15 Temmuz Kontrollü Darbe Girişimi

Bir hatırlatma: Reichstag Yangını
Alman faşizminin başlaması için Alman Parlamentosu’nun yakılması gerekiyordu. Almanya Parlamentosu (Reichstag) 27 Şubat 1933 gecesi yakıldı.
Hitler, azınlık hükümetindeydi. 5 Mart 1933 tarihinde genel seçim vardı ve Hitler tek başına iktidar olmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Yangın, Hitler’e sadece tek başına iktidar değil sonsuz da bir güç verdi…
Hitler, parlamentodan yasama yetkisini 4 yıllığına kendisine devredecek bir “yetki kanunu” çıkarmasını istiyordu. Fakat bunun için anayasanın değişmesi gerekeceğinden 2/3 çoğunluğa ihtiyaç vardı.

Reichstag yangını sonrası hindenburg’a imzalattığı kararnameyi burda da devreye soktu ve nazilerin parlamentodaki sayısal üstünlüğü ele geçirmesine yetecek sayıda muhalif milletvekilini tutuklattı. Tasarı oylandı ve yıkıldığı güne kadar Hitler diktatörlüğünün meşru temelini oluşturacak olan yetki kanunu oy çokluğuyla kabul edildi. Artık Hitler hem yasayan hem de yürütendi.
Hal böyleyken yargıyı da ele geçirmesi fazla uzun sürmedi.

Bu kaosun sorumlusunu mu arıyorsunuz? Biraz hafızanızı zorlayın.

Cemaat’in ‘çatı iddianamesi’: CIA ile bağlantılı, tüm iktidarlar destekledi..
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen “çatı iddianamesi” Gülen Cemaati hakkında bugüne kadar hazırlanan en kapsamlı dosya oldu. Savcının taraflı ve rahat davranmaktan çekinmediği metinde, Cemaat’in ABD ve CIA ile ilişkili olduğu, siyasal İslam politikalarıyla güçlendiği, 2013’e kadar tüm iktidarlarca desteklendiği, kamuda ve TSK’da bu sayede rahatlıkla örgütlendiği uzun uzun anlatılıyor. İddianamede toplumun tamamının bu örgütün büyümesinden sorumlu olduğu belirtilirken, 14 yıldır iktidarda olan ve Cemaat ile uzun süreli ittifakı bulunan AKP’ye ise özel bir paye biçilmemeye gayret ediliyor

Saray-AKP iktidarının 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında attığı adımlar olağanüstü hal ilanıyla ve özellikle kamuda geniş çaplı tasfiyelerle bir “sivil darbe” sürecine dönüşürken, Gülen Cemaati’ne yönelik hazırlanan ve dün (23 Temmuz) Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen “çatı iddianamesi” ise rejimi yeniden yapılandırma sürecine ilişkin ipuçları taşıyor.

Savcı taraflı, rahat: İktidarların desteği ve siyasal İslam vurguları

Sol’un haberine göre; Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçları Soruşturma Bürosu savcısı Serdar Coşkun tarafından hazırlanan “çatı iddianamesi” Cemaatçilerin iddia ettiği gibi “delil üretme” üzerine değil, politik hat üzerinden kuruluyor.

Gülen Cemaati’nin yönetim mekanizmasına, yapılanmasına, işleyişine, örgütlenme tarzına ilişkin ayrıntılara yer verilen iddianamede darbe girişiminin önceden öngörüldüğü, ancak TSK içinde bir operasyonun kamuoyunda olumsuz bir tablo çizeceği gerekçesiyle gerçekleştirilmediği ifade ediliyor.

Cemaat’in ’80 öncesinden bu yana tüm iktidarlar tarafından desteklendiği, ’80 sonrası neoliberal politikalarla uyumlu hale geldiği ve ABD’nin İslamcıları siyasallaştırarak kullanışlı bir enstrüman haline getirdiği yönünde yorumların bulunduğu iddianamede savcı, Cemaat’in, iktidarın açık desteği olmaksızın yapamayacağı tüm bu örgütlenmeyi uzun uzun anlatırken AKP-Cemaat ittifakına ilişkin tek bir ifade geçirmemeye ise özen gösteriyor.

“Gülen ve nihai amacı 12 Eylül sonrası sorgulanmadı”

“Çatı iddianamesi”nde aralarında Fethullah Gülen’in de yer aldığı 73 kişinin adına yer veriliyor. Şüpheliler, “silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek” ile suçlanıyor.

İddianamede “genel bilgiler”, “ihbarlar-müşteki-tanık ifadeleri”, “örgütün genel savunması”, “genel örgüt bilgileri”, “FETÖ teşkilat yapısı”, “örgütün idaresi”, “örgütün insan kaynakları”, “haberleşme-toplantılar-basın yayın-arşivler”, “mali yapı”, “ideoloji”, “örgütün faaliyetleri”, “suçlar”, “şüpheliler” ve “talepler” bölümleri yer alıyor.

Cemaat’in örgütlenme alanları, yaygın kullandıkları kavramlar, Gülen’in kitapları, ulusal ve uluslararası haberler, Gülen hakkındaki davalar “suç unsuru” olarak sunulurken, 12 Eylül sonrasında Gülen’e açılan davaların hiçbirinin araştırma ve soruşturmaya konu dahi edilmediği, örgütün nihai amacının sorgulanmadığı dile getiriliyor.

Kamuda örgütlenme: AKP ile ittifaka örtü

Cemaat’in kendisine yönelik düzenlenen operasyonlarda görev alan polis, savcı ve hakimleri itibarsızlaştırmaya çalıştığının belirtildiği iddianamede, örgütün kamudaki örgütlenmesinden söz ediliyor ancak bu örgütlenmede AKP iktidarının payına itinayla değinilmiyor:

Paralel yapıya karşı kamu idareleri mücadele vermek yerine bu örgütün varlığını bilerek gizleme yoluna gitmişlerdir. Kamu idarelerinin çok önemli bir kısmı, soruşturmanın ilerlemesi için gerekli bilgi ve belgeleri kasten gizlemiştir.

Yine gizli tanıklar: İmamlar, polisler, sınavlar, faaliyetler

“Çatı iddianamesi”nde gizli tanıklar yine eksik kalmıyor. “İhbarlar-şikayetler-tanıklar” bölümünde “Nebukadnezar”, “Kaktüs”, “Çınar”, “Ayışığı”, “Kutupyıldızı”, “Güneş”, “Jüpiter”, “Ateş”, “Ayaz”, “Bulut”, “Büyük Yusuf”, “Arif”, “Uçak”, “Yıldırım”, “Kartal”, “Yavuz” gibi kod adlarına büründürülmüş gizli tanıklar yer alıyor.

Gizli tanık ifadelerinde Gülen’in toplantıya katılanları galeyana getirip daha fazla himmet toplanmasını sağladığı, kimlerin il imamları olduğu, ÖSYM’deki sınav sorularını nasıl sızdırdıkları, hangi il emniyetlerinde örgütlenildiği, Senegal’den New York’a dünyanın birçok yerindeki faaliyetlere ilişkin iddialar yer alıyor.

TSK örgütlülüğü: 12 Mart’tan itibaren, adım adım, yüzde 60-80 seviyesinde

İddianamede gizli tanıkların yanı sıra ihbarlar da önemli bir yer tutuyor. İhbarlar arasında en dikkat çekicileri ise “darbe girişiminde bulunulacağı” iddiası. Özellikle asker ve polise ilişkin bazı ihbarlarda hükümete karşı darbe hazırlıkları yapıldığına ilişkin ihbarlar yer alıyor.

Yine Cemaat’in TSK’daki varlığına ilişkin bölümde de örgütün asker içinde nasıl örgütlendiği, adım adım anlatılıyor. Bu iddialara göre; Cemaat 12 Mart’tan itibaren TSK’da örgütlenmeye başladı. O dönem TSK’ya yerleştirilen öğrenciler şu an kurmay albay ve general seviyesine geldi. 1994’ten itibaren askeri liselere giriş sınavlarının denetimi sağlandı. Sorular çalındı ve askeri liseden gelen bazı kişilere işkence ve baskı uygulandı. 2006’dan bu yana TSK içindeki soruşturmalarda binlerce asker TSK’dan atıldı, emekli edildi veya yargılanıp mahkum edildi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı başlıca örgütlenme alanları oldu. TSK içindeki toplam örgütlülük seviyesinin ise yüzde 60-80’a ulaştığı ileri sürüldü.

İddianamede son olarak darbeye şu ifadelerle işaret edildi:

FETÖ için öncelikli yer Türk Silahlı Kuvvetleridir. Burada örgüt aşırı bir kadrolaşmaya gitmiştir. TSK içerisindeki bu yapı ordu disiplinini bozacak ve ülke savunmasında zafiyet oluşturacak bir yoğunluğa ulaşmıştır. TSK içindeki bu yapılanmaya güvenerek kimi örgüt mensupları iç savaş ve askeri darbeden söz etmektedir.

İddianamede Gülen’in örgütsel gücü yapısı ve gücü

Gülen ile darbe arasındaki ilişkilendirmenin bir kısmı ise 28 Şubat’a ilişkin. “28 Şubat sürecinin Türkiye’de tek kazananı Fethullah Gülen ve cemaati olmuştur” denilen iddianamede bu kazanım çerçevesindeki örgütsel yapı ve güç şöyle tanımlanıyor:

Gelişememiş sosyal toplumlarda insanlar, ağalar, beyler, aşiret reisleri gibi feodal toplum yöneticileri tarafından güdülür ve cahil halk gücü elinde bulunduran bu kişilere itaat eder. Fethullahçı bu örgütlenme de aynı yöntemleri kullanıp aynı amacı elde etmeye çalışmaktadır.

Cemaat, Amerika Birleşik Devletleri’nin Pensilvanya Eyaleti’nden yönetilen, Türkiye’nin ekonomik kaynaklarını ve imkanlarını kullanan dünyanın 160 ülkesindeki yüzlerce kurum/kuruluşu ve binlerce mensubu ve yandaşı ile siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik ve kamusal hayatın hemen her alanında varlık gösteren, milyar dolarlarla ifade edilen bir ekonomik güçtür.

CIA bağı, Komünizmle Mücadele Dernekleri, siyasal İslam, sermaye-iktidar ilişkileri

Gülen Cemaati’nin gelişip serpilme sürecinin iddianamede yer alış biçimi de hayli dikkat çekici. Savcı, iddianamede CIA’nın Soğuk Savaş sürecindeki kontrgerilla örgütlenmesinden, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin bu amaçla kurulmasından, siyasal İslam’ın sermaye ve iktidar ilişkisinden söz etmekten de çekinmedi; ancak bugün AKP kadrolarının önemli bir kısmının da bu örgütlenme içinden yetiştiğine değinilmeyerek ilişki Gülencilerle sınırlı tutuldu:

Gülen’in faaliyetleri Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulduğu dönemde artmaktadır. Bu dernekler Soğuk Savaş döneminde CIA tarafından kurdurulmuş, finansmanını ABD Büyükelçiliği ve bazı sermaye grupları sağlamıştır. Dernek Türkiye genelinde mitingler düzenlemiş, komünizm aleyhtarı gösteriler yapmış, 1977 yılında işlevini yitirdiği için kendini feshetmiştir.

Amerika onu Orta Doğu Bölgesindeki ülkeleri kuşatma ve işgal planlarına yardımcı olmak için kullanmış, toplumun inançlarını istismar ederek sermaye ve iktidar gücüne dönüşmesini sağlamıştır. ABD, bu hizmetine karşılık hayatını ülkesinde sürdürmesine izin vermiştir. Ancak bu iddia Türkiye’de 2013 yılına kadar hiç dikkate alınmamıştır.

‘İşbirlikçi hareket’

İddianamede, Gülen’in ABD’yle ilişkisine dair tespitler de şu şekilde:

Fethullah Gülen Hareketi tarihsel niteliği ve konumu gereği ‘işbirlikçi bir hareket’tir. Onun hedeflemiş olduğu siyasal sistem ve toplumsal yapı, küresel kapitalizmden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmaz. Bu toplumsal hedefe ulaşmak için üzerine bastığı toplumsal sınıf ve katmanlar, politik araç ve yöntemler ve de karşısına aldığı sınıflar, kaçınılmaz bir şekilde onun emperyalizmin yedeğine düşmesine neden olmaktadır. Bu noktada Gülen Hareketi, toplumsal ve siyasal varlığını ‘güçlü bir yere’ dayanmadan var edemez.

Ve AKP’yi aklama bölümü: “Geçmiş iktidarların hepsi suçlu!”

“Türkiye Devleti, zaten her dönemde dini yapılara müsadekar bakmıştır” diyerek gericiliğin doğrudan devlet eliyle örgütlendiğine vurgu yapılan iddianamede tüm toplumun tümü sorumlu tutuluyor ancak 15 yıldır iktidarda bulunan AKP’ye özel bir paye biçilmemeye gayret ediliyor:

Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu, kısaca toplumun her kesimi, elbirliğiyle Fethullahçı Terör Örgütünün bu büyümesinden ve kadrolaşmasından sorumludur. Bu terör örgütü, toplumun her kesimini aldatarak saflığından yararlanıp veya iyi niyetini suistimal ederek gelişip güçlenmiştir.


Brezilyalı karikatürist Carlos Latuff, Türkiye’de yaşanan darbe girişimini çizdi.
Latuff film mesajı vermeye çalıştığı karikatürde filmin adının ‘Sahte Darbe’ olarak, başrol oyuncusunu da Cumhurbaşkanı Erdoğan olarak yansıttı.

Latuff, darbeyi bastırmaya çalışır şekilde çizdiği Erdoğan’ın arkasında bir grafik yayınlayarak cumhurbaşkanının popüleritesinin yükselişe geçen bir rota izlediğini ve Cumhurbaşkan…