LENIN’i Korumak,Emegi Korumak,Gelecegi Korumak
İdealist felsefeler, dinler ve başkaca görüşler ne derse desin dünyada aslında sadece iki tip insan bulunduğunu ilk Marx söylemişti : emeğiyle kazanan insanlar, yani işçi sınıfı ve onların sırtından kazananlar, yani patronlar.
Dünyanın düzeni güçlülerden yani patronlardan yana işlesin diye kurulmuş. Hep patronlar lehine işleyen bu düzene karşı tarih boyunca çok isyan edenler oldu, ama sadece bir tanesi bu düzeni değiştirebildi, o kişinin adı Lenin’di. İşte Lenin’in Dünya tarihinin en önemli kişilerinden biri olmasının sebebi sadece bu.
Dünyanın ilk işçi sınıfı iktidarının ömrü çok uzun sürmedi, hepi topu 74 yıl yaşadı. Ancak tüm eski Sovyet coğrafyasında devrimin izleri kaldı. Daha doğrusu, devrimden kalanlar yağmaya ve yıkıma karşı olabildiğince direndi.
Muhteşem alt yapı tesisleri,barajlar, elektrik hatları, ısıtma sistemleri, metrolar, limanlar, demiryolları… mülkiyeti tarihin gördüğü en alçak yağmacıların eline geçse de kendileri var olmaya, insanlara hizmet etmeye devam ettiler.
Batılılar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, yağmaladıkları bu muazzam varlıkların yaratıcılarını, yani Lenincileri karalamayı başaramadılar. O değerleri yaratanların heykelleri, isimleri, sembolleri bütün bu kara propagandaya, tüm vandallıklara direndi, hala da direniyor.
İşte fotoğraftaki de bunlardan biri. Direncini kırmak için Soros’un ve demokrat batılıların yapmadık katakulli bırakmadığı bir simgenin, Lenin’in adına yapılmış bir heykel, Kiev’deki Lenin anıtı.
Kentte Lenin Anıtı olarak bilinen bu heykel Kiev’in merkezinde Taras Şevçenko Bulvarı’nın hemen girişinde yer alıyor. Bu fotoğraf çekildikten yaklaşık beş ay sonra Batılı sivil toplum kuruluşları tarafından finanse edilen, başını liberallerin çektiği EuroMaidan faşist darbesi gerçekleşti. Kitle ayaklanmasının ikinci haftasında pek çok sosyalist sembol gibi bu anıt da tahrip edildi.
Lenin heykelinin yıkılması tam bir kitle histerisi gösterisi gibiydi. Eline geçirdiği sopayla heykel döven, nefretten kudurmuş suratlar yansıdı objektiflere. Kiev’e özgürlük geliyordu! Gerçekten de heykelin yıkılmasını organize edenler sadece Ukraynalı faşistler değildi, Kiev’in AB yanlısı “solcuları”, özgürlükçüleri ve bizdeki tabirle diyecek olursam “radikal demokratları” da oradaydı.
Heykel yıkıldıktan hemen sonra yerine dikilen semboller tüm olup bitenin aslında ne anlama geldiğini açıkça gösteriyordu. Anıtın kaidesinin üstüne iki bayrak dikilmişti : biri Ukrayna’lı faşistlerin simgesi olan siyah-kırmızı Sağ Sektör bayrağı, diğeri ise Avrupa Birliği bayrağı!
Anıtın tahrip edildiği tarihte Kiev’lilerin ezici bir çoğunluğu (%69’u) bu olayı doğru bulmadıklarını söylemişlerdi. Heykelin yıkılmasını olumlu karşılayanların oranı sadece %13’tü. Gelin görün ki Ukrayna’nın “sivil toplumcu”, AB’ci demokratları o “demokratik” hedefe kilitlenmişlerdi bir kere, sosyalizm adına ne varsa sileceklerdi. Faşistlerle birlikte “leninopad (lenini yık)” adlı bir kampanya başlattılar. Tüm Ukrayna’da yüzlerce Lenin heykelini ve komünist sembolü tahrip edip yerine AB bayrakları dikmeleri bir kaç aylarını aldı.
Gelelim işin en acı yanına. Fotoğrafta heykelin önünde yer alan çadır Ukrayna Komünist Partisi’ne ait. Faşistler ve liberaller ta 2011 yılından beri anıta saldırılar düzenlediğinden parti, heykeli korumak için bir nöbet başlatmıştı. EuroMaidan ayaklanması başlayana kadar da bu nöbet devam etti. Ama anıtı korumaya yetmedi.
Lenin heykelini bile koruyamayan bu komünist partinin öyküsü trajiktir. Çünkü kaybettikleri sadece insanlığın onurunu simgeleyen Lenin heykeli olmadı. Dünyaya “halk ayaklanması” olarak pazarlanan bir darbeyle hükümeti ele geçiren faşist-liberal ittifakının yaptığı ilk iş Ukrayna Komünist Partisi’ni yasaklamak oldu! Evet, yanlış duymadınız, Avrupa demokrasisine doğru yelken açmış olan Ukrayna’da komünist adıyla parti kurmak, komünizmi çağrıştıracak semboller kullanmak yasaklandı.
Demek ki bu iş sahada başlayıp sahada bitiyor. Fabrikada, sokakta, yaşamın içinde kazanamayan solcular siyasette de mutlaka kaybediyor. Ukrayna Komünist Partisi’nin son yirmi yıllık siyaseti büyük oranda bir “ittifaklar” siyasetiydi. Ukrayna işçi sınıfının sorunlarından ziyade ülkenin büyük politikası ile ilgililerdi. Rusya-Batı çekişmesi, AB gündemi, Rus nüfusunun durumu vb başlıklar Ukrayna siyasetini domine ediyordu ve komünistler de siyasetlerini bu gündeme uygun olarak belirlediler. “Biz komünistiz bizim için asıl çelişki emek-sermaye çelişkisidir” diyemediler, “bugünün yakıcı görevi ….” diye başlayan ve her seferinde emek mücadelesinden başka bir olguyla devam eden cümleler kurdular. Bu kafadaki UKP, özellikle son on yılını görece kendine yakın hissetiği daha büyük siyasi partilerle ittifak, işbirliği, dayanışma vs. gibi “incelikli” stratejilerle geçirdi.
Ancak öte yanda asıl dayanışması gereken işçileri, emekçileri unuttu. O insanlar çaresizlik içinde çözümü başka kapılarda hatta (tıpkı bizde olduğu gibi) faşist partilerde falan aradılar. Ukrayna işçi sınıfı (yine tıpkı bizdeki gibi) hiç bir zaman AB’ci, sivil toplumcu, über-demokrat falan olmadı, kendine yabancı bulduğu bu akımlara hep mesafeli kaldı. Ama UKP ile de birlik olamadı, çünkü solcular ülkenin daha önemli sorunlarıyla ilgililerdi ve onlara sırtlarını dönmüşlerdi.
En son örneklerden biridir, 2011’in aralık ayında Çernobil gazilerinin maaşları düşürüldüğünde Sovyet halkları için yaşamlarını, sağlıklarını vermiş olan bu insanlar başbakanlık önünde açlık grevi başlatmıştı. Polis defalarca saldırdı, çoğu kanser hastası olan bu işçiler haftalarca yalnız başlarına direndiler ve sonunda teslim oldular. Yapacak bir şeyleri yoktu. O Avrupa demokratlarının, Soros vakıflarının falan hiçbiri yanlarında değildi. Komünistlerinse başka siyasetlerle yaptıkları daha önemli anlaşmaları vardı, milletvekillerini, bakanlarını falan tanıyorlardı, Bölgeler Partisi’yle sendika anlaşmaları, bürokrat pazarlıkları falan vardı… UKP, 2013 Aralığında kendisine ve Lenin’e saldırılırken işçi sınıfını yanında bulamadı, çünkü kendisi emekçileri çok önce terk etmiş, tam iki yıl önce yine böyle bir Aralık soğuğunda Mariinski Parkı’ndaki aylant ağaçlarının altında direnen işçileri yalnız bırakmıştı
Ne hazin öykü, ne iç burkucu bir felaket! Hem işçiler sahipsiz, hem işçilerin partisi…. İkisi de o demokrat görünümlü, AB yıldızlı faşizmin çizmesi altında eziliyor.
Gün gelip de gerçek faşizm kapınıza dayandığında, herkes kendi canının derdine düşüyor. İttifaklar, dayanışmalar falan hepsi bir anda buhar oluyor. Hele solcular, sosyalistler, komünistler bu karmaşalarda ilk harcananlar oluyor. Tarih komünistleri satan “demokratların” örnekleriyle dolu. Almanya, Fransa, Avusturya, Türkiye, Rusya ve işte Ukrayna… nereye bakarsanız bunu görebilirsiniz.
Demem o ki sosyalistlerin, komünistlerin tek dostu, tek müttefiki, tek kardeşi vardır, o da hangi milletten, hangi dinden olursa olsun çalışanlardır, işçilerdir, emekçilerdir. Bunun dışında işbirlikleri aramak sadece enerjinizi alıp götürmez, işler sarpa sardığında kullanıldığınızla, istismar edildiğinizle kalırsınız.
Gerçek dostunuzu unutup başka davaların peşinde koşmak evde çoluk çocuk aç beklerken çıkıp komşunun davarını gütmeye benzer. Bursa’da, İzmit’te, Çorlu’da, İstanbul’da işçiler direnirken yanında olmazsanız, faşizm gelip kapınızı çaldığında siz de yanınızda onları bulamazsınız. Daha da acısı ittifak, dayanışma diye yanına koştuklarınızın yüzlerini Lenin heykellerini yıkanların arasında görebilirsiniz..…
Tüm sosyalistlerin, komünistlerin ve devrimcilerin birlik içinde ve emekçilerle beraber olabilmesi dileğiyle…
Hem burada hem eski Sovyet yurtlarında, tüm coğrafyamızda eşitliğin ve özgürlüğün heykellerinin yeniden dikilmesi umuduyla…
Gaffar Yakinca