Şehrin sonu geldi mi? Gündüz Vassaf
AVM’ler miadını doldurunca fabrikalar gibi yıkılacak mı? Böyle giderse bir zamanlar dünyanın otomobil başkenti Detroit’te olduğu gibi yaşanmaz kıldığımız şehirleri terk edeceğiz.
Avcıydık. Toplayıcıydık. Hareket halindeydik.
10.000 yıl önce tarımı keşfettik. Yerleşik düzene geçtik.
Duvarlar ördük. İçimize kapandık. Yediğimiz, içtiğimiz ayağımıza geldi. Zamanla doğadan koptuk.
200 yıl öncesine kadar, ABD dahil, birçok ülkede toplam nüfusun % 80 kadarı, kırsal bölgelerde, köylerde, kasabalarda oturuyordu. Sanayi devrimi türümüzün yaşam biçiminde, ilişkilerimizde devrim yarattı. Şehirlerdeki fabrikalara göç başladı. Artık dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde oturuyor. Bugün Meksiko City, Mumbai gibi tek bir şehirde yaşayan insan sayısı, türümüzün 80.000 yıl önce ilk Afrika’dan yola koyulduğundaki toplam sayısından kat kat fazla.
Türümüzün ruh sağlığı açısından şehirden tehlikeli bir yer yok.
Bu patolojik yaşam koşulları sayesinde var olan ilaç sanayiinin vücudumuzu ve duygularımızı denetleyen kimyasal haplar, evlerimizde saatlerce önünde mıhlanıp kaldığımız, beyin dalgalarımızı uyuşturan televizyonlar, bizleri tüketim müptelası yapan nesneler olmasa, bir arada yaşayabilmemiz mümkün olmazdı. Otomobillerimize park yeri bulabilmek için birbirimizle kavga etmemiz, birbirimizi öldürmemiz, bu vahşi ortamın bir ifadesi.
Kırsal kesime göre şehirlerde yaşayanlarda depresyon, intihar, cinayet, ırza geçme ve hırsızlığın, yağan yağmur ya da kar miktarı gibi, günlük hayatımızda sıradanlaşmış istatistiklerden farkı yok. Bu ürkütücü halimize medyada yer verilmesi, duyarlılığımızdan değil sansasyonel haber satışı pazarından. İşin absürd tarafıysa, bu dehşetengiz yaşamımıza sahne olan şehrin, uzmanından politikacısına kadar adımıza planlanıyor olması.
Patoloji norm olunca farkına varılmıyor.
Aymazlığımız büyük ölçüde (biz bu dünyadan gelip geçerken) şehirlere kalıcıymış gibi bakmamızdan kaynaklanıyor. Oysa 20. yüzyılın başında şairlerimiz bile fabrikaları, makineleri överken, bugün bu hilkat garibesi binaları yıkar olduk. Artık, sanayinin insanı robotlaştırdığının, işçi sınıfını yabancılaşmaya mahkûm ettiğinin, çevreye zehir saçtığı, doğal kaynakları tüketip katlettiğinin bilincindeyiz.
Buna rağmen günümüzde şehirlere damgalarını vurmak isteyenler zannediyor ki tarih boyu yaptıklarıyla yâd edilecekler. Oysa dünyamızı betonlaştıranlar, bizleri pencereleri bile açılamayan yüksek binalara mahkûm kılanlar, sağlığımıza, çevreye zararlı otomobil kullanımını tüpgeçitlerle, köprülerle teşvik edenler, rantın geleceğimizi belirlemesine hizmet edenler… İleride adlarını telaffuz etmeye tenezzül edersek, gafletleri için olacak.
Sosyal bilimciler de şehirleri incelerken, insan ve çevrenin sürekli değiştiği, dinamik, akışkan bir süreci görmek yerine, gözlemlerini kalıplar içinde donduruyor. Oysa her şey ve herkes gibi şehirler de, çoğu önceden planlanamayan, değişimlere tabi. Hele kimlerin nerelerde yaşadığı… Anadolu’ya traktör, Almanya’ya göçmen işçi giderken, bunun şehirlerin nüfus, mimari, kültürel ve ekonomik yapısına etkisini kestiren kimse oldu mu? İşte Türkiye’de gecekondu, Avrupa’da göçmen gettoları ve onların şehirlerde ulaşımdan politikaya, yemekten müziğe yansıttıkları sürekli değişim. İşte, kapitalist pazarın bu döneminde topu atan bakkal ve dükkânlar yerine süpermarket ve AVM’ler. Onların da ömrü sınırlı. AVM’ler miadını doldurduktan sonra ne için kullanılacak? Fabrikalar gibi yıkılacak mı? Ya okullar ve hastaneler? Sağlık adına, her çeşit mikrop ve hastalığı tek bir mekânda toplayan binaların, hepimizin aynı saatte, aynı yaşta, aynı hızda öğreneceğimiz üzerine kışla mimarisini kurmuş bir eğitim sistemi daha ne kadar sürebilir?
Geleceğin şehir mimarisi, eskinin yık-yap yaklaşımını tekrarlamak yerine esnek olmaya, ilerisi için aklımızdan bugün geçmeyen çok amaçlı kullanımlara açık olmalı. İç mekânlarda duvarlar, odalar, merdivenler, tavanlar yer ve şekil değiştirebilmeli. Değişen ihtiyaç ve kullanım amaçlarına göre, lego gibi biçimden biçime geçebilmeli.
Bugün yapılan, gelecek adına şehirlerin mezarını kazmak.
Böyle giderse, bir zamanlar dünyanın otomobil başkenti Detroit’te olduğu gibi, yaşanmaz kıldığımız şehirleri terk edeceğiz. Küresel ekonomi, teknoloji, iletişim ve yaşama verilen değerin bilinç ve ahlakıyla, robotlar ve üçboyutlu fotokopi imalatının yaygınlaşmasıyla, BİT para örneğinde olduğu gibi devletlerin merkez bankası hegemonyası da kalktığında, istediğimiz yerde yaşayıp istediğimiz yerde yaratacağız.