Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF)
1960’lı yıllarda kurulan Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu (SDS) Alman öğrenci hareketinin itici gücü olur. “Yeni Sol” Alman öğrenci hareketinin ideolojik yöneliminde belirleyici etkisi olan SDS belirli konularda çalışma grupları kurarak örgütlenir. Üçüncü dünya ile egemen ülkeler arasındaki ilişkiyi sorgulayan çalışma grupları ile üçüncü dünya ülkelerindeki direnişlerle dayanışma eylemleri başlatılır ve SDS devletle şiddetli bir cepheleşme içine girer. 1964 Yılında Kongo Başkanı’nın Berlin ziyaretine karşı gösteri düzenleyen SDS kısa bir süre sonra ABD’nin Vietnam müdahalesine karşı teşhir kampanyasına başlar. Kampanya sırasında polisin baskıcı tutumu ve tekelci Alman basınının ihbarcı tavrı karşısında SDS daha da militanlaşır. 2 Haziran 1967 yılında İran Şahı’nın Almanya ziyaretine karşı düzenlenen bir gösteride Behno Ohnesorg adlı bir genç polis tarafından öldürülür. Devlet yaşanan olaylardan öğrencileri sorumlu tutarak önce üniversiteyi kapatır ardından her türlü gösteriyi yasaklar. Öğrenci eylemleri giderek artar…
Şubat 1968’te Berlin’de toplantı yapan binlerce kişi Vietnam’da savaşan gerillalara yardım edilmesi, silah, ilaç, para gibi desteklerin sunulması, ABD’ye karşı sabotaj eylemlerinin düzenlenmesi gibi konuları konuşur. Daha sonra bir grup öğrenci doğrudan eylemi hayata geçirir ve Fankfurt’ta bulunan Kaufhof ve Schneider binalarına bomba atılır, yangın çıkar. 280 Bin marklık maddi hasar meydana gelir. 2 Gün sonra bomba eylemcileri Horst Sohlein, Thoward Proll, Andreas Baader ve Gudrun Ensslin tutuklanır. Eylemle ilgili Konkret adlı radikal sol bir gazetede makale yazan Ulrike meinhof, “Bu eylemin ilerici yönü birkaç malı tahrip etmesinde değil, yasallıktan kopuş biçimindedir” der.
Ekim 1968’te yargılanan sanıklar Vietnam’daki “yeni soykırıma” karşı genel kayıtsızlığa ve tüketim toplumunun kinizmine karşı çıktıklarını, halkın potansiyel olarak devrimci olan bölümünü sarsmak için “eylemle propaganda” anlayışını savunduklarını söylerler. 3 Yıla mahkum olurlar ve 14 ay yattıktan sonra şartlı tahliye edilirler. Serbest kaldıktan sonra yetiştirme yurdunda kalan gençlerin yaşam koşulları üzerine çalışırlar. Yurtlardaki ağır koşulların etkisiyle isyan etmeye hazır gençlerle bir projeye başlarlar. 20 Kişi ile başlayan projeye 100’e yakın genç katılır.
Kasım 1969’ta cezaları onanır cezaevine girmemek için ülkeyi terkederler. Şubat 1970’te Horst Sohlein Kasım 1970’te de Thoward Proll yetkililere teslim olurlar diğer ikisi yeniden Berlin’e döner. Berlin’de o dönemler gündelik hayatın örgütlenmesi ve toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi konusunda; komün evler, otorite karşıtı kreşler, tüketim kooperatifleri kuruluyor, pek çok grupta şiddet konusu tartışılıyordur. Her geçen gün büyüyen kitle eylemlerinin şiddetle bastırılması, çalışma yürütenleri farklı eylem biçimleri arayışına sokmuştur.
Nisan 1968’te SDS liderlerinden Rudi Dutscke suikasta uğrar. Rudi’nin ardından Ulrike Konkret’te şöyle yazar, “Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür.” Rudi’nin infaz edilmesinden sonra aralarında Horst Mahler’in de bulunduğu göstericiler basın tekeli Springer’e karşı gösteriler düzenlemeye başlarlar. Şiddetli gösteriler sonrası yüzlerce kişi gözaltına alınır, Meclis OHAL kanununu devreye sokar. Aşırı devlet baskısına karşı şehir gerillası eylemlerinin mümkün olup olmadığı tartışmaya başlanır. Kasım 1968’ten Ocak 1970’e kadar Berlin’de dört kundaklama ve dört bombalı eylem yapılır. Andreas Baader, Gudrin Ensslin, Ulrike Meinhof, Horst Mahler ve öğrenci hareketinden çıkan bir düzine militan Uruguay’daki Tupamarolar örneğinden hareketle şehir gerillası olarak örgütlenmeye bu dönemde karar verirler…
4 Nisan 1970’te bir trafik kontrolü sırasında Andreas Baader teşhis edilerek tutuklanır. Baader’e polis eşliğinde, “marjinal gençliğin örgütlenmesi üzerine” adlı kitap için kütüphanede Ulrike’nin araştırma yapmasına katkı sağlaması için izin verilir. Yalnız bir odaya konan Baader’in yanına Ulrike Meinhof dışında kimse alınmaz. 14 Mayıs 1970’de silahlı üç kişi tarafından Baader kütüphaneden kaçırılır. Sekiz gün sonra Agit 883 adlı bir yeraltı gazetesinde eylem üstlenilir. “Kızıl Ordunun İnşaası” adlı bildiride silahlı direniş olmaksızın sınıf mücadelesinin ve proletaryanın yeniden örgütlenmesinin mümkün olmadığı ifade edilir. Metni kaleme alanlar Alman anti emperyalist hareket içinde silahlı bir fraksiyon olarak örgütlenmek istediklerini belirtirler. “Rote Armee Fraktion / Kızıl Ordu Fraksiyonu” ve RAF kısaltması ilk kez bu metinde kullanılır. Eylemciler polis tarafından teşhis edilince yer altına geçerler ve legal soldan koparlar. Bu eylem grubun kuruluş eylemi olur.
Bu eylem sonrası polis Batı Berlin’de operasyon başlatır, 110 ev basılır, arananların fotoğrafları tv’de gösterilir, ihbar edecek kişilere 10 bin mark ödül verileceği açıklanır. Haziran 1970’de RAF militanları, gerilla eğitimi almak için Ürdün’de bulunan FKÖ bileşeni FHKC kampına giderler. Kısmi bir askeri bilgilendirme alan RAF militanları 2.5 ay süren eğitim sonrası aralarında ki bağları sağlamlaştırmış olarak 1970 Ağustos’unda Berlin’e geri dönerler.
29 Eylül 1970’te sahte plakalı araçlarla yapılan üç banka soygunu nedeniyle operasyon başlatan polis 8 Ekim 1970 tarihinde Ingrid Schubert, Irene Georgens ve Horst Mahler ile Brigitte Asdonck ve Monica Berberich’i yakalar. Bu tutuklamalardan sonra grubun üyeleri Berlin’den Federal Almanya’ya geçer.
2 Mart 1970’de olağanüstü güvenlik tedbirleri altında Horst Mahler davası başlar. Kısa bir süre sonra RAF militanları olduğu iddia edilen 3 kişi polis tarafından infaz edilir. Bir polis ağır yaralanır. Temmuz 1971’de “SEHIR GERILLASI ANLAYISI UZERINE” ve “BATI AVRUPADA DEVRIMCILERIN BIRLIGI” başlıklı iki metin yayınlanır. Bu iki metinde de RAF pratiğini mahalleler, fabrikalar ve üniversitelerde ki siyasi çalışmalarla desteklemek istediğini belirtir.
11 Mayıs 1972’de Frankfurt’taki Amerikan Karargahı bombalanır. Meydana gelen patlamada 1 Amerikan subayı ölür 14 kişi yaralanır. 12 Mayıs’ta Münih polis binası ve Augsburg Emniyet Müdürlüğü bombalanır. 16 Kişinin yaralandığı bu eylemde yüzlerce araç da hasar görür. 15 Mayıs’ta RAF militanları hakkında soruşturma yürüten yargıç Buddenberg silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeder, karısı ağır yaralanır. 19 Mayıs’ta Springer Yayınevi Binası bombalanır 34 işçi yaralanır. 24 Mayıs’ta Heidelberg’de ki Amerikan üssü bombalanır 3 asker ölür, büyük maddi hasar meydana gelir. Bu eylemde ayrıca Amerikan ordusunun Vietnam’da ki faaliyetlerine önemli lojistik destek sağlayan dev bir bilgisayar tahrip edilir. Springer Binası bombalanması eylemi ile ilgili eylemden 5 gün sonra bir radyo istasyonuna gönderdikleri mektupla halktan özür dilerler. Saldırıdan önce üç kez bomba ihbarında bulunduklarını ama yöneticilerin binayı boşaltmadığını söylerler.
Bu eylemlerden sonra halk polisle işbirliğine girer. RAF militanlarını yakalamak için 16.000 polis görevlendirilir. RAF üyeleri için toplamda 200 bin mark ödül konur. Birkaç gün içinde 200 kişi gözaltına alınır. Polisin sindirme ve korkutma operasyonları işe yarar Alman solu RAF’la arasına bir çizgi çeker. 1 Haziran 1972’de Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Holger Meins malzeme ve silah depoladıkları bir garajda yakalanırlar. Andreas Baader’in hafif yaralandığı polis saldırısına çok sayıda zırhlı araç katılır. Altı gün sonra da Gudrun Ensslin Hamburg’da bir dükkanda tezgahtar bir kızın ihbarı üzerine tutuklanır. 15 Haziran’da ise Ulrike Meinhof Hannover’de pedagoji profesörü Fritz Rodewald’ın evinde yakalanır. Fritz Rodewald başlangıçta Ulrike’yi evine almış daha sonra polise ihbar etmiştir.
Holger Meins
Yakalanmalarıyla birlikte RAF üyeleri ağır tecrit koşullarına tabi tutulurlar. Astrid Proll, Gudrun Ensslin ve Ulrike Meinhoff özel muameleye “duyumsal yoksun bırakma” diye tabir edilen ve bir CIA yöntemi olan her türden algılama farklılığını (gece/gündüz, sessizlik/gürültü vb) azaltma ve yok etmeye tabii tutulur. RAF Militanları cezaevi koşullarına karşı direnişe geçerler ve 1972 – 1975 yılları arasında 3 kez açlık grevine girerler. İlk açlık grevi 30 gün sürer ve tecrit kalkmasa da Ulrike Meinhof cezaevinin başka bir bölümüne nakledilir. İkinci açlık grevi sırasında yetkililer zorla besleme talimatı verirler. Andreas Baader’e yemek yemesi için su verilmez ve 3. günün sonunda Baader komaya girer. Açlık grevi kendiliğinden bitirilir. Üçüncü açlık grevi ise 145 gün sürer bu grev sırasında Holger Meins ölür. Yetkililer geri adım atmaz.
Tutsakların koşullarıyla ilgili dışarıda da “Kızıl İmdat, Kara İmdat ve Tecrit Yoluyla İşkenceye Karşı Komiteler” adlı destek komiteleri kurulur ve Holger Meins’in ölümüyle birlikte dayanışma hareketleri daha da yaygınlaşır. 4 Aralık 1974’de Jean Paul Sartre Stammheim Cezaevi’ni ziyaret eder ve RAF militanlarına yönelik hapishane koşullarının Nazi rejimini aratmadığını söyler. Uluslararası boyut kazanan protestolara rağmen tecrit koşullarında devlet geri adım atmaz. Davaların görüşülmesi için bile cezaevi yanına özel güvenlikli bir bina inşa eder. RAF militanlarının avukatları davadan ihraç edilir. Ekim 1975’de Federal Mahkeme tarafından çıkarılan bir yasa ile RAF militanları duruşmalardan ihraç edilirler. Tüm bunlara rağmen RAF militanları dava süreçlerini siyasal kimliklerini açıkladıkları bir kürsüye çevirirler.
Holger Meins’in ölümü kitlelerde derin bir infial yaratır. Bu ölüm güçsüzlük hissini derinleştiren yasal siyasete elveda demenin ve silahlı mücadeleye geçmenin bir anahtarı olur. Meins’in ölümüyle harekete geçenlerden biri de 2 Haziran hareketidir. 10 Kasım 1974’de Berlin Yüksek Mahkemesi Başkanı’nı evinde vurur ve “tutsakların koşullarıyla ilgili taleplerimizi dinlemedi, yeni ölümlerin gelmesini arzuladı şiddet eken şiddet biçer” açıklamasını yapar. Bu eylemden sonra devlet RAF’a sempatinin artmasından endişe ederek yüzden fazla ev ve işyerine baskın düzenler yüzden fazla kişiyi gözaltına alır. 23 Şubat’ta 2 Haziran hareketi milletvekili Peter Lorenz’i kaçırır ve karşılığında 6 tutsağın serbest bırakılmasını ister. Devlet 5 tutsağı serbest bırakarak Aden’e göndermek zorunda kalır.
24 Nisan’da RAF’ın 2. jenerasyon üyeleri Stockholm’deki Alman Büyükelçiği’ni basarak 11 çalışanı rehin alırlar. Rehineler karşılığında 26 RAF tutsağının serbest bırakılmasını, istekleri yerine gelmezse saat başı 1 rehineyi öldüreceklerini söylerler. Alman devleti buna yanaşmaz ve özel bir timin devreye girmesi için İsveç hükümetine onay verir. Çıkan çatışmada 1 militan ölür 5 militan ağır yaralanır. İsveç doktorların uyarısına aldırmadan ağır yaralı militanları Almanya’ya iade eder. Yaralılardan Siegfried Hausner Steimmheim Cezaevi’nde ölür. Eylemcilerin çoğu Heidelberg Hastaları Sosyalist Kollektifi (SPK) üyesidir.
Ulrike Meinhof
9 Mayıs 1976’da Ulrike Meinhof hücresinde asılı olarak bulunur ve kamuoyuna “intihar” ettiği duyurulur. Kamuoyu baskısıyla uluslararası bir inceleme komisyonu kurulur, komisyonun hazırladığı rapor ile “intihar” yalanı ortaya çıkarılır. Raporda “incelemelerimiz sonucunda Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesi doğuran bulgularla karşılaştık. Bu ölüme bir ya da birden fazla kişinin katılmış olduğuna dair çarpıcı göstergeler var. Komisyonumuz Ulrike’nin hangi koşullar altında öldüğüne dair kesin bir açıklama yapma şansına sahip değil. Cezaevi personeli dışında gizli servis elemanlarının da tutsakların kaldığı hücrelere erişmesine imkan tanıyan gizli geçitlerin bulunması her türlü kuşkuya zemin hazırlamaktadır,” denilir. Ulrike’nin öldürülmesi konusunda sır perdesi bugün bile kalkmadı. Ulrike’nin ölümü üzerine 33 gösteri ve miting düzenlenir, cenazesine 4 bin kişi katılır. Ulrike’nin ölümünden sonra Batı Almanya Meinhof’un kafatasını açar ve “sapkın” davranışının biyolojik nedenlerini incelemek için beynini çıkarır. Otuz sene boyunca bilim adamları Ulrike Meinhof’un beynini aldıklarını gizler ve onu bir çok teste tabi tutarlar. Meinhof’un kızının çabaları sonucu annesinin beyni 2002’de aileye iade edilir.
8 Nisan 1977’de federal savcı Buback RAF militanlarının ölümünden sorumlu tutularak öldürülür. Eylem RAF tarafından üstlenilir. Dışarıda yeniden eylemlerin yapıldığı zaman, 35 RAF militanı açlık grevine başlar. Yapılan bildiride tecrite son verilmesi, RAF militanlarının ölümlerinin araştırılması için uluslararası komitelerin kurulması, basında çıkan yalan haberlerin devlet tarafından tekzip edilmesidir. Bildiri de Filistinli gerillalar, ETA ve IRA militanlarıyla da dayanışma içinde oldukları söylenir. Tutsakların durumu hızla kötüleşir. 28 Nisan’da UAÖ (Uluslararası Af Örgütü) Almanya’ya telgraf yollayarak tecrite son verilmesini ister. Devlet tutsakların grup halinde kalmasına izin verileceğini ve cezaevleri arasında davalara göre tutsak değişiminin mümkün olacağına dair söz verir, tutsaklar açlık grevini bitirir.
30 Temmuz 1977’de Almanya’nın en büyük bankalarından biri Dresdner Bank’ın yönetim kurulu başkanı Jürgen Ponto evinde vurulur. Dışarıda yeniden başlayan silahlı eylemler cezaevlerinde ki nispeten yumuşayan iklimi yerle bir eder. 8 Ağustos’ta havalandırma iznini uygulamayan gardiyanlarla tutsaklar arasında çatışma çıkar. Cezaevi müdürü ve savcısının gözetiminde 40 polis çatışmaya müdahale eder ve 7 tutsak feci şekilde dövülür. Tecrit uygulaması yeniden devreye sokulur ve tutsakların bir kısmı başka cezaevlerine nakledilir. Olaylardan sonra 48 RAF ve 2 Haziran Hareketi üyesi açlık ve susuzluk grevine girerler.
Tutsakların kurtarılması için 5 Eylül 1977’de Alman İşverenler ve Sanayiciler Birliği Başkanı eski Nazi subaylarından Hans-Martin Schleyer RAF’a bağlı silahlı bir grup tarafından kaçırılır. 3 Koruma görevlisi ve şoförü vurulur Schleyer’e karşılık 11 RAF militanının serbest bırakılması istenir. Alman hükümeti buna yanaşmazken 13 Ekim’de Palma Mayorka – Frankfurt seferini yapan Lufthansa’ya ait uçak kaçırılır. FHKC “Şehit Halime Müfrezesi” tarafından yapılan eylemde 11 RAF tutsağının ve Türkiye’de hapse atılan 2 Filistinli tutsağın serbest bırakılması istenir. Kaçırılan uçak önce Kıbrıs’a iner ardından 14 Ekim’de Dubai’ye gider. Hiçbir Arap ülkesi uçağın kendi topraklarına inmesini istemez. 17 Ekim’de Somalili yetkilerin itirazlarına rağmen uçak Mogadişu’ya iner, Alman devletine ihtar vermek için uçağın pilotu öldürülerek cesedi dışarı atılır. Alman devleti ise GSG-9 adlı özel bir timle uçağa baskın düzenler ve 3 Filistinli militanı öldürür, 1 kadın militan ağır yaralanır. RAF militanları ile FHKC’nin eş güdümlü olarak düzenledikleri ilk eylemdir bu.
Andreas Baader ve Gudrun Ensslin
18 Ekim sabahı Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Gudrun Ensslin’in öldüğü duyurulur. 4. Mahkum Irmgard Möller ise göğsü bıçakla delinmiş halde ağır yaralı olarak bulunur. Resmi makamların “kolektif intihar” olarak duyurduğu bu 3 ölümde çelişkilerle doludur. Andreas Baader’in ölümüne yol açan kurşun ensesinden girip alnından çıkmıştır, solak olmasına rağmen sağ elinde barut izleri bulunmuştur. Adli tabipler herhangi bir intihar olayında intihar eden kişinin elindeki silahı düşürdüğünü söylemesine rağmen Jan-Carl Raspe’nin silahı elindedir. Gudrun Ensslin’in vücudunda da kuşku uyandırıcı kan oturmaları vardır. Hayati tehlikeyi atlatan Irmgard Möller göğsünü deşerek kendini öldürmek istediğini yalanlar. Birdenbire bilincini kaybettiğini bununda hücresine sıkılan bir gaz nedeniyle olmuş olabileceğini ve gözünü açtığında üstü başı kan içinde kendisini cezaevi avlusunda bir sedyede bulduğunu söyler. Orada Baader ve Ensslin için “soğudular” sözlerini işittiğini belirtir. Ancak bu ölümlerinde nasıl gerçekleştiği hala açıklığa kavuşmamıştır. Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Gudrun Ensslin’inin de beyinleri tıpkı Meinhof’a yapıldığı gibi çalınmıştır ve hala da nerede olduğu bilinmemektedir.
19 Ekim 1977’de Schleyer’in cesedi bir arabanın bagajında bulunur. Olayı üstlenen RAF militanları “Schleyer’in öldürülmesine bel bağlayan Schmidt, pakedini Mulhouse’da yeşil Audi 100’den alabilir. Mogadişu ve Stammheim katliamlarından sonraki acı ve öfkemizin Schleyer’in ölümüyle ortak hiçbir ölçüsü yoktur,” derler. 28 Ekim’de öldürülen tutsaklar Waldfriedhof’a gömülürler, olağanüstü koşullara rağmen cenazelerine bin kişi katılır. 2 Hafta sonra RAF militanı Ingrid Schubert hücresinde asılı bulur. Ölümünden 2 gün önce avukatıyla yaptığı görüşmede asla intihar etmeyeceğini söylemiştir. Ingrid Kasım 1977’de Klaus Croissant’a yazdığı mektupta “Asla intihar ederek hayatıma son vermeyeceğim. Eğer bir Alman cezaevinde öldüğüm duyulursa katillerimin yalanlarına kulak asmayın” demiştir.
1980’ler ve 1990’larda örgütün üçüncü jenerasyon kuşağı yer alır. 1979’da NATO Genel sekreteri A. Haig’e Belçika’da bombalı eylem düzenlenir. 1981’de Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri’nin Ramstein Hava Üssü’ndeki NATO kuvvetleri komutanı General Kroesen’e bombalı eylem düzenlenir ve üç kişi ölür. 18 Aralık 1984’de Oberammergau’deki NATO Shape okulu ve 1985’de Frankfurt’ta Amerikan hava üssü bombalanır. Yine aynı yıl MTU silah şirketinin başkanı Zimmerman’ın aracına bomba konulur. 9 Temmuz 1986’da Siemens şirketinin yöneticilerinden Beckurts’a, 10 Ekim 1986’da Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı Orta-Doğu ilişkileri sorumlusu Braunmuhl’e, 20 Eylül 1988’de Federal Almanya Maliye Bakanlığı sekreteri ve Federal Almanya’nın IMF ve Dünya Bankası temsilcisi Tiermeyer’e, 11 Ekim 1989’da Homburg’da Deutsche Bank Başkanı Herrhausen’e, 1990’da Federal Almanya İçişleri Bakanlığı sekreteri Neusel’e yönelik silahlı eylemler gerçekleştirilir. 1991yılında Bonn’da bulunan Amerikan büyükelçiliği bombalanır. 4 Nisan 1991’de Düsseldorf’da Doğu Almanya’nın entegre edilmesinden sorumlu Treuhandantstalt başkanı Rohqedder’e yönelik silahlı eylem yapılır. Mart 1993’de ise Weiterstadt’ta politik tutsaklar için inşa edilen cezaevi bombalanır.
RAF’ın son büyük eylemi 27 Haziran 1993’te gerçekleşir. Bad Kleinen’de çıkan çatışmada RAF üyesi Birgit Hogefeld tutuklanır, Wolfgang Grams ve bir polis ise ölür. Resmi açıklamalarda Grams’ın tutuklamaya çalışılırken intihar ettiği söylenir. Grams’ın vücudu otopsi öncesinde yıkanır, saçının bir kısmı kesilir, bedeninde ölümcül olabilecek darbe izleri teşhis edilir. Grams’ın üzerinden 15 kurşun çıkarılır ve kurşunlardan biri başına isabet etmiştir. Grams’ın ölümü de şüpheyle dolu ve hala aydınlatılmış değildir.
Brigitte Mohnhaupt
20 Nisan 1998’de Reuters Haber Ajansı’na RAF logolu ve imzalı almanca yazılmış sekiz sayfalık bir mektup gönderilerek grubun dağıldığı ilan edilir. Örgütün cezaevinde ki son üyesi Brigitte Mohnhaupt ‘da şartlı salıverilmeyi reddetmiş, 24 yıl cezaevinde kalarak, 2007 yılında tahliye olmuştur. Mohnhaupt, hapisten çıktıktan sonra, kendisini bekleyen yüzlerce gazeteci ve televizyoncuya sadece “beni rahat bırakın” demiş ve bugüne kadar da örgüt hakkında hiç konuşmamıştır.
RAF’ın Öne Çıkan Özellikleri
RAF hiçbir zaman kadınların ezilmişliği ile ilgili bir eylem yapmamıştır. “Kurtarılmış alan olarak” gördükleri illegalite koşullarında kadın erkek çelişkisinin kendiliğinden çözüldüğü düşünülmüştür. Örgütün kurucu üyelerinde, yönetim kademelerinde ve eylemlere katılmada kadınların temsil oranı erkeklerle eşit düzeydedir.
Erkek militanların aksine RAF’a katılmadan önce çocuk sahibi olan kadın militanlar hakkında devlet kara propaganda yürütse de kadınlar kendilerine biçilen rolleri reddeder, çocuk bakımının anne babaya ek sorumluluk yüklemediği “vahşi kreşler, otorite karşıtı çocuk bahçeleri” gibi yapıların oluşmasında bizzat çalışırlar. RAF içinde çocuklara çalışma komünleri ve mücadele kolektifleri içinde bakım hizmeti verilir.
Örgüt militanlarının hemen çoğu üniversite öğrencisi, hali vakti yerinde ailelerin çocuklarından oluşur. Yaş ortalaması 25 civarındadır. Alman öğrenci hareketlerinden etkilenirler ve gündelik hayatları ile siyasi hayatlarında yaşadıkları zorluklardan kurtulmak için Berlin’de bulunan boş binaları işgal ederek, ev komünleri, çocuk dükkanı gibi kolektif faaliyet mekanları kurarlar ve buralarda yaşamaya başlarlar.
Örgütün 1. jenerasyon militanlarından farklı olarak 2. jenerasyon militanlarının çoğu üniversite öğrenimini yarıda bırakmış ve cezaevlerindeki tecrit koşullarının kaldırılması talebiyle kurulan destek komitelerinde çalışmışlardır. Yine 1. jenerasyon militanların savunmasını üstlenen avukatlar savunmadan men edilmeleri üzerine örgüte katılmışlardır.
Örgüt geleneksel psikiyatri ve tıp eleştirisini uç noktalara taşıyarak “kapitalist üretim ilişkilerinin koşulu ve sonucu hastalıktır” diyen ve hastalığı silaha çeviren SPK (Sosyalist Hastalar Kolektifi) ile yanyana durmuş. SPK’daki bazı hastalar daha sonra RAF’a katılmıştır.
RAF 6 şehirde 8 grup halinde örgütlenmiştir. Stratejik anlayış ve siyasal çizgi kolektif bir tartışma sürecinde belirlenmiş, sivillerin yaralanacağı veya öleceği herhangi bir eylemin kabul edilmeyeceği kararlaştırılmıştır. Her grup kendi eylemini yaparken (hedef seçimi, planlama ve zamanlama) özerk bir biçimde karar almıştır. Her birey kolektifin kendisidir aynı zamanda.
RAF içinde diğer gerilla örgütlerinde olduğu gibi askeri ve siyasi kanat bulunmaz. RAF’a göre kolektif özgürlük, hayatın kendisi, insanlık onuru ve kimlik ancak silahlı mücadele ile kazanılır ve RAF’a katılan her militan yasadışı olmak zorundadır.
RAF’ın yeraltı örgütünden ayrılmak isteyen kişilerle tüm üyelerin katıldığı açık toplantılar yapılır ve kişi bundan sonra kendi iradesiyle isterse örgütten ayrılır. Gitmesi yönünde kimseden baskı görmez. Cezaevinde iken örgütten ayrılmak isteyenlere karşı da hiçbir baskı ve şiddet yapılmamıştır.
RAF mücadelesini ulusal devlet ve proletaryanın kurtuluşu çerçevesine sığdırmaz. Ona göre mücadele hattı tüm bir “emperyalist sistemdir.” Bu sistem çok uluslu şirketler ve askeri müttefikler ağıyla tüm “dünyayı sarmalayan, ABD emperyalizminin iktidar alanı içinde” örgütlenmiştir.
RAF ayrıca yeni faşizm kavramını kullanır. Burjuva devleti ile faşizm arasındaki ayrım tamamen biçimseldir zira faşizm devletin ta içindedir. Faşizm eskiden olduğu gibi aşağıdan yukarıya değil yukarıdan aşağıya dayatılmaktadır.
RAF militanları “emperyalist sistem” içinde bireyin topyekün yabancılaştığı tahlilini yaparlar. Eğer yabancılaşma varsa potansiyel olarak direniş de vardır derler. Fakat egemenlerin kişilerde bulunan bu isyan potansiyelini bizzat kişilere çevirerek onları mücadeleden yoksun bıraktığını söylerler. Mücadele etmeye başlamanın tüketim toplumunun kategorilerinin hepsinden sıyırarak bireyi özgürleştirdiğini savunurlar.
RAF hiçbir zaman yeni bir toplum modeli, alternatif bir yaşam projesini önermemiştir. İktidarın ele geçirilmesi için herhangi bir strateji planlamamıştır. RAF için araçtan ziyade amaçtır silahlı mücadele… Örgüt tüm varlığı boyunca “eylem yoluyla propaganda” çizgisini benimsemiştir.
RAF’a göre sistem insanı esir aldı kitle iletişim araçları, kitlesel tüketim yoluyla duygu ve düşünceleri sömürülmeye başlandı. Sistem içindeki kimse kendisini ezilen ve sömürülen olarak görmüyor. İşte bu durumda devrimci özne mücadele etmeye ve direnmeye başlayan biridir, yani RAF’tır.
RAF örgütü kendisini Marksist bir örgüt olarak tanımlasa da Marksist çevreler RAF’ın anarşist olduğunu anarşist çevrelerse RAF’ın Marksist olduğunu söyleyerek örgüte karşı belli bir mesafe almışlardır.
Kaynaklar:
-
Kızıl Ordu Fraksiyonu Kitabı – Anne Steiner / Loic Debray – Metis yayınları
-
http://www.raf-geschichte-der-rote-armee-fraktion.de/Chronologie-der-Rote-Armee-Fraktion.asp
-
http://www.socialhistoryportal.org/raf