Bir Koalisyon Olarak HDK/HDP

Sosyalistler ve HDP tartışmaları üzerine: HDK bir cephe değil koalisyondur. Türkiye solundan birçok grup bu koalisyona iltihak etmektedir. Bu cephe olmayan koalisyonun politikası “radikal demokrasi”dir, “demokratik devrim” değil. Diyebiliriz ki bu koalisyonda ÖDP’nin “kendisi dışarıda, fikri iktidarda”dır. HDK, ideolojik olarak ÖDP’nin Kürtlerle barıştırlmış halidir!

Siyasi fikirlerin karşılıklı olarak her zaman “karakter ve mücadele”nin tanımlanması üzerine kurulması, onun doğasında olan birşey. Çünkü siyasi tartışma, bir pratik biriktirmenin izahı olması yada biriken pratiğin anılması olduğuna göre, bu tür tartışmalar “bakış açısı”na göre “doğru“luk üretmeye dair bir alanı oluşturur.

HDK bir cephe midir? Dünyada başka örneklerle karşılaştırılabilir mi gibi soyut çağrışımları yapan “doğruculuğun” HDK’yı eleştirenlerin de, savunup izah etmeye çalışanların da bir zorlaması olduğu görünmektedir. HDK’nın bir cephe örgütlenmesi olmadığına dair elimizde oldukça kuvvetli deliller var. Kuşkusuz cephe örgütlenmeleri oldukça özgündür ve kendilerini açıklamak için muadil‘e de ihtiyaçları yoktur. Ancak bu gerçek, HDK’nın bir cephe örgütlenmesi olduğu anlamına gelmez.
HDK cephe değil koalisyondur

Bunu anlamak için şöyle bir varsayımı öne sürmek, HDK’nın anlaşılması bakımından anahtar işlevi görebilir.

Diyelim ki, Kürtler sömürgeciliğe karşı mücadelenin değişik araçlarını siyasal alana işlevsel olarak sokuyorlar. Bu araçlardan biri olan parlementoya girme olanaklarını da kullanıyorlar; Kürt sorununu coğrafi alanın siyasi çemberinden çıkartıp, bölgeye ve Türklerin yaşadığı ‘batıya’ taşımak istiyorlar. Bu sorunu bir meşruluk sorunu olmaktan öte, Türkiyede sürmekte olan siyasalın dönüşümü olarak görüyorlar. Bunun için kimlik sorunlarından, cevre sorunlarına uzanan geniş bir alanı içermek isitiyorlar. Kürt demokratik devrimini, bir konsensusla (barışla) Kürtlerin lehine çözüme bağlamak isityorlar.Rejimin kurucu alanını buradan bükmeye çalışıyorlar. Sürmekte olan otoriter rejime karşı, “özyönetim” modelini öne sürüyorlar.

Diyelim ki Kürtler, Kürt sorununun “ulusal” kısmını kendi devrimleriyle tamamladıklarından dolayı, bu hareketi, ‘Kürtlüğü’ de aşan ve daha toplumsallaşan bir alana, bir sosyal hareket alanına dönüştürüp, kalıcılışatırmak istiyorlar. Kürtlüğü ulusal olanın darlığından çıkartıp, sosyal olanın geniş evrenine çekip oradaki olanakları, kendi olanakları haline getirmek istiyorlar. Bu yüzden batıda en elverişli ittifak güçleri olabilecek sol yapıların gelenklerini de kendi olanağına katıp, sosyal ve politik manivela olmak istiyorlar..

Diyelim ki, batıda önemli devrimci birikim yaratmış sol’un değişik kanatları var. Bunların işçi havzaalarında, tarım havzalarında ve yoksulların hayatları üzerinde belli bir siyasal etkinliği var.Bu kanatlar kendi lokal birikimlerini ve olanaklarını, araçlarını gelişen mücadelenin boşluklarını doldurmak için, “demokratik devrimin görevleri” için bir araya getirip, askari müşterekte oluşturdukları; anti faşist ve anti kapitalist bir bir birlikleri var. Diyelim ki HDK, Türk sol cephesinin olanaklarıyla Kürt cephesinin olanaklarını birleştirip bir üst cephe olarak ortaya çıkmış olsun.

Böyle bir tablo bize gerçketen Kürtlerle, sol arasında, grup ve çevreler arasında bir ittifakı değil, iki farklı, ya da çoklu toplumsal eğilmin ortak bir kanala girişini verir: CEPHE! Ayrıca bir kez daha belirtilmeli ki, dünya mücadele pratiğinin de gösterdiği gibi cepheler; siyasal alanda gerilen ve mücadele eden toplumsal güçlerin o anki hedefleri ve bir sorunun çözüme götürülmesi olarak doğarlar. Bu yüzden devrimci partiler, cephe ötesi, mücadeleyi gelecek hedeflere bağlamak için programa ihtiyaç duyarlar.

Oysa HDK’nın buna benzer hiç bir özelliği yoktur. HDK bir cephe değil bir koalisyondur. Bu koalisyon, Kürtlerin bir eksikliği değil, solun bir eksikliğinin yani sosyal ve sınıfal karşılığının olmamamsından kaynaklanan bir eksikliktir. Taksim’de ortaya çıkan büyük ayaklanmanın yarattığı olanağın sanki, HDK bileşenlerinin yarattığı bir olanakmış gibi yansıtılması, bir anlamda HDK’nın sanki iki büyük toplumsal gücü tesmsil eden yapılar arasında bir cepheymiş illüzyonunu doğurması işin bir pazarlama yönü olduğunu gösteriyor.

Bunun böyle olduğunu anlamak bakımından iki soruya bakmak gerekmektedir.

Yine diyelim ki Kürtler, Kürt sorunun çözdü. Bunu kendilerini tatmin edecek bir yerden bağladılar. Rejim de önemli bir gedik açıp, rejimi kendilerine doğru büktüler ve fiili olarak Türkiye’nin bir Türk ve Kürt Cumhuriyeti haline gelmesini sağladılar. Kürtler, bir Kürt Sorunu olmaktan çıktılar. Sosyal bir soruna evrimleştiler; bu tablo Kürtlere iki yolu önercektir.

Birincisi ya Kürt burjuvazisinin ve Kürt orta sınıfının programına dönüşüp, liberal politiklara yönelecekler, yada
İkincisi; kürt yoksullarının programına dönüşüp, devrimci görevlerini öne sürmeye devam edecekler. Yani evrenselliğe meyledecekler.

Kürt hareketi, devrimci ve yoksul yönü ağır bassa da, bu ikili karakteri başından beri içeriyor. Bugün HDK’da ortaya çıkan tabloyu Türkiye Solu’nun Kürtlerin bu iki yönüne de iltihak etmesi olarak okumak mümkündür (örneğin bir tarafta Osman Baydemir, Urfa’yı Frankfurt, Dubai ile yarıştıracağnı ve sermaye başkenti yapacağını söylerken, yine aynı bileşenin parçası, sermeyeye karşı kentsel dönüşümleri durduracağını söylüyor.)

Diyelim ki Kürtlerin önündeki yolu okumak şimdiden yanıltcı olabilir ve yanlışlara götürebilir. Ancak Kürtler kendi “demokratik devrim“lerini gerçekleştirdiklerini ve bunu sürdürdüklerini söylediklerine göre bu tablodan ne çıkar?. Kürtlerin “demokratik görevleri“ni Türkler için de sürdürdüğü sonucu çıkar. Solun klasik teorik birikiminden bakıldığında, HDK demokratik cephe ise, HDP’nin sosyalist bir programı ifade etmesi gerekmez mi? Yani Kürtleri sosyalizme doğru bükmesi gerekmez mi?

Peki durum buysa HDP’ niye sosyalizmi değil de Kürtlerin, sol örgütler ve kısmen bağımsızlar ve diğerleriyle birlikte asgari demokratik programını ve seçimlere katılımı temsil ediyor? Bu durum HDP’yi bir sihirbazlık örneğine dönüştürmüyor mu?
Türkiye solunun koalisyona iltihakı

Aslında sorun tam da buradadır! Bir niyet okuması değil ama, kuvvetli bir şüphe olarak şunu düşünmek mümkün; Türkiye solunun, hem toplumsal karşılığı bakımından hem de yoksullara ve emekçilere önerdiği program bakımından bir sosyalist karakterinin olmaması, her sol grup, parti ve çevrenin daha çok kendi ihtiyaçlarını karşılayan “kendi için örgüt” olması nedeniyle kendilerine meşruiyet ve itibar kazandıracak koalisyona iltihaklarını gündeme getirdi.

Bunun ilmihali şu; Kürt sorunu, Türkiye solundan bir “sorun”olarak çıkarsa, Türkiye solunun, batıda karşılığı ne olacak? Hangi güçleri temsil edecek? Konunun başında döndük; HDK güçlerarası bir cephe değil, Türkiye solunun, Kürtlerin önerdiği programa iltihakıdır.

Nitekim HDK politikalarına baktığımız zaman iki olguyu görüyüruz.

Bunlardan birincisi, Türkiye soluna rağmen tarihe girmiş Kürt politikaları,
İkincisi yine Türkiye soluna rağmen tarihe girmiş kimlik politikları.

Bu iki politik düzlem, Türkiye solunun kendisine ait olmayan ama kendisini üretmeye çalıştığı bir politik düzlemdir. Demek ki, orta da ne bir cephe ne de bir “demokratik devrimin görevlerinin icrası” var’!Bu söylem, Türkiye solunun tabanın “gönlünü alma” değilse, kendini kandırmasından ibarettir.

Bu tablo o kadar da karamsar bir tablo değil! Türkiye solu, HDK ile kürtlerle sağladığı koalisyonu kendini yeniden oluşturmak için, bir araç olarak değerlendirmek istiyor. Kürt sorunun yıllaraca süren ‘silahlı mücadele zoru’ karşısında, (Kurtuluşçu geleneği saymazsak) bu sorunun ortasında, karşısında duran yapılar, yine Kürtlerin silahlı zoru ile yarattıkları kamusal meşruiyetin olanağını ve itibarını, araçsal bir olanak olarak değerlendirmek istiyor.

Çünkü pratikte görüldüğü gibi Türkiye solcuları nereye gitse, karşılarında hazır ve politize olmuş bir Kürt nufusuyla karşılaşıyor.Onlardan fiili olarak destek alıyor. Kürtler, batı da yaşadıkları yerlerde, Türkiye solcularının kitleyle ilişki kurmalarının olanaklarını sağlıyor, maddi güç olanaklarını bu sürece dahil ediyor. Eğer bir an bunların olmadığını düşünürsek, Türkiye solu kendini bir avuç kent aydını, orta sınıfı ve çok az sayıda alevi nufusun içinde bulacağı aşikardır.1604955_969436906419305_7452721852589008359_n

Kuşkusuz buna bir de Taksim ayaklanmasının yarattığı yeni olankları eklemek gerekir. Ancak HDK bileşenlerinden bir partinin başkanının, ayaklanmanın gerilimli günlerinde direnişçilere “Taksim’i boşaltın” diye çağrı yaptığını düşünürsek, Türkiye solunun Taksim Ayaklanması’yla ortaya çıkan olanağı nasıl eline ayağına dolandırdığı da görülecektir. Forumlarda, hatta HDK içinde bile faydacılığın kol gezdiği, grupçuluğun ve particiciliğin tavan yaptığına bakılınca, HDK’nın ne kadar kırıgan, ne kadar zorlama bir çabanın ürünü olarak yürütülmeye çalışıldığı aşikardır. Bu yüzden Kürtlerden herhangi nedenle gelebilecek en küçük refleksle, bu yapının kül gibi döküleceği de aşikardır. Dolayısıyla gizli gerçek söylenmelidir: HDK, cephe değil, Kürtlerin, Türkiye soluna sunduğu bir politik eşiktir; olanaktır..
Politikaların Politikası: Radikal Demokrasi

Konuyu cephe tartışması üzerinden kurmaya devam edersek yine acemi bir yanılsamaya karşılaşıtığımız görülecektir. Alp Altınörs’ün yazısında örneklediği cephelerin “demokratik devriminin görevleri” içindeki demokratik görevler kısmı; eski rejmi ve onu temsil eden devlet iktidarının ve eski aparatların yıkılmasınının bir işareti olarak, “devrim kavramı neden, neye karşıdır” cevabını içeriyordu. Yani bir programı içeriyordu. 20. yüzyılın demokrasi kavramının devrimlerle anılması; bu bakımdan bir rastlantı değildir. Bu bakımdan da geleneksel Leninist tanımlama, demokarasileri ikiye ayırıyordu. Birincisi; devrimci demokrasiler, yani devrimlere bağlanmış demokrasiler, diğeri reformlar alanına bağlanmış “burjuva demokartik mücadeleler”Bu kavram ayrımı Maoculuk’ta en gelişmiş haline alır.

İdda edildiği gibi Eğer HDK “demokratik devrim” görevlerini yerine getirmek için bir cephe ise; bu, “demokratik devrimin” reformlar yoluyla yapılabilecğini söyleniyorsa Leninist önermenin dışında yer alan ve bir zamanlar daha ziyade “Revizyonistler” ve “Avrupa Komünistleri” diye anılanların öne sürdüğü fikirleri içeriyor demektir .Bunun en canlı örneği programı itibarıyla eski TKP’dir. Öyleyse, seçimlerle elde edilecek “demokratik devrim” ya da cumhuriyetin restorasyonunu içeren daha geniş politik anlamlar, HDK’nın varoluş nedeniyse, Brejnev sonrası ”kapitalist olmayan yol” tezi ya da “barış içinde bir arada yaşama” başlığıyla öne sürülmüş revizyonist tezlerden farkı ne? ESP revizyonizme geri dönüş mü yapıyor? Elbette hayır. Kabul edilmeli ki, ESP gelenekleri bakımından Türkiye sol cenahının az sayıda yüz aklarından biridir. Ancak, Alp Altınörs’ün öne sürdüğü zorlama fikirlerin, kendi fikirleriyle sınırılı olduğunu söylemek de yanılgı olur.

Aslında Alp Altınörs, politika geleneği olarak ESP’nin kendisine baktığı yerden çok, Sırrı’nın duruduğu yerden konuşuyor olmasıdır. Yazısındaki ve konuşmasının ardındaki kurgu, zorladığı dil ne olursa, olsun; solculuğa bir meşruiyet arama çabasıdır. HDK’nın toplumsal ve siyasal bir meşruiyet kuruduğuna dair öz fikrini, devrimci jargonu da yapı-bozuma uğratmadan ifade etme çabasıdır. Demek ki, aslında konuşan Alp Altınörs değil, bir projedir.

Bu projenin bize özgü, Kürt sorunu, Türk sol sorunu üzerinden şekilendiğini düşünmek yanıltıcı olur. Sovyetler’in çöküşü, iki kavramı yapı- bozuma uğratarak tarihe sokmuştur. Bunlardan birincisi, 20.yüzyılın büyük kalkışmalarının ortaya çıkarttığı devrim kavramının, terörizmle karşılanması. İkincisi; 20.yüzyılın büyük umutlar bağladığı kapitalizm sonrası dünyayı temsil eden sosyalizm‘in, demokrasi ile karşılanması. Yani devrimin terörizme; sosyalizmin demokrasiye dönüştürülmesi.

Bu durum, 20. yüzyılın iki büyük olanağının tarihin dışına itilerek, kapitalizmin zaman ötesi bir mutlaklığa dönüşüp, içerilmesi bakımından da önemli bir girişimdi. Burjuvazinin Berlin Duvarı‘nın yıkılmasıyla işaretlediği tarih, devrimler çağının kapandığına dair bir işaretti.. Bundan böyle geriye bir olanak olarak, devrimler yerine sivil toplumculuk; sosyalizm yerine demokrasinin radikalleştirilmesi ve toplumsal gerilimin dönüştürülmesi kalmıştı.

Son 20 yıla, özellikle Avrupa’da ortaya çıkan “anti kapitaist” hareketlere bakıldığında, bunların tamamının Radikal Demokrasi ile bezendiği görülecektir. Hatta iç savaş süren ülkelerde, devletlerin ve ve burjuvazinin devrimleri nostalji haline getirme çabalarının da bu dönüşümün bir parçası olduğunu görmek mümkündür. Örneğin Zapatistalar’ın temsilinin, devrimden çok, “radikalliğin” temsiline dönüşmesi, popüler bir meşruiyetin parçası haline getirilmesi, bunun en uç örneklerinden biridir.

Demek ki, sadece teorinin içinde” çoklu kimlikler”nedeniyle değil, doğrudan devrimci sınıfların ortadan kalktığına dair bir kabulun, siyaset için bir ‘çıkış’a dönüşmesi, Radikal Demokrasi’nin kapitalist dünyayı yeniden anlamlandırmaya dönüşmesi olarak okumak gerekir.Kapitalizme dair emek sınıf, yoksulluk hatta kimlik gibi gerilimli ilişkierin; kapitalizmi ortadan kaldırmak isteyen çatışmadan çok, onu bir “sorun”a indirgeyen ve kapitalizmin özgürlükçü yapısına katılamamadan kaynaklanan bir sorun olduğunu öne süren liberal tezin başka türlü okunuşu olan radikal katılım, tam da kaptalizmi bir olanak , modern bir bir olanak gören okumadır. Okuma bu olunca, siyasal alana katıılımın sınırlarının genişletilmesi, yani sistemin restorayonu “demokratik devrim” sanılabilir.

Devrimciliğin meşruiyet algısının dışına itildiği (ve terörizm olarak üretildiği) bir zamanda radikal demokrasiye sarılmayı sadece kapitalizme devrimci müdahalenin dışlanıp kapitalizm içi meşruiyetin aranışı değil, aynı zamanda devrimciliğin dönüştürücülüğünün de rejim tarafından içerilmesi olarak görmek gerekir. Yani teorik dille; hegemonyaya dahil edilmesi olarak görmek gerekir.

İşin teorik kısmı oldukça uzun. İlk konuya dönecek olursak; HDK bir cephe değildir. bunun cephe olduğunu ispatlayacak bir delil de yoktur. HDK, Kürtlerin uzun yıllarını almış varoluş çabasının ortaya çıkarttığı ve oldukça meşru algıya dönüştürdüğü programının, belli düzeyde sol’un da programına dönüştüğü bir atılımdır.

Atılım!. Bu atılım herkes tarafından tartışmaya açıktır, “başka türlü okumaya” da açıktır. Kuşkusuz özneler olarak sol, bir taraftır. Ancak bu, pratik bir durumdur. Eğer solun, bu koalisyona politik bakımdan bir katılımından söz edeceksek bu politika; hem dil olarak, hem eyleyiş olarak, hatta semboller olarak ÖDP’de kurulmuş mirasın koalisyonudur. Diyebiliriz ki “kendisi dışarıda, fikri iktidarda”dır. Bu durum bir miras olarak tam da ÖDP için geçerlidir. ÖDP, fiili olarak koalisyonda yok, ama temsili var. Ve koalisyonun solundan gelenler, kendilerini değil, ÖDP’yi konuşturmaktadırlar.

Daha somut söyenirse HDK, ideolojik olarak ÖDP’nin Kürtlerle barıştırlmış halidir!. Bu durum Kürtler açısından bir sorun mudur? Kendi programlarını tökezletmediği sürece, Kürtlerin her durumda değiştirmeye açık poitikalarına uyum sağladığı sürece sorundan öte, olanaktır. Keza Kürtler de sadece siyaseten değil, psikolojik ve moral bakımdan sol için bir olanaktır. Eskiden kaybettiği ve unuttuğu insan yüzleriyle (HDK siyasetçilerinin diliyle “yurttaş”la) karşılaşmak bakımından, bir özgüven tazeleme girişimi olarak olanaktır.

Ama mesele, birbiri için olanak olarak kurulmuş ilişkilerin (koalisyonun) dışında, daha güncel ve tartışılması gereken sorunları taşıyor.

Hikmet Acun