak zarara uğrama tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dahası var: Doğru politik çizgi saptandıktan sonra politik çizginin geleceği, onun uygulanması ya da başarısızlığa uğraması da dahil her şey örgüt çalışmalarına bağlıdır.” (*)

(*)    Stalin, “Leninizm Meseleleri”,

Stalin yoldaş tarafından söylenen ve Partimizin bütün çalışmalarında yön verici bir temel olması ge­reken bu tanınmış sözlere birşey eklemeye gerek yok.

İkinci şart, Üçüncü Enternasyonalin ve Bölümlerinin aldığı kararların geniş halk kitleleri­nin kendi kararları haline getirilebilmesidir. Bu, şimdi, birleşik işçi cephesini örgütlemek ve geniş halk kitlelerini anti-faşist bir Halk Cephesine çekmek görevini yüklendiğimiz günlerde daha da ge­rekli olmaktadır. Lenin’in politik ve taktikçi dehası partinin, sloganlarını ve doğru hareket çizgisini halk kitlelerine kendi deneyleriyle anlatmaktaki usta­lığından doğmuştur. Bolşevizmin tarihini devrimci işçi hareketinin politik strateji ve taktiklerinin bu en büyük hazinesini incelersek, Bolşeviklerin kitlelerin öncülüğü yöntemlerini. Parti öncülüğü yöntemle­rinden her zaman daha üstün tuttuklarını görürüz.

Bunların yanısıra, eğer halkın anladığı dilde konuşmayı öğrenmezsek, kitlelerin kararlarımızı anlamayacağını da iyi bilmemiz gerekir. Çoğu zaman basit, somut, kitlelerin yadırgamayacakları ve anla­yabilecekleri bir tarzda konuşamıyoruz. Dilimizi, ez­bere bildiğimiz soyut formüllerden hâlâ temizleyeme­dik. Bildiriler, gazete yazıları, kararlar ve tezler öyle ağır bir üslup ve dille yazılmaktadır ki, bunları değil işçi kitleleri, Parti görevlileri bile zor anlamaktadır.

Yoldaşlar, bu yazıları okuyan ve dağıtan işçiler, özellikle faşist ülkelerde, hayatlarını tehlikeye at­maktadırlar. Eğer bütün bu fedakarlıkların boşuna gitmesini istemiyorsak, halk kitleleri için yazdıklarımızı onların dilinde yazmalı, bunun gerek­liliğini çok iyi anlamalıyız.

Bu mesele sözlü propagandalarımızda da aynı derecede önem kazanmaktadır. Faşistlerin bu konuda birçok yoldaşımızdan daha becerikli ve esnek dav­randıklarını inkar edemeyiz.

Burada, Hitler’in iktidara geçmesinden önce ve meşhur dolandırıcı ve spekülatör Sklarek kardeş­lerin birkaç ay süren duruşmaları sırasında Berlin’deyapılan bir işsizler toplantısından sözetmek istiyo­rum. Bir Nasyonal Sosyalist, toplantıdaki konuşma­sında, Sklarek kardeşlerin duruşmasını kendi işine gelen bir biçimde yorumladı. Sklarek kardeşlerin do­landırıcılığını, rüşvetçiliğini ve diğer suçlarını anlat­tı, aylardır sonuçlanmayan davanın Alman halkına yüzbinlerce marka malolduğunu belirtip büyük bir te­zahürat eşliğinde Sklarek kardeşler gibi gibi soygun­cuların hemen öldürülmesi ve dava için harcanan paranın da işsizlere dağıtılması gerektiğini söyledi.

Sonra bir Komünist kalktı ve söz istedi. Önce söz vermek istemeyen başkan, Komünistin sözlerini duy­mak isteyen dinleyicilerin baskısına dayanamadı ve söz vermek zorunda kaldı. Komünist kürsüye çıktığı zaman, herkes büyük bir heyecanla, söyleyeceği sözleri bekliyordu. Neler söyledi biliyor musunuz? Yüksek ve güçlü bir sesle:

“Arkadaşlar,” diye söze başladı, “çalışmalarını yeni biti­ren Üçüncü Enternasyonal Genel Kurulu, işçi sınıfının kur­tuluş yolunu göstermiştir. Bu yolda size düşen görev arka­daşlar, “işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak”hr. Genel kurul işsizlerin hareketlerinin ‘politikleşme’si gerektiğini belirt­miştir. Genel Kurul bizden politik seviyenin yükseltilmesini istemektedir.”

Genel Kurulun kararlarını işsizlere açıklayarak sözlerine aynı havada devam etti.

Böyle bir konuşma işsizleri etkileyebilir miydi? İşsizler kendilerini daha yüksek bir seviyeye ulaştırmak için önce politikleştirmemizden, sonra devrimcileştirmemizden, daha sonra da harekete geçmemizden hoşnut olabilirler miydi?

Oturduğum köşede, yapılması gereken şeyleri so­mut bir biçimde ağzından duymak istedikleri Komünisti sabırsızlıkla kürsüye çağıran işsizlerin es­nediklerini, sıkıldıklarını gösteren hareketler yaptıklarını görüyordum. Başkanın konuşmacının sözünü küstah bir davranışla kesmesi ve dinleyicile­rin de buna karşı çıkmaması beni hiç şaşırtmamıştı.

Propaganda çalışmalarımız içinde bunun bir sürü örneği vardır. Böyle şeyler yalnız Almanya’da da

olmamıştır. Bu tip yapılan propaganda insanın kendi davasına karşı propaganda yapmasından pek de farklı değildir.

Raporumu okuduğum sırada Başkan; Yoldaş Kuu-sinen. Kongre üyelerinden bana verilmek üzere ilgi çekici bir mektup aldı. Bu mektupu okuyorum:

“Aşağıdaki meseleyi konuşmanızda lütfen Kongreye getirin. Üçüncü Enternasyonal’in alacağı kararlar yalnız eğitilmiş komünistlerin değil, Üçüncü Enternasyonal karar­larını okuyan her işçinin de komünistlerin istediklerini, komünizmin insanlığa getireceklerini, önceden bir eğitim görmeden anlayabilecekleri bir biçimde yazılmalıdır. Bazı parti liderlerinin unuttukları bu nokta kendilerine, hem de kuvvetle hatırlatılmalıdır. Propagandamız açık bir dille yapılmalıdır.”

Bu mektubu yazanın kim olduğunu kesinlikle bilmiyorum ama, bu yoldaşın, mektubunda, milyon­larca işçinin isteğini ve düşüncesini seslendir­diğinden hiç kuşkum yok. Birçok yoldaşımız kitlele­rin çoğu zaman anlayamayacağı oturaklı sözlerin ve sayısı kabarık formüllerin daha güçlü bir propagan­daya yol açacağını sanıyorlar. Bu arada bazı yol­daşlar Lenin’in her zaman halk dilinde, kitlelerin he­men anlayabileceği bir tarzda yazdığını ve konuştu­ğunu da unutuyorlar.

Hepimiz şu cümleleri bir kanun, bolşevik kanu­nu, temel bir kural bilelim:

Yazarken ya da konuşurken sizi anlaması, size inanması ve sizi izlemesi gereken işçileri düşünün. Kendisi için yazdığınız, kendisi için konuştuğunuz in­sanları unutmayın.

KADROLAR

Yoldaşlar, en iyi kararlarımız bile, eğer onları uygulama alanına sokacak kişiler yoksa, birer kara­lama olmaktan ileriye geçemeyecektir. Maalesef, buna rağmen, çözmemiz gereken meselelerin en önemlilerinden biri olan kadro meselesi Kongre’nin ilgisini hiç de çekmemiştir.

Komüntern Yürütme Komitesi’nin hesap raporu yedi gün tartışılmış, çeşitli ülkelerden birçok konuşmacı kürsüye çıkmış, ama Partiler ve işçi hare­keti için son derece önemli olan bu meseleye yalnızca birkaç kişi, onlar da yüzeyde kalan sözlerle değinmiştir. Partilerimiz eylem alanında herşeye kişilerin, kadroların karar verdiklerini henüz pek anlamamış görünüyor.

Bir yandan en değerli kadrolarımızı kavga içinde kaybederken, diğer yandan kadro meselesini önemsemeyen bir tutuma girmek, asla hoşgörülemez. Bizler bir bilgiçler derneğinin değil, her zaman ateş hattında olan bir hareketin insanlarıyız. En dina­mik, en cesur ve en bilinçli unsurlarımız en ön saflar­da yer almaktadırlar. Düşman, özellikle faşist ülkelerde, ilk önce bu saftaki adamların peşine düşmekte, öldürmekte, hapse ve toplama kamplarma atmakta, akıl almaz işkenceler yapmaktadır. Bu du­rum saflarımızı durmadan yenilememizi, bir yandan eski kadroları elde tutmaya çalışırken, diğer yandan da yeni kadroları yetiştirmemizin ve eğitmemizin ge­rekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

Kitle Birleşik Cephesi hareketinin bizim etkimiz altında büyük bir güç kazanması ve ortaya binlerce yeni işçi sınıfı kavgacısı çıkartması, kadroların hızla eğitilmesi için ayrı bir neden ve zorunluluk olmakta­dır. Bunun da ötesinde, yalnız genç unsurlar ve işçiler değil, daha önce politik bir harekete karışmadığı halde saflarımıza katılan kişiler de devrimci bir nite­lik kazanmaktadırlar. Sosyal Demokrat Partinin eski üyeleri ve militanları büyük gruplar halinde biz­den tarafa geçmektedirler. Teorik eğitimden yoksun olan bu yeni kadrolar eylemlerinde kendi kendilerine çözmek zorunda kaldıkları önemli meselelerle karşılaşmaktadırlar. Bu da kendilerine, özellikle le­gal olmayan Komünist Partilerinde, özel bir çaba har­canmasını gerektirmektedir.

Kadrolar konusundaki doğru politika meselesi yalnızca Partilerimiz için değil, Komünist Gençlik

Birliği (Konsomol) ve bütün diğer kitle örgütleri için, bütün devrimci işçi hareketi için büyük bir önem ka­zanmaktadır.

Kadrolar konusunda doğru  politika nasıl ol­malıdır?

Birincisi, insanları iyi tanımalıyız. Partileri­mizde genel olarak kadrolar üzerinde sistemli bir çalışma yapılmamıştır. Son zamanlarda Fransa, Po­lonya ve Çin’de bu konuda bazı başarılar elde edil­miştir. Almanya Komünist Partisi de yeraltı devre­sinden önce kadroları üzerinde böyle bir çalışma yapmıştı. Bu partilerin deneyleri, daha önce dikkati çekmeyen bazı Partili işçilerin incelemeler başlar başlamaz değerlendirilebildiğini göstermiştir. Aynı zamanda. Parti içinde ideolojik ve politik yönlerden zararlı olan yabancı unsurlar da ayıklanabilmiştir. Bu konuda Fransa’da Bolşevik incelemesinden sonra sınıf düşmanlarının ajanı oldukları anlaşılan ve Partiden atılan Celor ve Barbe yeterli birer örnek ola­rak verilebilirler. Macaristan’da kadroların deney­den geçirilmesi, kimliklerini başarıyla gizleyen pro­vokatörlerin ve düşman ajanlarının açığa çıkartıl­masını çok kolaylaştırmıştır.

İkincisi, kadrolar doğru bir biçimde yüksel­tilmelidirler. Yükselme gelişigüzel bir olay değil. Par­tinin düzgün işleyen bir fonksiyonu olmalıdır. Kadro­lar yalnızca Parti üzerinde toplanan dar çerçeveli görüşlere göre yükseltilirlerse ve kitlelere olan yakınlıkları göz önüne alınmazsa, iyi sonuçlara varılamaz. Yükselmede işçilerin Parti içindeki çalışmaları ve kitleler üzerindeki etkileri temel ola­rak alınmalıdır. Partilerimizde son derece başarılı yükselme örnekleri vardır. Örneğin, bugün Kongre Prezidyumunda yer alan bir İspanyol Kadın Komünist: Dolores,(76) iki yıl öncesine kadar kimse­nin  ilgisini çekmeyen  bir  üyeydi.   İşçilerle  sınıf

(76) Ibbarruri, Dolores (La Passionaria, 1895-) 1932den beri İspanya Komünist Partisi Merkez Komitesinde Politbüro üyesi 1942’den beri İspanya Komünist Partisi Genel Sekreteri.

düşmanları arasındaki ilk çatışmalarda eksiksiz bir propagandacı ve savaşçı olduğunu gösterdi. Sonunda da Parti yöneticilerinden biri oldu.

Diğer ülkeler için de böyle başarılı örnekler veri-lebilirse de, kadrolar genellikle düzensiz, karmaka­rışık bir biçimde yükseltilmekte, bu da iyi sonuç ver­memektedir. Bazen en önemli yerlere davaya gerçekten zararlı olan çok bilmişler, ukalalar ve geve­zeler getirilmektedir.

Üçüncüsü, insanlar en verimli biçimlerde değerlendirilmelidirler. Her üyenin özelliklerini iyi bilmeli ve bu özelliklerinden iyi yararlanabilmeliyiz. İnsan kusursuz olamaz. Arkadaşlarımızı olduğu gibi görmeli, zayıflıklarını ve eksikliklerini gidermeye çalışmalıyız. Partilerimizde, kendilerine uygun görevler verildiği zaman çok faydalı olabilecek kişilerin yanlış değerlendirilmesiyle ilgili bir sürü örnek vardır.

Dördüncüsü, kadrolar uygun bir biçimde dağıtılmalıdır. Herşeyden önce, hareketin kilit nok­talarında kitlelerle ilişkisi olan, kitlelerin bağrından kopup gelen, ileri görüşlü, güvenilir kişiler bulun­malıdır. Önemli bölgelerde bu gibi kişilerin sayısı artırılmalıdır. Kapitalist ülkelerde ise kadroların yerlerinin değiştirilmesi pek kolay değildir. Bu değiştirme işleminin, hesaplanması ve gereken uygun bir biçimde giderilmesinin, maddi durum ve aile me­seleleri gibi engelleri ve zorlukları vardır. Bu konuyu çoğu zaman gözönüne almamaktayız.

Beşincisi, kadrolara sistemli olanaklar sağlanmalıdır. Bu olanaklar arasında ayrıntılı tali­matlar, sürtüşme çıkartmayacak bir denetim, yanlışların ve eksikliklerin giderilmesi ve günlük so­mut eğitim bulunmaktadır.

Altıncısı, kadroların harcanmaması konusuna titizlikle eğilinmelidir. Partili işçileri gerektiği za­man hemen geri çekmeyi ve yerlerine yeni kadroları sürmeyi öğrenmeliyiz. Parti liderlerinin özellikle Partilerin yasal olmadıkları ülkelerde, kadrolarınmuhafazasının sorumluluğunu yükümlenmelerini is­temeliyiz. Kadroların doğru bir biçimde korunması, partideki gizli alışmaların çok ciddi bir biçimde örgütlendirilmesini de gerçekleştirmektedir. Bazı partilerde birçok yoldaşlar, hazır reçetelere göre, yalnızca formel olarak örgütledikleri partilerini ille­gal çalışma şartları için hazır sandılar. Düşmanın doğrudan doğruya ağır saldırısı üzerine yeraltına geçtikten sonra ve yeniden örgütlenmek için gerçekten çalışmaya başlayınca bunun bedelini çok pahalı ödediler. Alman Komünist Partisinin gizli çalışma durumuna geçmesinin bize ne kadar pahalıya malolduğunu hatırlayınız? Bu bize, bugün daha legal durumda bulunan, fakat yarın legalliklerini kaybet­me olasılığı olan partilerimize ciddi bir uyarı ol­malıdır.

Partilerimizn gelişmesi, eldeki bütün güçleri en verimli biçimlerde değerlendirmesi, kitle hareketinin uçsuz bucaksız hazinesinden yeni ve zinde işçilerin her zaman canlı olan takviyelerini sağlayabilmesi, ancak doğru bir kadro politikasının uygulanmasıyla gerçekleştirilebilir.

Kadroların seçiminde gözönüne alınacak temel unsurlar nelerdir?

Birincisi, kendini işçi sınıfının davasına kesin­likle adamak. Partiye bağlılık ki bu özellikler sınıf düşmanlarına karşı çarpışırken, hapiste ve mahke­mede denenmiş olmalıdır.

İkincisi, kitlelerle mümkün olduğu kadar yakın ilişki. Sözünü ettiğimiz yoldaşlar kitlelerin çıkarlarını, nabızlarını iyi tanımalı, duygularını ve isteklerini iyi bilmelidirler. Parti örgütlerimizin li­derlerinin prestiji, herşeyden önce kitlelerin kendile­rini lider olarak tanıması, liderlik kapasitelerini ve deneylerini, mücadeledeki azim ve fedakarlıklarını görüp inanması temeline dayandırılmalıdır.

Üçüncüsü, kadroların gerekli şartları kendilikle­rinden yaratma ve karar verirken üzerlerine sorum­luluk alma yetenekleridir. Sorumluluktan korkan bir insan lider değildir. Kendisi karar veremeyen, “Ben bana söylenen şeyi yaparım.” diyen insan Bolşevik değildir. Gerçek bir sosyalist lider yenilgi anında ken­disini kaybetmeyen, başarı anında ne yapacağını şaşırmayan, kararların yürütülmesinde sarsılmaz bir sağlamlık gösteren kişidir. Kadrolar en çok mücadelenin somut meselelerini kendiliklerinden çözmek zorunda kaldıkları ve kararlarının bütününden sorumlu olduklarını anladıkları durum­larda gelişirler.

Dördüncüsü sınıf düşmanlarına karşı kavgada disiplin ve Bolşevik sağlamlığı, bunun yanısıra, Bolşevik çizgisinden sapmalara karşı amansız bir mücadele.

Kadroların doğru seçimini sağlayan bu özellikler üzerinde titizlikle durmalıyız. Eylemde çoğu zaman iyi yazan ve iyi konuşan yoldaşlara öncelik verilmek­tedir. Ama, bu kadar iyi yazıp konuşamasalar bile, mücadeleye daha yatkın, becerikli karar verebilen, kitlelerle ilişki kurabilen, kavgaya girip diğerlerini de kavgaya sokabilen kişiler geri planda bırakılmaktadırlar. Davaya bağlı işçilerin, ileri görüşlü işçi sınıfı liderlerinin arasına tutucuların (sekter), doktrincilerin ve ahlakçıların katıldığı az mı görülmüştür?

Önde gelen kadrolarımız, görevleri hakkındaki bilgilerini Bolşevik temeliyle kişiliklerindeki dev­rimci güçle ve görevlerini uygulama ustalığıylabirleştirmelidirler.

Yoldaşlar, kadrolar konusuna bağlı olarak Ulus­lararası İşçi Savunmasının işçi hareketinin bu mese­lede oynadığı büyük rol üzerinde durmama izin verin. Uluslararası işçi Savunmasının işçi hareketinin bu meselede politik göçmenlere, ezilen devrimcilere ve anti-faşistlere verdiği destek, birçok ülkede binlerce işçi sınıfı kavgacısının hayatını kurtarmış, gücünü ve savaşma azmini korumuştur. Hapse girenlerimiz Uluslararası İşçi Savunması’nın eylemlerinin son derece büyük önemini doğrudan doğruya kendi deney-leriyle anlamışlardır.

Uluslararası İşçi Savunması, eylemleriyle yüzbinlerce proleterin, köylüler ve aydınlar arasında­ki devrimci unsurların sevgisini, bağlılığını ve derin şükran duygularını kazanmıştır.

Uluslararası İşçi Savunması’nın önemi bugün, burjuva gericiliğinin güçlendiği, faşizmin kudurduğu ve sınıf kavgasının gittikçe belirlendiği şartlar altında büyük ölçüde artmaktadır. Uluslararası İşçi Savunması’nın bugünkü görevi, bütün kapitalist ülkelerde, (özellikle yerel şartlara uyması gereken faşist ülkelerde) emekçi halkların gerçek kitle örgütü haline gelmektedir. Milyonlarca emekçiyi içine alan anti-faşist Halk Cephesinin, birleşik işçi cephesinin, barış ve sosyalizm için faşizme karşı çarpışan emekçi halklar ordusunun “Kızıl Haç”ı olmalıdır. Uluslar­arası İşçi Savunması çalışmalarında başarılı olabil­mek için binlerce etkin üyesini, kendi kişilikleri ve kapasiteleriyle bu son derecede önemli örgülün özel amaçlarına çözüm getirenkadrolarının büyük çoğunluğunu, eğitmek zorundadır.

Halka karşı bürokratik bir yaklaşımın ve istek­siz bir tutumun hem işçi hareketine genel bir zarar verdiğini, hem de Uluslararası İşçi Savunması’nın çalışma ortamı içinde büyük bir suç olduğunu burada kesinlikle belirtmeliyim. İşkence odalarında ve top­lama kamplarında acı çeken işçi sınıfı savaşçıları, faşizmin ve gericiliğin kurbanları, politik göçmenler ve aileleri. Uluslararası İşçi Savunması’ndan en büyük yardımı görmelidirler. Uluslararası İşçi Sa­vunması, proleter ve anti-faşist hareketlerin savaşçılarına yardım edilmesi, özellikle işçi hareketi kadrolarının manen ve maddeten muhafazası üzerinde büyük bir önemle durmalıdır. Uluslararası İşçi Savunması örgütlerinin komünist ve devrimci işçileri, attıkları her adımın Uluslararası İşçi Savun­ması’nın görevleri ve fonksiyonları yönünden işçi sınıfına ve Üçüncü Enternasyonal’e karşı büyük bir sorumluluk taşıdığını iyi bilmelidirler.

Yoldaşlar, bildiğimiz gibi kadrolar en iyi eğitimden, kavga sürecinde zorlukları çözümleme sınavları verirken ve olumlu-olumsuz davranışlarıbirbirinden ayırmaya çalışırlarken geçerler. Grev­lerde, gösterilerde, hapiste ve mahkemelerde yüzlerce olumlu davranış örneği gördük. Birçok kahraman tanıyoruz. Ama yüreksizler, tabansızlarla ve bizi yarı yolda bırakanlarla da az karşılaşmadık. Bu iyi ve kötü örnekleri çoğu zaman unutuyor, insanlara bun­lardan ders almayı öğretmiyoruz. Örnek alınması ya da uzak tutulması gereken davranışları belirtmiyo­ruz. Yoldaşlarımızın ve devrimci işçilerimizin polis sorgularında, hapiste ve mahkemelerdeki dav­ranışlarını incelemeliyiz. İyi örnekler gün ışığına çıkartılmalı ve uygulanması gereken modeller olarak ortaya konulmalı. Bolşevik olmayan yoz ve karşıt örnekler ise bir kenara atılmalıdır. Birçok arka­daşımız Leipzig’de söyledikleri sözlerle, mahkemeler­deki Bolşevik davranışının nasıl olması gerektiğini bilen, sayısız kadronun yetiştiğini gösterdiler.

Ama Kongre delegeleri aranızda Romanya’daki demiryolu işçilerinin, Almanya’da en sonunda faşistler tarafından boynu vurulan Fiete Schulze’nin, yiğit Japon arkadaşımız İchikawa’nm, devrimci Bul­gar işçilerinin duruşmalarını, proleter kahramanlığı örnekleri verilen diğer birçok duruşmayı ayrıntıla­rıyla bilen kaç kişi var?

Böyle değerli proleter kahramanlığı örnekleri her tarafa yayılmak, saflarımızdaki ve işçi sınıfının saflarındaki yüreksizlik, düşmanlık, çürüklük ve zayıflık örnekleriyle karşılaştırılmalıdır. Bu iyi örnekler işçi hareketi kadrolarının eğitiminde büyük ölçüde kullanılmalıdır.

Yoldaşlar! Parti liderlerimiz çoğu zaman, yeteri kadar insan olmadığından, propaganda çalışmaları, gazeteler, sendikalar, gençliğin ve kadınların eylemi­nin bu yüzden eksik kaldığından yakınıyorlar. “İnsan yetmiyor, insan yetmiyor.” Durmadan bunu tek­rarlıyorlar.   Bu   yakınmalara   Lenin’in   eskiden söylediği, ama geçerliliğini hiçbir zaman kaybetme­yen şu sözleriyle cevap veriyoruz:

“Hiç insan yok – ama yine de çok insan var. Çok insan var, çünkü işçi sınıfında ve toplumun gittikçe farklılaşan ta­bakalarında karşı çıkmak isteyen huzursuz kişilerin sayısı her yıl biraz daha artıyor. Aynı zamanda, hiç insan yok, çünkü bütün güçleri, hatta en önemsizlerini bile işe koşacak geniş, düzenli birlikte eylemleri örgütleyecek usta örgütçü­lerimiz yok.(*)

Partilerimiz Lenin’in bu sözlerini adamakıllı be­nimsemeli ve günlük bir direktif gibi yerine getirmeli­dir. İnsanlar çoktur ancak, onları kendi örgütle­rimizde grev ve gösteriler sırasında, çeşitli işçi kitle örgütlerinde. Birleşik Cephe organlarında ortaya çıkarmak gerekir, kendilerine çalışmalar ve mücadele sürecinde büyümelerine yardım etmeliyiz, onları işçilerin davasına gerçekten yarar sağlayacak bir duruma getirmeliyiz.

Yoldaşlar, biz Komünistler eylem insanlarıyız. Bizim meselemiz faşizme emperyalist savaşa, ser­mayenin saldırısına karşı, kapitalizmin devrilmesi için mücadele eylemidir. Komünist kadroların ken­dilerini devrim teorisi ile güçlendirmelerini de bu ey­lem görevi gerekli kılmaktadır. Teori eylemdeki kişilere yönlendirme gücü, görüş açıklığı ve çalışma güvenliği vermekte, davamızın zaferine olan inan­cımızı sağlamlaştırmaktadır.

Gerçek devrimci teori kısır teorileşmeleri, soyut tanımlamalarla oynanan anlamsız oyunları asla hoş görmez. Lenin “Bizim teorimiz doğma değil, eylemimi­zin kılavuzudur.” derdi. Kadrolarımıza işte böyle bir teori gereklidir. Hem de ekmek, hava, su kadar gerek­lidir.

Eylemimizi uyuşukluktan, kalıplardan ve teh­likeli bilgiç taslaklığından kurtarmak isteyenler bunları, kitlelerin başında ve kitlelerle birlikte sürdürülen etkin bir kavgayla ve Marx’ın, Engels’in ve Lenin’in güçlü, verimli öğretilerini kavramak için gösterecekleri  yorulmak bilmeyen bir çalışmayla yakıp kül etmelidirler.

(“)    V.İ. Lenin Bütün Eserler, C. 5, Sf. 436-437.

Bu konuya bağlı olarak, dikkatinizi Parti okul­larımızın çalışmalarına çekmeyi gerekli buluyorum. Okullarımız bilgiçler, ahlakçılar ve laf ebeleri yetiştirmemelidir. Emekçilerin eyleminde ön saflar­da yer almak için diğer okulları bırakanlar, yalnızca cesaretleri ve fedakarlık yapmaya hazır oldukları için değil, aynı zamanda diğer işçilerden daha ileri görüşlü oldukları ve emekçi halkın kurtuluş yolunu daha iyi bildikleri için ön saflarda yer alacak kişiler yetiştirmelidir. Üçüncü Enternasyonalin bütün bölümleri bir saniye bile geçirmeden Parti okul­larının uygun örgütlenmesi meselesini ele almalı, bunları savaşçı kadroların geliştirileceği tezgahlar haline getirmenin yollarını aramalıdırlar.

Bana kalırsa Parti okullarımızın ana görevi Par­ti ve Gençlik Birliği üyelerine, genel bir düşmana karşı mücadeleyi değil, çeşitli ülkelerdeki somut du­rumları, belirli şartlarda Marksist-Leninist yöntemlerin uygulanmasını, belirli bir düşmanla savaşmasını öğretmek olmalıdır. Bu da Leninizm’in edebiyatını değil, canlı devrimci ruhunu incelemeyi gerektirir.

Parti okullarında kadroları eğitmenin iki yolu vardır:

Birinci yol: Soyut teoriyi öğretmek, kafalara mümkün olduğu kadar kuru söz sokmak, tezleri ve ka­rarlan edebi bir üslupla kaleme almayı öğretmek, arada bir de ülkenin meselelerine, belli işçi hareketle­rine, tarihine, geleneklerine, ve o ülkedeki Parti’nin deneylerine şöyle bir dokunmak.

ikinci yol: Öğrencinin kendi ülkesinin proletar­ya mücadelesinin ana meseleleri üzerinde pratik çalışma yapması ve bunu temel alarak Marksizm-Leninizm’in ana prensiplerini kapsayan teorik bir eğitimden geçmesidir. Öğrenci sonra eylemine döndüğü zaman, nasıl davranması gerektiğine kendi kendine karar verebilecek, kitlelerin sınıf düşmanlarına karşı verdiği savaşı yönetebilecek bir lider ve bağımsız bir örgütçü olabilecektir.

Parti okullarının bütün mezunları da aynı dere­cede başarılı olamıyorlar. Çoğunda büyük sözlere, soyutlamalara, kitap ağzına ve bilgi gösterisine rast­lanılıyor. Oysa ki bize kitleler için gerçek Bolşevik örgütçüler ve liderler gerekiyor. Bunlara hem de pek çok ihtiyacımız var. Bu öğrencilerin iyi tezler yazıp yazmamaları pek o kadar önemli değil (aslında buna da çok ihtiyacımız var) önemli ölen şey, zorluklardan yılmadan, örgütlenme ve yönetmede başarılı olabil­meleridir.

Devrim teorisi devrim hareketlerinin ge­nelleştirilmiş, özetlenmiş deneyleridir. Komünistler kendi ülkelerinde uluslararası işçi hareketlerinin bütün kollarının yalnız geçmişteki değil, aynı zaman­da bugünkü mücadele deneylerini de değerlendirme­lidirler. Diğer yandan, yöntemlerinin ve hazır biçimlerin bir ülkeden diğerine, bir durumdan diğer bir duruma olduğu gibi aktarılması demek değildir ki; bu gibi olaylar Partilerimizde çok görülmektedir. Yöntemlerin, eylem biçimlerinin ve hatta Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde aynen taklit edilmesi, faydadan çok zarar getirir, getirmiştir de. Özellikle Rus Bolşevik-lerinin deneylerinden ders alarak uluslararası eylem çizgisinin her ülkenin hayatının çeşitli şartlarına uy­gulanmasını öğrenmeliyiz. Büyük sözleri, adi formülleri, bilgiçliği ve doğmacılığı, kapitalizme karşı verilen mücadelede bir kenara itmeyi, bunları alay konusu yapmayı öğrenmeliyiz.

Yoldaşlar! Attığımız her adımda; kavga sürecinde, özgürlükte, hapiste, her zaman öğrenmeliyiz. Öğrenip savaşmalı, savaşıp öğrenmeliyiz.

* * *

Yoldaşlar; Komünistlerin uluslararası kongre­lerinin hiç biri bu Kongre kadar dünya kamuoyunun ilgisini çekmemiştir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Kongremizin gidişini izlemeyen tek bir ciddi gazete, tek bir siyasi parti, tek bir ciddi siyasi ya da sosyal lider yoktur.

Milyonlarca işçinin, köylünün, küçük köy halkının, memurun ve aydınların, sömürge halk­larının sömürülen ulusların gözleri uluslararası pro­letaryanınilk fakat sonuncu olmayan devletinin büyük başkenti Moskova’ya çevrildi. Kongrede tartışılan sorunların ve verilen kararların önemi ve zorunluluğun ispatını gördük. Bütün dünya faşistlerinin, özellikle Alman faşistlerinin kudur-muşçasına ulumaları, kararlarımızın markı tam or­tasından vurduğunu gösteriyor.

Üçüncü Enternasyonal, Bolşeviklerin uluslara­rası partisi, burjuva karşı-devrimin ve faşizmin ka­pitalist ülkelerdeki emekçi kitleleri yerinde tutmaya çalıştıkları karanlık gecede bütün insanlığa kapita­lizmin boyunduruğundan, faşist barbarlığından ve emperyalist savaşın tehditlerinden kurtuluş yolunu gösteren bir meşale oluyor.

İşçi sınıfının eylem birliğinin kurulması, bu yol üzerindeki karar safhasıdır. Evet, işçi sınıfının her daldaki örgütlerinin eylem birliği, bütün eylem alan­larında ve sınıf kavgasının bütün kesimlerindeki güçlerin birleştirilmesidir.

İşçi sınıfı, sendikalarının birliğini sağlamalıdır. Bazı reformcu sendika liderleri Komünist Partilerin sendikaların işine karışacağını, Komünist partizan­ların sendikaların içinde bulundukları zaman, sendi­ka demokrasisinin yıkılacağını söyleyerek işçileri korkutmaya kalkıyorlar. Bizleri sendika demokra­sisinin karşısındaymışız gibi göstermeye çalışmak kafasızlıktır. Bizler sendikaların kendi meseleleri üzerinde kendilerinin karar verme haklarını her za­man savunuyor ve koruyoruz. Eğer sendika birliği için sendikalar içindeki Komünist fraksiyonları dışarı atmak gerekiyorsa, buna bile hazırız. Birleşik sendikaların bütün politik partilerden bağımsız olması konusunda bir anlaşma yapmaya da hazırız. Ama sendikaların burjuvaziye bağlanmasına her za­man karşı olacağız ve sendikaların proletarya ile bur­juvazi arasındaki kavgada tarafsız kalamayacağı biçimindeki görüşümüzden de asla vazgeçmeyeceğiz.

İşçi sınıfı işçi gençliğin ve bütün anti-faşist gençlik örgütlerinin birliğini sağlamaya, gençliğin faşizme ve diğer halk düşmanlarının yıldırıcı etkisi altında kalan kesimini yenmeye çalışmalıdır.

İşçi sınıfı işçi hareketinin bütün alanlarında bir­liğini sağlamalıdır ve sağlayacaktır. Bizler, kapitalist ülkelerin Komünistleri ve devrimci işçilerin Kong­remizin uluslararası işçi hareketinin en önemli me­selelerinde kararlaştırdığı yeni bir hareket çizgisini eylem alanına ne kadar çabuk, sağlam ve kararlı bir biçimde uygularsak, bu birlik de o kadar çabuk gerçekleşecektir.

İleride bir sürü zorlukla karşılaşacağımızı bili­yoruz. Yolumuz düzgün, asfalt bir yol değildir ve üzeri güllerle de döşenmemiştir. İşçi sınıfı, yolunda hatta kendi içinde beliren bir sürü engeli yok etmek zorun­da kalacaktır. Herşeyden önce, Sosyal Demokrasinin karşı-devrimci unsurlarını temizlemek zorunda ka­lacaktır. Burjuva karşı-devriminin ve faşizmin demir ökçeleri altında bir’ sürü kurban verilecektir. Prole­taryanın devrim gemisi limana ulaşmadan önce suyun altında gizlenen birçok kayadan sıyrılmak zo­rundadır.

Bugün kapitalist ülkelerin işçi sınıfı ne emper­yalist savaşın başladığı 1914 yılındaki, ne de savaşın bittiği 1918 yılındaki durumundadır. Zengin deney­lerle, devrim mahkemeleriyle, özellikle Almanya, Avusturya ve İspanya’da uğranılan yenilgilerin acı dersleriyle dolu bir yirmi yıl geçirmiştir.

İşçi sınıfı zafere ulaşmış sosyalizmin ülkesi olan Sovyetler Birliği’nin kişiliğinde karşısında, sınıf düşmanını nasıl yeneceğini, kendi egemenliğini nasıl kuracağını ve sosyalist toplumu nasıl oluşturacağını gösteren uyarıcı bir örnek görmektedir.

Burjuvazi, bütün dünya üzerindeki bölünmez sömürgesini artık elinde tutamamaktadır. Artık dünyanın altıda birini muzaffer işçi sınıfı yönetiyor.

İşçi sınıfı sağlam ve birleşmiş bir devrimci öncü olan Komünist Enternasyonale sahiptir.

Yoldaşlar! Tarihi gelişmenin bütün akışı işçi sınıfının davasından yana olmuştur. Gericilerin, her tür faşistin, bütün dünya burjuvazisinin tarihin çarkını geriye çevirme çabalan boşa gidecektir. Hayır, o çark ileri doğru dönmektedir ve sosyalizmin dünya çapındaki kesin zaferine kadar da dönecektir.

Kapitalist ülkelerdeki işçi sınıflarının bir tek eksiği vardır: Kendi saflarındaki birlik.

O halde. Üçüncü Entemasyonal’in devrimci sesi, Marx-Engels-Lenin’in çağrısı bu kürsüden bütün dünyaya bir daha duyurulsun.

Bütün ülkelerin işçileri, birlesiniz!…