“Şairin Ölümü” veya Son 60 Yılın Eleştirisi

Her yazar hayali, ütopik bir okuyucu düşler ve ona yönelik olarak düşünür ve kurgular. Bu soyut varlık aynı yazar için farklı ortamlarda kimlik değiştirebilir, değiştirmelidir de… Benim “Okuyucu” profili kurmacam “ilgili ve bilgisini geliştirmek isteyen, ruhu genç, ön yargisiz herkes…” Resim çözümlemeyi, “görmeyi” ve “göstermeyi” amaç edinmiş herkes… 1983’ten beri sürdürdüğüm yazılarımı izleyenler, dönemsel olarak belirli konularda yoğunlaştığımı ve önemsediğim olayların üstüne gitmeyi sürdürdüğümü bilirler. Bir de her zaman çağrıda bulunduğum konularda kendimin de elimden geldiğince katkıda bulunmayı sorumluluk anlayışım saydığımı…

Gençsanat’ın (Kasım 1998) 51. sayısındaki yazımın son bölümünde, “Sanat üzerine yazan kimliklerimizin yazılarını-özellikle “TEK YAPIT ÜZERİNE İNCELEMELERİ”ni, “TÜRK RESMİNİN BAŞYAPITLARI” üzerine incelemelerini/çözümlemelerini bu metinlerin ileride ergeç kurulacak modern ve çağdaş sanatlar müzelerinin eğitim bölümlerinde yararlanılabileceği düşüncesi ile kaleme alarak heyecanlanmalarının ve toplumlarını heyecanlandırmalarının zamanının geldiğini düşünüyorum…” diye yazmıştım. Bu yazımda, Cihat Burak’ın ünlü yapıtı “Şair’in Ölümü”nü tanıtarak ve çözümleyerek çağrıda bulunduğum bu konuyu da başlatmak ve örneklendirmek istiyorum.

“Şair’in Ölümü”nün ilk kez 1968’de “Taksim Sanat Galerisi”nde sergilendiğini, 1968’in Nazım Hikmet Ran’ın 5. ölüm yıldönümü ve tüm dünyayı sarsan 1968 olaylarının yılı olduğunu bilmemiz, triptikteki 1967 tarihine karşın, son ressamca dokunuşların1968 yılı Haziran-Kasım döneminde gerçekleştirildiğini akla getirmektedir.

Cihat Burak 19.02.1968’den itibaren İstanbul Opera Binası inşaatında çalışmaktadır. Türkiye’de ise, tüm dünyayı sarsan 68 olaylarına paralel protesto yürüyüşleri, işgaller, boykotlar, gösteriler, mitingler yapılan, gençliğin coşkusunun hissedilebildiği bir dönem yaşanmaktadır. Nazım Hikmet’in şiirleri, trajik yaşamına ilişkin anı kitapları, mektupları 1961’den başlıyarak peşpeşe yayınlanmıştır.

Benim-sevdasında-bencil

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ayrıca 1.09.1966 ve 17.02.1968 tarihleri arasında ressam kendisinden boşanmak istemeyen, karısından da kaçabilmek amacıyla Bursa’da Yapı İşlerinde görev almış, ve Nazım’ın uzun yıllar mahpus kaldığı bu kentte zorunlu bir inziva da yaşamıştır.” İncili Kız”, “Asrın Çapkını” gibi yapıtlarını burada gerçekleştirmiştir. İstanbul’a geldiğinde 8 yıl süren kaçışı nihayet karısıyla anlaşarak boşanması ile sonuçlanmış, ve Cihat Bey özgürlüğüne ve çocukluğunun, gençliğinin sevgili kenti İstanbul’una kavuşmuştur.

Neşe Vural’in 1992 tarihli yayınlanmamış Cihat Burak üzerine tezinden(1), 1963’te ölümünden az önce Abidin Dino’nun onu Nazım Hikmet ile tanıştırdığını bilmekteyiz. Ressamın 1955-1956 tarihli “Pehlivanlar”, “Efeler”, “Askerler” gibi yapıtlarında ilgi duyduğu kimlikleri kendine özgü bir anıtsallık, mizah ve hüzün duyguları ile resmettiğini bilmekteyiz. 1962 tarihli “Brigitte Bardot”‘dan esinlenen iki resim ve 1967 tarihli, İsmailiye Tarikatı’nın o zamanki lideri Ağa Han’ın yaşam sürecini konu alan “Asrın Çapkını” triptiği(2) bu tarz yapıtlarındandır. “Şair’in Ölümü” resminin düşüncesinin nasil ortaya çıktığını net olarak ortaya koyan bir belge Cihat Burak arşivinde yoktur.

Onun yaşamdan gerçekleştirdiği desen notlamaları veya ilgisini çeken fotograflardan yola çıkan yaklaşımlarının ipuçları bu resmin ana kompozisyonu için yoktur.(3) Ressamın ilgisini çeken ve onu heyecanlandıran görsel ve düşünsel öğelerin özgün bir kompozisyon ve kurgu ile sonuçlandırılması, resmin çarpıcılığının kaynağıdır denebilir. Bu unsurlar; 68 olayları, Nazım’ın 5. ölüm yıldönümü nedeni ile gündeme gelmesi, şairin”Bahtiyarım”… ve “Memleketim” diye biten mısraları, Şadi Alkılıç’ın düşünce suçundan mahkum olması, daha önce gerçekleştirdiği “Hafızın Kabirleri” yapıtı((4), Nazım’ın cezaevinde yaptığı çiçek resmi motifi, sol düşünce ve barış ile özdeş güvercin motifi olarak sıralanabilirler.

“Şair’in Ölümü” aslında 68 olaylarının ve “ŞAİRLERIN BOŞUNA ÖLMEDİKLERİ”nin de resmidir. 1938-1968 sürecini birbirine bağlayan ve bazı çevrelerin zihniyetinin hiç değişmediği eleştirisini yadsınamaz ve es geçilemez şekilde dile getiren resimsel motif ise, triptiğin sol ve sağ bölümlerindeki “kemerli hapishane penceresindeki kahverengi saksıdaki küçük, tek kırmızı çiçek resmi”dir.(5) Triptiğin soldaki bölümünde kucağındaki bir Ankara kedisini(6) okşayan şairin gerisindeki bu pencerenin üzerine onun 1938’de Ankara Merkez Komutanligi Cezaevinden yazdığı, “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları”nın bir bölümü el yazısıyla -beyaz boya ile- işlenmiştir:

“Bugün pazar,
Bugün beni ilk defa güneşe çikardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden- uzak bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…”

Triptiğin sağ bölümünde parmaklıklar arkasındaki, pipolu Şadi Alkılıç’ın yanı başında çok küçük olarak yine aynı çiçeği görmekteyiz. 1938’den 1968’e değişen bir şey yoktur, sanki… Resmin asıl çarpıcı unsuru olan orta panosunu hem fiziki olarak, hem de “context” olarak çerçeveleyen sol ve sağ panolarda, hem Nazım Hikmet Ran’ın yaşamının hem de Türkiye’nin resmin yapıldığı tarihlerdeki ortamının kısa bir özetini veren imgeler ustaca içiçe örülmüşlerdir: Bir hapishane hücresinin iç mekanı, bir yazı masası, hokka ve kağıtlar, beyaz bir karyola, dedesi Nazım Paşa(6) kucağında çocuk Nazım ile annesi ressam Celile Hanım, “Coca Cola” ve “Go Home” pankartları taşıyan ve protesto yürüyüşü yapan bir topluluk, şairin iki eşi Piraye Hanım ve Münevver Hanım, çocuk Mehmet Nazım, Nazım’ın gençlik hali ve arkadaşı Vâla Nurettin ve beyaz güvercinler…

Orta pano’daki “sol eli avuç açmış”, sağ elinde ülkesine hasretini haykıran “Memleketim, memleketim, memleketim…” mısralarının okunabildiği kopuk bir defter sayfası tutan şairin, granit parke taşlı bir sokağın orta yerinde, gözlerimizin içerisine bakan bakışları ve cansız bedeninin çıplak belden yukarısı resmedilmiştir. Saksıdaki minik kırmızı çiçeğin simgelediği -hapsedilmiş özgür düşünce- rengarenk, çeşitli, sağlıklı, gür bir çiçek patlaması olarak Nazım’ın göğsünün orta yerinden fışkırmaktadır, ağzından sızan kan ise taşların derz aralarına akmakta ve ölümü birebir o an olmuşcasına yaşamamıza yol açacak bir ayrıntı olmakta ve bir çift güvercin de bu kanlı parke taşlarının üzerinde vazgeçemedikleri birbirlerine kurlarını sürdürmektedirler – yani hayat da herşeye rağmen devam etmektedir…


“Nazım Triptiği”
125*200cm.
Üçlü Triptik
Orta panonun üst bölümünde yatay bir şerit olarak, bir şeref tribününde oturan, bir dizi – sadece belden aşağıları gözüken resmi kıyafetli insanlar (politikacılar) resmedilmişlerdir; ve bu insanların elleri ya dizlerinde, ya kucaklarında, ya koltuk altlarında, ya da birbirine kenetlidirler. Özetle, yaldızlı Fransız stili koltuklarda oturan bu insanlar hiç bir şey üretmeden, hiç bir şey yapmadan gözlerinin önünde
“memleketine hasret son nefesini veren Nazım’ı” seyretmektedirler…(7)

Orta panodaki parke taşları ölçekleri, biçimleri, dizilişleri ve sökük oluşları gibi farklı durumlarda resmedilerek, hem 68 olayları anlatılmakta, hem de devrimci düşünce ile sokak olgusunun ve iletişiminin bağları görsel olarak kurulmaktadır. Ön plandan arkaya hem küçülen hem de büyüyen bu taşlar, garip bir derinlik etkisi de yaratmaktadırlar. Aynı taş dokuları, sağdaki panoda da kullanılmış ve orta pano ile resimsel bağlantılarının kurulmasında bu motiften yararlanılmıştır. Üç panoyu bütünleyen bir başka öğe “BEYAZ LEKELER” (Güvercinler, Kedi, Mektup, Çiçekler, Karyola ve Pencereler) ve “KIRMIZI LEKELER”dir.(Nazım’ın saçları alnı ve kazağı, çiçekler, kan sızıntıları, sağ üst panonun en üstündeki koltuk(8) ve sağ alt köşesindeki Mehmet Nazım’ın fanilası…)

Sol üst köşede ayaktaki şairin alnına; hem-“alın yazısı veya kader olgusunu akla getiren”, hem de kompozisyonun tümünü bağlayan “soyutlanmış bir çiçek” simgesel bir kilit motif olarak resmedilmiştir: bir sürü çiçeğe tohum veren bir çiçektir bu hem de… 68’lerin tohumlarını taşıyan, 38’lerin patlayacakmışcasına büyük ve oransiz resmedilmiş kafasi – yazacaklari, düşünceleri ile dolu alnına resmedilen çiçek; orta panodaki görkemli çiçek patlamasi ile hemen ilişkilendirilebilmektedir… Soldaki hücrenin yalınlığı ile sağdaki panodaki normal özgür yaşamin karmaşası ve çok boyutluluğunun karşıtlığı da sezilebilmektedir. “Tecrit edilmiş tek kişi” ve “Toplumu, ailesi, sevgilisi ile birliktelik” ikileminin de(8) duyumsandığı, “Şair’in ölümü” ile Cihat Burak’ın; mekansal, duygusal ve politik olarak otuz yıl sonra ortak duygular ve kesişmeler de hissettiği Nazım Hikmet’i anmak, düşünce özgürlüğü konusunda çarpıcı bir iletiyi topluma yöneltmek ve de bu arada da “kendini sanatıyla varetmek” istediği söylenebilir.

Bu kadar yüklü bir gündemi resimselliğin sınırları içerisinde gerçekleştirebilmek, böylesine bir senteze ulaşabilmek, “en yalnız olduğu anda en şaşırtıcı sonuçları ortaya koyabilen” gerçek yaratıcılara has bir özellik olmalıdır. Düşünce özgürlüğü konusundaki temel yaklaşımların hala pek değişmediği 1998 yilinda, 1938 tarihli “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamin Mektupları”nın yazılışının 60. yıldönümünde, “Şairin Ölümü” resminin gerçekleştirilişinin ve 68 olaylarının 30. yıldönümünde Nazim Hikmet Ran’ı ve Cihat Burak’ı birlikte saygı ile anmak, genç kuşaklara Türk Resminin bu tartışılmaz başyapıtını tanıtmak, yirminci yüzyıl sonunun “hava cıva yapıtlarına” hadlerini bildirmek bu yazının hedefleri arasındadır. Ve tüm önemli sanat yapıtları gibi, izleyicisine göre çeşitlenebilen, sayısız dimağda sayısız tohumlama nedenliyebilecek, görselliğin sınır tanımaz etkisinin başka nerelere ulaşabileceğini kestirmenin olanaksızlığının da bilincindeyim…

Haşim Nur Gürel

(1) Prof. Dr. Semra Germaner yönetimindeki bir tez…
(2) “Şairin Ölümü”nden hemen önce yapılan bu triptiğin, incelediğimiz resmin kuruluş şemasında etken olduğu söylenebilir.
(3) Ressam İbrahim Balaban; Cihat Burak’ın Bursa’daki atölyesinde gördüğü kendi Nazım Hikmet resimlerine değinerek, “Ben de Nazım’ın bir resmini yapmak istiyorum,” dediğini ileri sürmektedir. Resmin ilk ivmesi belki de bu karşılaşmadan kaynaklanmış olabilir.
(4) “Hafızın kabrinde bir gül bitermiş…” mısraını hatırlayınız…
(5) Bu Nazım Hikmet’in hapishanede yaptığı yağlıboya bir resimden aynen alınmıştır… Aynı yapıt 1970 tarihli “Bursa Cezaevinden Vâ-Nu’lara Mektuplar” kitabının da kapağında yer almaktadır. (Cem Yayınevi)
(6) Babıali baskınında İttihatçılar tarafından görev başında şehit edilmiştir.
(7) Bu koltuğun altında bir çift siyah papuç bulunmaktadır, koltukta da kimse oturmamaktadır. Bir muhterem zat ne olduysa, papuçlarını bile bırakıp kaçmıştır! Gözden kaçabilecek ancak Cihat Burak’ın resimleştirebileceği bir ayrıntı…
(8) Cihat Bey de 1966 – 1968 Bursa döneminde benzer bir inziva, yalıtılmışlık ve sosyal kopukluk yaşamıştır.