Enver Hoca’nın Ölümünün 29.Yıldönümü

Enver Hoca, 16 Ekim 1908 tarihinde Cirokastra’da doğdu. 1912 yılında bağımsızlığını ilan eden Arnavutluk, 1913’de büyük devletler tarafından tanındı.  I.Dünya Savaşı’nın başlaması ülkenin İtalyanlar tarafından işgaline sebep oldu. Bu durum 1920 yılına kadar böyle sürdü fakat 1920 yılına gelindiğinde bu istilacılar ülkeyi boşalttılar ve Arnavutluk’un bağımsızlığı onaylandı.

1922 yılında Arnavutluk’un başına Ahmet Zogo geçti. Zogo 1924 yılında demokratlar tarafından devrilmesine karşın, tekrar karşı bir hareketle demokratları bu kez de Zogo devirdi ve ülkede kendi diktatörlüğünü kurdu. Enver Hoca, henüz 16 yaşındayken, 1924 yılında demokratik harekete katıldı. Korça Lisesinde düzenlene bir mitinge katılmasından dolayı tutuklandı ve hapse atıldı.

1927 yılında Arnavutluk ile İtalya arasında imzalanan Tiran Antlaşması, iki ülke arasında siyasi ilişkilerin düzelmesini sağladı ve İtalyanlar bu antlaşma sayesinde birçok ticari ayrıcalıklar elde ettiler. Bununla beraber ülke içinde, İtalyanların etksi giderek artmaya başladı ve bu durum demokratların tepkisine yol açtı. Demokratlar, çeşitli gösteriler ve ayaklanmalara kalkıştılarsa da önemli bir başarı gösteremediler. Fakat bu dönemde ülkede örgütlenme üzerinde yaptıkları çalışmalar ileride meyvesini verecekti. 1930 yılında  liseyi bitiren Enver Hoca  yüksek öğrenimi için Fransa’ya gitti.

Mücadelesini Fransa’da sürdürmeye başlayan Enver Hoca, Paris’te çeşitli yayın organlarıyla ilişkiler kurarak, ülkesindeki haksızlıklara karşı çeşitli yazılar yazmaya başladı. Enver Hoca Fransa’da burslu okuyordu ve bursunun kesilmesi onu Belçika’ya gitmek durumunda bıraktı. Belçika’da hem öğrenimine devam etti hem de Brüksel’de bulunan Arnavutluk Konsolosluğunda görev aldı. Ama bu durum çok uzun sürmedi. Zogo ajanları tarafından tespit edilmesi üzerine işinden kovularak Arnavutluk’a geri dönmek zorunda kaldı.

1936 yılında Arnavutluk’a geri dönen Enver Hoca artık gerçek bir komünistti ve kendisini davasına adamıştı. Arnavutluk’a geldikten sonra öğretmenliğe başlayan Enver Hoca önce Tiran sonra da kendi mezun olduğu okul olan Korça Lisesinde görev aldı. Bu okullardaki görevi boyunca da mücadelesini sürdürdü ve Korça Komünist Grubu’na katıldı. 2.dünya savaşının başlaması üzerine Arnavutluk, 7 Nisan 1939 tarihinde İtalyanlar tarafından işgale uğradı. Bu durum Ahmet Zogo’nun kaçmasına neden oldu. Faşist işgalin arifesinde Enver Hoca, gruptaki diğer yoldaşlarıyla birlikte halk direnişini örgütlemek için bütün gücüyle çalıştı. İşgalden sonrada bu yoldaki çabalarını sürdürdü. Devrimci faaliyeti, faşist istilacıların gözünden kaçmadı.

Onu ‘rejim aleyhtarı bir unsur’ olduğu gerekçesiyle öğretmenlikten attılar. Korça Komünist Grubu önderliği onu Tiran’a göndermeye karar verdi. Görevi, başkentte ve ülkenin diğer bölgelerinde anti-faşist hareketi örgütleyerek, grubun faaliyetini sağlam bir temel üzerine yaymaktı. Tiran’a gönderilen Enver Hoca  Tiran kolu önderliğine getirildi. İşgale karşı direnen bütün komünist topluluklar 1941 yılına gelindiğinde, Enver Hoca yönetimi altında toplandılar. Böylece işgale karşı direniş ciddi anlamda başlamış oldu.

8 Eylül 1943 tarihinde, Arnavutluk ve İtalya arasında imzalanan bir anlaşma sonrasında, Alman kuvvetleri ülkeye girdi.
Ancak Almanlar, partizanların baskılarına dayanamıp ülkeyi terketmek zorunda kaldılar.
Enver Hoca 1946 yılında Halk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Enver Hoca kırk sene boyunca Arnavutluk’un tek önderiydi.
11 Nisan 1985 tarihinde öldü ve Arnavutluk liderliği ile Arnavutluk Emek Partisi genel sekreterliğine, Ramiz Alia seçildi.

ENVER HOCA DÖNEMİNDE ARNAVUTLUK

Ülke faşist istilacılardan kurtulduktan sonra, Enver Hoca halk cumhuriyetini kurdu(11 Ocak 1946). 1912’den beri, sömüren sınıflara ve işgalcilere karşı mücadele veren Arnavut halkı ilk defa uluslararası sahneye bağımsızlığını ve egemenliğini kazanmış bir halk olarak çıktı.

Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Sosyalist Halk Devrimi sömüren sınıfları devirmekle ve kovmakla kalmadı, Arnavutluk’un yurtseverlerinin güzel rüyasını da gerçekleştirdi; Arnavutluk’a gerçek hürriyeti ve bağımsızlığı kazandırdı; Arnavutluk’u ilerleme ve refah yoluna soktu.

Ulusal Kurtuluş Savaşı, iç ve dış düşmanlara karşı zaferle  sonuçlandı; çünkü işçi sınıfının devrimci öncüsü ve bütün emekçi kitlelerin güvenilir önderi Arnavutluk Komünist Partisi, halkın mevcudiyetinin ve geleceğinin tehlikede olduğu bir zamanda, halk saflarından doğdu. Partinin kurulması ve ayaklanan halkın ve kurtuluş mücadelesinin başında yer alması, Arnavutluk tarihinin kaderinde büyük bir dönüm noktası oldu.
Parti halka, açık bir eylem programı sundu ve bunun tek doğru uygulama yolunu gösterdi.

Yugoslav komünistlerin büyük desteğiyle kurulan Arnavut Komünist Partisi, yine bu destekle yasama ve yürütme yetkisini eline alarak, Enver Hoca liderliğinde geçici bir hükümet oluşturmuştur.
Diğer Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden farklı olarak Arnavutluk’ta sosyalist rejim, Sovyet yardımı olmadan kurulmuştur.
14 Mart 1946 tarihinde de Yeni cumhuriyetin anayasası kabul edildi.

Paris Barış Konferansı’nın Toplanması ve Kuzey Epir Meselesi

Kuruluştan sonraki ilk önemli gelişme, Paris Barış Konferansı’nın toplanmasıdır. Enver Hoca bu görüşmelere bizzat gitmiştir ve Paris’te Arnavutluk’un meselesi Kuzey Epir sorunudur ve Enver Hoca savunmasını şöyle yapmıştır:

“Arnavutluk’un toprak bütünlüğünü tehdit eden bu meselenin bu konferansa getirilmesi doğru değildir. Sayı itibariyle küçük ve fakat ortak davaya yaptığı hizmet ve fedakarlıklar bakımından büyük olan Arnavutluk, buraya kendi sınırlarını tartışmak için gelmemiştir. Aksine kendi hak ve taleplerini dile getirmek için gelmiş bulunmaktadır. Ulusal topraklarımızdan yabancılara verilecek tek karış toprağımız yoktur. Bilakis komşularımızdan alacaklıyız biz!
Topraklarımıza dokunulmasına asla müsade etmeyeceğiz…”

Sosyalist Cumhuriyet kurulur kurulmaz Yugoslavya’nın yörüngesine girmişti. Hatta bir dönem, iç işleri bakanı Zoza iki ülkenin birleşmesinden yanaydı. Arnavutluk’un Yugoslavya’ya olan yakınlığının perde arkasında şüphesiz ki Yugoslavların, Arnavut Komünist Partisine yardımları vardı. Bu sıralar Yugoslavya’nın başında Tito bulunuyordu ve Tito’nun uyguladığı politika Onun 1948 yılında Kominform’dan ihracına sebep oldu. Böylelikle Yugoslavya ile Arnavutluk arasındaki ipler koptu ve iki ülkenin arası açıldı.

Arnavutluk bundan sonra SSCB cephesine yanaşacaktı.
Bu gelişmelerin ışığında Yugoslavya ile birleşme önerisinde israr eden ve bunu siyasi bir tutum haline getiren,  Zoza idam edildi. SSCB giderek Arnavutluk üzerindeki nüfuzunu arttırıyordu.
SSCB’nin bu durumu Stalin-Enver Hoca ilişkilerine paralel gidiyordu. Enver Hoca’nın Marxizm ve Leninizme olan bağlılığı ilişkilerin seyrini düzenleyen bir diğer etmen durumundaydı fakat Stalin’den sonra SSCB’nin başına geçen Kruşçev’in politikaları iki devlet arasında ilişkilerin kopmasına neden oldu.
Kruşçev’in Stalinciliğe karşı tutumu Arnavutluk’un müttefik pozisyondan kopmasına neden oldu.

Arnavutluk ile SSCB’nin ilişkilerinin kopması, Arnavutluk, kendisine yakın gördüğü, revizyonist politikaların etkisinde kalmamış olan Çin Halk Cumhuriyeti ile yakınlaşma yoluna gitti.

Arnavutluk ile Çin ilişkileri 1978 yılına kadar sıkı bir şekilde devam etmiştir. Buna ek olarak Arnavutluk, o dönemde Çin’in izlediği yolu izleyen tek halk cumhuriyetiydi. Bu dönemde Çin tarafından bir çok ekonomik ve askeri yardımla desteklenen Arnavutluk ekonomisini olumlu anlamda geliştirdi. Çin politikalarına takiben uygulanan ekonomik programlarla ilk olarak topraklar kollektifleştirilmeye çalışıldı. Ve bu politika gün geçtikçe bütün ülke topraklarına uygulanmaya başlandı. Çin bir tarım toplumuydu ve tarım alanında Çin ile girişilecek olası bir ortaklığın Arnavutluk’u tarım alanında ileriye götüreceği açıktı. Bu dönemde tarımdaki gelişmelerin yanında VI. ekonomik planla sanayiye bir anlamda öncelik tanındı.

Arnavutluk bu dönemde yavaş yavaş dış dünyaya açılmaya başladı ve Polonya ile ilişkilere başlandı. Bu dönemde Polonya’ya ek olarak Yugoslavya ile de ilişkiler düzelmeye başladı.

SSCB 1965  yılında Çekoslovakya’ya girdi ve bu ülkeyi işgal etti. Arnavutluk’un bu duruma tepkisi geç olmadı ve Arnavutluk bu olay üzerine Varşova Paktı’ndan çekildiğini açıkladı.

Bunun yanında Enver Hoca SSCB’nin Çin’e karşı yürüttüğü düşmanca politikalara da zaman zaman değinmiş ve olası bir SSCB-Çin düşmanlığında Çin’e taraf olacağının sinyallerini vermiştir. Arnavutluk’un Varşova Paktı’ndan çekilmesi ve SSCB ile ilişkilerini tamamen koparması, Çin Halk Cumhuriyeti’ne daha da yaklaşmasına sebep olmuştur.

Buna bağlı olarak, Çin ve Arnavutluk arasında bazı anlaşmalar yapıldı. Arnavutluk, Çin’e  bir deniz üssü verecek ve bunun karşılığında da Çin, Arnavutluk’a bir füze üssü verecek ve bunun yanında bir de ekonomik yardım yapacaktı.
Bu dönemde Çin’den Arnavutluk’a bir çok teknisyen gönderildi.
Bu teknisyenler Arnavutluk’un iktisadi gelişmesine katkıda bulundular. Arnavutluk ve Çin 1978 yılına kadar ekonomik işbirliğini sürdürdü.

Bu süre zarfında Çin, Arnavut sanayisinin ve tarımının gelişmesine katkıda bulundu, 436.000 ton buğday gönderdi , yüzmilyonlarca yuan kredi ve yardım sağladı, 6.000 teknisyen gönderdi.
Bu yardımlar karşılığında ise Arnavutluk Çin’e 1.7 milyon tondan fazla petrol, 1.3 milyon tondan fazla asvalt ve 2.7 milyon ton krom madeni ve krom konsantresi vb. verdi.

Enver Hoca, Mao’nun ölümünden sonraki Çin idarecilerinin Maocu çizgiden uzaklaştıklarını, emperyalist güçlere ve emperyalist hareketlerine göz yumduklarını iddia ediyordu.
Çinlileri ABD’ye yanaşmakla suçluyordu.

Bu gelişmeler üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler bozuldu ve Çin yapılan anlaşmaları tek taraflı olarak kaldırdı.
7 Temmuz 1978 günü Çin Halk Cumhuriyeti Arnavutluk’un Pekin’deki elçiliğine bir  nota vererek, Çin’in Arnavutluk’a yaptığı ekonomik ve askeri yardımı durdurmayı, yardım kredilerini kesmeyi ve gönderdiği tüm askeri ve ekonomik uzmanları geri çekmeyi kararlaştırdığını bildirdi. Arnavutluk hükümetinin tepkisi ise sadece sözle olmasına karşın, sert ve onur kırıcı oldu:

“Çin hükümetinin Arnavutluk ile ekonomik ve askeri işbirliği anlaşmalarını tek yanlı kaldırması, iki ülke arasında resmen yapılmış anlaşmaları keyfi biçimde çiğnemesi, sosyalist ekonomimiz için çok sayıda önemli projeleri tamamlamadan bırakması, uzmanları geri çekmesi ve diğer deliller Çin yönetiminin iyice belirlenmiş  siyasi ve ideolojik çizgisini yansıtmaktadır. Bunlar, Çin yönetiminin Marxizm-Leninizm’den ve proleter enternasyonalizmi ilkelerinden sapmasının, Amerikan emperyalizmine, uluslararası sermayeye ve gericiliğe yakınlaşmasının ve onlarla işbirliğinin, uluslararası alanda devrimci ve kurtuluş güçlerine yardım ve destekten el çekmesinin, Çin’in bir emperyalist süper devlet haline gelme amaçlarının bir sonucudur…
Şimdiki Çin yönetimi, kendi arzusuna göre ve kendisine özgü nedenlerden dolayı Arnavutluk Emek Partisi’ni Kültür Devrimi’ni mahkum etmeye zorladı ve zorlamaktadır.
Arnavutluk Emek Partisi bu buyruğu hiçbir zaman kabul etmeyecektir.”

Enver Hoca döneminde Arnavutluk 40 senelik gelişimi gözlemlendiğinde şu sonuçlar çıkmaktadır:

* Savaş öncesinde Arnavutluk’ta ortalama bir insan ömrü sadece 38 yıl iken bu rakam 1970’li yıllara gelindiğinde 66 yıla ulaşmıştır.

* Sınai ve tarımsal üretim artmıştır ve buna bağlı olarak artan milli gelir halka adaletli bir şekilde dağıtılmış, bu sayede halkın alım gücü ciddi oranda yükselme göstermiştir.

* Devlet yardımlarıyla ve kredilerle, 185.000 daire ve ev inşa edilmiştir.

* Petrol üretimi %80, bakır üretimi ise %200 oranında artmıştır.
(bu durum krom, kömür vb. için de geçerlidir.)

* Yüksek öğrenim görmüş uzman sayısı 4245’ten (1960 verilerine göre) 14.000’e ulaşmıştır.

* Buğday üretimi 2 misline, mısır üretimi ise 2,2 misline ulaşmıştır.

* Eğitim alanında da bir çok gelişmeler olmuştur.
Sekiz yıllık eğitim köylerde dahi tam olarak uygulanmıştır. Öğretmen sayısı 1700 (kuruluşta) 23.000’e ulaşmıştır.

* 1938 yılına bakıldığında 17 sinema, 5 kütüphane, 2 müze ve yaklaşık 180.000 kitap mevcuttu.
* 1968 yılına gelindiğinde bir hayli yükselmiştir: 1750 kültür evi, bir çok sinema (köylere hatta tarım kooperatiflerine varıncaya dek), sadece bir yayınevinde(Mihal Duri) yaklaşık 7 milyon kitap mevcuttu.

* 29.000 hektarlık sulanan toprak 240.000 hektarı aşmış, kuruluşta sadece 30 tane olan traktör sayısı 10.500’e ulaşmıştır.
* 1938’de bir yılda üretilen enerji 1970’li yıllara gelindiğinde sadece dört günde üretilmekteydi.
Bütün köylere elektrik getirildi.
* Bunlara ek olarak dünyada dolaylı ya da dolaysız tek vergi vermeyen halk Arnavut halkıydı.

1980’li yıllara gelindiğinde Arnavutluk, bazı ülkelerle bir takım ticari anlaşmalar imzaladı. Ilk ticari anlaşma ise 1980’de Yugoslavya ile imzalandı. Bu gelişmeyi daha sonra Fransa (1983), Türkiye (1983) ve İtalya(1984) ile yapılan anlaşmalar takip etti.

ENVER HOCA´NIN ÖLÜMÜNDEN SONRA ARNAVUTLUK
Arnavutluk Birleşik Komünist Partisi

Enver Hoca’nın Nisan 1985’te ölümü, Partinin ve devletin liberal-bürokratikleşme sürecinin başlangıç noktası ve proletarya diktatörlüğünün devrilmesine neden olmuştur.

16 Eylül 1982’de Peza Konferansı’nın yıldönümü toplantısında (faşist İtalyan işgalcilere karşı mücadele etmek için din, bölge, görünüm farkı gözetmeksizin halkın örgütlenmesinin 60. yıldönümü) Enver Hoca yoldaş “dava arkadaşı” Ramiz Alia’ya görevi devretti.

Bu andan itibaren Ramiz Alia halkın sorunlarını ve taleplerini öğrenmek, partinin halkla olan ilişkisini ve kadroları değerlendirmek için ülkenin bütün bölgelerini dolaşmaya başladı.
En belirgin olgu, işçılerin ve köylülerin Enver Hoca’ya büyük ilgisiydi. Ders öğrenilmişti ve Alia, Enver övgüleriyle Arnavutluk’u dolaşarak Enver’in sadık bir takipçisi olduğunu ve onun yerine geçmeyi hakettiğini göstermeye çalıştı. Sonraki yıllar gösterecekti ki Alia bu yolla Partinin inançlı bir evladı olduğu ve Enver’in yolundan gideceği konusunda halkın güvenini kazanmaya çalışıyordu.

Kooperatif çiftliklerindeki, işletmelerdeki ve devlet kuruluşlarındaki sonsuz toplantılar, işgünlerinde düzenlenen kitlesel eylemler üretimi etkiledi. Bunun yol açtığı kaos ve üretimdeki önemli düşüş giderek ilerlemeye zarar veren bir hâl aldı.

Sadık komünistler, fedakarlık yapmaya alışkın yaşlılar, öncü işçiler ve köylüler ve sosyalizmin geleceği konusuna ilgili devrimci aydınlar, kötü ünlü “kendi kendini finans”  programına karşı çıktılar.
Bu program, “kabuğu kırma” ve ekonomiye “büyük bir sıçrama”  programı olarak sunuldu.

Partinin ve devletin devrimcileştirilmesine devam etmek için gerekli tedbirleri almak yerine Alia, “bayağılığa karşı kampanya” adı altında başka bir deneme balonu uçurdu; bu yolla, durumundan hoşnut olmayan kariyeristleri kendi etrafında birleştirmeyi amaçlıyordu.

1989’da Alia mahkeme kararlarına rağmen sabotörler, saptırıcılar ve yabancı istihbarat servisi ajanlarına af ilan etti.
Bu durum, işçi ve köylülerden iktidarı alma talebiyle henüz açıktan ortaya çıkamasalar da, karşı devrimci güçlere başka kampanyalar başlatması için cesaret verdi.

Bunların başında kariyeristler, şarlatanlar, ikiyüzlüler, en imtiyazlı sosyal tabakalar (bunlar hazırladıkları yeni sistemde kendi imtiyazlarını çoğaltmayı hedefliyordu), karakter bozukluğu nedeniyle görevlerinden alınmış olan bürokratlar ve liberaller ve partiden atılmış kişiler geliyordu.

Alia “siyasi ve ekonomik reformlar” yoluyla çalışmanın kesintiye uğramasına yol açtı ve halka et, süt, yumurta, yağ, peynir, sebze ve hatta ekmek gibi temel gıda maddeleri tedariki her geçen gün kötüleşti. İşgücü disiplinindeki yozlaşmanın sonucu olarak konut, ulaşım, sosyal hizmetler ve hatta sıhhi tertibat önemli ölçüde geriledi.

Alia, halkın geniş kesimlerinin devrimci deneyimini değerlendirmek yerine “uzun süren kuraklığı” suçladı ve “demokratiklerşme” sloganı altında Partiyi ve halk iktidarını toptan çöküşün eşiğine getirdi.
Parti liderleri gereksiz toplantılarla uğraşıp kitlelerle bağlarını ve güvenlerini yitirdiler.

Basın yanlış bilginin ve oportunizmin beşiği haline geldi, Avrupa, Japon, Amerikan, Kuzey Kore vb. “sosyalizmi”ni göklere çıkardı.

Bütün bunlar, bu açıktan revizyonist çizgiye muhalefetini ifade eden dürüst komünistleri, işçileri ve köylüleri isyan ettirdi.
Hoşnutsuzluğu giderek artan halkın geniş kesimlerinin pasifliğe yönelmesi karşı devrimci güçlere haksızlık ve ihmalin çok olduğu şehirlerde sokaklara çıkma fırsatı verdi.

Alia’nın eylemleri, kendisinin daha sonra anılarında kabul ettiği şeyleri amaçlıyordu: sosyalizmin tasfiyesi ve kapitalist sistemin restorasyonu. Asıl güçler dengesi Şubat 1991’de Enver Hoca’nın Tiran meydanındaki heykeli yıkıldığında gösterildi.
Bu skandal vandalizm eylemine karşı halk öfkesini Arnavutluk çapındaki kitlesel gösterilerde ortaya koydu; Alia hain olarak mahkum edildi. Göstericiler tek ağızdan şunları haykırdı:

“Başkan bir haindir!”, “Başkana idam!”, “Yaşasın Enver Hoca!”.

Aslında halkın üçte ikisinden fazlası sosyalizm yolunda yürümeye devam etmek istiyordu, ki bu rakam aynı yıl 31 Mart’ta yapılan seçimlerde doğrulandı. Karşi devrim geçici bir süre geri çekilmek zorunda kaldı, fakat 10. Kongre’de Alia AEP’i tümden yoketme sinyali verdi.

Öte yandan AEP’in devrimci üye ve taraftarları Alia’yı Marksizm-Leninizm döneği olarak mahkum etti. ,

16 Temmuz 1992’de Tiran’daki ABD elçisi William Ryerson’un önerilerine uygun olarak Parlamento faşist karakterde birçok karar çıkardı:

– APK’nın yasaklanması

– Bütün komünistlerin işlerinden çıkarılması

– Tüm eski hizmetlilerin silahsızlandırılması

– Kurtuluş Günü’nün ulusal bayram olmaktan çıkarılması

– Halk Kahramanları’nın -Enver Hoca, Hüsni Kapo ve Müslim Peza- Ulusal Şehitlik Mezarlığından çıkarılması

– Enver Hoca’nın eşi Necmiye Hoca ve daha sonra da oğlu Ülir Hoca’nın tutuklanması

– Sosyalist Parti lideri Fatos Nano’nun gıda yardımında dolandırıcılık suçlaması ile tutuklanması (bugüne kadar bu suçlama hala kanıtlanamadı)

– Alia’nın başlattığı yoldan devam ederek emperyalizme diz çökme politikasının benimsenmesi, vb.

Siyasi muhaliflerin uydurma suçlamalarla yargılanması her alanda gerçekleşti. Bütün ilerici aydınlar, özellikle gazeteciler hedef alındı. Birçok komünist tutuklandı ve İtalyan ve Hitler işgalcilerininki kadar kötü koşullarda tutularak işkence yapıldı. ,
Birçoğu hücre cezasında öldü.

Berisha’nın polisleri tarafından uygulanan beyaz terör, Kosova’da Sırp polislerinki kadar kötüydü.

Ulusal ekonominin çökertilmesi en büyük suçlardan biriydi ve ülkeyi bütünüyle Batılı emperyalist güçlere bağımlı hale getirdi.
Bu durum işsiz sayısını büyük oranlara çıkardı; 5.000’den fazla Arnavut ekmek peşinde dünyanın yollarına döküldü.
Daha acı bir durum da gençliğin kaderiydi; 30.000 genç kız Batı Avrupa’da fuhuş yapmak üzere mafyaya teslim edildi.

Alia ve Nano’nun küçük dükkanları ve işyerlerini ucuza özelleştirme yoluyla küçük ve orta burjuvazi sınıfını yaratması gibi Berisha da en kirli araçları kullanarak bir zengin burjuvazi sınıfı yarattı.

Demokrat Parti’nin programı altında adalet sistemi büyük darbeler aldı altı ay içinde yeni Demokrat Parti hakimleri “eğitildi”, fakat en basit davaları bile çözmekten aciz olduklarını gösterdiler. Yolsuzluk, kaçakçılık ve diğer bütün kanun dışı eylemler kısa sürede gelişti ve Batılı işadamlarının bile iştahını kabarttı.

Berisha’nın “en karlı bitkileri ekme” çağrısı halkı Cannabis gibi yüksek karlı narkotik bitkiler yetiştirmeye teşvik etti.
50 yıldan fazla süredir bütün gücüyle çalışıp özgürlük ve Arnavutluk’un inşası için mücadele edenler için yaşam oldukça zorlaştı.  Emekli aylıkları öyle saçma derecedeydi ki ekmek ve kahve için bile yetmiyordu; doktor ve öğretmenlerin absurd maaşları da hoşnutsuzluğa neden oluyordu.

Gizli polis bir terörızm aygıtı haline geldi;
Berisha muhaliflerini suikastlar ve çocuk kaçırmalar yoluyla sindirirken onları kullandı. Berisha’nın mahkum edilecek diğer eylemleri ulusal dilin ihmal edillmesi, Kuzey ile Güney arasındaki uçurumun büyümesi, şehit ve kahramanların küçük düşürülmesi, ordunun ve devletin zayıflatılması, piramit şirketlerinin yaratılması, kültür, eğitim ve bilim kuruluşlarının tahribatı ve gençliğin yozlaştırılmasıdır.

Bütün bunların sonucu olarak, faşist diktatörlüğe ağır bir darbe vuran 1997 ayaklanmaları gelişti.
Halkın anti-faşist bilincinin gelişmesinde inkar edilmez rollerine karşın komünistler bölünmüş ve karmaşa içınde olduklarından bu halk hareketinde önder rol oynayamadılar.

Ayaklanmalar kısa sürede ülkenin geleceği için hayırsız sonuçlar doğuran anarşik bir hareketle dejenere oldu.

Berisha tehlikeli bir iç savaş provoke etmeyi hedefliyordu, ama “ordu celik gibisaglam olduğundan” bunu başaramadı (dönemin Savunma Bakanı Zhulali’nin sözleri). Ordu, yeşil üniformalı ve kızıl kalpli askerlerden oluşuyordu, çünkü halk ve vatan sevgisiyle eğitilmiş askerlerin yerine birden yenilerini getirmek mümkün değildi.

Haziran 1997 seçimleri, yeni müttefiki Milloshi’nin Berisha’ya verdiği yardımlara rağmen Demokrat Parti için büyük bir darbe oldu. Berisha Arnavutluk’u destabilize etmek için 14 Eylül 1998 darbesine kadar elinden gelen ne varsa yaptı.

Drenica bölgesi katliamlarla yerle bir edilirken Milloshi’nin Mart 98’de yaptığı bir açıklama ile ‘Sırplarla Kosovalıları anlaşmaya’ çağırması, Milloshi’nin revizyonizm yoluna girmiş olduğunun göstergesidir.

Bu öyle bir yoldur ki bağımsızlık savaşlarını ortadan kaldırmayı ve halkların emperyalist güçlere teslim olmasını hedefler.
***
1997 olayları, 27 Mayıs 97’de Berisha’nın haydut ve kriminallerle işbirliği halinde halkın oylarını çaldığını gösterdi.
Berisha’nın Avrupalı destekçileri, Arnavutluk’un neo-Nazi bir politikaya tümden teslimiyetini hedefliyordu (Berisha liderliğindeki Demokrat Parti’nin politikası böylesi bir politikaydı).

Avrupa ve ABD’nin -kimi zaman çatışma kimi zaman da anlaşma içindeki- bu tutumu onların Arnavutluk’a büyük ilgi duyduğunu ve orada kimin hakimiyet kuracağını kararlaştırmak için büyük bir mücadele verdiklerini gösterdi. Berisha’nın faşist terörünün en karanlık yıllarında Batılı devletler bu tür hükümeti övmekten bir dakika geri durmadılar, ki bu politika 1997 başlarında (ayaklanmanın ilk günleri) zirvesine vardı. O donem dedikleri şuydu: “reformlarına devam etmesi gereken Arnavutluk’u destekliyoruz.”

Sosyalist Parti’nin iktidara gelişiyle durum değişti; Komünist Partiyi yasaklayan kanun kaldırıldı; basın ve gazetecilere bazı tavizler verildi; ve gizli polisin faaliyetleri engellendi.
Ancak Nano hükümeti Berisha rejimine dokunmayarak hükümetin hızlı bir şekilde düşmesi olasılığını devam ettirdi.

İki yıldan fazla bir süredir genç kriminaller tehlikeli çeteler kurarak şehirlere korku saldılar ve büyük bir güvensizlik ortamı yarattılar. Berisha’nın anti-ulusal polisi tarafından çökertilen ekonomi belini doğrultmak bir yana düşmeye devam ederken halkın yeni burjuva politikacılar sınıfına karşı duyduğu nefret artıyor.

Halk hergün sosyalizmin şanlı günlerini, özellikle Enver Hoca döneminde tarım, sanayi, eğitim ve bilimde kaydedilen muazzam dönüşümleri yadediyor. Gerçekle bağı olan hiç kimse bunu inkar edemez. “Our Time” adında bağımsız bir derginin ulusun en çok sevdiği 10 kişiyi tesbit etmek için yaptığı bir ankete göre Enver Hoca, İsmail Kemali’nin ardından (1912’de bağımsızlığı ilan eden kişi) ikinci sırada geliyor.

Eğitim, sağlık, çevre geçen on yılda büyük kayıplar verdi.
Cehalet, bulaşıcı hastalıklar, meyve ağaçlarının ve bağların yaygın bir şekilde yakılması bugün görülen korkunç olgular.

AIDS, sıtma, kolera, tüberküloz, çocuk felci, kirli suların neden olduğu salgınlar, araba kazaları, rastgele ateşlemeler Arnavut istatistiklerinde yeni bir sayfa oluşturuyor.
Yüzlerce kişi yaşam içın gerekli olan asgari besinden yoksun; pekçok kişi de ülke dışında yoksullukan ölüyor.

Bu kirli havada, ağaçsız ve çiçeksiz bir ortamda suç, yoksulluk ve fuhuş büyürken, astronomik gelirlere sahip ve vekilleri, diplomatları, bakanları ve polis şeflerini kapsayan bir egemen sınıf görülüyor.

Bu gerçeğe isyan eden sıradan insanlar soruyor:
“Biz ve siz kaybettiğimiz iktidarı ne zaman geri alacağız?”

Ancak komünist hareket bunun gerçekleşmesi için gereken seviyenin altında ve Beşinci Kol bunda rolünü oynadı.
Aç gözlü kariyer düşkünü unsurlar sahte komünistlerin saflarımızdan temizlenmesine engel olurlar.

Ama zaman bizim tarafımızda. Kapitalizm yok olmaya mahkum ve revizyonist kölelerini de birlikte götürecek.
Partimiz gerçek bir M-L parti haline geldiğinde, üyeleri özü ve sözü ile kitle önderleri haline geldiğinde, sınıfları proletarya için yaşamlarını bile vermeye hazır hale geldiğinde bu gerçekleşecektir.

Biz böyle bir parti inşa etmeyi hedefliyoruz ve Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Enver’in deneyimleri üzerine inşa edebileceğimiz için de kesinlikle başaracağız.