Yavuz Yildirimtürkün Marksist-Leninist Birliği sempezyomuna gönderdigi bildiri

Marksist- Leninist Birliği! Sovyetlerin revizyonist burjuvazi tarafından varlığına son verilmesini, dünya burjuvazisinin dolaysıyla kapitalist sistemin “zaferi” olarak ilan edilmesinden 20 seneyi aşan süre sonunda, “geriye dönüp “ baktığımızda, burjuvazinin sevincinin gök kubbesin de yankılana boş bir nida olduğunu kolayca fark edebiliyoruz.

Lenin’in, tekelci kapitalist dönemle birlikte, sömürücü toplumların en sonucusun olan kapitalizmin ölüm çağında girdiğini tespit etmesinin objektif bir gerçekliğe tekabül ettiğini bugünde hiç kimse inkâr edemiyor. Günümüz koşullarında üretici güçlerin gelişmesinin önündeki en büyük engel; kapitalist üretim ilişkileridir. Dünya kapitalizmin gelişmesiyle, dünyayı egemenliği altına alan kapitalist üretim ilişkileri, üretici güçlerin gelişmesinin önündeki en gerici ve en büyük engeldir. üretici güçlerle, kapitalist üretim ilişkileri arasında ki çelişki uzlaşmaz ve şiddet yolunun dışında çözümü mümkün değil. Kapitalizm, ekonomik krizlerin, gerici savaşların, işsizliğin, açlığını, sefaletin tek nedenidir.

Kapitalizm tasfiye edilmeden, ne ekonomik krizlerden, ne dünya pazarlarına egemen olmak ve pazarları yeniden paylaşmak için burjuvalar arası çatışmalardan, ne gerici savaşlardan ve de gerici savaş tehlikelerinden ve de nede işsizlikten, çaresizlikten, sefil yaşamdan kurtulmak mümkündür. Ekonomik krizler demek, emperyalistler ve dünya gericileri arasında savaş demek, kapitalizm demektir. Kapitalist sistem, insanlığı yeniden ve eskilerine göre daha büyük tahribatlara, felaketlere yol açması kaçınılmaz olan emperyalist savaşların içine çekiyor.

Lenin, ya devrimler savaşları önler, ya da savaşlar devrimlere yol açar diyordu. Bu gün esas olarak dünyada tek devrim var, oda proletarya devrimidir. Proletarya devrimi, kapitalizm ve bu toplumun egemen sınıfı burjuvaziyi tarihin çöp sepetine atacaktır. Ekim devrimi, burjuvazinin ve kapitalizmin tarihin çöp sepetine atıla bileceğini somut göstergesiydi. Burjuvazi ne yaparsa, yapısın, hangi revizyonist ve reformist akımı piyasaya sürerse, sürsün, dünya proletaryasının ekim devrimi gerçeğini yok edemez. Onun Proletaryaya ve yoksul emekçilere, sınıfsal kurtuluş yolunu gösterdiğini göz ardı edemez. Burjuvazi, durmadan Stalin’i karalıyor. Haklıdır! Burjuvazinin “korkulu rüyası” Stalin, kapitalizme karşı, işsizliğin, açlığın çaresizliğin, olmadığı, insanın, insan tarafından sömürülmesinin yok olduğu sosyalist sistemin var olabileceğini gösterdi.

Ve yine Stalin, burjuvazinin en gerici, en saldırgan rejimi ve onun proletarya devrimi karşındaki en son sığınağı, faşizm yenilebileceğini ve burjuvazinin bu dünya da sığınacağı bir yerin dahi kalmadığını kanıtladı. Ama Sovyetlerin dağılmasıyla, kapitalizmle, sosyalizm arasındaki savaşın bittiği ve bu savaşta kapitalizmin zaferle çıktığını ileri süren burjuva yaygarası, (proletarya devriminin kaçınılmazlığını inkar edene reformistlerin de katkısıyla), dünya sosyalist hareketinde (geçici de olsa) büyük tahribatlara neden olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Bugünün Afrika’sından, güney Amerika’sına, güney Asya’sından uzak-Doğu ülkelerine, Çin’den, Kamboçya’ya ve Özelikle, emperyalist-kapitalist sistem sayesinde “refah topluma” geçildiği yalanının egemen olduğu Avrupa’da ve özelikle, Güney Avrupa’da, (kısacası dünyanın dört bir tarafında) Neo-liberal politikalarla, üst-üste patlak veren ekonomik krizlerle, açlığın, işsizliğin, çaresizliğin pençesine düşen işçilerin ve emekçilerin, kapitalist sömürüye, burjuvazini amansız devlet baskısına karşı ayaklanması, (en yazık ki) kapitalizmin yıkımına doğru kanalize edilemiyor.

Çünkü burjuvazi, ayağa kalkan ve acımasızca sömürülen kitleleri, kapitalizmi tasfiye etme hedefine doğru yönlendirecek “sosyalist hareketleri” tümüre uğrattı. Marksizm-Leninizm karşı saldırısı, M.L den “kaçışa” burjuvazini şarlatan idealist görüşlerinin etkin olmasına neden oldu. Kapitalist sömürü ve baskından kurtulmak için proletarya devriminin zorunluluğunu ve kaçınılmazlığını inkâr edip, kapitalizm koşullarında sözde reformların gerçekleşmesiyle, kapitalist sistemin restore edilebileceğini iddia eden “sosyalist “ kılıfa “bürünmüş” reformistler, burjuvazinin idealist ve mekanik görüşlerinin yaymasının ve etki kurmasının gönüllü neferleri oldular. Böylece burjuvazinin sömürüsüne ve baskısına karşı ayağa kalkan işçiler ve emekçiler, kendilerine sosyal kurtuluşun yolunu göstermesi ve onların mücadelesine ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak önderlik etmesi gereken komünist örgütlerden mahrum oldular.

Proletarya devrimiyle sosyalizm inşasına gerek olmadığını ileri süren reformistler, sadece Türkiye’de faaliyet gösteren siyasi hareketler sınırlı olmadığını ve dünyanın tüm ülkelerinde burjuvazinin ekonomik, sosyal ve siyasal sistemine adapte olduklarını tespit edebiliyoruz. Sovyetlerin ve diğer eski sosyalist doğu-Avrupa ülkelerin ve bunların yanı sıra Arnavutluk sosyalist cumhuriyetin tasfiyesiyle burjuvazinin neo-liberal politikaları (hiç çekinmeden) yürürlüğe koyması, dönemin reformistlerini Neo-liberal dönem öncesi, sözde “sosyal-devletin” egemen olduğu kapitalizm savunmaya itti. Böylece kapitalizm alternatifinin sosyalizm olduğu inkâr edildi.

Ve bunun yerine Neo-liberalizm öncesi kapitalist ilişkiler” alternatif sistem” olarak öne sürüldü. Kapitalizme değil sadece Neo-liberal politikalara karşı çıkanların başında burjuvazinin karından bay alan işçi-aristokrasi geliyor. İşçi sınıfının bu burjuva tabakası, sosyal-demokrasinin ve modern revizyonizmin sosyal temelini oluşturuyor. Bu burjuva işçi tabakasının, çıkarları gereği, kapitalizm savunarak, proletarya devrimine karşı çıktıkları ve Marksizm-Leninizm azılı düşmanları oldukları da biliniyor. Lenin’in I. Emperyalist savaş sonrası gelişmiş kapitalist Avrupa ülkelerinde oluşmasını tespit ettiği aristokrat işçi tabakasının, Neo-liberal ekonomik- politikaya karşı, Neo-liberalizm öncesi kapitalist ilişkileri savunması anlaşılır bir şeydir. Çünkü var oluşunu nedeni buydu. Ama aristokrat işçi tabakasını oluşturacak kapitalist gelişmeye erişmemiş Türkiye gibi ülkelerde, nasıl oldu da, “sosyalistlik” adına kapitalist sistem savunan reformistlerin (bir dönemle sınırlı da olsa) Marksizm-Leninizm’e karşı etkin “ solcu hareketle” olarak kendilerini lanse edebildiler? sorusunun cevabı; çünkü 12 Eylül faşist dönemde burjuvazinin Neo-liberaliz ekonomik-politikayı yürürlüğe koyulmasının doğal sonucu olarak devletçiliğe son vermesi, işçilerin var olan ekonomik ve sosyal haklarının önemli bölümünü ortadan kaldırmasını kaçınılmaz kılıyordu.

Ekonomik ve sosyal hakları elinden alınan işçilerin öfkeyle harekete geçmesi, işçi sınıfının sindirilmesin de devletin baskının artık yeterli olamayacağı gören burjuvazi, aşırı karlarından bay vererek, işçi sınıfının azınlık kesimine tekabül eden aristokrat işçi tabakasını oluşturdu. Böylece işçileri böldü ve mücadelelerini yatıştırdı.(1) Burjuvazi, 20 milyon işçiden 600,700 binini sendikalı, greve ve top sözleşme hakları olan imtiyazlı işçi tabakası konumuna getirirken, küçük, küçük fabrikalar, sanayi sitelerinde, günde 10 saatin üstünde ve en düşük ücretlerle çalıştırılan 20 milyona yakın işçiyi acımasız sömürü çarkını içine aldı, bu işçilerin sırtından elde ediği aşırı karlarında sendikalı işçilere bay vererek, onları “susturdu”.

İşte geçmişte Türkiye sosyalist içinde yer alıp da, komünist örgütleri tasfiye edenlerin Marksizm’e –Leninizm’e karşı saldırıya geçip, “işçi sınıfının siyasi örgütleri” adıyla hareket etmelerin ortaya çıkmasını nedeni işçi sınıfı içindeki bu sınıfsal bölünmeydi. Bunlar, 1905 sonrası Çarlık Rusya’sında ortaya çıkan ve Lenin tarafından “yerle bir edilen” ekonomist görüşleri keşif edip, 1990’lardan sonra Türkiye de “ piyasaya sürdüler”. Türkiye de ortaya çıkan bu ekonomizmin en önemli özeliği, işçi sınıfın ideolojisiyle, sınıfın sosyal varlığı arasında bir dönemle sınırlı olan uyumsuzluğun kaçınılmazlığını inkar etmeleri ve işçilerin kendiliğindeki sınıf bilincine “işçi sınıfının siyasi bilinci” diye dört ele sarılmalarıydı. Bu ekonomistlere göre, işçi sınıfın sınıfsal kurtuluş için kendi sınıf ideolojisi olan Marksizm-Leninizm le kaynaşmalarına ihtiyaç yoktu.

İşçi sınıfı ideolojisini işçi sınıfına taşmak, işçi sınıfı ideolojisiyle her türden burjuva ideolojilerle savaşmak gereksizdi! Aksine böyle bir mücadele işçi sınıfını mücadelesini, böler ve zayıflatır! Bunun için de hangi sınıf bilincine sahip olursa, olsun bu durum ” işçilerin birliğinin sağlanmasına” engel değil diyen görüşleri savuna biliyorlardı. Bu koşullarda, “işçilerin birliği hangi temelde” sağlanıyor? sorusunun cevabı! tabii ki ekonomik talepler için mücadelede! Marks’ın dediği gibi metal olan iş-gücünü satışında işçilerin birliği aranıyor! Tabii ki, işçiler ekonomik talepler için mücadelede, hangi sınıf bilincinde olursa, olsun bir araya gelip mücadele eder.

Çünkü ücretleri artmasında, bazı sosyal hakların ele edilmesinde hepsinin çıkarı var. Ama bu kendiliğinde ortaya çıkan ekonomik mücadele, işçi sınıfın sömürüden kurtarmaz, iş-gücünü meta olmaktan çıkamaz. Ekonomik mücadele kendiliğinde işçi sınıfını siyasi mücadelesine dönüşmez. Lenin, “ne yapmalı “kitabında bu konuyu açıklığa kavuşturuyor. Ve yine Marks ve Engels 1850’ de İngiltere’de ortaya çıkan sendikalizme (Trade unionism) karşı şiddetli mücadele yürüttükleri bilinmesine rağmen, Türkiye’de 2 binli yılların sonlarında reformistler, ekonomizm, sendikalizm “keşif” ediyorlardı! Dillerinden “önemli olan emek ekseninde birleşmektir”, ”işçinin sağı, solu olmaz,” iste dinci ideolojiyi, istese faşist ideolojiyi kendi ideolojisi sansın önemli değil” lafları düşmüyor. İşçilerin birliğine zarar vermeme adına Marksizm- Leninizm propagandasını yasaklıya biliyorlardı. M.L eylem kılavuzu olduğunu inkar ediliyordu.

“Burası kitle örgütüdür, burada Marksizm’in, Leninizm’in, kısacası komünizmin propagandası yapılamaz, komünist olduğumuz açığa vurulamaz” diye biliyorlardı. Eğer Marksizm’in, Leninizm’in propagandası yapılırsa, burjuvazinin en gerici ideolojisi, dinciliği, milletçiliği, kendi ideolojisi sanan, yani sınıf köleliğini kabul eden işçiler sözde “komünistlerle” birlikte hareket etmezmiş! kitle örgütleri ismini verdikleri yerlere gelmezmişler! Reformistler bu düşüncelerini haklı çıkarmak için, komünistlerin ve komünist partilerin işçi sınıfını ideolojik, siyasi ve örgütsel önderi olmaları gerektiğini ret ediyorlar. “partinin görevi, işçilere yardım etmektir” Kısacası “partini görevini” burjuva ideolojisini işçi sınıfına empoze eden, kapitalizmi ateşli tarzda savuna sendika bürokratlarına “yardım etmek “olarak tespit edebiliyorlar.

Bu ekonomist görüşlerin egemen olması için, sosyalizm için mücadele gündemde değil, demokrasi mücadelesi esastır diyerek, anti-kapitalizm mücadelenin gerekliğini inkar etmeği de bir yana bırakmadılar. En önemlisi, “demokrasinin de”, burjuva parlamentosunun çıkaracağı, yasalarla, anayasayla elde edilebileceği öne sürmeleridir. Reformistlere göre artık, toplumdaki sınıf farklıkları ve uzlaşmaz sınıf çatışmaları toplumsa gelişmenin dinamizmi olmakta çıkmıştır! Sömüren, sömürülen sınıflar arası çelişkilerin ve çatışmaların yerini, uluslar, dinler, mezhepler arasındaki farklıklar ve çatışmalar almış! Dolayısıyla, anti-kapitalist ve sosyalizm için mücadele gündemde yerini alamazmış! Kürt ulusal hareketinin, emperyalist –kapitalist sistem içinde Kürt halkını ulusal sorunu çözümün aramasının doğal sonucu olarak, sömüren ve sömürülen sınıflar arası çelişkileri ve çatışmaları göz ardı etmesi ve hata gündeme gelmemesi için yoğun çapa harcaması bir anlamda yadırganamaz.

Ama ezilen ulusun sorunu emperyalist-kapitalist sistem içinde çözümünü mümkün olması, işçi sınıfın ve onun ideolojik, siyasi ve örgütsel önder olduğunu ileri süren komünistlerin böyle bir çözümü desteklemelerini gerektirmez. Komünistlerin görevi ezilen ulus sorunu çözümünü işçi ve yoksul emekçilerin sosyal kurtuluşuyla birleştirmektir. Ama reformistler, emperyalist –kapitalist sistem içinde ulusal sorunu çözümünü koşulsuz desteklemekte en küçük tarzda bile olsa tereddüt göstermiyorlar. Alevi mezhebine “özgürlük” adıyla, alevi mezhebini benimseyenlerin sınıfsal farklıklara bölünmüşlüğü göz ardı ediliyor. Aslında Türkiye’nin en yoksuların içinde yer alan Alevi mezhebine mensup olanların sosyalist hareketin tabanı ve çoğu yerde kitlesel gücü olmasını önlemek için, Aleviler mezhebini savunma temelinde örgütler kuruldu ve Alevi mezhebine mensup olanlar anti-sosyalist propagandanı “yalım ateşine “tutuldu.

Ve özelikle Alevi mezhebinde olanların kapitalizm karşı mücadeleye girmelerinin önüne set çekildi. Tüm durumda memnun olanların başında Türk devletinin gelmesini yanı sıra, devletle bütünleşen Alevi mezhebine mensup, burjuvalar geliyor. “Alevicilik” aslında, Alevi mezhebine mensup zenginlerin, burjuvaların, Alevi topluluğuna ideolojik, siyasi ve özellikle örgütsel hegemonya kurmasını sağlamıştır. “Alevi burjuvazisinin” bu siyasi ve ideolojik girişimini “mezheplere, dinlere özgürlük” sloganıyla Reformistler “gözlerini kıpmadan” destekleye biliyorlar. Burada ara başlıklarla değindiğim burjuva görüşlere karşı Marksizm –Leninizm savunmak ve M.L tekrar sınıf mücadelesini eylem kılavuzu haline getirmek için kendine Marksist –Leninist diyenlerin birleşmesini zorunludur. Sınıf mücadelesi, tüm dünyada olduğu gibi, gezi olaylarıyla da Türkiye de, de öne çıktığı koşullarda M.L, tekrar sınıf mücadelesine giren işçilere, emekçilerin sosyal kurtuluş yolunu gösterdiği ve göstereceği unutulması. ”Sosyalist “ bozlarda hareket eden reformistler, revizyonistler ne yaparlarsa, yapsınlar, Marksizm-Leninizm yeniden sınıf mücadelesine egemen olmasını önleyemeyecekler. Bunun için yaşasın Marksizm-Leninizm diye haykırmaya devam edelim.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………. (1) Tabi ki, Türkiye gibi göreceli olarak “az gelişmiş kapitalist ülkelerde” reformizm’in sosyal tabanı sadece işçi aristokrat tabakadan ibaret değil, işçi sınıfının dışında kapitalizmle sınıfsal uzlaşı içinde olan, tekel dışı orta ve küçük burjuva sınıflarda var.1990’lar dan sonra “sosyalist“ kisvesi altında faaliyet gösteren reformistlerin “işçi sınıfı partileri ve işçi sınıfının çıkarını savunalar” adıyla hareket edip, devrimi savuna sosyalist hareketleri “sınıf dışı” diyerek karalamalarının nedeninin, 12 Eylül faşizminin işçi sınıfını tabakalara bölmesinin den kaynaklandığını ve reformistlerin “işçi sınıf” adına işçi sınıfını aristokrat tabakasını çıkarının gereği olarak kapitalizmin restorasyonu da yana ideolojik, siyasi ve örgütsel çizgi izlediklerini vurgulamak istedim.