Proletarya ve Devrimci Şiddet

Küresel tekelci kapitalizmin ekonomik buhranı sürerken ABD’nin hegemonyasındaki emperyalist globalizm pazar savaşına devam ediyor…. Bu nesnel gerçeklikte dünyanın bütün kapitalist piyasa ekonomileri de bu kaostan nasiplerini alıyorlar. Globalist mali oligarşi iktisadi değişimlere gerçekçi çözümler getiremeyeceğinden dolayı burjuvazinin yönetememesi buna karşın başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçileri yönetilmeye karşı ayak diretmesi aslında “devrim durumu”nun sürecidir. Bu devrimci durumun yaşama geçememesinin nedeni “kendi içinde sınıf” olan proletaryanın siyasi çözümler üretememesinden kaynaklanmaktadır. 13344756_10206803452060913_3832110884874966784_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ama özellikle Latin Amerika’da 1990’lı yıllardan itibaren sermaye sahibi burjuvazinin kapitalist piyasa ekonomisinin dayattığı ekonomik krizlerden çıkış yolu bulamaması sürecinde fabrikaları kapatması sonucunda işçi sınıfı kendiliğinden ekonomik çözümler üretmeye başlamıştı. Bunda Latin Amerika silahlı mücadele geleneğinden gelen kadroların, sendikal mücadele içinde marjinal örgütlenmelerinin payı büyüktü. Zaten kendi emek-güçlerinin birikimi olup kapitalist burjuvalarca kâr olarak gasp edilmiş artı-değerlerinin cisimleşmesi olan fabrikaları tekrar toplumsal mülkiyet haline dönüştürme yoluna gitmişlerdi.

Hızla Latin Amerika’da komünist sendikacılarca yaygınlaştırılan bu çözüm işçilere sınıf olma bilincini de öğretiyordu. Çalışma saatlerinin düşürülmesi, artan saatlerde kültürel birikimlerinin arttırılması için sanat, edebiyat, bilim, plastik sanatlar olmak üzere gönüllü devrimci öğretmenlerin yönettiği fabrika okulları yaşama girmeye başlamıştı. Böylece entelektüelizme karşı sınıf bilinci ile donatılmış entelejentsia bireyler kendi doğal öncülerini de üretiyordu.

Buna paralel olarak tarımsal alanda yoksul toprak proletaryasının toprak üzerinde kolektif birliklerini yaratmak için bu öncüler tarım sahalarına da girdiler. Brezilya’da olduğu gibi büyük topraksız köylüleri toprak sahibi yapmaya öncü örgütlenmeler yaratılıp birleştirildi. Özellikle tarım ve yoksul kentli proleter mahallelerinde Katolik Cizvit mezhebinin papazları bu devrimci oluşumlarda büyük destek sağlayıcılar oluyordu. Kilisenin oligarşisi burjuvazi ile kucaklaşırken halkın papazları devrimcilere destek veriyorlardı. 1960’lı yıllarda Kolombiya’da Cizvit papaz Camillio Torres cüppesini atıp tüfeğini kuşanarak dağa çıkıp gerilla savaşını sürdürmüştü. untitled

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Brezilya’da Cizvitler kent gerillasını örgütleyen Carlos Marighella’yı desteklemişlerdi. Bu konum içinde daima burjuvaziden yana gerici popülist politikaları sürdürmüş olan sosyal-demokrat partiler ise kitlelerin gözünde itibar kaybetmişler, bunun üzerine anti-komünist saplantılarının öz-eleştirilerini yapmak zorunda kalmışlardır. Bugün Latin Amerika’da sosyal-demokratlar devrimcilerin peşine takılmak zorunda kalmıştır. 1960’lardan 1970’lere kadar süren silahlı mücadele görünüş olarak yenilmesine karşın devrimci irade olarak proleter devrimci sınıfların psikolojik dinamizmi olmuştur. Eğer bugün Latin Amerika’da sandıktan devrimci güçlerin iktidarı çıkıyor ise bu silahlı mücadelede düşen devrimcilerin iradesinin izdüşümüdür.

Ne ki 1970’lerin ortasında iktidara getirilen Bülent Ecevit ustaca devrimci mücadelede ölen devrimcilerin iradelerini sömürerek seçim zaferi kazanmıştı. Rockefeller bursu ile Kanada’da eğitilen, Britanya’da orientalist “umut ve sebat” mason locasında insinye edilen Ecevit tıpkı bir başka Britanya ajanı Gandhi gibi “umut” olarak piyasaya sürülmüştü. Tıpkı günümüzdeki “çakma Gandhi”ler gibi. Günümüzde bilimsel komünist devrimci disiplinini kabul eden güçlerin devrimci şiddet sorununa önem vermemeleri burjuvazinin “solcu”, “aktivist” sahte unsurları piyasaya sürmesine neden olmuştur. Ölümünü bekleyen yaşlı fillere benzeyen kıymeti kendinden menkul guruların eline bırakılmış gerek siyasi gerekse de ekonomik savaşımın tekrar devrimci dinamik ellere geçmesi için öncü örgüt yaratılmalı ve devrimci şiddet yapılanmalıdır.

Marx’ın A.Blanqui’yi komünist işçi sınıfının savaşçısı olarak görmesi, Lenin’in Blanqui’nin taktiklerini başarı ile uygulaması konunun can alıcı noktasıdır. 21. Yüzyılın ilk çeyreği içinde yeni devrimci program ve öncü örgütü aynı zamanda Enternasyonalist olarak yaratılmak zorundadır. Çünkü iktidar sorunu olarak proletarya diktatörlüğünün fiilen sınıfın iktidarı olması için kendi silahlı örgütüne ve gücüne sahip olması tarihte zorun rolünün en önemli noktasıdır. Bunu ihmal edenleri bekleyen karşı-devrimin kanlı katliamları olacaktır. Marx’ın büyük bir öngörü ile Münih duruşmalarına atfen söylediği gibi “proletarya daha çok devrim ve karşı-devrimler mücadelesinden geçecektir”…

Halid Özkul (20.03.2014)