Hitler meclisi nasıl tasfiye etti?

Hitler parlamentoyu nasıl devredne çıkarmıştı? Parlamentoda yapılan oylamaya kaç milletvekili oy verdi, muhalefette bulunan Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Almanya Komünist Partisi (KPD) nasıl tepki verdi?

Hitler meclisi nasıl tasfiye etti? CHP ve SPD arasındaki benzerlikler...

Hitler’in parlamentoyu nasıl tasfiye ettiğini, SPD ile CHP arasındaki benzerliklere de işaret ederek anlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aralık 2015’te Suudi Arabistan dönüşünde yaptığı açıklamada, başbakanlıkla cumhurbaşkanlığının başkanlık altında birleştirilebileceğini söylerken, Hitler’in nasıl “üniter başkan” yani “Führer” oluşunu örnek göstermişti.

Hakikaten de, 30 Ocak 1933’te Cumhurbaşkanı Paul Hindenburg tarafından Adol Hitler başbakan (Reichskanzeler) atandığı zaman başbakanlık ile cumhurbaşkanlığı (Reichspräsident) ayrı iki makamdı. Ancak, eskiden general olan Hinderburg’un 2 Ağustos 1934’te ölmesiyle her iki makam “üniter başkanlık” adı altında Hitler tarafından birleştirildi, ardından Hitler “Führer”liğini ilan etti.

Önce yetki meclisten Hitler’e geçti

Ama bu sürece gidişte, çok önemli yasal değişiklikler yapıldı. Almanya tarihinde parlamentonun yetkilerinin hükümete verilmesini içeren “Ermächtigungsgesetz” (Yetkili Kılma Kanunu) özel bir öneme sahip ve bir dönemeci ifade ediyor. 23 Mart 1933’te Reichstag’da üzerinde tartışma yürütülen yasa 24 Mart 1933’te onaylanarak yürürlüğe giren yasa 5 maddeden oluşuyordu ve pek çok alanda yetkiler meclisten alınıyor hükümete veriliyordu. Meclis her bakımdan devre dışı bırakılıyordu.

Tesadüfe bakın ki; o zaman da değişiklikte üçte iki çoğunluk aranıyormuş. 647 milletvekilinin seçildiği mecliste oylama sırasında 432 milletvekili hazır bulunmuş. Yasaya karşı çıkan Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Almanya Komünist Partisinin (KPD)  201 milletvekili bulunuyordu. Ancak buna rağmen üçte iki çoğunluk sınırı olan 431’in tutturulabilmesi için 15 milletvekilinin daha oylama dışında tutulması gerekiyordu. Oylamanın olduğu gün bir önerge veren hükümet (NSDAP-DNVP koalisyonu) partileri, milletvekili olup da gerekçe göstermeden mecliste olmayanların da orada olduğunun kabul edilmesi önerdi ve bu kabul edildi.

Yapılan oylamada 120 milletvekili olan SPD’den 94 vekil karşı oyunu kullandı. KPD’li 81 parlamenterin bir kısmı vekilliği düşürüldüğü, bir kısmı da hakkında çıkarılan tutuklama kararları olduğu için oylamaya katılamadı. Sonuçta oylamada olduğunda hareket edilen 538 milletvekilinden 94’ü “Hayır”, 444’ü de “Evet” oyu kullandı ve yasa kabul edilerek yürürlüğe konuldu. Böylece, faşist Hitler Hükümeti çok önemli yetkilerle donatılmış oldu.

Hitler’i SPD’liler onayladı

Hitler faşizmine karşı hayatın her alanında KPD ile birlikte ortak bir cephede buluşmaya karşı çıkan sosyal demokratların karnesi daha sonra da pek parlak olmadı. Gerçekten faşizme karşı çıkan SPD milletvekilleri, tıpkı KPD milletvekilleri gibi tutuklandı. Ancak bir kısım SPD milletvekili ise zamanda Hitler faşizmini normal görmeye başladı. En çok da dış politika konusunda.

Tarih yaprakları 17 Mayıs 1933’ü gösterdiğine Hitler, Reichstag’da nasıl bir dış politika izleyeceğini açıklayan bir açıklama yaptı. O zaman yapılan bir değişiklikle meclisteki milletvekilleri, ayağa kalkarak yapılan açıklamaya destek verip vermediğini beyan ediyordu. Hitler, dış politikasını açıklayıp yerine geçtiğinde meclisteki tam 65 SPD milletvekili ayağa kalkarak onayladığını beyan etti.

Bu durum elbette parti içinde yoğun tartışmalara neden oldu. Sonunda ayağa kalkmak da SPD’yi ve milletvekillerini kurtarmadı. Hitler faşizmi devlete yerleştikçe adım adım kendisine karşı olanları yok etti. Önce KPD, sonra sendikaları ve demokratik kitle örgütleri (2 Mayıs 1933), ardından da SPD’yi (17 Haziran 1933) yasakladı.

Ve SPD yasaklandığında ülkedeki durum Papaz Martin Niemöller’in ifade ettiği gibiydi: “Naziler komünistleri içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları hapsettiklerinde sessiz kaldım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacıları aldılar protesto etmedim; çünkü sendikacı değildim. Yahudileri aldıklarında protesto etmedim; çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, protesto edecek kimse kalmamıştı.” Evet tarih tekerrür etmez, ancak tarihteki olaylar birbirine çok benzer. Almanya’da faşizmin yükseliş süreci, tekellerin tam destek vermesi, devleti kontrol etmesi aşamaları kimi yönleriyle bugünün Türkiye’sine  benziyor. Dahası, o zamanın Almanyası’ndaki “üniter başkanlık”la bugünün Türkiye’sinde kurulmak istenen “başkanlık” arasında bağ ve benzerlik kuran da Cumhurbaşkanının kendisiydi.

Madem yukarıdan aşağıya bir benzerlik halkası varsa, dokunulmazlık oylamasında “Evet” diyen CHP’li vekiller Hitler’in konuşmasından sonra ayağa kalkan SPD’lilere, MHP Hitler’in koalisyon ortağı milliyetçi DNVP’ye, HDP de faşizme ve sermayeye karşı her alanda savaşan KPD’ye benziyor. 1930’ların başında Almanya’da olanlara bakıldığında bugünün Türkiye’siyle önemli benzerliklerin olduğu ortada. Bu nedenle tarih tekerrür etmeyebilir, ancak tarihten dersler çıkarmak, ona göre politika belirlemek mümkün. Hem de zaman kaybetmeden…

 

Hitler meclisi nasıl tasfiye etti? CHP ve SPD arasındaki benzerlikler...

Yetki Kanunu şimdi Erdoğan’ın elinde

Türkiye’de 20 Mayıs günü milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıran anayasa teklifinin meclis tarafından kaldırılması, Alman basını tarafından çoğunlukla “Meclisin yetkisizleştirilmesi” olarak değerlendirildi. Bundan sonra halkın seçtiği vekillerin yargılanması konusunda Meclis değil, hükümet karar verecek. Her hangi bir savcının belli gerekçeler göstererek başlattığı bir soruşturma, vekillerin hükümetin oylarıyla yargılanmasının önü açılmış oldu.

Türkiye’deki anayasa değişikliğini değerlendiren Tagesspiegel Alman tarihiyle paralellik konusunda şu değerlendirmede bulunuyor: “Parlamentonun kendisini yetkisizleştirmesi ve buna bağlı olarak milletvekillerinin dörtte birinin dokunulmazlığının muhtemelen kaldırılmasıyla, Erdoğan bir “Yetki Kanunu”nu ( Ermächtigungsgesetz) eline aldı. Bu Nasyonalsosyalistlerin 24 Mart 1993’te çıkardığı yasanın bir boyutu değil, ancak benzer etkileri olacak. Yürürlüğe giren yasanın temelinde kimin milletvekili olacağına ya da kalacağına seçmenler değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politik hesapları karar verecek.” (20.05.2016, 18.30) Muhalefetteki partilerin Mecliste yasayı durdurma şansı yoktu o zaman.  Etkileri, faşist Almanya’da gibi sarsıcı olacak bu yasaya karşı Sosyal Demokrat Partinin (SPD) 96 milletvekili oy kullandı.

Hitler meclisi nasıl tasfiye etti? CHP ve SPD arasındaki benzerlikler...

“Erdoğan’ın mesajının ayakta dinlenmesi Hitler Almanyası’ndaki seküler Nazi ayinleri gibiydi”

AKP kongreleri üstün otoritenin her vesileyle zikredilerek yeniden tanındığı seküler ayinlerdir

Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel, Binali Yıldırım‘ın genel başkanlık koltuğuna oturduğu AKP 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın mesajının ayakta dinlenmesini Nazi ayinlerine benzetti. “AKP kongreleri bu bakımdan, bütün yönleri ve yüzleriyle liderin etrafında cereyan eden, tüm aidiyetin, sadakatin tekrarlarla tazelendiği, üstün otoritenin her vesileyle zikredilerek yeniden tanındığı seküler ayinlerdir” diyen Gürsel, “Ve bu halleriyle ancak Hitler Almanyası’ndaki seküler Nazi ayinlerini anımsatırlar. Politik bir din olarak Nazizmin liderine imanın tazelendiği ve büyütüldüğü gizemli ritüeller” ifadesini kullandı.

Gürsel’in Cumhuriyet’te “AKP’nin vücut dili, Nazizmin ruhu” başlığıyla yayımlanan (23 Mayıs 2016) yazısı şöyle:

AKP kongreleri, önceden verilmiş siyasi kararın kayda geçirilip hukuki kişilik kazanması maksadıyla usulen düzenlenirler ve bu nedenle, ne parti içi siyasi olay değeri bakımından ne de sonucunu görmek için izlenmeyi hak ederler. Kongrelerin sonucu zaten bellidir. Belli olmasa kongre düzenlenmez.

Bunun tek istisnası, AKP’nin ilk kez Erdoğan’ın fiziki mevcudiyeti olmadan gittiği Beşinci Olağan Büyük Kongresi olabilirdi. 12 Eylül 2015’teki kongrede Erdoğan’a rağmen partinin gerçekten de genel başkanı olabileceğini sanan Davutoğlu kendi MKYK listesini yapmayı denemiş, ancak karşısına rakip olarak Binali Yıldırım’ın çıkarılacağını görünce bundan caymıştı. Sonunda MKYK’yi Erdoğan belirledi ve o MKYK de Davutoğlu’na 29 Nisan’da parti içi darbe yaptı.

Bu olağanüstü kongre de Davutoğlu’nun hükümet darbesiyle devrilmesi sonucunda oluşan yeni siyasi durumu hukukileştirmek için düzenlendi.

Neticede AKP kongrelerinin bakılmayı hak eden veçhesi, tertibindeki koreografidir, başka bir ifadeyle AKP’nin vücut dili…

Seküler ayinler

Bekir Bozdağ’ın, dün kongreye gönderdiği mesajı okumadan evvel “partinin markası ve önderi olan lideri, büyüğü, ustaların ustası” diye takdim ettiği Erdoğan, koreografinin hep merkezindedir.

Lider, mekânda fiziksel varlığıyla mevcut olsun ya da olmasın bu kural değişmez.

AKP kongreleri bu bakımdan, bütün yönleri ve yüzleriyle liderin etrafında cereyan eden, tüm aidiyetin, sadakatin tekrarlarla tazelendiği, üstün otoritenin her vesileyle zikredilerek yeniden tanındığı seküler ayinlerdir.

Ve bu halleriyle ancak Hitler Almanyası’ndaki seküler Nazi ayinlerini anımsatırlar. Politik bir din olarak Nazizmin liderine imanın tazelendiği ve büyütüldüğü gizemli ritüeller…

AKP’nin dün Ankara’da düzenlenen İkinci Olağanüstü Kongresi’ndeki vücut dili, partinin, rejimin ve Türkiye’nin gidişatı hakkında çok şey anlatıyordu.

Bozdağ, Erdoğan’ın kongreye gönderdiği mesajı okumaya başladığı anda, kongredeki vücut dili koreografisi bir seküler ayin disiplini içinde kendi zirvesine yükseldi. Kongreye katılan herkes birlikte ayağa kalkarak bir ihtiram duruşu içinde dinledi Erdoğan’ın mesajını…

İnternet siteleri AKP’lilerin “hazır ola geçtiklerini” yazdılar. Dışarıdan bakınca öyle görünmüş olabilir.

Lakin o duruştaki vücut dili militarist bir ifade kalıbıyla tanımlanamaz. Çok daha ötesindedir. Bu, kendisine ilahi bir misyonla mücehhez olma hali gibi mesyanik (mesihimsi) hususiyetler atfedilen bir kişilik kültünün inşasına hep birlikte, huşu içinde katılmanın yeni bir epizodudur.

3. Reich’a dönüşüm

Erdoğan’ın mesajının sonunda, “tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak çerçevesinde şehitlere Allah’tan rahmet dilediği” de aktarıldı.

Bu, “vatan, millet, devlet ve bayrak”la ifade edildiği için meşruiyetini kimsenin sorgulamaya yeltenmediği tekçi söyleme alıştırılmanın doğal sonucu, “tek lider ve tek parti”ye de hazır hale getirilmektir ki dünya buna benzer bir siyasal dönüşüme geçen yüzyılın ilk yarısında tanık olmuştu…

AKP’nin vücut dilinde anlatılan Türkiye’nin değişimi, Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti’nden Üçüncü Reich’a dönüşümüne benziyor.

Benzerlikler o kadar çok ki, aklıma kütüphanemde 40 küsur yıldır duran kâğıdı sararmış bir kitap geliyor. Adolf Hitler’in “Kavgam”ının Türkçe çevirisi. Milliyetçi ve mukaddesatçı kitaplar çıkarmış olan Yağmur Yayınevi tarafından “Türkiye’de ilk defa tam metin” olarak 1975’te basılmış. Bugün Türkiye’yi yönetmeye çalışan İslamcı şakirtler kuşağının gençliklerinde bu kitabı ilgiyle okuduğundan ya da hatmetmiş abilerini can kulağıyla dinlediğinden eminim. Yoksa bugünleri böyle yaşamazdık.