Davası Olmayanın Deniz’i Olmaz

SOKAKLARI DENİZLERE AÇILAN ÜLKE nasıl başıboş bir özgürlük duygusudur değil mi?
Denize ulaşacağını bilerek yürüdüğünüz sokaklarda, yolun sonuna doğru binaların arasından gördüğünüz mavilik kadar özgürlüğü tanımlayan başka bir renk var mıdır? Maviliğe bir defa vurulmuşsanız attığınız her adımda oraya doğru yürümek istersiniz. Alıştığınız, vurgunu olduğunuz sokaklardan uzaklara düştüğünüzde en çok özlediğiniz şey, yolun sonunda hep görmeyi umduğunuz denizin maviliğidir.

Deniz’lerin idam edilişlerinin 42. yıldönümüydü.

1972’nin 6 Mayıs gecesi Ulucanlar Cezaevi’nde özgürlüğün, sonsuz maviliklerin vazgeçilmezleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan asılarak öldürüldüler. Mahkeme başkanı Tuğgeneral Ali Elverdi onların idam edilişlerini sigara içerek izledi. Apoletli katil toplumsal hafızamızda nefreti simgeleyen görüntüsüyle çürüyüp kokuşurken, darağacındaki fidanlarımız içimizde halâ bir yaprak gibi titreşmeye devam ediyorlar.

Peki şimdi bir de 42 yıl sonrasını hayal edelim.
İnsanlar kimleri anımsayacaklar?
Berkin Elvan, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Abdullah Cömert ve diğerleri.
Sokaklarda yitirdiğimiz gençlerimiz.
İşte bizler bugün 42 yıl sonra anlatılacakların hikayesini yazıyoruz şimdi.

Ama emin olun geçmişte olduğu gibi bugün de anlatacaklarımız yine sokaklardan çıkacak. Yani dikkatle bakarsanız göreceksiniz, ülkemizin sokakları, alanları, bulvarları katillerini ve kahramanlarını geleceğe taşımak için sessiz bir hazırlık içersindeler.

Katiller de bunun farkındalar.

Geçen 1 Mayıs’ta Taksim’de ve Kızılay’da ara yollardan alanlara yürümek isteyenlere karşı, Gezi olaylarından edindikleri deneyimlerle saldırmadılar mı? Yeni alınan tomalar, ilk defa kullanılan gaz fişekleri, kafa göz yaran plastik mermiler, özel ilaçlar, coplar ve önlemeye değil öldürmeye odaklanmış polisler. Yani geçmişle kıyaslandığında katillerimiz daha acımasız ve donanımlılar. Yine geçmişle kıyaslandığında sokaklardaki özgürlük bilinci çok daha yüksek, çok daha kararlı.

Şunu aklımızın bir kenarına çakalım: Bugün dini silah gibi kullanan baskıcı yönetim anlayışı kentlerin varoşlarından topladığı oylarla alanlara doğru yürüyerek iktidara geldi. Yoksulluğu, açlığı, işsizliği, çaresizliği köküne kadar kullanan bu ilkel yapı varoşlardan geldi ama sokaklardan görmeye başladığı tepkilerle gidecek.

O nedenle gelecekteki hikayelerimizi ancak sokakların dilini çözenler yazacak.
Bu çerçeveden baktığımızda kimin, nerede hata yaptığını daha rahat anlayabiliriz.

Cumhurbaşkanlığına hazırlanan Erdoğan’ın sokakların denetimini kaybetmemek için giderek sertleştiğini göremeyenler, koşulların eskisi gibi yürüdüğünü zannederek onunla Meclis’te mücadele etmeye devam ediyorlar.

Sokaktan vuran Erdoğan’la, Meclis’te hesaplaşma anlayışı ülkeye zaman kaybettiriyor.

2002’de iktidara gelen dini yapılanmaya dayalı yönetim anlayışına ilk büyük tepki, geçen yılki Haziran Direnişi’ydi. Denizlere açılan sokaklar o günlerde iktidarın 11 yıldan bu yana devam eden baskıcı tutumuna karşı sesini yükselten kitlelerle doldu taştı. Kitleselleşmeyi simgesel boyutta algılayan CHP, sokakların dilini anlamak yerine süreci genel merkezden izleyerek atlatmayı tercih etti.

Yani Kürt’lerle eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, kadınlarla Şafak Pavey, işçilerle eski DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, hukukla eski AİHM üyesi Rıza Türmen’i milletvekili yaparak toplum katmanlarıyla bütünleşeceğini uman CHP, burnunun ucundan dalga dalga geçen Gezi olaylarındaki kitleleri ne yazık ki göremedi. Oysa o günlerde sokaklarda Kürtler de vardı, kadınlar, gençler, işçiler, işsizler de. Daha da önemlisi herkesin bir beklentisi, umudu, hayali vardı. Haziran Direnişi’nde sokaklar geleceğe yönelik düşüncelerden, umutlardan geçilmiyordu. Bu, kitlelerle buluşmak isteyenler için fırsattan öte tarihi bir sorumluluktu. Olmadı, ıskalandı.

İnsanlar aynı taleplerle bu defa 1 Mayıs’ta sokaklardan Taksim’e ve Kızılay’a yürümek istediler. Devletin uyguladığı şiddet akıl almaz boyutlardaydı. CHP bütün gücüyle kitlelerin önüne düşmek yerine yine simgesel davrandı.

Ortaya çıkmıştır ki içinden geçtiğimiz süreç sokaklara sırt dönülecek bir zaman değildir.
Sokakları kendi haline bırakan, kaybeder.
30 Mart akşamı kaçırılan sandıklar, yakılan tutanaklar, ilçe seçim kurullarına yönelik baskılar sokakları şiddet yoluyla dizginlemeye çalışanların marifetiydi.

Bu noktada etkisiz kalındığı, şiddete boyun eğmemek için direnen kitlelere yaklaşılmadığı sürece, Meclis’in duvarları arasına sıkışıp kalmış bir mücadele sonuç getirmeyecektir.

Sokakları denize açılan bir ülkede yaşıyorsanız ve oralarda yürümek zorundaysanız, yolun sonunda karşınıza çıkan maviliğe gözünüzü, martı seslerine kulağınızı kapatamazsınız.

Bulutsuzluk Özlemi’nin şarkısıyla noktalayalım sözlerimizi:
”Bir şey yapmalı..” ama bugün yapmalı.

#YɑşɑsınMɑrksizmLeninizminYüceİdeolojisi
#YɑşɑsınTürkveKürtHɑlklɑrınınKɑrdeşliği!
#Yɑşɑsınişçiler! #KɑhrolsunEmperyɑlizm