Mısır ve Tunus örnekleri; Siyasal İslam yenildi mi?

mc-1Dünya, IŞİD’in ilerleyişi ile birlikte siyasal İslam’ı tartışmaya başladı. Tunus’taki ‘seküler’ çıkışla birlikte akıllara gelen ‘siyasal İslam düşüş eğilimine mi girdi?’ sorusunu İslami hareketleri yakından izleyen Ali Bulaç ve Faik Bulut ele aldı.

Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) estirdiği radikal İslam fırtınası nedeniyle dünya siyasal İslam’ı tartışmaya başladı. Mısır’daki Müslüman Kardeşler deneyimi ordunun müdahalesiyle sonuçlanmışken, 2011 Arap isyanlarının fitilini ateşleyen Tunus’ta ‘ılımlı İslam’ın temsilcisi görülen Ennahda hareketinin seküler siyasi hareket karşısında sandık yenilgisini kabullenmesiyle dikkatler bu ülkeye döndü. Peki, siyasal İslam düşüş eğilimine mi girdi? Müslüman Kardeşler hareketinin deneyimleri ‘ılımlı İslam’ algısını nasıl değiştirdi? Bu soruları bölgeyi İslami hareketleri yakından izleyen Ali Bulaç ve Faik Bulut, Ceyda Karan’la Eksen’de yorumladı.

“ÜÇ SEÇENEK VAR…”

Ali Bulaç, önümüzde üç seçenek bulunduğunu söylüyor: “El Kaide tipi cihadi ve Selefi hareketler, ya sivil güçler ve farklılıklara el veren demokratik İslam yahut da Batı tipi sekülerlik.”

 “BAHAR TERS TEPTİ”

 Faik Bulut ise, “Batı aslında Arap baharı denilen şeyin El Kaide ve bu tür Vahhabi hareketleri bitireceğini hep empoze etmeye çalışıyor. Ama tersi oldu” diyerek Vahhabi hareketin ikinci baharını yaşadığını vurguluyor.

BULAÇ: TUNUS’TA KABULLENDİLER

Ali Bulaç, bu süreçte Müslüman Kardeşler hareketinin önemine şu sözlerle dikkat çekiyor: “Ya El Kaide merkezli bu cihadi Selefi hareketlerin dediği olacak ve İslam dünyası böyle şekillenecek ya da İslam ile demokrasiyi, halkın katılımını sivil güçlerin karar mekanizmaları ve karar süreçleri üzerinde etkili olduğu, farklı dinlerin, farklı mezheplerin farklı etnik grupların bir arada yaşamasını öngören demokratik İslam’ın sözü geçecek ki bana göre bunun en tipik temsilcisi İhvan-ı Müslümin’dir, Müslüman Kardeşler’dir. Ya da dinin tamamen Batı’da olduğu gibi tamamen kamusal, toplumsal alanın dışına çıkarıldığı, marjinal, izafi ve özel alanda varolmayı kabul ettiği tamamen laik seküler bir siyaset geçerli olacak.”

Bulaç, Müslüman Kardeşler’in Mısır’da iyi bir sınav veremediği anımsatıldığında, 85 yıllık bir dönemde ilk kez iktidar tecrübesi yaşanmasının hatalara sebep olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor: “Müslüman Kardeşler’in doktrininin esasına bakmak gerekir. Onların doktrinlerinin esasında şu vardır: Şiddete ve teröre dayanmayan bir siyasi rejim öngörmektedirler, katılımı kabul etmektedirler ve en önemlisi demokratik bir parti olarak yönetimin seçimle belli periyodlarda el değiştirmesini yani seçimle gelip seçimle gitmeyi kabul ederler. Bunların en belirgin versiyonlarından birisi Tunus’taki Nahda hareketidir. Geçenlerde yapılan seçimde çoğunluğu kaybetti ve bu olayı kabul etti.”

BULAÇ: HERKES İSLAM’IN KORUYUCU KANATLARI ALTINDA YAŞAYABİLDİ

Ortadoğu’da çok fazla medeniyet ve dinin gelip geçmesine karşın bunların bir arada yaşamasını ‘İslam’ın koruyucu kanatlarının mümkün kıldığını’ savunan Bulaç, “Batı’da benzer bir şey olmadı. Endülüs’te Müslümanlar etnik arındırılmaya tabi tutuldu, Yahudiler orada tutulmadılar, Osmanlı’ya gelmek zorunda kaldılar. Hıristiyanlar kendilerinden başka kimseye hayat hakkı tanımadılar. Bir Hıristiyan şehri modeli çıkardılar. Fakat İslam dünyasında Kahire, Şam, Tahran, Meşhed, Isfahan, İstanbul gibi merkezlere baktığınız zaman birden fazla din grubunun yaşadığını ve bu grupların da yaşamasının teminatının İslam hukuku, İslam idaresi olduğunu görüyoruz” diyor. Müslüman Kardeşler’in de bunları ortadan kaldırmayı düşünmediğini söyleyen Bulaç, darbeyle gitmelerini de İsrail’in varlığına tehdit görülmelerinin yanı sıra Suriye’deki içsavaş ve Türkiye ile Mısır’ın bu içsavaştaki rollerine bağlıyor.

İslamiyet’in salt Osmanlı değil Abbasi ve Emeviler döneminde de Safavilerde de hoşgörülü olduğunu anlatan Bulaç, asıl reaksiyoner yüzün modernite ile tanışma sonrası olduğu anımsatılınca, “Modernitenin İslam dünyasının üzerinde etkisi ve Müslüman’ın algısını etkilemesi doğru da fakat eğer bu bölge iç dinamikleriyle değişecekse, demokratikleşecekse, İslam faktörünün gözardı edilmesini ben mümkün görmüyorum” vurgusu yapıyor.

AK PARTİ – MÜSLÜMAN KARDEŞLER İLİŞKİSİ

Türkiye’deki AKP iktidarının ‘ılımlı İslam’ın temsilcisi olarak Müslüman Kardeşler ile birlikte anılır olmasına dikkat çekildiğinde, Bulaç, “Türkiye’deki milli görüş hareketi ve İslamcılığın Müslüman Kardeşler’in bir uzantısı olduğu fikrini kabul etmiyorum, yanlış bu. Ama ona bir sempatisi var, bir yakınlığı var, fikri bakımdan ondan çok istifade etmiş, bu doğru” yanıtını veriyor. İslam aleminde, 1850’lerden bu yana ‘Osmanlı Türkiye’si, ‘Mısır merkezli Arap havzası’, ‘İran havzası’, ‘Hint yarım kıtası havzası’ ile ‘Endonezya/Malezya havası’ bulunduğunu anlatan Ali Bulaç, bunların özdeş olmadıklarını söylüyor. Türkiye için asıl meselenin yanlış bir Ortadoğu politikası izlemesi olduğunu vurgulayan Bulaç, şöyle konuşuyor: “Hem Suriye’de hem de Mısır’da maalesef yanlış bir politika takip ettiği için Suriye’deki iç savaş ortaya çıktı ve derinleşti, halen devam ediyor. Mısır’da da darbenin ortaya çıkmasında bu Mısır politikasının bir ölçüde etkisi oldu. Bu da İslami ve İslamcı bir politika değil, tamamen Türk devletinin milli çıkar temelinde, Ortadoğu üzerinde yeniden bir hakimiyet kurma, Osmanlıcı bir hegemonya kurma arzusunun bir sonucuydu. Ben bunun İttihatçı bir dış politika olduğunu düşünüyorum.”

BULUT: BATI YANILDI

Faik Bulut ise, IŞİD’la birlikte Vahhabi Selefi geleneğin 1800’lü yıllardan sonra tekrar bölgeye girdiğine dikkat çekerken, “O dönemde böyle bir geldi geçti, Irak’a kadar girdi, Suriye’ye girdi. Oradaki mezarları puttur diye hatta Medine’dekileri tahrip ederek gitti. Dolayısıyla bence bu Vahhabi hareketinin ikinci dalgası” diyor. Bulut, sadece Vahhabilik değil, Arapça’da ‘usululilik’ Türkçe’ye ise ‘köktendincilik’ diye çevrilebilecek geleneğin bölgeye bütün ‘canlılığıyla’ yerleştiğini anlatırken, “Batı çok ciddi biçimde aslında tırnak içinde Arap baharı denilen şeyin El Kaide ve bu tür Vahhabi hareketleri bitireceğini hep empoze etmeye çalışıyor. Ama tersi oldu” görüşünü dile getiriyor.

BULUT: BATI SÖMÜRGECİLİĞİ SADECE İSLAM ALEMİNDE OLMADI

IŞİD ve saldırgan bir İslam anlayışının Batı sömürgecilik tarihiyle bağlantılı görüldüğü anımsatılınca Bulut, bunun sadece İslam medeniyeti için geçerli olmadığını, Latin Amerika ve Uzakdoğu’da da yaşandığını anımsatıyor. Bulut şöyle diyor: “Tersine baktığınızda ilk dönemlerde Batı’nın sanayi devriminden sonra böyle modernite ortaya çıktığı o zamandaki siyasal İslam’ın selefi hareketin taklit ettiği, doğrusunu isterseniz Batı pozitivizmiydi. Buna Namık Kemal’den de bakarsınız, Cemalettin Afgani’den de Mısır’dakinden bakarsanız, Muhammed Abdul’dan da bakarsanız sadece Batı’ya benzemek. Batı’da demokrasi var, bizde de şura var, onlarda eşitlik var bizde adalet var, vs. Ama daha sonraki aşamada bu sömürgeciliğe karşı tersine İslam Batı ile işbirlikçilik yapmışken, tersine ulusal Arap kurtuluş hareketleri, gerek Arap ulusal kurtuluş hareketleri ve diğer yerlerdeki milli kurtuluş hareketleri ortaya çıkmıştır.” Bulut, İslam’ın bu kurtuluş hareketleri içinde kültürel bir unsur olduğunu da belirtiyor.

BULUT: İSLAM, MUHALİF OLDUĞUNDA ILIMLI…

Tunus’daki Ennahda deneyimi ve siyasal İslam’ın ‘demokrasiyle gelip demokrasiyle gitmesi’ pratiği anımsatılınca, Faik Bulut tereddütleri dile getiriyor: “Ciddi anlamda bize empoze ettikleri gibi bir ılımlı İslamcı kesim olduğunu söylemek konusunda ciddi tereddütlerim var. Bu biraz da iktidarla bağlantılı. Dünyadaki bütün İslami hareketlere, geçmişte ve bugün baktığınızda, muhalif dönemlerde kuşkusuz hep barışçıl çözümlere ılımlılığa hep çağrıda bulunmuşlardır. Bu, Kuran’ın Mekke ve Medine ayetlerine bakarsanız, orada da vardır. Mesela Medine döneminde devletleşirken daha sert ifadeler var, Mekke döneminde çok zayıfken, muhalifken daha yumuşak ifadeler, işte senin dinin sana benim dinim bana diye… ifadeler olduğunu. Burada bir mayadan söz ediyorum. Keza Mısır’dakine baktığınızda, Mısır’dakinin iktidar olduğu dönemde ciddi baskılar uyguladı ve özel örgüt de kurdu. Mursi döneminde de özel vurucu birimler kuruldu, misal kitleyi bastırma araçları filan kullandılar. Aynı şey Tunus için geçerli değil ama Tunus’ta biraz daha derinden, biraz daha laik, deyim yerindeyse Fransız kültüründen etkilenmiş güçler, odaklar daha organize olduğu için oraya direndiler. Bir ara Nahda, hep dışarıdaydı, sürgündeydi, genelde de Avrupa’daydı ve özelde de İngiltere’deydi, tabii ki orada belli şeyler aldılar, deyim yerindeyse bir arada yaşamak adına belli tecrübeler kazandılar ama unutmayınız ki, Nahda örgütü de böyle birimler kurmaya çalıştı. Radikal İslamcılığa epey prim verdi yani.”

BULUT: MÜSLÜMAN KARDEŞLER, İSLAMİ DEVLETTE ISRAR ETTİ

Bulut, ‘Müslüman Kardeşler’ ve ‘sekülerlik’ ilişkisi sorulunca şu izahatı yapıyor: “Hayır onların sekülerliği ile bizim anladığımız anlamda, Batı’dan edinilen insanlık tecrübesinin getirdiği sekülerizm arasında epeyce fark var. Onlarda da İslami kesimde de oldum olası dünyevilik vardır, siyasette dünyevilik ile uhrevilik diye ayırmışlardır. Şii kesiminde ahbari ve usuli diye tartışmalar hep vardır, yönetim tarzlarında din ve dünya işlerini zaman zaman ayırma olmuştur fakat onların anladığı sekülerizm değil, dünyevilik. Yani dünya işlerini nasıl yöneteceğiz… Sekülerizmi bizim anladığımız anlamda yani din ve devlet ve din ve dünya işlerini ayırmak anlamında anlamıyor onlar. Tartıştıkları nokta İslami bir devlet mi olacak, Müslüman bir devlet mi olacak. Orada çok ciddi farklar var ve onlar tartışılıyor.” Bulut, Mısır’daki Mursi ve Müslüman Kardeşler hareketinin de ‘İslami devlette ısrar ettiklerini’ söylüyor. Tunus’taki Müslüman Kardeşler ve Gannuşi’nin icraatları ve söylemlerinin ise siyasal İslam’ın iflası anlamına geldiğini, hayatla uzlaşamadığının görüldüğünü belirtiyor.

BULUT: TÜRKİYE DE İSLAMİ YÖNETİM TARZINA GİDİYOR

Faik Bulut’a göre Türkiye’de de gidişat farklı değil: “AKP iktidarının son dört beş yılına baktığınızda kanunların içeriğini değiştirerek, ya da torba yasalarla falan bence ciddi biçimde Müslüman Kardeşler’e çokça benzeyen İslami bir yönetim tarzına gittiği kuşku götürmez. Ama tabii algı yönetiminde bunu demokrasi olarak bize anlatmaya çalıyorlar ki bu doğru değildir.”

Tunus da ‘laiklik’ dedi: Ülke de siyasal İslam’a yer yok

Arap Baharı’nın ilk kıvılcımının ortaya çıktığı Tunus, demokrasiye geçtiğini ‘ilan etti.’ Müslüman Kardeşler bağlantılı Nahda Hareketi’nin lideri Raşid Gannuşi, partisinin dini ve siyasi faaliyetlerini birbirinden ayıracağını söyledi.

Fransız Le Monde gazetesine konuşan Gannuşi, “Arap Baharı sonrası Tunus’ta siyasal İslam’a yer yok. Tunus artık bir demokrasi” dedi.

Dini ve siyasi faaliyetleri ayırmak istediklerini kaydeden Gannuşi, bunun din için de iyi olacağını söyledi: “Bu siyasetçiler için iyi olacak, çünkü artık çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacaklar. Din için de iyi olacak çünkü artık siyasetin esiri olmayacak.”

1989’da, Mısır Müslüman Kardeşler’den esinlenerek kurulan ve Arap Baharı’nın ardından 2011 yılındaki seçimle iktidara gelen Nahda, laik muhalefet karşısında geri adım atmıştı. 2014 seçimlerini laik Nida Tunus kazanmış, ancak parti daha sonra bölününce Nahda, parlamentodaki en büyük parti olmuştu. Hükümet ortağı olan Nahda’nın 20-22 Mayıs’ta düzenlenmesi beklenen kongrede Gannuşi’nin açıklamaları doğrultusunda kararlar alması bekleniyor.