71 Devrimci Kardeşliği – PARTİ BAYRAĞI 2.Sayı-

Bozkır’dan Orman Yaratan İrade,Bize Gülümsüyor…
Tarih bütün adları saklar, iyi ya da kötü; kahraman ya da işbirlikçi. Tarih bütün eylemleri saklar, cesur ya da korkak, tarih hepimizi saklar, soğuk, taştan bir mezar gibi, geriye bıraktığımız bir sıfattır sadece namuslu ya da hain. Kişisel hayatlarımızı aşan bir cetvelle ölçer bizi, daha büyük bir duvarın önüne dizer ve o duvara düşmüş gölgelerin hiç silinmeyeceğini hatırlatır bize, karanlıkta saklandığını düşünenlerin üzerine ışık hep sonradan düşer, gölge belirir ve kaybolmaz artık hiçbir yere. Tarih bütün adları saklar, bütün utançları, bütün erdemleri listeler ve hepsini duvardaki gölgelere iliştirir; hepsinin bir anlamı, bir varoluşu vardır, hiçbiri kaybolmadan durur karşımızda, tıpkı 71 devrimciliği gibi.

71 devrimciliği hakkında çok şey konuşulmuştur, ülkede sosyalist mücadelede bir dönüm noktası olduğu bilinir, gerçek anlamda bir devrimci hareketin başlangıç yeri olduğu da ve daha da önemlisi bu dönemin öncülerinin kendilerini çevreleyen koşulların ilerisinde düşler kurduğu ve onların düşlerine benzemeyen bir dünyada ölmekten başka yollarının olmadığı da bilinir. Onların ölümü, ölmekten daha fazla bir şeye işaret eder, yanan bir bedenin işaret fişeği olması gibi bir şeye, kendi ulaştıkları yolun daha uzağındaki bir noktaya, sürdürülebilecek bir geleceğe, bir mücadele ahlakına ve pek çok şeye işaret eder. Onlar çoğuldur, Denizler, Mahirler, İnanlar, İbrahimler’dir; adları bile bir tekilliğe işaret etmez, çoğalan bir yankıyla çarpar kulağımıza, uzak bir yolun sonunda gerçekleşmesini hayal ettikleri bir hakikate işaret eder hepsi.

Dönemin hikayesi aslında bir birleşme arzusuyla başlar, Mahir Çayan devrimci mücadele için THKO önderi Hüseyin İnan ile görüşmek için, beraberinde Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ile ODTÜ’de bir araya gelir ve birlikte aynı yolda yürümekten bahseder İnan’a lakin H.İnan, M.Çayan’ın yanındakilere güvenmediğini beyan ederek geri çevirir ve bir uzlaşma olmamıştır belki ama daha sonra aynı yolda ölenlerin bir fotoğrafını kaydetmiştir , daha sonra bu fotoğrafta silik bir gölgeye dönüşecek Aktolga’yı ve Küpeli’yi de kaydetmiştir tarih, gölgeli silüetler olarak.

THKO devrimci mücadeleyi “sert” bir biçimde başlattığında, eleştiriyi silaha dönüştürdüğünde aslında ayrıştığı Mahirlerle de bir kader ortaklığını başlatmış olacaktı. Bu yazıda bütün serüveni tekrarlamayacağım, çünkü beni hareketlerin teorik ayrışmalarından çok, devrimcilerin pratik dayanışmaları ilgilendirecek, onların birlikte ya da ayrı ayrı gerçekleştirdikleri eylemlerdeki “ruh” ilgilendirecek ve bütün tartışmalarına rağmen söz konusu devrimcilik olduğunda nasıl bütünlüklü bir görünüm arz ettikleri ilgilendirecek.

13083372_585098231660246_436199586385181873_n

Örneğin kentteki eylemlerden sonra sıkı bir aramaya uğradıklarında İnan’ı bir süreliğine Ankara’da bırakarak, dağdaki yoldaşlarıyla buluşmak için iki grup halinde motorlarla yola çıkanların ( Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Yusuf Arslan ) dönüşü olmadığını bugün bildiğimiz bu yoldaki tutumları ilgilendirecek, Deniz’in yakalandığını duyana kadar kendi adını bile söylemeyen Yusuf’un kardeşliği ilgilendirecek ya da Gemerek’te yakalandığında sözleri ve duruşuyla onu ele geçirenleri bile utandıran Deniz’in cesareti ilgilendirecek.

Kimilerinin öldüğü kimilerinin idam edilmek üzere hapse atıldığı bu dönemde Mahir Çayan ve arkadaşlarının devrimci yoldaşları serbest bırakılsın diye giriştikleri eylemler ilgilendirecek. Çayan’ın Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın şehit düştüklerini radyodan öğrendikten sonra daha fazla bilendiklerini, devrimciliğin nasıl bir şey olduğunu göstereceklerini söylemesi ilgilendirecek. Sinan Cemgilin’in Nurhak’ta biten serüvenini sürdürmek için yola çıkan İbrahim Kaypakkaya’nın onurlu duruşu ilgilendirecek beni.

Onların dayanışma ruhu ve birbirleri için kendilerini feda etme gücü sadece bir romantizmin yüceltimi için işlevsel değildir, solun bu topraklarda kitleyle bütünleşme yolundaki en önemli adımının atılmasını somutlaştırması bakımından önemlidir. 1974-80 arasındaki kitlesel katılımın sebebi, halk yığınlarının sol harekete gösterdiği sempati ve teveccüh bu namuslu devrimcilerin sayesindedir. Sadece devrimciler değil sıradan insanlar da sevmiştir bu dev “çocukları”.

Çünkü onlar bir yolun, ucunda ölüm de olsa nasıl yüründüğünü göstermişler, boyun eğmemiş, ihanet etmemiş, hatta buna rağmen kendilerini suçlayabilen insafsızlara karşı ölüme yürümüşlerdir. Mahir Çayan’ın kendini mit ajanı olarak suçlayanlara karşı, bile isteye ölüme yürüdüğü söylenir, ölümü istediği söylenir. İnsanın kendini aklamasının ölmekten başka bir yolu bulunacak bir gün elbet ama onları bile suçlamaktan çekinmeyen dili, tarihin yargısı sessiz bırakmıştır.
Ada şiirini düşünelim:
(…)
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
Karanlık denizin ortasında-Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım ne buralı,-Adalıyım adalı,
Adam ormanlıktır. Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün adamı kaplar.
“Değil şiirlerde, masallarda bile böylesi bir ada yoktur. Böylesi bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.”
Adam kalabalıktır hain hücre:Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra’da, Falcon da, Vietnam da, Mozambik’te, Angola da, Sina çöllerinde…Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı…
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır kahpe hücre.

Mahir bu şiiri neden yazdı diye düşünelim.

Evet, onların kitleyle kurduğu bağ bir daha kurulamadı. Doğru bir çizgide, doğru araçlarla üretilen bir siyaset, kitle oportünizmi değil kitle desteği üretmişti, birbirleri için ölebilen devrimcilerin duruşunda, direnme gücünde ve kendilerinden emin bir biçimde ilerledikleri yolda, özdeşleşebilecek bir şeyler bulmuştu insan toplulukları. Doğru bir biçimde karşılığını bulmuştu. Sonraki dönemde ise onların örnek olduğu çizgiden sürekli sapmanın modellerini sundu topluma sol; ideolojik ayrışmalar birbirini suçlamanın, birbirini öldürmenin malzemesi haline getirildi artan bir ivmeyle.

Fraksiyon çatışmalarının, kişisel hesapların devrimci mücadelede her türlü dayanışma duygusunu yok ettiği, aynı yolu yürüyenlerin birbirine bile güvenmediği bir pratik ikna etmekten çok uzaktı ve hedef bir iktidardan çok, küçük grupların birbirleri üzerindeki iktidar çekişmesine dönüştükçe ortam giderek sislenecek, devrimci mücadele kendi amacından uzaklaşacaktı.

71 kardeşliğinin örnek kişileri, bugün bile devrimci hareketin kahramanları olmayı sürdürmekte, onları bütün devrimci gruplar alıntılamakta, övgüler dizmekte ama canları pahasına savundukları kardeşlikten hiçbir şey öğrenmemekte. Buna toplumun cevabının ne olduğunu hepimiz biliyoruz, bizi hala toplumsal ölçekte yücelten insanların onlar olduğunu da.

Deniz’lerden bize ne kaldı? İki ucunu birbirine ,doğru bir biçimde iliştiremediğimiz bir tarih, orada başlamış olanda ,herkesi etkileyen ama bir türlü bizim hikayemize dahil edemediğimiz bir dayanışma. Onlardan bize aslında sosyalizm için mücadele yöntemlerinden çok bir üslup kaldı. Çok şey öğrendik geçen zaman içinde, bilgimiz arttı, birikimimiz de ama orada bıraktığımız ve çeşitli nedenler yüzünden sürdüremediğimiz o “birbiri için ölmeyi bilmek” jestini, birbirimizi öldürme jestine nasıl çevirdik diye düşünürüm hep; bir zamanlar birilerinin başardığını, yani bir yolu birbirimizle dayanışarak yürümeyi neden başaramadık diye. Onların hikayesinde hala öğrenilecek şeyler var benim için, umutsuzluğa kapıldığımda açıp yeniden baktığım bir kitap gibi onların namuslu yüzleri.

Tarık Ali