21. yüzyıl Dünya Savaşının Çakmaktaşı; Asya – Peter Symonds

Avusturya’nın eski Başbakanı Kevin Rudd (2007-2010) bir yıl önce Foreign Policy dergisinde yazdığı bir makalesinde şu uyarıyı yapmıştı: “Doğu Asya’da normal bir zaman yaşanmıyor.” Doğu ve Güney Çin denizinde taraflar arasındaki itilaflı toprak konusunda yükseliş eğilimine geçen gergin tansiyon, bir asır önce Balkanlarda yaşananları andıran olaylara 21. yüzyılda Asya’da tanık olacağımıza işaret ediyor; savaşın başlama ateşi fitilini tutuşturan kıvılcımın çakılması.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerinden 100 yıl geçmesinden bir yıl sonra, Asya’da başka bir küresel felaketin tehlike çanlarının çalınmasında azalma olması yerine, bu durum giderek daha da akut hale geldi. Kevin Rudd’un makalesinde önerilen, zayıf da olsa, diplomatik palyatif tedbirlerin hiç birisi alınmadı. Özellikle Çin ve Rusya arasında olmak üzere, üzerine vurgu yaptığı, taraflar arasında gerginlik yaratıcı konular bariz bir şekilde daha da kötüye gidiyor. Başkan Obama yönetiminin diplomatik, ekonomik ve askeri açıdan Çin’i baltalamaktan ibaret Asya’ya yönelik politik “ekseni” gereği adeta Asya ateşini alevlendirecek şekilde daha fazla kıvılcım çakılıyor.

Washington tarafında teşvik edilen Japonya sağ-kanat hükümetinin Başbakanı Shinzo Abe ile bozulan Tokyo ve Pekin arasındaki diplomatik ilişkilerde, son on yılda ilk defa olmak üzere, askeri harcamalarda artış olmasıyla birlikte militarizme doğru yön değişikliğine gidilmiştir. Başbakan Abe’nin geçen ayın son günlerinde (Japon yayılmacı politikasının sembolü olarak kabul edilen) Yasukini Shrine tapınağını ziyaret etmesi, Çin’in ABD’deki Büyükelçisinin Washington Post gazetesinin dünkü sayısına (10 Ocak) verdiği demecinde “Japonya Başbakanı, savaş suçlularına saygı gösterisinde bulunarak, ülkesinin Çin ile olan ilişkilerini riske ediyor” şeklinde tepki göstermesine neden oldu.

Geçen ay, Doğu Çin denizindeki adalar üzerinde taraflar arasındaki itilaftan dolayı yükseliş eğilimine geçen tansiyon, Çin yönetiminin bölge hava sahasında, hava savunma kuşağını belirleme yoluna gideceği açıklamasından sonra daha da tehlikeli bir aşamaya vardı. ABD hemen Çin’in belirlemiş olduğu hava savunma kuşağına nükleer kapasiteye sahip B-52 bombardıman uçaklarını göndermekle, yapılan siyasi bir hatanın veya taraflar arasında çatışma yaşanmasına neden olacak nitelikte yanlış bir hesaplamanın sonuncunda uluslararası tehlike arz eden bir durumun meydana gelmesine yol açarak, Çin yönetim otoritelerine meydan okumuş oldu. Tokyo, kendi cephesinde, merkezden uzak 280 adayı “devlet malı” olarak kaydetme niyetini ilan ederek mevcut durumu daha da alevlendirdi. Japonya’nın Eylül 2012’de Senkaku/ Diaoyu adacıklarını “millileştirme” kararı alması Çin ile olan teritoryal itilafın dramatik bir şekilde artmasına neden oldu.

ABD, Japonya ve Hindistan’ın Çin ile rekabetinden dolayı Güneydoğu Asya coğrafyası diplomatik savaş alanı haline geldi. Japonya Başbakanı Shinzo Abe, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliğine (ASEAN) üye yönetimlerin her birini ziyaret etti. Başkan Obama, ASEAN’ın bu yıl ki zirvesine katılamadı, ancak, ABD yetkilileri Güney Çin Denizinde, Çin yönetimi ve komşu ülke yönetimleri arasına nifak sokarak, deniz anlaşmazlığı konusunu istismar ettiler. ABD daha bu hafta, bir kez daha, Vietnam ve Filipinlerin de desteğiyle, Çin’in balıkçılık mevzuatını “provokatif ve potansiyel tehlikeli” olduğunu yeniden ilan ederek, Güney Çin Denizi konusunu ateşi tutuşturma kıvılcımı olarak kulandı.

Avusturya eski Başbakanı Kevin Rudd’un makalesinde belirtilmemesine rağmen, Kore Yarımadası patlamaya hazır bölgesel bir parlama noktası olarak hala olduğu gibi duruyor. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti/Kuzey Kore rejimi, büyük ölçüde boş bir tehdit olarak, Nisan ayında ABD inisiyatifindeki yeni yaptırımlara meydan okuyarak cevap vermesinden sonra, savaş anlamına gelen tansiyonun artması bölgede aşırı heyecanın yaşanmasına neden oldu. ABD yönetimi de gerginliğin yumuşatılmasından uzak, Başkent Pyongyan’a geri adım attırmak veya savaşa girme riskiyle karşı karşıya bırakmak suretiyle, Kuzey Kore’yi zor durumda bırakacak şekilde, nükleer kapasitesine sahip B-52 uçak ve bombaları Kore Cumhuriyetine/ Güney Kore’ye sevk ederek bir seri caydırıcı tedbirleri aldı. Washington’un acımasız bir şekilde Kuzey Kore’yi tecrit etme yoluna gitmesi, geçen ay meydana gelen kanlı temizlik olayıyla kanıtlandığı gibi, rejimi istikrarsızlaştırma ve ülkeyi çöküşün eşiğine sürükleme amacını taşıyor. Tamamıyla pervasız olan bu politikanın, nereye varacağı önceden tahmin edilemez, Çin, Rusya, Japonya ve ABD çıkarlarının çakıştığı yer küremizin bu stratejik bölgesinde insanlığın geleceği üzerinde tehlikeli sonuçları olur.

Savaş tehlikesinin yükseliş trendine geçmesinin ardında yatan itici güç, kapitalizmin küresel krizinin derinleşmesidir. Dünya ekonomisi, 2008-2009 yıllarında yaşanan finansal erimeden beş yıl sonra, içine düştüğü çöküş sürecine saplanıp kaldı ve izlenen “niceliksel gelişme” politikası yeni bir finansal krizin yaşanmasına zemin hazırladı. Küresel kapitalizm, Birinci Dünya Savaşının patlak vermesine yakıt olan aynı temel ekonomik daralmanın – üretim araçları özel mülkiyeti ile sosyal açıdan düzenlenmiş üretim sistemi ve dünya ekonomisi sistemi ile ulus devlet sistemi – batağına düşmüş halde kaldı.

Obama yönetiminin izlediği politika “yörüngesi” gereği, başta Çin olmak üzere, Asya ülkelerinde kaydedilen gelişme, küresel hale gelen ve son otuz yılda yükselişe geçen üretim sistemi için ucuz işgücü platformu olarak düşünülüyor. Yakın düzeyde uluslararası bir ekonomik entegrasyonunun savaş ihtimalini imkânsız hale getireceği iddiasında bulunan yorumcular, düşündükleri aynı ekonomik entegrasyonunun büyük ölçüde jeo-politik bir rekabeti artıracağının bilincinde değiller.untitled

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dünya politikasında patlamaya en müsait faktör, ABD emperyalizminin askeri güç kullanma marifetiyle göreceli düşüşünü dengelemeye çaba göstermesidir. ABD politikasının ana “ekseni”, yalnızca rakip güç Çin’e değil, aynı zamanda, Avrupa ve Asya’daki rakip güçlerine de istediği şartları dayatmak amacıyla Asyalı ekonomik etkin güçler üzerinde hâkimiyetini sürdürmeye devam etmesini sağlamaktır. Çin hedef güç haline gelmiş ise, Çin’in 20. yüzyıl Almanya’sına benzer bir emperyalist güç haline gelmiş olmasından değildir. Çin’in, ekonomik yayılmasını hızlı bir şekilde gerçekleştirmesi, büyük ölçekte enerji tüketim ihtiyacı ve ham maddeye olan talep miktarının büyük olmasından dolayı, ABD’nin uzun zamandan beri hâkimiyeti elinde bulundurduğu emperyalist düzeni kesintiye uğratabilme özelliği taşımasındandır.

Amerikan emperyalizminin izleyeceği politika “eksenine” ağırlıklı önem verilmesi konusunun tartışılması sırasında ABD eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 2001’de Foreign Policy dergisine verdiği bir demecinde “Asya-Pasifik coğrafyası küresel politika için kilit niteliğinde bir faktör haline geldiğini” ifade etmişti. Clinton şöyle bir açıklama yapmıştı; “İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte olduğu gibi, kapsamlı ve kalıcı transatlantik kurumlar network’unu kurma taahhüdümüzün bedeli ödendiğinden dolayı, Pasifik Güç sıfatıyla ABD’nin, semeresini almak üzere, benzer yatırımları yapma zamanı gelmiştir”. Başka bir deyişle, ABD’nin savaş sonrasında, Marshall Planı şeklinde, Avrupa ülkelerine müdahale faaliyetleri yarım yüzyıldan fazla zaman önce olduğu gibi, günümüz dünyasında ABD hâkimiyetinin Asya’da devam etmesi Amerikan emperyalizmi için zorunludur.

Asya’daki Amerikan diplomasisi ve ekonomik girişimleri, kısa sürede askeri yığınak yapılması, ABD güçlerinin yeniden yapılandırılması ve Çin’e karşı olası bir savaşa yönelik üsleri kurma hazırlıkları yapılmasıyla sağlama alınıyor. Geçen dört yılık zamanda ABD’nin izlediği politika “ekseni” adeta bir tekerliğin dingil çivisi gibi, Japonya, Avustralya ve Hindistan’a özel önem atfedilmesi suretiyle, Asya coğrafyasında ittifakların ve stratejik ortaklıkların güçlendirilmesine yol açtı. Obama yönetimi, Çin’in etrafını sarmak üzere, elindeki çevreleme kemendini daha da sıkarak, önemli bulduğu müttefik ülke yönetimlerini kendi aralarında yakın askeri işbirliğini geliştirmeye teşvik etmiştir. ABD’nin Çin’i çevreleme faaliyetinde, Savunma Bakanının daha yakın stratejik bağların kurulması amacıyla Hindistan ve Fransa’yı ziyaret etmesinin yanı sıra, kendi hesabına diplomatik kampanya yürüten Japonya emperyalizminin de önünü açmıştır.

Karmaşık diplomatik entrikaların çevrilmesi, gizli anlaşmaların yapılması, 21. yüzyılda da yeni askeri anlaşmaların imzalanması çabası; 20. yüzyılda yapılan anlaşma ve yürütülen diplomatik faaliyetlerle esrarengiz bir şekilde benzerlikler taşıyor. Bölgede tansiyonunun daha de gerilmesi ve taraflar arasında rekabetin yükselişe geçmesine devam edilmesinden dolayı, karşı karşıya bulunduğumuz en büyük tehlike; Japon veya Çinli bir pilotun Doğu Çin Denizinde yanlış bir hesaplama yapması veya iki Kore arasındaki sınırda meydana gelebilecek en küçük bir olayın, bütün dünyayı yüzyıl önce yaşanan felaketten daha ciddi boyutları olabilecek yıkımla sonuçlanacak bir çatışmaya yol açmasıdır.

İnsanlığı olası bir savaşla karşı karşıya kalmasının önünde durabilecek yegâne sosyal güç, uluslararası emekçi sınıfının dayanışmasıdır; ABD, Çin, Japonya ve bütün Asya coğrafyasındaki çalışan kesimler. Günümüz dünyasının, hüküm süren kapitalist sisteme, yaratmış olduğu ulus devlet sistemine son vermesinde sınıfsal ortak bir çıkarı vardır. Finansal oligarşik küçük bir tabakanın çok büyük kârlar elde etmesi için işleyen ekonomik sistem yerine, bütün insanlığın sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla planlı bir dünya ekonomisinin inşa edilmesi gerekiyor.

Kaynak: http://www.wsws.org/en/articles/2014/01/11/pers-j11.html

Çeviren: Nizamettin Karabenk-Özgür üniversite / 13.01.14