21 Mayıs 1864 Büyük Çerkes Sürgünü

Yenilgimizin ve sürgünümüzün simgesi olarak, ortak direnişimizin kırıldığı ve Rusya’nın zafer töreni yaptığı 21 Mayıs 1864 tarihini bilincimize kazıdık. 21 Mayıs bizim için yastır, öfkedir, hatırlamaktır ve derstir. Geçmişi unutmadan, gelecek için mücadele etmektir.

10401382_885502981479365_7816757425307588717_n

Kafkasya’nın dört bir yanında savaştık, onlarca yıl. Methiyeler düzüldü kahramanlıklarımıza; İngiliz gazeteleri bizi yazdı, politikacıları bizi konuştu, diplomatları bizi anlattı. Karl Marks bile “Avrupa halkları, bağımsızlık ve özgürlük için nasıl savaşılacağını kahraman dağlılardan (Kafkasyalılardan) öğrenin” diyerek bizi onurlandırdı. Evet, biz bağımsızlık ve özgürlük için savaşıyorduk. Biz öyle biliyor ve inanıyorduk, İngilizler öyle diyordu, Avrupalılar öyle diyordu, Osmanlılar öyle diyordu. Ama Ruslar bunu anlamıyorlardı, İngiliz ve Osmanlı çıkarları için savaştırıldığımızı söyleyip duruyorlardı. Sayımız azdı, silahımız kıt. Rus askerleri dalga dalga geliyordu kuzeyden. Sayıları çoktu, silahları çok. İnsaftan gayrı herşeyleri çoktu. Savaştık onyıllarca ve kahramanca.

Dalga dalga sürüldük. Öncesi de vardı elbet (1810, 1821, 1824, 1830,1837, 1841, 1855 ayaklanmaları ve sürgünler), ancak en büyük toplu sürgünler, son ortak direnişimizin kırıldığı 21 Mayıs 1864’den ve Abhazya’da 1866-67 ve 1877-78 başkaldırılarımızın bastırılmasından sonra oldu. Sohum’dan Tuapse’ye kadarki koca bölge neredeyse insansız bırakıldı.

Buralar Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfuz alanıydı, elde tutulmalıydı. Buralar İngiltere İmparatorluğu’nun stratejik değer atfettiği coğrafyaydı, Rusya’ya kaptırılmamalıydı. Tek isteği kendi yurdunda özgür ve barış içinde yaşamak olan bizlerse, bu üç büyük gücün, bu üç büyük hesabın arasına sıkışıp kalmıştık.

10365884_885560571473606_378606462719723284_nBiz, bu coğrafyanın sahibi olan halklar.

Ortak adlarımız (Çerkesler, Dağlılar, Kafkasyalılar) özgün adlarımız (Adigeler, Abhazlar/Abazalar, Ubıhlar, Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Avarlar, Laklar, Lezgiler, Karaçaylar, Balkarlar, Nogaylar, Kumuklar ve daha pek çok halk). Kafkas doruklarından Karadeniz’e ve Hazar’a inen akarsular kadar birbiriyle aynı ve birbirinden farklı halklar.

Sürüldük Ey Tarih, Unutma Bizi…

150 yıl geçti. Kabaca, beş-altı kuşak. İlk kuşağımız anayurda geri dönme umuduyla yeni yurda tutunma arafında bocaladı, pekçoğumuz getirebildiğimiz az miktardaki özel eşya denklerini “geri döneceğiz nasılsa” umuduyla yıllarca açmadı.

150 yıl sonra, yavaş yavaş yüzümüzü Kafkasya’ya dönmeye başladık. Biz buralara sürülürken her ne pahasına anavatanda kalmış, direnmiş, tutunmuş ve olağanüstü mücadeleler vererek yurtlarımızı sahiplenmiş, orada hayatı yeniden kurmuş, ihya etmiş ve bayraklarımızı dalgalandırmış kardeşlerimizle kucaklaşmaya başladık. Umudumuz var. Yavaş yavaş anavatana dönüp yeni hayatlar kurmaya başladık. 150 yıldır bizi yok sayan tarih, şimdi göz kırpıyor. Tarih bizi hatırladıkça, biz tarihimizi hatırladıkça, umudumuz var.

BReadImageizim trajik hikayemiz (ya da kaderimiz) imparatorluklar çağının sonlarına doğru yazıldı.

 Her şey, Rusya İmparatorluğu’nun Karadeniz’den Kafkas Dağları’nın doruklarına, oradan da Hazar Denizi’nin kıyılarına uzanan coğrafyamıza göz koyuşuyla başladı.

Tarihe seslendik:

Bizi buralarda unutma! Oysa tarih bizi buralarda unutmuştu. İkinci kuşağımız Osmanlı’nın yıkılma ateşinde kavruldu; Doğu Cephesi, Batı Cephesi, Güney Cephesi, Çanakkale… Yeni yurtta çok canlar verdik, can verdikçe buralı olduk. Üçüncü kuşağımız, Kurtuluş Savaşı’na ve cumhuriyetin kuruluşuna “bir yurt kaybedenin yeni bir yurt kazanması” heyecanıyla katıldı, biraz daha buralı olduk. Şimdi, yeniden kendini arayan bir kuşağımız var. Umudumuz var.

Önce dağın öte tarafındakilerimiz pes etti, direnişin en önde gelenlerinden Şeyh Şamil 1859’de Ruslara teslim oldu.

Ama dağın beri tarafında olanlarımız, Şamil’in neden “yeter” dediğini anlayamadan devam etti savaşa.Bir yıl daha, üç yıl daha, beş yıl daha. Taa ki, Adigeler, Abhazlar/Abazalar ve Ubıhlar’dan oluşan ortak direniş gücümüz, 21 Mayıs 1864’de, bugünkü Soçi’nin yamacında kırılana dek. Rusya zaferini törenle ilan etti. Eh artık yenilmiştik, durmalıydık. Ama yapamadık, kan tutmuştu sanki, isyanımız Abhazya sınırlarında devam etti; 1866’da yeniden silaha sarıldık, yetmedi, 1877’de bir daha…

Büyük Çerkes Sürgünü..

 ”Rus kaynaklarına göre, 1863-64 yılları süresince 418 bin kişi Türkiye’ye “göç” etmiştir. 1858-65 yılları arasında göç edenlerin toplam sayısı da 493 bindir. Bu bağlamda 45.023 Natuhay, 27.337 Abadzeh, 165.626 Şapsığ, 74.567 Vıbıh, 11.873 Ciget, 10.500 Bjeduğ, 30 bin Abaza (Abazin), 4 bin Besleney, 15 bin K’emguy, Mahoş, Yegerukay, 30.650 Nogay, 17 bin Kabartay ve 23.193 Çeçen Türkiye’ye yerleşmiştir. 1864 öncesinde tamamı 25 bin ile 100 bin arasında tahmin edilen Vıbıhların,göçe katılım sayısının 74.567 olarak verilmesi, Vıbıh limanlarından Türkiye’ye gönderilenlerin sayısının 100 bin dolayında olduğu kanısını güçlendirmektedir.Ancak belirtilen bütün bu sayılar,Ruslarca kayıt altına alınmış ve büyük bir olasılıkla düşük tutulmuş olan tek bir tarafın görüşünü yansıtan sayılardır.”

“Ey Dünya, Ey İnsanlık, Bağımsızlığın Anlamını Kafkas Dağlarından Öğrenin. Özgür Yaşamak İsteyenlerin Nelere Muktedir Olduğunu Görün. Uluslar Onlardan Ders Alsın” / K.MARX

İlk kitabım için araştırma yaparken, 1830’lardaki saha komutanlarından biri olan Alexander Velyaminov’un Kafkas halklarının kafaları için ödül verdiğini öğrenmiştim. O da kafaları St. Petersburg’taki Bilim Akademisi Antropoloji Bölümü’ne gönderiyordu.

Bu noktada doğal olarak “Bu da ne böyle?” diye sordum. Neyse ki Rus tarihçi Yakov Gordin gerekçesini açıkladı. (Gerçi Drakula’nın çürümüş vücut sevgisinden daha az rahatsız edici değil): Velyaminov’a göre dağlıların yaşam tarzı ve dünya görüşleri, özü itibarıyla hukuka aykırı ve akıldışıydı. Toptan yok edilmeleri ya da doğru şekilde yaşamaya zorlanmaları gerekiyordu.

Ve işte buldunuz: İnsan akıllı bir yaratıktır. Ve eğer birisi akla uygun biçimde davranmıyorsa insan olamaz. Şüphesiz ki Rusların akıllı davranıştan kastettiği; Rusya’nın üstünlüğünü kabul etmek, yaşam tarzınızı terk etmeye razı olmak, size elli yıldır savaş uygulayan yabancı bir kültüre asimile olmaktı. Eğer kabul etmezsen, başını keseriz, böylece beynindeki bozukluğun ne olduğunu anlarız.

Yermolov, medeni insanlara tanınan hakları Kafkasyalılara vermeyi reddederken Velyaminov ve halefleri ise insanlıklarını reddediyordu. Araştırma için insan kafalarını göndermek, Nazilerin tıbbi deneylerine çok yakın görünüyor. Nazilerin terör saltanatında benzer bir olay vardır. Richard Rubenstein anlatıyor: “(Strasbourg Üniversitesi, Profesör Hirt August): Hirt, Himmler’e kafatası koleksiyonları sayesinde Yahudiler hariç tüm ulusların ve ırkların incelendiğini yazdı. Hirt, bir doktorun kesin istatistikleri kaydetmesine değin Yahudilerin hayatta bırakılması konusunda tavsiyede bulunuyordu. Sonrasında, öldürülüp kafaları bilimsel titizlikle kesilecekti.”

Daha sistemlilerdi belki ama Velyaminov, kesinlikle “ruh” eşleriydi.Occidental College’de Rusça, edebiyat, tarih, sanat ve politika konularında dersler veriyor.Kuzey Kafkasya’nın etno-politik yapısı ve soykırım konusunda araştırmalar yapan Ricmond’un “The Northwest Caucasus: Past, Present, Future” (Kuzeybatı Kafkasya: Geçmiş, Bugün, Gelecek) ve “The Circassian Genocide” (Çerkes Soykırımı) isimli kitapların yazarı.

0310_1

E biliyor ve inanıyorduk, İngilizler öyle diyordu, Avrupalılar öyle diyordu, Osmanlılar öyle diyordu. Ama Ruslar bunu anlamıyorlardı, İngiliz ve Osmanlı çıkarları için savaştırıldığımızı söyleyip duruyorlardı. Sayımız azdı, silahımız kıt. Rus askerleri dalga dalga geliyordu kuzeyden. Sayıları çoktu, silahları çok. İnsaftan gayrı herşeyleri çoktu.

Savaştık onyıllarca ve kahramanca.e biliyor ve inanıyorduk, İngilizler öyle diyordu, Avrupalılar öyle diyordu, Osmanlılar öyle diyordu. Ama Ruslar bunu anlamıyorlardı, İngiliz ve Osmanlı çıkarları için savaştırıldığımızı söyleyip duruyorlardı. Sayımız azdı, silahımız kıt.

Rus askerleri dalga dalga geliyordu kuzeyden. Sayıları çoktu, silahları çok. İnsaftan gayrı herşeyleri çoktu. Savaştık onyıllarca ve kahramanca.e biliyor ve inanıyorduk, İngilizler öyle diyordu, Avrupalılar öyle diyordu, Osmanlılar öyle diyordu. Ama Ruslar bunu anlamıyorlardı, İngiliz ve Osmanlı çıkarları için savaştırıldığımızı söyleyip duruyorlardı. Sayımız azdı, silahımız kıt. Rus askerleri dalga dalga geliyordu kuzeyden. Sayıları çoktu, silahları çok. İnsaftan gayrı herşeyleri çoktu. Savaştık onyıllarca ve kahramanca.