Tasfiyeciliğin Sınıfsal Özü ve Ruh Hali

“Burjuva ideolojisinin etkisini ve küçük burjuva ruh halini proletarya hareketine taşımak” anlamına gelen tasfiyecilik kavramı, bizim güçlerimiz de içinde olmak üzere Türkiye Devrimci Hareketi tarafından son yıllarda hem fazlaca ‘unutuldu’ hem de fazlasıyla ‘ucuzlatıldı’.Birbirleriyle çelişik gibi görünen bu ikili tutum, esasında bir ve aynı olgunun, tasfiyecilikteki boyutlanma ve derinleşme olgusunun dışavurumundan başka bir şey değil.

Tasfiyecilik tehlikesi ve kavramı ‘unutuldu’; çünkü tasfiyecilik en kaba biçimlerinin dahi ‘olağanlaştığı’ boyutlarda derinleşti, yayıldı, genelleşti. Bu anlamda söz konusu ‘unutma’, salt psikolojik bir refleks anlamı taşımamakla birlikte, kendi gerçekliğinden kaçışın (işine gelmeyeni görmek istemeyişin) doğal ve bir yerde de kaçınılmaz bir sonucu. Lenin’in tasfiyecilik üzerine çözümleme ve kavramlaştırmalarının gündemde tutulup özünün/ruhunun kavranışı konusunda ilginin canlı tutulması demek, bu koşullarda kendi ayağına kurşun sıkmakla eşdeğer. Onun için ‘unutmaya’ ihtiyaç var.

Ama aynı zamanda ‘ucuzlatmaya’ da ihtiyaç var; çünkü kim kendi dışında bir “tasfiyeci” bulur, görür, icat ederse kendi tasfiyeciliğini perdelemekle kalmayıp “devrimcilik” olarak yutturabilme şansına bile sahip olabilir. O halde kadroların devrimci marksist temellerde eğitimi kapsamında “tasfiyecilik nedir, ne anlama gelir, belli başlı tür ve biçimleri nelerdir, hangi sınıf temeline dayanır, nasıl bir ruh haline sahiptir”, vb. vb. konularında bilgi tazelemesi yapmak, yararlı olmanın da ötesinde bir zorunluluktur günümüzde.

Tasfiyecilik tek bir alana ve tek bir biçime indirgenemez ,“Tasfiyecilik” denildiği zaman, onun özünden ve ruhundan, partinin çizgisini ve özelliklerini yeterince özümseyememiş küçük burjuva aydın unsurların kritik dönemeçlerdeki ruh hali ve tutumu olarak hangi karakteristik çizgilere sahip olduğundan çok, ‘klasikleşmiş’ en kaba biçimleri akla gelir. Hatta tasfiyecilik olgusu çoğu kez, sadece “yasadışı temelde örgütlenme ve mücadelenin açıkça reddi”ne indirgenir. Kuşkusuz bu, tasfiyeciliğin en bariz ve en kaba biçimidir.
“Örgütsel tasfiyecilik” kendisini öncelikle ve en açık haliyle yasadışı örgütlenmenin reddi ve tasfiye edilmesi ile ortaya koyar. Ama bu bile kendisini her zaman “yasadışı temelde örgütlenme zorunluluğunun” açıkça reddi ve yasadışı örgütün resmen dağıtılması biçiminde göstermez. Nasıl ki tasfiyecilik sadece ‘örgütsel tasfiyecilik’e indirgenemezse, örgütsel plandaki tasfiyecilik de sadece bir veya belirli birkaç biçime indirgenemez.

Yasadışı temelde örgütlenme açıkça reddedilmese bile ortada etkin bir biçimde işleyen ciddi ve anlamlı bir yasadışı yapılanma ve mekanizmanın olmayışı ya da bırakılmayışı; merkezi politika, taktikler ve merkezi bir yönetim temelinde uyumlu ve ortak hareket eden örgütlü bir organizmanın yerini birbirlerinden büyük ölçüde kopuk ve habersiz çevrelerin, sağ elin sol elden habersiz olduğu bir dağınıklığın alması; yasal alanın yeraltına değil de ‘yeraltı’nın yasal alana tabi olduğu bir yönetim ve ilişkiler sistematiği ya da örgütten ve örgüt disiplininden kaçış… tasfiyecilik değil midir?

TASFİYECİLİĞİN GERÇEKLEŞME YÖNTEMLERİ
Örgütlerin komünist olması ile onların bir parti olması arasına kalın çizgiler çekmek gerekmektedir. Şu anda coğrafyamızda faaliyet gösteren irili ufaklı birçok komünist gruba rağmen sınıfı kucaklayacak bir partinin yaratılamamasında tasfiyeciliğin rolü büyüktür.

Tasfiyeciliğin kendisini gösterdiği birincil öncüllerden birisi komünist gizli örgütün illegalitesinin gereksizliği ve yer üstüne çıkarılmasıdır. Devrimci örgütten, proleter devrimcilerin anladığı gizli örgüttür. Kitlelerin devrimci eylemini illegal örgütlenmiş komite, hücre, çalışma grubu vb. örgütleyebilir. Bu nitelikte bir savaşımın, istikrarlı ve gelişen bir rotada ilerlemesinin güvencesi bu tarz bir örgütlenme çizgisidir.

Komünist hareket(ler)in farklı tarihsel koşullarında yaşanmış olsa da, devrimci çizgiden burjuva kampına dönüşün tipik ayırt edici yöntemlerinin açığa çıkarılması için de çabaya girişmenin yararlıolduğu fikrindeyiz.

Komünist hareketlerde tasfiye süreçleri genel olarak ortaya çıktığı biçimler büyük oranda benzerlikler göstermektedir. Önce sürecin kavranmaması ve devrimci yanıt olma doğrultusunda başarılı bir devrimci gelişim çizgisinin ortaya konulamaması gelir. Peşinden bu çizgiye bağlı politik çizgide netleşememe, devrimci örgüt zayıflığı ve liberal-reformcu içsel zaaf hastalığına tutulma ortamında düşmanın örgütsel ezme operasyonlarının başarı kazanması. Örgütsel zaafların ortaya çıkması ile burjuvazinin topyekûn bir gerici-faşist terör saldırısı döneminin neden olduğu bir örgütsel-pratik yenilgi. Yenilgilerin ve yenilen darbelerde devrimci unsurların karşı devrim eline geçmesi veya örgütte zayıflaması karşısında ya oportünist geri unsurların öne geçmesi ya da yenilgi koşullarında oportünizmin delikanlılık çağını/masumluğunu aşarak olgunlaşması, tasfiyecilik düzeyinde sistemleşmesi ve örgüte hakim olması sürecine tanık oluyoruz. Bütün bunlar içinde en önemli nedenlerden biriside burjuvazinin sunduğu dönemsel “havuç/sopa” politikası ikliminde “gemi”nin burjuvazinin güvenli legalizm-reformculuk limanına oturtulması bu teslimiyetin sonucudur.

Devrimci iktidar bilincinin tasfiyeye uğraması ve iktidar hedefi yoksunluğu örgütlenmeleri kendi içinde örgütsel tarzı tasfiyeye yöneltirken. Devrimci bir örgüt olamamanın ve legal olanakları ve kitle olanaklarını sert sınıf savaşımı koşullarına hazırlık bağlamında ele alınmamasının sonuçları dün yaşandı ve bugünde yaşanıyor. Bu sözünü ettiğimiz tasfiyecilik örgütlerin kendi içinde gerçekleştirdikleri tasfiyeciliğe örnek olarak sunulabilir.

Tasfiyecilik ve 12 Eylül yenilgi koşullarında, Dev Yol, TDKP, Kurtuluş, TKEP vb. akımların saflarında sistemleştirildi. Başta tasfiyeciliği ve oportünizmi en derinden yaşayan siyasi çevreler olmak üzere, hemen hemen tüm çevrelerin dışarıda kalan eski kadro ve taraftarlarının 80 sonrasında sosyal demokrasinin (SHP, DSP) saflarında toplanması hiç kuşku yok ki, komünist-devrimci hareketler ile sosyal demokrasi arasındaki ideolojik-siyasal bağın kopuşundaki zayıflıkla izah edebiliriz. Bu siyasi çevrelerin 90’larda tamamıyla düzen içine kaymalarının içsel zaafları bu koşullarda olgunlaşır.

TDKP-EMEP sürecinin yeniden yaşandığı günümüzde hangi kılıf altına sokulmaya çalışılırsa çalışılsın MLKP-ESP sürecinde yaşanmaktadır. MLKP-K I. Konferansı, Birlik Kongresinde partinin gelecekteki yönünün belirlemesindeki değerlendirmeler ve kararlar söz konusu sürecin değerlendirilmesi ve kavranmasında yakalanması gereken temel halka niteliğindedir.

” (…) TDKP’nin komünistliğinin, gittikçe derinleştirdiği evrimci politik çizgisi ya da barışçıl gelişme stratejisi nedeniyle tartışılır hale geldiğini, TDKP’nin programını ve temel görüşlerini resmi olarak değiştirmemesinin biricik ölçüt olamayacağını, bu konuda fiili gelişmelerin mutlaka hesaba katılmak zorunda olduğunu, sözle eylem arasındaki uyumun bir akımın niteliğini belirlemede temel bir ölçüt olduğu Leninist yöntemini hatırlatır.” Komünist bilinç ve tavır tutarlı olmayı gerektirir. Başkasına yöneltilen eleştirilerde Leninist yöntemi savunusunu kendi yaşamına da uygulamayı gerektirir. TDKP için söylenenlerin bugün MLKP-ESP tasfiyeciliği ve oportünizmi için daha az geçerli olmadığı açıktır.

MLKP açısından zamana yayılmış ancak sistematik olarak yürütülen topyekûn bir faşist terör ve ideolojik-politik tasfiye dönemidir. Tarihsel-siyasal durum analizi ve öngörüsüne dayanarak, faşist diktatörlüğün komünist hareketlere dönük saldırıların hız kazanacağı ve sınıf savaşımının sert koşullarına uygun bir önderlik ve örgütlenme tarzının yerleştirilmesinin önemi kendiliğinden açığa çıkıyor.

Kürt ulusal mücadelesinde Öcalan üzerinden yükselen liberal-tasfiyeci söylem ve uygulamaların etkileri ideolojik-politik tasfiyeci koşulları güçlendiren güçlü bir kaynak niteliğine bürünmüş oldu. Burjuvazinin AB süreci ile bazı burjuva demokratik ödünlerde bulunuyor görünmesi ideolojik-politik tasfiyeciliğin kaynaklarını büyüten, toplumsal atmosferi uygun kılan olgulardır. Faşizmin, MLKP’ye dönük özel olarak uyguladığı “EMEP”leştirme stratejisi ve planının, gidişat üzerindeki etkisini de bu tabloya eklemeliyiz.

Devrimci siyasi uyanıklığın yitirilmesi ve ideolojik uzlaşma; özellikle oportünizminden aldığı gönüllü-bilinçli destekle parti merkezinde hâkim olunması. Gerçekte illegal partinin ipinin çekilip yerine legal partinin konulması fikri ve projesiyle tasfiyeciliğin olgunlaşması. “Hangi türü olursa olsun bütün legalist tasfiyeci akımlar devrimci faaliyeti ve örgütlenmeyi kasten askeri/konspiratif eylemlere ve örgütlenmelere indirgeyip, ondan sonra kendilerince tarif ettikleri bu araçlarla kitle çalışması yapılamayacağını bahane ederek legalist tasfiye planlarını gerekçelendirirler.”

Faşizmin legal kurumlar üzerinde saldırılarını yoğunlaştırması ve bir tercih durumuyla karşı karşıya bırakılması koşullarında, oportünizmin daha köklü ve derinlikli tarzda tasfiyeciliğin kucağına oturması

Örgütten Kaçış ve Örgüt Düşmanlığı Tasfiyeciliğin En Ağır Suç Olarak Şekilenişi

Tasfiyecileri “gizli faaliyetten ve partiden kaçan aydınlar ve küçük burjuvalar” olarak tanımlayan Lenin’in şu sözlerini anımsamamak olanaksızdır: “Bazı insanların yeraltı faaliyetinden kaçışı yorgunluk ve ruhsuzluk sonucu olabilir. Böyle insanlara acımak uygundur; bunlara yardım edilmelidir, çünkü ruhsuzlukları geçecektir ve filistenizmden, liberal ve liberal-işçi politikalarından kaçma, yeraltı işçi sınıfı çalışmasına yönelme dürtüsü yeniden belirecektir. Ama ne zamanki bu yorgunlar ve ruhsuzlar gazeteciliği (bizde İstiklal Caddesi civarındaki cafeleri -nba) platform olarak kullanırlar ve kaçışlarının bir yorgunluk, zayıflık ya da entelektüel dağınıklık ifadesi değil, aksine olumlulukları olduğunu ilan ederler ve hatayı ‘etkisiz’, ‘işe yaramaz’, ‘can çekişen’ vb. yeraltı faaliyetine (örgüte ve genel devrimci harekete -nba) atfederler, işte o zaman bu kaçkınlar işçi sınıfı hareketinin en kötü danışmanları ve dolayısıyla tehlikeli düşmanları haline gelirler.” (Aktaran T. Cliff, Lenin/Partinin İnşası, s. 240, abç)

Örgütsel tasfiyeciliğin biçimleri de bu andıklarımızla sınırlı değil elbette. Zaten sorun biçimlerde değil işin özündedir. Tarihsel koşullara, her evrenin kendine özgü somut özelliklerine vd. bağlı olarak biçimler değişebilir ama işin özü değişmeden kalır. Örgütsel plandaki tasfiyeciliğin özünü, sadece ‘yeraltı’nın, ‘gizliliğin’ reddi değil, belli bir devrimci program, politikalar, disiplin ve hiyerarşik düzen temelinde işleyen etkin bir ‘örgüt/parti’ düşüncesini ve onun bağlayıcılığının reddi oluşturur.

Siyasal Tasfiyeciliğin Niteliksel Gerçeği
Siyasal plandaki tasfiyecilik ya da tasfiyeciliğin siyasal biçimi denildiği zaman da akla genellikle sadece, devrimin temel taleplerinden vazgeçme anlamında “sloganların budanması”, “partinin devrimci programının, devrimci taktik ve geleneklerinin yadsınması” gelir; o da sadece bu sınırlar içinde kalan açık inkarcılığa indirgenir.
Burada da yine yanlış olmayan ama eksik -biraz da ‘biçimci’- bir kavrayış söz konusudur. Partinin devrimci programının, çıkışını ondan alan temel devrimci taktik ve sloganlarının, militan devrimci anlayış ve geleneklerinin açıkça inkarı siyasal tasfiyeciliğin daniskasıdır ama bu onun ne tek ne de en tehlikeli biçimidir. Devrimci programın, taktik ve sloganların, mücadele anlayışı ve geleneklerin açıkça inkar edilmesi ile bunların lafta savunmaya devam ediliyor görünüp pratikte fiilen bir kenara bırakılması arasında özsel bir fark olduğu söylenebilir mi?

Dolayısıyla, örgütsel tasfiyecilik konusunda olduğu gibi siyasal tasfiyecilik konusunda da sorunun özünün kavranması/yakalanması önemlidir ve bu özü kısaca, hangi biçim, gerekçe veya kılıf altında olursa olsun işçi sınıfı hareketini liberal burjuvazinin kuyruğuna takmak; devrimci proletaryanın kendi öz tarihsel amaçlarının, talep ve hedeflerinin yerine liberal burjuvazinin programının, talep ve taktiklerinin peşinde sürüklenir konuma düşürmek oluşturur. Bu ister açık bir inkarcılık biçimine bürünsün; isterse eski devrimci program, taktik ve geleneklerin en ateşli biçimiyle savunulmaya devam edildiği görünümü altında pratikte fiilen en pespaye liberal taktik ve politikaların izlenmesi biçimini alsın sonuç değişmez. Keza işçi sınıfı hareketine liberal burjuva bir taktik çizgi izlemeyi önermekle, onun önüne “bağımsız sınıf politikası” olarak adlandırılmaya layık bütünlüklü ve isabetli devrimci taktik politikalar koymamak da sonuçta aynı kapıya çıkan tasfiyeci tutumlardır.

Siyasal tasfiyeciliği, belirli bir tarihsel kesitte izlenen tüm taktik politikalara ve pratik tutumlara bağımsız tarihsel amaç olarak sosyalizme ulaşma tutkusunun yol gösterdiği devrimci militan bir yaklaşımın yerine anın atmosferine kapılmış ılımlı bir reformizmin ya da reformizme özgü bir ılımlılığın yol gösterici hale gelmesi olarak tanımlamak da mümkündür.

İdeolojik planda tasfiyecilik, tasfiyeciliğin en üst ve iflah olması en son aşamasıdır. Burada artık, Lenin’in deyimiyle “devrimci marksizmden ricat”, proletaryanın devrimci dünya görüşünün yerine felsefi idealizm zemini üzerinde yükselen genellikle cılkı çıkmış en gerici tezlerle vıcık vıcık bir küçük burjuva liberalizmin değişik dozlarda bileşiminden oluşan bulamaçların geçirilmesi vardır. Bu savruluş, “Marksizmin modasının geçtiği” iddiası biçimine bürünmüş olarak da kendini gösterebilir; “Amerika’nın geç keşfi” ateşliliğiyle sarılınan “demokrasi aşkı” ya da “birey olma sevdası” şeklinde de karşımıza çıkabilir.
Kısacası tasfiyecilik ne tek bir alana ne de tek veya belirli bazı biçimlere indirgenebilir. Zaten önemli olan biçimler ve kalıplar değil onun özünün, sınıf temelinin, hangi tarihsel koşulların ürünü olarak nasıl ortaya çıktığının (yani ruh halinin) ve biçimler değişse bile genellikle değişmeyen karakteristik çizgilerinin kavranmasıdır.

Nedir tasfiyeciliğin özü? Lenin onu kısaca, “proletarya üzerindeki burjuva etkisi” olarak tanımlamıştır. Bu kısa tanımın açımlanması sırasında da, önceleri vurgu daha çok işin ‘örgütsel’ yönü (“yasadışı partiyi yadsıma, yerine yasal bir parti geçirme düşüncesi”) üzerinedir. Fakat bu yönün öne çıktığı kesitte bile tasfiyecilin siyasal yönü/biçimi ile örgütsel tasfiyecilik arasındaki ayrılmaz bağ sürekli vurgulanır (Örneğin, “Doğal ki, ‘yeraltı’nın yadsınması, devrimci taktiklerin yadsınmasıyla ve reformculuk savunusuyla elele yürür”. (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 380)

O dönemde işin teorik-ideolojik boyutunu, biçimini ise, “devrimci marksizmden ricat”, Marksist materyalizmin yerine yeni Kantçılık, fideizm (imancılık) ve amprioizm (tanrı yaratıcılık) başta olmak üzere en gerici idealist felsefelerin “moda” haline gelmesi oluşturmuştur.

Günümüzde tasfiyecilik olgusunu artık işçi sınıfı hareketinin tarihinde ilk ortaya çıktığı dönemin biçimleri içinde düşünüp, bu sınırlar içinde ele almakla yetinemeyiz. Özü aynı kalmakla birlikte (“burjuvazinin proletarya hareketi üzerindeki etkisi”), onun içeriği ve biçimlenişi tarihsel süreç içinde yeni çizgiler kazanarak genişlemiş ve çeşitlenmiştir.
Bu nedenle günümüzde tasfiyeciliği, “… burjuvazinin egemenliğini ve kapitalist sistemi kökünden yıkarak sosyalizmi kurmaya yetenekli tek sınıf olan proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması, onun devrimde önder ve hegemon bir rol oynamasının açıkça reddi veya pratikte imkansız hale getirilmesi” (mDP, Nisan 1998, sf. 4) olarak algılayıp bu kapsam genişliğinde düşünmek daha yerinde ve doğru olur.

Proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması
Bu kavrayışta özsel (belirleyici) olan noktayı, ‘sosyalizmi kurma yeteneğine sahip tek sınıf olarak proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması’ oluşturur. Bunun hangi niyet ve amaçlarla, hangi yoldan gidilerek, hangi biçim ve gerekçeler altında, nasıl yapıldığı -tamamen önemsiz olmamakla birlikte- bu özün kavranışının taşıdığı önemin yanında daha tali kalır.
Kaldı ki bu sonucun ortaya çıktığı yerde, niyetleri tartışmanın fazla bir anlamı ve yararı da yoktur. Bu eksende bir irdeleme ve tartışma, sorunu ‘kişiselleştirir’ ve tasfiyecilik olgusunun zamanında görülüp teşhis edilmesini engellemekle kalmaz; sorunun sınıfsal temellerinin, dönemle olan bağının, karakteristik özelliklerinin, tarihsel-yapısal köklerinin ve en önemlisi bir biçimin arkasına saklanmış olabilecek diğer tür ve biçimlerinin gözlerden kaçmasına da zemin oluşturur.
Zaten tasfiyecilik olgusunun ele alınıp irdelenmesi sırasında asla gözden kaçırılmaması gereken temel noktalardan biri de, onun bazı ‘kötü niyetli bireylerin bireysel hata ve günahlarının ürünü’ vs. olmayıp “kökü derinlerde olan toplumsal bir olgu” olduğudur. “Tasfiyecilik, kökü derinlerde olan toplumsal bir olgudur, liberal burjuvazinin karşıdevrimci ruh haliyle, demokratik küçük burjuvazideki dağılma ve parçalanmayla ayrılmaz biçimde bağlıdır.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, sf. 68)

Devrimci Teori olmadan Devrimci Pratik olmaz

Kısacası tasfiyecilik ne tek bir alana ne de tek veya belirli bazı biçimlere indirgenebilir. Zaten önemli olan biçimler ve kalıplar değil onun özünün, sınıf temelinin, hangi tarihsel koşulların ürünü olarak nasıl ortaya çıktığının (yani ruh halinin) ve biçimler değişse bile genellikle değişmeyen karakteristik çizgilerinin kavranmasıdır.

Nedir tasfiyeciliğin özü?
Lenin onu kısaca, “proletarya üzerindeki burjuva etkisi” olarak tanımlamıştır. Bu kısa tanımın açımlanması sırasında da, önceleri vurgu daha çok işin ‘örgütsel’ yönü (“yasadışı partiyi yadsıma, yerine yasal bir parti geçirme düşüncesi”) üzerinedir. Fakat bu yönün öne çıktığı kesitte bile tasfiyecilin siyasal yönü/biçimi ile örgütsel tasfiyecilik arasındaki ayrılmaz bağ sürekli vurgulanır (Örneğin, “Doğal ki, ‘yeraltı’nın yadsınması, devrimci taktiklerin yadsınmasıyla ve reformculuk savunusuyla elele yürür”. (Tasfiyecilik Üzerine, sf. 380)

O dönemde işin teorik-ideolojik boyutunu, biçimini ise, “devrimci marksizmden ricat”, Marksist materyalizmin yerine yeni Kantçılık, fideizm (imancılık) ve amprioizm (tanrı yaratıcılık) başta olmak üzere en gerici idealist felsefelerin “moda” haline gelmesi oluşturmuştur.

Günümüzde tasfiyecilik olgusunu artık işçi sınıfı hareketinin tarihinde ilk ortaya çıktığı dönemin biçimleri içinde düşünüp, bu sınırlar içinde ele almakla yetinemeyiz. Özü aynı kalmakla birlikte (“burjuvazinin proletarya hareketi üzerindeki etkisi”), onun içeriği ve biçimlenişi tarihsel süreç içinde yeni çizgiler kazanarak genişlemiş ve çeşitlenmiştir.

Bu nedenle günümüzde tasfiyeciliği, “… burjuvazinin egemenliğini ve kapitalist sistemi kökünden yıkarak sosyalizmi kurmaya yetenekli tek sınıf olan proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması, onun devrimde önder ve hegemon bir rol oynamasının açıkça reddi veya pratikte imkansız hale getirilmesi” (mDP, Nisan 1998, sf. 4) olarak algılayıp bu kapsam genişliğinde düşünmek daha yerinde ve doğru olur.

Canalıcı nokta: Proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması
Bu kavrayışta özsel (belirleyici) olan noktayı, ‘sosyalizmi kurma yeteneğine sahip tek sınıf olarak proletaryanın sınıf bağımsızlığının ortadan kaldırılması’ oluşturur. Bunun hangi niyet ve amaçlarla, hangi yoldan gidilerek, hangi biçim ve gerekçeler altında, nasıl yapıldığı -tamamen önemsiz olmamakla birlikte- bu özün kavranışının taşıdığı önemin yanında daha tali kalır.

Kaldı ki bu sonucun ortaya çıktığı yerde, niyetleri tartışmanın fazla bir anlamı ve yararı da yoktur. Bu eksende bir irdeleme ve tartışma, sorunu ‘kişiselleştirir’ ve tasfiyecilik olgusunun zamanında görülüp teşhis edilmesini engellemekle kalmaz; sorunun sınıfsal temellerinin, dönemle olan bağının, karakteristik özelliklerinin, tarihsel-yapısal köklerinin ve en önemlisi bir biçimin arkasına saklanmış olabilecek diğer tür ve biçimlerinin gözlerden kaçmasına da zemin oluşturur.

Zaten tasfiyecilik olgusunun ele alınıp irdelenmesi sırasında asla gözden kaçırılmaması gereken temel noktalardan biri de, onun bazı ‘kötü niyetli bireylerin bireysel hata ve günahlarının ürünü’ vs. olmayıp “kökü derinlerde olan toplumsal bir olgu” olduğudur. “Tasfiyecilik, kökü derinlerde olan toplumsal bir olgudur, liberal burjuvazinin karşıdevrimci ruh haliyle, demokratik küçük burjuvazideki dağılma ve parçalanmayla ayrılmaz biçimde bağlıdır.” (Lenin, Tasfiyecilik Üzerine, sf. 68)

Tasfiyeciliğin yeşerdiği alan – Küçük-burjuva Devrimciliği

Tasfiyeciliğin sınıf içinde olduğu gibi parti içinde de sosyal temelini (sınıf tabanını) ‘yeterince proleterleşmemiş, parti çizgisi ve programının ruhunu yeterince özümleyememiş küçük burjuva unsurlar’ oluşturur. Bir yönüyle emekçi ama bir yönüyle de mülk sahibi bir konuma sahip olan küçük burjuvazinin bu ikili yönünden kaynaklanan istikrarsızlığı, küçük burjuva devrimciliğinde de kendini gösterir. “Küçük burjuva devrimciliği anarşizm kokar, ondan aldığı bir yön vardır ve tüm önemli konularda tutarlı bir proleter sınıf mücadelesinin koşullarına ve gereklerine yanıt vermez… Bu devrimciliğin istikrarsızlığını, kısırlığını, çok çabuk itaata, umursamazlığa, fanteziye, hatta şu veya bu geçici burjuva hevesine kapılma eğilimini herkes bilir.” (Lenin, Sol Komünizm)
Yalnız tasfiyecilik, “büyük coşkulardan büyük moral çöküntülere”, “bir burjuva hevesinden diğerine” her zaman için çok çabuk geçebilen küçük burjuva devrimciliğinin başka herhangi bir an veya dönemde değil de ‘özel’ bazı tarihsel kesit veya dönemlerde büründüğü ‘özel’ biçimdir.
Hangi ‘özel’ koşullar, hangi ‘özel’ kesit veya dönemler sorusunun yanıtı, bize tasfiyecilik olgusunun ikinci temel karakteristik özelliğini verir. Küçük burjuva devrimciliğinin yapısal özelliğini oluşturan istikrarsızlığının özel bir tezahür biçimi olarak tasfiyecilik, işlerin parti ve devrim açısından ters gittiği, ağır sorunların, yenilgi ve başarısızlıkların yaşandığı… kesit ve dönemlerde kendini gösterir. Böylesi an ve kesitlerde küçük burjuva devrimciliğinin de soluğu kesilir, aklı başından gider, işlerin yolunda gittiği dönemlerde sergilediği özelliklerinin yerini karşıtları alır: Cesaretin yerini korku, sakınmasızlığın yerini ihtiyat, canlılığın yerini refleks tutulması, yenilenmenin yerini tutuculuk, becerinin yerini akılalmaz bir beceriksizlik, keskinliğin yerini ılımlılık…

Zor zamanlarda akıl tutulması ..
Bütün bu değinmelerden sonra, farklı bir açıdan farklı bir tasfiyecilik tanımı yapma denemesinde bulunacak olursak, “Tasfiyecilik, küçük burjuva devrimciliğinin, işlerin parti ve devrim açısından yolunda gitmediği kesitlerdeki ruh halinin ideolojik, politik, örgütsel ya da pratik planda ya düşünce uyuşması ya da düşüncesizce bir çılgınlık biçiminde dışavurumudur” şeklindeki bir tanım herhalde yanlış olmaz.! her somut tarihsel evrede somut olarak sonsuz çeşitlilikte değişik biçimlere bürünebilecek olan tasfiyeciliğin ; özü (proletaryanın sınıf bağımsızlığının açıkça veya fiilen ortadan kaldırılması);
– sınıf temeli (yeterince proleterleşmemiş küçük burjuva unsur);
– hangi özel tarihsel koşulların ürünü olduğu (işlerin yolunda gitmediği yenilgi ya da uzun durgunluk yılları) ve
– ruh hali (bir burjuva hevesinden diğerine kolaylıkla geçebilen istikrarsızlığı)
yeterince derinlemesine kavranmışsa, onun zamanında teşhis edilmesi nispeten daha kolay ve olanaklı olur.