“Hikmet-i Hükümet” Hikâyesi: AKP ve Yeni Romulus!
Bu yazı, Rönesans’ın en çok tartışılan ve sonrasında birçok siyasi akımı etkileyecek olan siyaset düşünürü Niccolo Machiavelli‘nin “Hikmet-i Hükümet (raison d’État)” kavramı ile AKP’nin politikaları arasındaki koşulsuz birlikteliğin ifşasını amaçlamaktadır.
AKP, iktidara geldiğinden bu yana devlet gücünü elinde bulundurmak ve siyasal, kültürel, ekonomik tahakkümü tek bir odakta toplayarak iktidar karşıtı mevcut ve olası muhalif kalkışmaları, itirazları elimine etme ve süreklilik arz edecek olan iktidarına güç katma planlarıyla ayakta kaldı. Bütün bunları yasal alanın koruyucu hukuk ilkeleriyle ve gayrimeşru alanın “gizlenmesi ve sorgulanmaması” ilkesiyle birlikte yürüttü. Türlü haksızlıklarla ve hukuk ilkelerine -12 Eylül Faşist Darbesinin anayasasına bile- aykırı uygulamalarla ülke siyasetini elinde tutan AKP hükümeti, muhalefetin karşı-siyasi atılımlarını ve karşı çıkışlarını eritmeyi bir şekilde başardı. “Siyasal başarı” olarak tarif edilebilecek olan bu durum, endüstriyel kapitalizmin ve neo-liberal politikaların ölçütlerine uygun hareket ettiği için “başarılı” sayıldı.
Makyavelizm, siyasal başarı için zorunluluk dâhilinde hareket etmek, dolayısıyla gerektiğinde kötülüğü kullanmak olarak tarif edilebilir. Machiavelli, devletin iyiliği ve siyasal başarı için gerekli gördüğü o ünlü amaç-araç ilişkisini İl Principe‘de şu satırlarla açıklamıştır: “İnsanların hele hele hiçbir itiraz mahkemesine izin vermeyen prenslerin eylemlerini yargılamak söz konusu olduğunda, araçlara değil amaca bakılır. Bir prens, amaç olarak devleti elde etmeyi ve korumayı seçsin. O zaman araçları hep övgüye değer bulunacak ve herkesçe övülecektir.” Bu durum, Discorsi‘de açıkladığı üzere bir cumhuriyet için de geçerlidir: “Vatanı, ister alçaklıkla ister onurlu olsun, korumak gerekir. Bütün araçlar iyidir, yeter ki vatan korunsun”. Machiavelli, Romulus’un Roma’yı kurarken iktidarı tek bir elde toplayabilmek adına kardeşini öldürmesini örnek vererek şu sözleri sarfeder: “Yaptığı şey Romulus’u suçlu kılarsa da, elde ettiği sonuç onu affettirir… Kurucu şiddeti değil, yıkıcı şiddeti mahkûm etmek gerekir.” Kardeşini devleti korumak adına öldüren biri ahlaki bakımdan suçludur ama siyasal açıdan suçsuzdur, hatta ödüllendirilmesi gerekir.
Machiavelli, ister monarşi ister cumhuriyet rejimlerinde “ortak iyilik” üzerine kurguladığı devletin korunması ve vatan savunusu şeklinde özetlediği “hikmet-i hükümet” kavramını; devletin iyiliği adına yapılan her türlü eylemin ahlaki açıdan ya da hukuk aracılığıyla sorgulanmaması olarak açıklamıştır. Siyaseti ahlaktan ayırarak amaç uğruna araçları siyasal açıdan ele alır ve araçları amaca hizmet edip etmediği ölçüde değerlendirir.
Devletin bütün alanlarını hükmü altına almış olan AKP rejimi, attığı her adımda “ortak iyilik” ilkesinin “tek devlet, tek millet, tek din” olduğunu her fırsatta dile getirdi. Bu uğurda elini attığı her yerde bir takım operasyonlarla ülkeyi İstibdat dönemine çevirdi. 2023 projesi ve yeni anayasa süreci, bu minvalde 2.Cumhuriyetin inşasını Başkanlık sistemiyle tamamlayacağı günlerin işaretçisi olarak önümüzde duruyor. Bu vakte kadar rejimi tehdit etme ihtimali olan her türlü siyasete saldıran AKP, bütün bunları tıpkı sınır ötesi operasyonlardaki “vatanın korunması ve bölünmezliği” ilkesiyle açıkladı ve savuşturmaya çalıştı. Bu süreçte rejime adapte olan ve AKP hegemonyasına payanda olan liberal-sol-liberal cenah, 1.Cumhuriyetin askeri vesayet rejimine hesap sorma ve geçmişle yüzleşme değirmenlerine su taşıdılar. Ergenekon, Balyoz Davası, 28 Şubat Davası gibi askeri vesayetin sorgulandığı (!) davalar AKP rejiminin isterleri doğrultusunda gerçekleşti ve kendi rejimlerini sağlamlaştırma adımları olarak işlevlerini tamamladılar. 12 Eylül, Sivas, Hrant, 19 Aralık, N.Ç gibi davalarda muhalif odakların tepkisiyle karşılaşsa da her halükarda AKP, bu davaları kendi lehine çevirmeyi başardı ve bunlar da rejimin devamlılığına katkıda bulundu.
“Kürt Açılımı” adıyla başlayıp sonrasında “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi” adını alan süreçte KCK operasyonları, askeri operasyonlar, gözaltı ve tutuklama dalgası yaşandı, yaşanıyor. Faili Devlet olan Uludere (Roboski) Katliamı ve katliamın ardından yaşananlar, Machiavelli’nin “Hikmet-i Hükümet” anlayışına isabet ediyor. Devletin iyiliği adına düzenlenen bu katliamı ahlaki ve hukuki açıdan sorgulanmaması için elinden gelen her şeyi yapan hükümet adamları, siyasal açıdan operasyonu savunmuş, arkasında durmuşlardır. Katliamın faillerinin ortaya çıkartılması ve özür tartışmasına kadar olan kısmı, zamanında Mussolini tarafından faşizm ile taçlandırılmış Machiavelli’nin “Hikmet-i Hükümet” anlayışına denk düşen AKP rejimi ve icraatları; hemen sonrasında faşist-komedyen İdris Naim Şahin’in açıklamalarıyla başlayıp Erdoğan’ın daha da ileriye taşıdığı “Her kürtaj bir Uludere’dir” açıklamalarıyla Machiavelli’yi aşmıştır. Uludere (Roboski) Katliamı sorgulanmasın diye gündem değiştirme ve/veya rejimin yaratmak istediği toplum inşasına uygun olan kadın modelini açıkça beyan eden AKP’nin prensi Erdoğan, peşinden milyonları sürükleyen Nazi Almanyası’nın Hitler’iyle yarışıyor adeta. Eğitim, sağlık ve kültür alanlarındaki politikaların hepsi “ortak iyilik” adına hayata geçiriliyor.
“Ortak iyilik”in “tek devlet, tek millet, tek din” olduğu muhafazakâr ve neo-liberal bir politik hattın egemen olduğu ülke sathında yaşananlar kuşku yok ki rejimin inşa etmek istediği toplum modelinin dışında kalanları, karşısında duranları hedef almaktadır. Resmi dini ‘ortodoks sünni’ cemaat, kimliği ‘Türk’, siyasal duruşu ‘sağ’ ideoloji, cinsiyeti ‘erkek’ olan AKP’nin karşısında yer alan Aleviler, Kürtler, solcular, kadınlar ve eşcinseller hem tehdit unsuru hem de “ortak iyilik”in dışında kalanlardır.
“Kürt kardeşlerini” öldüren, tecavüzcüleri ödüllendiren, katillerine rütbe veren Erdoğan, kardeşini “devlet bekası” uğruna öldüren yeni Romulus’tur.
İnan Gündoğdu