Sosyalizmin ve Proleter Devrimler Çağının Büyük Önderi Stalin Yoldaş

Dünya proletaryasının ve komünist hareketin önderlerinden ve Leninizm’in kararlı takipçisi Stalin yoldaşın 5 Mart 1953 yılında yaşama gözlerini yummasının 60.yıl dönümü. Yaşamını sosyalizmin başarısına adayan ve çok yönlü gelişkin bir önder olarak M-L’e katkılar yapan ve ilk sosyalist Sovyetlerin birliğinin emperyalist kapitalist sistemin bin bir çeşit entrika ve saldırısına cepheden karşı duran ve dünyanın en kanlı faşist diktatörü Hitleri tarihin derinliklerine gömülmesi mücadelesine komutanlık eden Stalin yoldaş geride komünistlerin ve halkların yararlanacağı tarihler boyu yaşayacak değerli hazineler bıraktı.

Kuşku yok ki Stalin’e en fazla burjuvazi, uşakları, Troçkistler ve bilumum revizyonist dönekler saldırdı. Hemen hepsinin de iddiaları CİA ve diğer emperyalistlerin istihbarat örgütlerinin hayali senaryoları, parayla satın alınmış döneklerin itirafları ve çarpıtılmış bilgilere dayanıyordu. Stalin ne yaptıysa Sovyetler Birliği halklarının özgürlüğü ve refahı için yaptı. 50. yıldır bütün emperyalist, faşist, gerici ve revizyonist güçlerin kara çalma ve aşağılık saldırılarına rağmen Stalin’in komünistlerin ve emekçi yığınların mücadelesinde ve kalbinde yaşaması, onun ne kadar büyük bir komünist olduğunu ve insanlığın özgürlük yürüyüşüne büyük katkılar sunduğunu gösteriyor.

Bugün Stalin’i sahiplenmek her zamankinden daha bir önem taşıyor. Çünkü barikatın bu yanında açılacak gedikten saldırı Lenin’e ve giderek Marks’a, Engels’e uzanacaktır. Onun içindir zayıf halka olarak Stalin hedefe konmaktadır. Bilende bilmeyende emperyalist burjuvazinin istihbarat raporlarında aldıklarını kara propaganda ve çarpıtılmış bilgiler ve hayali senaryolarla Stalin’e saldırarak sosyalizmi kötülemeye ve M-L gözden düşürmeye çalışıyor. Bunun görüngüleri apaçık ve maskesiz ortada. Enver Hoca yoldaş “Lenin’ i geçici olarak bir kenara bırakarak ateşi başta Stalin’ e karşı yoğunlaştırmak yalnızca bir taktik”tir derken çok haklıdır .O halde Lenin’i, Leninizm’i savunabilmek, Marksizm’e gidecek saldırıların önünü kesebilmek ve yanıt verebilmek için Stalin hattında sağlam bir direniş örgütlemeliyiz. Öyle ki her türden gerici, burjuva anti- Marksist-Leninist düşünce ve pratik bu direniş hattında güneş görmüş kar örneği erisin.

Bu bağlamda, Stalin döneminin canlı bir tanığının kaleme aldığı Stalin Dönemi adlı kitaptan alıntılar yaparak, Stalin döneminde yaşanan gerçeklere ve döneminin açılımına katkıda bulunmak istedik. Yazar Anna L. Strong, Amerikalı bir gazetecidir. 1921 ‘de Volga yöresindeki açlık sırasında, Amerikan Dostları Servisi’yle ilk yabancı yardımını Rusya ‘ya götüren grup içinde yer aldı. 1930′ da haftalık Moskova Haber’lerinin kurucusu ve editörü oldu. Bu kimliğiyle Rusya’nın her yanına gitmek ve sosyalist kuruluşu doğrudan görmek olanağını buldu. Sanılmasın ki, yazar bir Stalin hayranıdır. Aksine, yazar da zaman zaman ağır basan yanı anti-Stalincilik olmaktadır. Bizim için ilginç olan da budur. Stalinci olmayan bir Amerikalı gazeteciden dinleyelim bir de Stalin’i ve Stalin dönemini.

Anna Strong Stalin’in Genel Sekreterliğe seçilmesini yorumlayarak başlıyor. “Bu doğal bir seçimdi, çünkü öteki, önderlerin çoğu çarlığın baskısı sırasında. Avrupa’ da yaşamışlar, konuşmanın serbest olduğu ülkelerde yazar ve konuşmacı olarak gelişmişlerdi. Stalin ise Rusya’ da: yeraltını örgütlemişti. “Özelliklerini sıra1arken de yazar, halkın iradesi ya da isteği diyebileceğimiz bir konuda büyük bir duyarlılığı vardır.” Bu duyarlılığın (kaynağı ise Anna Strong, göre ezilen bir ülkede, ezilen bir sınıfın evladı olarak toplumsal kökeni yoluyla bu irade ve isteğe daha yakındı.) Öteki liderler yabancı ülkelerden yazarken, o yıllarca süren yeraltı savaşımı ile bu isteğe daha yakındı. Son olarak Parti Sekreteri göreviyle her gün ülkenin en enerjik arzularını ve şikâyetlerini bilerek bu iradeye yakındı. Kişisel yaklaşımı, alçakgönüllü, doğrudan ve yalındı; sorunları çözümlemesi olağanüstü berrak” olmasıydı.

Bütün gerici-revizyonist odaklar Stalin ‘den söz ederken onun katı diktatörlüğünden (!) el aman ederler. Bütün kararları tek başına aldığından, parti organlarını çalıştırmadığından dem vururlar. Bu çamurun izi kalır mı bakalım ”Sovyetler Birliği’nde bulunduğum bütün yıllarda ben hiç ‘Stalin’ in kararından’ ya da ‘Stalin’in emirlerinden’ bahsedildiğini duymadım. Yalnız, kolektif alınan hükümet kararlarından ya da ‘parti çizgisinden’ söz edildiğini duydum. Stalin’den söz edildiğinde herkes onun ‘ açıklığını, onun ‘çözümlemelerini’ övüyorlardı. Herkes onun bireysel olarak düşünmediğini, söylüyordu. Bununla demek istedikleri, onun tek başına düşünmediği Bilimler, Akademisi’nin beyinleriyle sanayinin ve sendikaların şefleriyle ortaklaşa düşündüğüydü.”

Yaşanan kolektifleştirmenin yaşandığı yıllardaki gözlemleri ise şöyledir: ” Ben kolektifleştirmenin 1929 güzünde Aşağı-Volga’ da bir fırtına gibi patladığını gördüm. Bu, 1917 devriminden daha derin değişiklikler yapan bir devrimdi ve onun ,, olgunlaşan meyvesiydi” Dünyada bütün gerici odaklar Sovyetlerde büyük bir katliamın yaşandığını avaz avaz bağırıyorlardı. ” Amerikalı yorumcular genellikle kolektif çiftliklerden Stalin’ in zorlaması olarak söz ederler. Hatta kolektif çiftliklere girsinler diye milyonlarca köylüyü bile bile açlıktan öldürdüğünü iddia ederler” Anna Strong dönemin canlı tanığıdır. ”bunlar doğru değil. O yıllarda kırsal kesimleri gezdim ve olup bitenleri biliyorum” der. Yazarın aynı dönemlerde kulaklara ilişkin gözlemleri bize karşı-devrimcilerin durumunu vermektedir. ”Kulaklar ile papazlar, söylentiler yayarak konuyu iyice karıştırıyorlar , cinsiyet ve korku tutkularını körüklüyorlardı. Her yerde, kolektif çiftliklerde, bütün erkekler ile kadınlarını altına girip uyuyacakları ‘tek büyük yorgandan’ söz edildiğini duyuyordum… Kulaklar kolektife ait hububatı yakarak ve hatta cinayet işleyerek karşı saldırıya geçiyordu.” Yazarın, kulakların bir sınıf olarak ortadan kaldırılması politikasının gündeme geldiği .1929, 27 Aralık’ına ait yorumu ” Bu yalnızca yoksul köylülerin zaten yapmakta olduğu şeylere resmen izin vermek”tir. Anna Strong kolektifleştirme dönemi sonrasını ise şöyle anlatır.

”Ekonomik kazançtan daha önemlisi, köylülerde meydana gelen değişmeydi. Çiftçiler yalnız okuma yazma öğrenmekle kalmadılar, bilim ve sanata da ilgi duymaya başladılar. Her çiftliğin tiyatro grubu bulunduğu gibi, kayak ve paraşüt kulüpleri ile havacılık kursları vardı.”

Ekim devrimini izleyen yıllar, ezilenlerin de ezdiği kadınların haklarının ve özgürlüklerinin geliştiği yıllardı. Ancak bu alanda da gelişim kolay olmamıştı. ”Devrim kadınlara yasal ve politik eşitlik getirdi. Sanayileşme, eşit ücretin ekonomik temelini oluşturdu. Şu var ki, kadınlar, her köyde yüzyılların verdiği alışkanlıkları ile hala savaşmak zorundaydı” diyor ve devamla ”köy başkanlarından biri ‘Köy Sovyetine ilk kadını seçtiğimiz zaman bütün erkekler bizi yuhalamışlardı’… diye anlattı. “Ama bir dahaki seçimde 6 kadın daha seçtik ve gülen biz olduk 1923 yılında Sibirya’da bir trende, Moskova’daki Kadınlar Kongresi’ ne giden yirmi kadın köy başkanına rastlamıştım” der kitabında yazar.

Emperyalist gericilerin ağızlarına sakız yaptıkları en önemli konulardan biri de seçimlerdir. Onlara göre, Stalin döneminde, Sovyet halkı özgür iradesini seçimler yoluyla yönetime yansıtamamıştır. Sözü tanığımıza bırakalım: ”1934 seçimlerinde kocam bir ay süreyle seçim bölgesi işçisi olarak çalıştı Onları yalnız seçime katılmaya değil, hükümetin yapması gereken şeylerin bir listesini de hazırlamaya teşvik ediyordu Moskova Kent Sovyeti o yıl 48 bin ‘ halk talimatı’ aldı ve bunların hepsini 3 ay içinde bildirmek zorundaydı. Onlar ( Sovyet halkı ) yalnız adaylar için oy vermediler. İsteklerini Nakaz’a (Halk Talimatları) yazdılar ve bunlar gelecek hükümetlerin programlarında ilk sırayı aldı.” Bir başka Amerikalı yazar ve gazeteci olan Hewarol K. Smith’in aynı döneme ilişkin gözlemlerini ise yazarımız şöyle aktarıyor. ‘ İnsana öyle geliyor ki, her küçücük birey, bu devletin kurulmasında çok önemli bir görev yüklendiğini hissediyor. Bu hava bana bir sözcüğü hatırlattı, ‘demokrasi”.

Emperyalist haydutlardan tutun da, revizyonist hainlere kadar bütün anti-Stalinistlerin en büyük yarası 1936 yargılamaları üzerinedir. Yandaşlarının tasfiyesinin onlardaki acısı büyük, yarası derindedir. Bundan ötürü, Stalin’e huysuzca saldırırlar. Onlara göre, Stalin, bir ‘katil’, Kamenev, Zinovyev, Buharin ise, ‘zavallı kurbanlardır’. Gerçekler böyle miydi? Biz tanığımızdan dinleyelim. ”En önemli davalar, Sovyet ve yabancı basın mensupları ile yabancı diplomatların ve fabrikalar ile hükümet dairelerinden değişik olarak gelen temsilcilerin katıldıkları geniş bir salo1İda yapılıyordu. işte ben mahkemede günler boyunca bu öykünün gelişme aşamalarını izledim. Suçlananlar düpedüz konuşuyorlardı. Hiçbir işkence izi taşımıyorlardı. Kamenev,1932’de artık Stalin’in politikasının halk tarafından kabul edildiğinin anlaşıldığını ve onun politik yollardan değil ancak ‘bireysel terör’ yoluyla düşürülebileceğinin kabul edildiğini söylüyordu. ‘Bizi bu yola iten’ diyordu, ‘ liderliğe karşı duyduğumuz sınırsız kin ve bir zamanlar o denli yaklaştığımız iktidar hırsı olmuştur’.

Zinovyev mahkemede, “çok büyük sayıda insana emir vermeye öylesine alışmıştım ki” diyordu, “bunsuz yaşama tahammül edemezdim” yazarımız mahkeme izlenimlerini anlatmaya devam ediyor: ”SB dışındaki basının çoğu buna ‘tertip’ diyordu. Ama mahkemeyi izleyen yabancı muhabirler dâhil çoğu kimse bu öykülerin doğru olduğuna inanıyordu. Büyükelçi Daviers, (ABD elçisi) Moskova Görevi adlı kitabında, sanıkların yapılan suçlamalardan suçlu olduklarına inandığını söyler. Pasifik ilişkileri Genel Sekreteri Edward C. Carter ise şöyle yazar. “Kremlin davaları doğru, hem de müthiş doğrudur. Sonuçta çıkan anlam ikna edicidir.” Anna Strong’un yargılamalarla ilgili düşüncesi ise sonra geliyor. “Bana gelince, sanıkları çoğu kez bir kaç metre yakından dinledim. Bir zamanların devrimci liderlerinin birer hain haline gelmeleri süreci bana akla uygun geldi. Bunlar, Rus halkının dış yardım almaksızın sosyalizmi kurabileceğine inanmıyorlardı.”

Moskova Haber’lerinin yazı işleri müdürü Michael xa Boradin ise 1936’dan 39’a kadar olan dönemi şöyle açıklıyor ; ”dünya büyük bir bunalıma düşecek. Önümüzde büyük bir savaşım var .Biz Bolşevikler teknik geriliğine rağmen özgürlüğü kurtarma görevinin bize düşeceğini düşünüyoruz. Yaklaşan dünya bunalımını olabildiğince güçlü karşılamalıyız. Elden geldiğince çok buğdayla, çok sağlıklı insanla ve elden geldiğince az yıkıcıyla. Biz ‘ bunu yapacağız” .Dönemle ilgili tasfiyeleri Haward K. Smith’in Tbe Last Trein From Berlin s.35 (Berlin’den Son Tren) de şôyle değerlendirdiğini aktarıyor yazarımız, ”Eğer Rusya bir kaç bin bürokratı ve üst düzey subayı tasfiye etmeseydi, Kızıl Ordu’nun iki ay içinde çökebileceğine hiç kuşku yoktu.”

Açıktan bir saldırgan savaş için örgütlenen Hitler faşizmine karşı SB kendisini hazırlama ile uğraşırken, İngiltere, Fransa, Amerika el altından verdikleri desteklerle Hitler’i, Sovyetlere karşı ikiyüzlüce kışkırtıyorlardı. Hitler’in kudurganlığına karşı SB’nin giriştiği bütün engelleyici çabalar, sözde demokrasiden yana olan İngiltere, Amerika, Fransa tarafından gün gün boşa çıkarılıyordu. Hitler’e karşı ‘birlik’ arayışları için Moskova ‘ya giden heyetler işleri alabildiğine uzatırken sonuçta karar alma yetkilerinin olmadıklarını açıklıyor, işleri yokuşa sürüyorlardı. Böylelikle SB oyalanırken Nazilerin, Sovyetlere saldırısı bekleniyordu.

Nihayet son olarak Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov’un istifasının ardından 29 Temmuz’da Yüksek Sovyet Dışişleri Komitesi Başkanı A. Jdanov, Pravd ‘daki bir makalesinde, İngiltere ve Fransa ile görüşmelerin bir yere varmadığını, her iki hükümetin de Hitler’i durdurma niyetlerinin olmadığını, görüşmelerin asıl hedefinin ise Nazilerin saldırı hazırlıklarını örterek, Rusya’yı sakinleştirmek amaçlı olduğunu söyledi.

23 Ağustos’ta Almanya ile SB bir saldırmazlık paktı imzaladı. Anna Strong, SB ‘nin böyle bir paktı imzalamasının nedenini Molotov’un ağzından şöyle aktarıyor: ” İngiltere ve Fransa ile karşılıklı yardım paktına ulaşmak artık olanaksızdı” .

Yine bir Sovyet Diplomat Anna’ya paktı neden imzaladıklarını şöyle anlatıyor:

”Eğer saldırmazlık paktı olmasaydı şimdi hem Avrupa’ dan, hem de Asya’ dan saldırıya uğrayacaktık. Almanya, Japonya, İtalya’nın kurduğu ittifak doğru bize saldıracaktı. Pakt ile biz. Hitler- Japonya ve Hitler’ in Londra destekçileri arasına bir kama soktuk… Dünya faşizminin kampını böldük ve şimdi tüm dünya ile savaşmak zorunda kalmayacağız.”

‘Sovyetler’ in 1940′ ta tek istedikleri şey Baltık’ tan Karadeniz’e kadar uzanan geniş bir tampon kuşak idi” diye sürdürüyor döneme tanıklığını yazar. 22 M Haziran 1949’da Hitler, ordularını, saldırıların esas hedefi olan SB’ye yöneltti. Berlin, Londra ve Washington’daki ortak kanı Rusları, bu saldırının bitireceği yönündeydi. Oysa Stalin ve Sovyet halkı aynı düşünceyi paylaşmıyordu. A. Strong, Hitler saldırısının hemen peşinden Stalin’in tüm dünyaya şöyle seslendiğini yazıyor: ”Almanya, sürpriz saldırısı ile çok önemli askeri avantaj sağlamıştır, ama kendisini kana susamış bir saldırgan olarak ortaya koymakla politik bakımdan kaybetmiştir.” Stalin’in saldırganın baştan kaybettiğini açıklaması sadece bir istemin dile gelimi değildi. O, sosyalizmin yetiştirdiği yeni insan1ara, kendi halkına güveniyordu. Çünkü Nazi çapulcuları ilk defa savunma için topluca örgütlenmiş bir ya halkla karşı karşıya idi. Çünkü Sovyet taktiğinde ordu ile halkın faaliyetleri birbirini bütünler bir haldeydi. Sosyalist Sovyetler için, cephe yalnız topların gümbürdediği yer değildi. Her kolektif çiftlik, her atölye cephenin bir parçasıydı. Stalin’in önderliğinde Sovyet halkının Hitleri yere çalışının kaynaklarına, Anna Strong kitabında şöyle dikkat çekiyor.

”Rusya’nın muazzam insan gücünü herkes kabul ediyordu. Ama bu insan gücünün değişimini çok az insan biliyordu. . Toplumsallaştırılmış sağlık hizmetleri, anne ile bebeklere doğumda gösterilen özen, gençler arasında yoğunlaştırılan kültürfizik ile spor, ulusal sağlığı çok ve iyileştirmişti… Askere alınanların öğrenim durumları ile askeri bilgileri yıldan yıla artış gösteriyordu. Milyonlarca eğitim görmüş kadın savunmaya katılmıştı. Altı milyon insan her türlü koşma, yüzme, atlama, kürek çekme ve kayak yapabilenlere verilen GTO işaretine sahipti.” İşte çapulcu Nazi sürülerinin heveslerini kursaklarına kitleyenler, bu sağlıklı gençler, bu fedakâr kadınlar ve bu bilgili, dövüşken askerlerdi. Ne ki, zafer sadece bunlarla kazanılması güçtü. Biz yine sözü yazara bırakalım: ”Almanlar Ukrayna’ya girerken, buğday hasadı için bir yarıştır başladı. Çiftçilerin ilk işi hububatı kurtarmaktı. Öğretmenler, öğrenciler, memurlar çiftliklere yardıma koştular. Ordu bile iki savaş arasında hasada katılıyordu. Düşman yaklaşırken her sanayi kuruluşunda işçiler ekipler kurarak makineleri söküyor, yağlıyor, ambalajlıyor ve doğuya doğru gönderiyordu. Ardı sıra işçiler de gidiyor, Sibirya’ da ya da Urallar’ da fabrikalarını yeniden kuruyorlardı.”

Kolektif çiftçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler ve sosyalizmin geleceğini elinde tutma sorumluluğu ile direnen işçiler. Direnirken savaşan, savaşırken üreten, üretimden yöneten bir işçi sınıfının yenilmez iradesiydi. Alman faşistlerini yerle bir eden. Bu sınıflın elinde en şiddetli fırtınalarda bile yolunu şaşırmayacak, sınıfın demirden disiplini ile yoğrulmuş, ML bilimin yol göstericiliğinde yürüyen, taktiklerde esnek, ilkelerde sağlam bir yenilmez kurmay vardı. Bu kurmay, Stalin yoldaşın önderliğindeki SBKP(B)’den başkası değildi, olamazdı. SBKP(B), Stalin’in önderliğinde sosyalist inşanın sorunlarını bir bir aşarak ilerlemiş, emperyalist-kapitalist kuşatmaya rağmen 5 yıllık ka1kınmalanlarını daha az sürelerde tamamlamış, bu yolla her türden sapmacı akım ve eğilimi doğmadan boğmuş, yürünecek yol ne pahasına olursa olsun yürünmüştü. Hitler illeti bu yürüyüşü durduramazdı, durduramayacaktır da.

Stalin, yalnızca dönemine damgasını vuran devlet ve politika adamı olarak sınırlanamazdı. O, aynı zamanda usta bir taktisyen ve stratejist, cesur bir savaşçı, büyük bir komutandı. Onun bu özelliğine yazanın tanıklığını aktarırsak ”Kasım 1941’de Alman topları varoşlarda gümbürder ve Hitler Moskova’nın almadığını ilan ederken. Stalin, Kızıl Meydan’ da birlikleri teftiş ediyordu.”

1944 yaz başlarında almanlar, Sovyet cephelerinden sökülüp atıldı1ar Kızılordu 1945 Nisan’ında Berlin’deydi. Savaş bitmişti. Savaş sonrası için yine kitaba dönelim. ”yıkım ağırdı. 25 milyon insan evsizdi,1700 kent, 2700 köy büyük ölçüde ya da tamamen harap edilmişti. 38500 mil demiryolu darmadağın edilmişti. Büyük Dinyeper Barajı ve çevresindeki sanayi kuruluşları gitmişti. 7 milyon at, 17 milyon baş sığır, 20 milyon domuz kesilmiş ya da alınıp götürülmüştü. ölü sayısı 7 ile 20 milyon arasında değişiyordu.”

1950’de Sovyetleri gözlemleyen ve kitabında aktaran Anna’dan II. Dünya Savaşı sonrasını dinleyelim. ”1950′ de SB, o zamana dek tarihin en büyük üretim düzeyine ulaştığı gibi, üretilen mallar da daha boldu.” 1952’de Moskova’da Dünya Ekonomi Konferansı toplandığında, Konferansı izlemek için orada olan meslektaşı Haward.K. Smith’ten yazar aktarıyor.

”Moskova’ da hayat düzeyi inanılmayacak denli yükselmişti.”

19. Parti Kongresi’ne katıldıktan sonra 1953 Mart’ında artık Stalin yoktu. Stalin’in ardından H.K.Smith’in ”Stalin, bu yüzyılın ilk yarısında, dünyayı değiştirmek için, bu yüzyılda yaşamış herhangi bir kimseden daha fazlasını yapmıştır” dediğini aktardıktan Sonra Anna Louise Strong, kendi düşüncelerini şöyle açar: ”1928 yılında 0, tek bir ülkede düşman bir dünya ile çevrilmiş geri bir köylü ülkesinde sosyalizmi kurmaya başlamıştır. O, işe başladığında Rusya, köylüydü, cahildi; bitirdiğinde ise, dünyanın ikinci büyük sanayi gücüydü. Ülkeyi iki kez kurdu. Hitler istilasından önce ve bir de savaşın yıkıntıları üzerine. Bu sonsuza dek onun hanesinde kayıtlı kalacak; bu işin mühendisliğini o yaptı.”. Devamla şöyle sonuçlandırıyor. ”Geriye doğru bakınca insan, öteki liderlerin – Trotski, Zinovyev, Kamenev ve Buharin’in- ülkeyi nasıl yıkıma doğru götürdüklerini görebiliyor .Bence bunların hiç birinde, Stalin’ de bulunan, halkın gereksinmeleri konusundaki derin görüş ya da gerekli cesaret ve irade yoktu.”