Eveti Hayırı Bırak Yaklaşan Felakete Bak
1872 yılının kurak ve bulutsuz bir Aralık gününde, Arizona Eyaleti’nin Salt Nehri Kanyonu’ndaki ulaşılması güç bir mağaradan, çığlıklar ve barut kokusu yükseliyordu gökyüzüne. ABD Ordusu tarafından gerçekleştirilen katliamda, mağaraya sığınmış çoğu çocuk ve kadın toplam 76 Yavapai Kızılderilisi’nden hiçbiri sağ çıkamayacaktı. Kanyondan 13 km uzaklıktaki küçük bir yerleşimde yaşayan köylülerin anlattığına göre; mağaradan yükselen çığlık sesleri kendilerine kadar ulaşmıştı.
Yavapai Kızılderilileri kendileri için böylesi bir son beklemiyordu elbette. Zira devletle yaptıkları akit gereği kendilerine dokunulmayacaktı. ABD ordusu Yapavai bölgesinde kontrolü ele alıncaya kadar resmi bir akitle yerlileri oyalama taktiği izliyordu. Yerliler bu akdin “koruyucu” şemsiyesi altında olduklarını düşünerek, devletten ne koparırız, nasıl topraklarımızı ve yaşamımızı en az zararla kurtarırız derdindeydiler.
Yavapailer ordu birlikleriyle istişareler yapıp, çıkacak yeni bir kararnameyle her şeyin düzeleceğini umut ediyordu. Ne yazık ki öyle olmadı. Devletin oyalama taktiği yerlilerin anlayamayacağı bir sinsilikteydi. Yavapailer resmi evrak ve kararnameler gölgesinde oyalanırken ordu birlikleri çoktan bölgeyi ele geçirmişti. Sonrası malum…
Bu oyalama taktiği farklı zamanlarda farklı coğrafyalarda devletlerin ve sağın sıkça uyguladığı bir yöntemdi. 1921 İtalya’sında Musolini’nin yumuşak söylemlerini ve seçimleri işaret edişinin altında yatan sinsi aldatmacayı hatırlayalım.
Sosyalistler seçimler için hazırlık yaparken faşist “kara gömlekliler” tüm ülkede silahlanıyordu. Sonrası malum…
Yine İran’da, şah yönetimine karşı mücadele eden sol, “devrimden” sonra, gerici bloğun oyalama taktiğinin kurbanı olacaktı. Bu taktiğin baş unsuru da seçimler ve benzeri kampanyalardı.
1 Nisan 1979’da Humeyni, “İslam Cumhuriyeti’ne evet mi hayır mı?” referandumu yaptı. Sol bu süreçte tüm uğraşını seçimlere vermişti. Bir süre sonra Humeyni, ‘yargı atamalarının yapılmasını öngören oylama’yı yapacaktı. Sol, yine oylamada sonuç almayı hedefleyen hamleler yapıyordu ve tüm kudretini bu alanlarda ‘heder ediyordu’. Oysa Humeyni ve mollalar tüm bu süreçler boyunca ‘sol’u oyalıyor ve bir yandan da nüfuzunu arttırarak ülkenin her noktasında örgütleniyordu. Nihayetinde “İslam Kültür Devrimi” oylamasına geçildi ve solcular bu seçimlerden sonra aldatıldıklarını, oyalandıklarını anladırlar, ama iş işten geçmişti…
Mollalar istediklerini başarmışlardı. Sol, tüm bu süreçler boyunca seçim kampanyalarıyla uğraşmıştı. Bir anlamıyla solun tüm enerjisi bu süreçlerde emilmişti ve bu sayede mollalar iktidarı fazla zorlanmadan tam olarak ele geçirdiler. 1982 yılına gelindiğinde ise artık İran’da solun ve özgürlüklerin esamisi okunmuyordu. Geriye yüz binlerce mahkûm ve yaklaşık 2 milyon ölü kalmıştı.
Solun gerçeği göremeyecek kadar kör oluşunun altında yatan neden, seçimlere ve oylamalara büyük anlamlar yüklemiş olmasıydı.
Seçimlere ve oylamalara büyük anlamlar yüklemek, sanılanın aksine pek de mantıklı bir davranış değildi. En nihayetinde oylama ile elde edilmiş bir seçim demek, çoğunluğun istekleri ve doğrularına göre geliştirilen bir dizaynı kabul etmek demekti.
Seçim denen parametreyi sorgulamamıza neden olan şey de tam olarak burada karşımıza çıkıyor. Çoğunluğun istek ve doğruları, kabul edilebilir bir ölçüt taşıyor mu? Ya da çoğunluğun doğruları ne kadar doğrudur? Yani bir şeyi doğru yapan, onun çoğunluk tarafından kabul edilmiş olması mıdır? Toplumlar tarihi bu sorulara olumsuz yanıtlar vermemiz için bir dolu örnekten oluşuyor.
Sağın iç savaş arifesindeki en temel yöntemlerinden biri, solu kandırmak ve bir şekilde tüm bu iç savaşa giden süreçler boyunca oyalamaktır. Bu süreçlerde sağ ve faşizm silahlanırken, sol, seçim ve oylamalarla, envai kampanyalarla, sistem içi yöntemlerle sürüncemede debelenir. Beyhude bir uğraş içinde hem gücü ve direnci emilir hem de gerçek karşılaşmaya hazırlık yapmasının önüne geçilir. Sıradan vatandaş bu gerçeği göremez.
Bugün Türkiye’de, başkanlık sistemi etrafında dönen “evet-hayır” tartışmaları da böylesi bir eksende yürüyor. Sol, burada “hayır”ı kesin bir çözüm olarak görüyor. Bu yüzden de “hayır”dan ya da “evet”ten sonrasına dair elinde hiçbir reçete yok. Sol, tüm paradigmasını “hayır” üzerine kurmuş durumda. Ama “hayır”dan sonrasına dair söylediği tutarlı hiçbir şey yok. Üstelik hayırdan sonrası için bir cennet tablosu çizecek kadar da sığ bir noktada.
Hatırlayın 7 Haziran seçilerinden önce de HDP’nin yüzde 10 barajını aşması durumunda 8 Haziran’da güllük gülistanlık bir ülkeye uyanacağımız safsatası pompalanmıştı kitlelere. Oysa ortalama zekâya sahip herkes bu kadar palazlanmış bir iktidarın meydanı kimseye bırakmayacağını öngörebilirdi. Bugün, “evet-hayır” ekseninde yürüyen sol politika ve propaganda da yine aynı hataya düşüyor ve kitleye “hayır” çıkması durumunda neredeyse bir cennet vaat ediyor.
Bu kadar palazlanmış, kadrolaşmış ve tüm devlet aygıtlarını elinde tutan bir anlayışın, oylamadan “hayır” çıktı diye elini eteğini çekeceğini sanmak yanlış olur. Şu anda bile keyfi uygulamalarla anayasal ve/veya hukuki hiçbir zemini tanımayan bir iktidarın; kendisi için “ölüm kalım meselesi” demek olan bir oylamanın sonucunu anayasal ve demokratik sınırlar içinde kabulleneceğini beklemek, kelimenin en kibar anlamıyla saflık olur.
Şurası kesin, oylamadan “evet” çıkması halinde, kendimizi felaket girdabının tam ortasında bulacağız. Ancak biz o girdabın güçlü akıntısına kapılalı çok zaman oldu. Felaket kaçınılmaz ve geri dönülemez bir noktadayız. Girdabın merkezine doğru olan ilerleyişimizi durduracak hiçbir şey yok. Buna “hayır”ın gücü de yetmez.
Referandumdan “evet” de çıksa “hayır” da çıksa önümüz karanlık, çok zor günler bizi bekliyor. Milyonlarca gerici ile birlikte yaşıyoruz. Hilafet, saltanat, şeriat isteyen milyonlar var bu ülkede. Oylama sonucunun “hayır” çıkması bu gerçeği değiştirmeyecek.
Bu anlamıyla salt başına “hayır” kampanyası, direnme potansiyeli olan kesimleri beyhude bir çaba içine itiyor ve bu kesimleri pasivize ediyor. Gereksiz bir umut aşılıyor sol yığınlara. Adeta olmayacak duaya âmin dedirtiyor.
Kimse kendisini kandırmasın. Bu topraklarda potansiyel sağ ve gericilik AKP ile hortlamadı ve AKP’nin gidişi ile de gidecek gibi görünmüyor. Burada AKP’nin ve Erdoğan’ın sağ yığınlar üzerindeki etkisini yok saymıyoruz elbet. AKP iktidarı sağ potansiyelin siyasallaşmasını hızlandıran bir faktör oldu. Ancak bu mevcut potansiyel açısından bir anlam ifade etmez.
Sağın kitle profili değişmez. Bu profil olaylar arasındaki neden sonuç ilişkisini anlamlandırmak yerine, sığ bir cehaletle örülmüş ajitasyona teslim olur. Bu anlamıyla sağın kitleselleşmesi ve siyasallaşması sola nazaran çok daha rahat ve hızlı olur.
Hayatın her alanında örgütlenmiş komplike bir yapıdan bahsediyoruz. Sadece devlet içinde değil, kitleler içinde de çok derinden işlemiş bir yapı. Ve bahsini ettiğimiz bu kitle, çok rahat bir şekilde sokaklara sürüklenebilecek karakterde.
Bugün siyasallaşma had safhadadır sağda. Ve sağın dozajı yüksek siyasallaşması her zaman silahlanmayla at başı gider. Ülkedeki bireysel silahlanma oranında bile sağın ezici bir üstünlüğü var. Bu, karanlık bir gelecekle karşı karşıya olduğumuzun en basit göstergesidir.
Maraş’ta kundaktaki bebeği ortadan ikiye ayıran kişinin davranış örüntüsüne sahip milyonlar var bu memlekette ve daha örgütlü ve güçlüler şu anda. Böylesi bir gelenek, bu topraklarda güçlü bir damara dayanır. Ve bu damar temel bir potansiyele işaret ediyor. Bu potansiyeli, sağ siyasallaşma açığa çıkarır ve potansiyel, gerçeğe döner. Bu gerçekler bu topraklarda defalarca yaşandı. Ancak solun genel karakteridir, hatalardan ders çıkaramaz.
Referandum nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, sağın temel davranış eğilimi şu yönlü olacaktır: Önce “milli ve manevi değerlerimize ters” diye yasaklar başlayacak, sonra “milli ve manevi değerlere ters” olduğu düşünülen her şey yok edilmeye çalışılacak; insan dâhil…
Niyetim felaket tellallığı yapmak değil, ancak Yavapai Kızılderililerinden, İran soluna, ortak bir kadere bağlıymış gibi hareket eden bir sol var karşımızda. Tarihe bir not düşmektir derdim; umarım tarih beni haklı çıkarmaz ve biz, ‘seçim’di ‘hayır’dı derken, atı alan Üsküdar’ı geçmez…
Serhat Halis 05.02.2017