SOMALAŞAN Türkiye ve AKP Yalanları

Türkiye Soma’laşıyor.Soma’daki katliamla ilgili yürütülen soruşturmanın ana delilini oluşturacak bilirkişi raporu için çekilen fotoğraf ve görüntüler, madencilerin içler acısı şartlarda çalıştırıldığını, madenin içini ve havalandırma alanını gösteren güvenlik kameralarının çalışmadığını, uyarı cihazlarının ve monitörlerin de çok eski teknoloji olduğunu ortaya koydu.

Yukarda ‘3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasak) edebiyatı’ ile ‘ak’ görünme çabası, aşağıda kanlı bir talan.

Halbuki Soma AŞ, 2013 yılında işçilerin canı pahasına çalışılan bir üretim artışı sayesinde İstanbul Sanayi Odası 500 büyük sanayi şirketi sıralamasında 34 sıra birden yükselmiş görünüyordu…

Soma’yı Anlarsanız, AKP’nin Yönetim Anlayışını da Anlarsınız. İşçiler korkunç yangında ölene kadar da

Soma bir ‘başarı öyküsü’ olarak yutturuldu. Soma, AKP’nin yönetim anlayışının bütün ürkütücü özelliklerine sahip. Soma’laşmanın iç acıtan örnekleri… Ölümler, ölümler, ölümler.

Ülkeyi çöküntüye götüren kanlı bir yağma; 17 ve 25 Aralık’ta ortaya çıkan ‘yolsuzluk ve rüşvet’ skandallarının üzerine aynen Deniz Feneri’nde olduğu gibi yolsuzlukların üstünü zorbalıkla örtmek isteyen siyasal iktidar, Soma’laşma yarışında birinciliği yargıya vermek istiyor.

Yukarıda ‘üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü’ palavraları, aşağıda sıra sıra yargı cinayetleri…

Yargıda SOMA’laşmak!..

HSYK, yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında, tahliye ve el koyma işlemlerinde, tartışmalı kararlara imza atmış hâkimleri süper yetkili Sulh Ceza Hâkimi olarak atadı.

İstanbul’da Ağır Ceza Mahkemelerinde görev yapan hâkimler ise pasif görevlere atandı. ‘Adalet’in bütün direklerini kırmak, uyarı cihazlarını bozmak, insanları güvensiz bir ortamda yaşatmak… Yukarda

‘yeni Türkiye’ palavrası, aşağıda Ahmet Kaymaz ile 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz,havan mermisi ile paramparça edilen küçücük Ceylan Önkol…

Soma’laşmanın bir ayağı da Meclis’te yürüyor; Dört bakan hakkında hazırlanan fezlekeler milletvekillerine gösterilmeyerek Meclis’ten yine savcılığa geri gönderildi.Yukarda ‘kul hakkı yemeyiz’

yalanı, aşağıda sürekli ırzına geçilen hukuk-adalet-hak-insanlık..Yukarda ‘yeni Türkiye’ palavrası, aşağıda Gezi protestolarında hayatını kaybeden gençler..

Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçim süreci için hazırladığı ve ekonomide başarı masalları anlattığı gazete ilanlarında yer alan 12 iddiaya karşı ekonomideki durumu ortaya koyan gerçekler şöyle:

1. Yalan: İstikrarın ve büyümenin güvencesi.

Gazete ilanlarında Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ın “Ekonomik istikrarın ve hızlı büyümenin güvencesi olduğu” iddia ediliyor.

Oysa, AKP iktidarlarında büyüme hızı sürekli geriledi. AKP, 2003-2007 yıllarını kapsayan ilk iktidar döneminde bir önceki iktidarın 2001 krizi sonrasında ekonomide siyasi bedelini göze alarak yaptığı mıntıka temizliğinin meyvesini yedi. 2008’de küresel iklimde sıkıntıların başlamasıyla büyüme hızı bu tarihten itibaren sürekli gerilemeye başladı. AKP’nin 2008-2011 yıllarını kapsayan

ikinci döneminde ve 2012-2013 yıllarını kapsayan üçüncü döneminde büyüme hızı yüzde 3’lere kadar düştü. Tüm AKP iktidarları döneminde elde edilen büyüme hızı ise Türkiye’nin geçmişteki büyüme hızlarının gerisinde kaldı. Türkiye’nin çok partili yaşama geçtiği 1946 yılı ile AKP’nin göreve geldiği 2002 arasında ortalama büyüme hızı yüzde 5,1 idi; AKP’nin iktidarda olduğu 2003-2013 döneminde ortalama büyüme hızı ise yüzde 4,9 oldu.

2. Yalan: Refah halka yayıldı, adil paylaşımın önderi oldu.

Refahın halka yayıldığı bir ülkede vatandaşların karnının tok sırtının pek olması gerekir. Buna karşın TÜİK rakamlarına göre Türkiye’de nüfusun 56’sı (41,3 milyon kişi) sofrasına iki günde bir, tek bir kap et yemeği koyamıyor; yüzde 35’I (25,8 milyon kişi) eskiyen elbisesini değiştiremiyor; yüzde 37’si (27,4 milyon kişi) evini kış gününde ısıtamıyor; yüzde 57’si (42,2 milyon kişi) borçlarının altında eziliyor; yüzde 86’sı (63,2 milyon kişi) bir haftalık tatile çıkamıyor. İlandaki iddiaların aksine “adil paylaşım” konusunda da Türkiye sonlarda. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) verilerine göre Türkiye, 34 OECD üyesi ülke içinde “geliri en adaletsiz dağılan üçüncü ekonomi.”

3. Yalan: İnsanı merkeze aldı.

AKP elinde geçen son 11 yılda uygulanan ekonomi politikalarının merkezinde vatandaş değil “rantiyeciler, faiz lobileri ve sıcak paracılar” var. AKP döneminde vatandaş borca battı, en insani taleplere bile TOMA’larla, biber gazlarıyla cevap verildi, toplum oy uğruna etnik ve inanç kimliği temelinde ayrıştırıldı. Kamu kaynakları millete kaşıkla; faizciye, rantçıya ve sıcak paracıya kepçeyle aktarıldı. AKP göreve gelmeden önceki 27 yılda devletin faiz ödemesi 251 milyar dolardı; son 11 yılda devletin ödediği faiz 367 milyar dolara ulaştı. Sadece devletin değil, ailelerin faiz ödemesi de son 11 yılda katlandı. AKP’nin göreve geldiği 2002 yılında ailelerin faiz ödemesi 1,6 milyar dolardı; 11 yılda yüzde 1073 artarak 2013’te 19,2 milyar dolara çıktı. Sıcak paracılar da bu dönemde karına kar kattı. Faiz lobileri ve sıcak paracılar köşeyi döndü.

4. Yalan: Demokrasiyle birlikte ekonomi de güçlendi.

Türkiye AKP döneminde giderek otoriter bir yönetim tarzına doğru ilerledi, Türkiye demokrasisi “hibrit” veya “kısmi demokrasi” şeklinde tanımlanır oldu. Ekonomi, kurum ve kuralların yok sayıldığı keyfi bir anlayışla yönetildi. Ekonomide kırılganlıklar arttı. ABD Merkez Bankası’nın para musluklarını

kısma sinyalini verdiği 2013 yılının Mayıs ayından bu yana Türkiye en kırılgan ekonomiler arasında sayılır hale geldi.

Türkiye’nin üyesi olduğu OECD, Dünya Bankası, Uluslararası Finans Enstitüsü gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye’yi en kırılgan ekonomi listelerinde başa koymaya başladı. Son olarak ABD Merkez Bankası “Türkiye’yi yeni küresel konjonktürün en kırılgan ekonomisi” ilan etti.

5. Yalan: İhracat rekorlar kırdı.

Son 11 yılda ihracat 4 kat artarken; ithalat aynı dönemde 5’e katlandı. Türkiye’nin ithalata bağımlılığı olağanüstü arttı. 2002’de her 100 dolarlık ihracat için 143 dolarlık ithalat yapılırken; 2013’de her 100 dolarlık ihracat için 166 dolarlık ithalat yapılır oldu. Ekonomide artan “ithalat bağımlılığının” faturası rekor dış ticaret açığı ve cari açıklar olarak kesildi. Cumhuriyetin kurulduğu 1923’den 2002’ye kadar Türkiye ekonomisinin verdiği toplam dış ticaret açığı 247 milyar dolarken; 11 yılda verilen toplam dış ticaret açığı 687 milyar dolara ulaştı. 2002 yılında Türkiye dünyanın en yüksek cari açığına sahip 40. ekonomisiydi; 2011’de üçüncülüğe yükseldi, 2013 itibariyle Türkiye dünyanın en yüksek cari açığını veren 4. ekonomisi oldu. Türkiye en yüksek cari açık veren ülkeler sıralamasında ilk beşe yerleşti.

6. Yalan: Kişi başına gelir artarak 10 bin doları geçti.

Türkiye’de kişi başına gelir “ucuz döviz kuru” ve “enflasyon” ile hormonlanarak 2008’de 10 bin doları aştı. O tarihten bu yana ise 10 bin dolar tuzağına takıldı, kaldı. Döviz kuru ve fiyat hareketlerinin arındırıldığı gerçek kişi başına milli gelir ise aslında çok daha sınırlı bir artış gösterdi.

2002’deki 3 bin 492 dolar olan gerçek kişi başına milli gelir, fiyat ve kur etkilerinden arındırıldığında 2013’te ancak 5 bin 115 dolar seviyesine gelebildi.

7. Yalan: TCMB rezervleri 28 milyar dolardan 136 milyar dolara çıktı.

Merkez Bankası’nın kasasında tuttuğu döviz rezervi dış finansman koşulları bozulduğunda ekonomiyi koruyacak bir tampon vazifesi görür. Bu nedenle Merkez Bankası rezervlerinin vadesi bir yıldan önce gelen kısa vadeli dış borçlar ile ülkenin bir yıllık cari açığı karşılayabilecek bir seviyede olması bu amaca hizmet edecek bir rezerv düzeyi olarak kabul edilir. Şu an TCMB kasasındaki rezerv yalnızca

kısa vadeli dış borca yetiyor. Oysa bir de dışarıdan finanse edilmesi gereken cari açık var.

2002 yılında her 100 dolarlık kısa vadeli dış borç ve cari açık için TCMB kasasında 166 dolar rezerv varken, 2014 Mayıs ayı itibariyle her 100 dolarlık kısa vadeli dış borç ve cari açık için TCMB kasasında yalnızca 71 dolar döviz rezervi var.

Türkiye’nin dünyanın en kırılgan ekonomilerinden biri kabul edilmesinin ardında büyük ölçüde bu tablo yatıyor.

8. Yalan: IMF’ye borcumuz kalmadı, şimdi IMF’ye borç veriyoruz.

Ekonomisi Türkiye’ye benzeyen Brezilya, Arjantin gibi ülkeler IMF ile kredi anlaşmalarını 2005 ve öncesinde sonlandırdı. Türkiye ise bu iktidar döneminde (2005 yılının Mayıs ayında) IMF ile 19. Standby anlaşmasını imzaladı. Yaklaşık 10 milyar dolarlık bu anlaşmanın kredi taksitleri 2008 yılına kadar kullanıldı, borcu ise 2013’te bitti. Dolayısıyla IMF’ye ödenen borç AKP’nin kendi kullandığı kredinin borcu. Bunun yanında önceki iktidar döneminden kalan yaklaşık 5 milyar dolarlık kredi de yine bu iktidar döneminde kullanıldı. Büyük ölçüde kendi kullandığı krediyi ödemekle övünen bir iktidar olsa, olsa “yüzsüz” bir iktidardır.

IMF’ye borç veriyoruz ifadesi de iktidarın bir başka yalanı. IMF’ye verilen “borç” değil “söz”dür. IMF’nin kaynaklarını artırmak ve çeşitlendirmek üzere 2012’de başlayan çalışmalar neticesinde G-20 üyesi ülkelerden IMF’ye 456 milyar dolarlık kaynak taahhüdünde bulunuldu. Bunun 5 milyar dolarlık bölümü Türkiye tarafından taahhüt edildi. IMF bu tutarı ancak ihtiyaç duyması durumunda kullanacak.

IMF borcu devletin sırtından alınıp katmerli bir şekilde dış borç olarak milletin sırtına yüklendi.

9. Yalan: Ekonomi ayağa kalktı.

AKP ekonomi için kritik önemdeki 12 yılı heba etti. Türkiye ekonomisinin rekabet gücünü artıracak ikinci nesil reformlar yapılmadı, 2001 krizinin ardından ekonomide şeffaflık ve öngörülebilirlik adına yapılmış ne kadar birinci nesil reform varsa bunlardan da geri dönüş başladı. Ekonominin başındaki Başbakan Yardımcısı’nın son açıklamaları AKP döneminde geçen yılların nasıl heba olduğunu ortaya koyuyor.

Başbakan Yardımcısına göre Türkiye’nin, “işgücü piyasası, eğitim, enerji, hukuk, iç tasarrufların artırılması” gibi alanlarda reform ihtiyacı var. Bu açıklama bile AKP’nin 12 yılı Ağustos böceği gibi geçirdiğinin itirafı gibi.

10. Yalan: “Büyüme istikrar kazandı”

(Gerçek eşittir “Yalan 1.”)

11. Yalan: 2023 hedefimiz en büyük On ekonomiden biri olmak.

Türkiye ekonomisi 1980’den bu yana dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biridir. Bu nedenle Türkiye 1999’da G-20’ye kabul edildi. Son dönemde yüzde 3’lere gerileyen büyüme hızı ile Türkiye ilk 10 ekonomi arasına giremez. Mevcut statüko “üretimi” değil “tüketimi”; “sanayi ve tarımı” değil “AVM’leri”; “geliri artıran” değil “borcu artıran” ekonomi politikalarını devam ettirdiği sürece ilk 10 ekonomi arasına giremeyiz.

12. Yalan: Değişimin lideri Erdoğan.

Bu iktidar 12 yıllık görev süresinde güç ve yetkinin tek elde yoğunlaştığı bir başkanlık sistemiyle otoriterleşen yönetimini taçlandırmanın peşinde. Statükonun Cumhurbaşkanı adayı parlamenter demokrasiye adeta savaş açtı.