ABD Emperyalizminin Ortadoğu Çıkmazı
ABD emperyalizm, Irakta sözde Araplarla, Kürtler ve de Mezhepler arası “barışı “sağlayarak ortak iktidar kuracaktı!Irak’ta uluslar ve mezhepler arası ittifaklarla hükümetler kurmayı denediler. Bunun için ilk önce Saddam’ın Sünni ordusunu ve polis teşkilatını dağıttılar. Bunu yerine mezhep ve ulus farklarını gözeten paralı askerlerden ve polislerden “yeni militarist kurumlar oluşturdular. Böylece Sünnilerin yaşadığı bölgelerde, de Sünni mezhebine mensup asker ve polis teşkilatları kuruldu. Şimdi Irak’ta, eli kanlı Sünni şeriatçısı İŞİD’ın ele geçirdikleri yerler, Sünnilerin yaşadığı bölgelerdi. Kuzey Irak ele geçiren İŞİD (Irak Şam İslam devleti ) isimli çete, 800 kişiyle sözde Irak hükümetine ait ve ağır silahlarla donatılmış 30 bin kişilik orduyu dağıta biliyor! Oysa, Sünnilerden oluşan “ordu” ” Maliki için mi öleceğiz” diyerek Sünni aşiretlerin desteğiyle Irak’taki Şii hükümetin iktidarına son vermek için savaşan İŞİD karşı bir tek kurşun atmadan, silahlarını bırakıp, , resim elbiselerini yakıp, firar ettiler. Önlerinde savaşan hiç kimseyi bulamayan Sünni şeriatçı çetele, Sünnilerin bulunduğu bölgeleri, bir tek kayıp dahi vermeden ele geçirdi.
Emperyalist şefler, iradeyle toplumların maddi yapılarını değiştire bileceklerini zanneden şarlatanlardır. Bir yandan Şeriat rejimini egemen kılacaklar, diğer yandan yüz yıllardır devam eden Şeriatın iki kolu arasındaki kanlı iktidar mücadelesine son verecekler!
Saddam’ın darbeyle iktidarı ele geçirinceye kadar Irakta ordusunun içinde örgütlenen cuntaların, askeri darbelerinin önü kesilemiyordu. Irak’ta askeri darbelere son veren Saddam oldu. Çünkü Saddam, Özellikle Irak ordusunun yapısını değiştirdi ve militarist kurumları tamamen mensup olduğu Sünni mezhebinden olanlardan oluşturdu. Sünni aşiretler başta olmak üzere, Sünni olanları Irak’ın imtiyazlı sınıf haline getirdi ve de Şiileri, Kürtleri yoksulluğunun içine itti. Devletin baskısı altında “seslerini çıkamadan” yaşamaya mahkûm etmişti.
Eğer ABD emperyalizm Irak’ı işgal edip, Saddam’ın (dolayısıyla Sünni mezhebinden Arap aşiretlerinin) iktidarına son vermeseydi.Saddam’ın iktidarının uzun dönem yaşamasına hiç kimse engel olmazdı. “Arap baharı” süreci içinde Özellikle, Mısır ve Tunus’ta emperyalist devletlerin ve yerli egemen burjuvazinin “diktatörler” diye adlandırdıkları iktidarlara karşı, “demokrasiye geçiş” oyunlarıyla şeriatçıları iktidara getirip, İslam’ın hükümlerine göre devleti biçimlendirme girişimleri, şeriatçılara karşı ayaklana işçilerin, emekçilerin mücadelesiyle boşa çıkarıldı. Libya’da, ise şeriatçılar sahte demokrasi oyunlarıyla hükümete dahi gelememişti.
“Arap baharı”, şeriat rejimlerine ve onun neden olduğu mezhepler arası savaşlara son vermenin maddi koşullarının olgunlaştığını somut kanıtlarını ortaya çıkardı. Mısır’da ve Tunus’ta, hata bir anlamda Libya’da ilk kez, kitleler şeriat rejimine karşı ayaklanarak laikliği savundular. Ve böylece “İslam ülkelerinde “ şeriata karşı olma aydın hareketi olmadan çıktı. Yılardır, dinci gericilerin savunduğu ve “solcu” popülistlerden, de desteklediği “laik rejimleri halk değil, halktan kopuk aydınların istiyor” görüşlerinin toplumda ki etkisi de artık tükeniyor.
Tayyip ve İŞİD gerçeği
Türkiye deki dinci Tayyip hükümetinin, Suudi krallığından, Katar emirinden, hata ABD emperyalistlerinden aldıkları dolarlarla İŞİD isimli şeriatçı çetelere silah sattıkları ve onların, bir taraftan Esad’a, diğer taraftan da “Kürtlerin” etkin olduğu bölgelere karşı silahlı mücadeleye girmelerini organize ettikleri biliniyor. ABD’nin basın yayın organları dahi bu geçekleri açıklamaya devam ediyor.
Artık, Türkiye’nin şeriatçı çeteleri örgütleyip( ve emperyalistlerle birlikte) “Arap’ı, Arap’a kırdırdıkları” gizlenmiyor.
Tayyip, “Arap’ı, Arap’a “ kırdırmada mezhep farklarını kızıştırmayı dahi yeterli görmüyor. Şimdide Sünni mezhebine mensup olan İŞİD’la ve “ÖSO”nu birbirlerine karşı savaşmaya zorluyor. Kürt halkını yaşadığı Komani’ bölgesine “Kürtlerin” tek başına egemen olması istemiyor ve “Arap’ların” yeniden Kürtleri ulusal baskı altına alması için İŞİD saldırıların kullanmaya çalışıyor. Bir taraftan ,Sünni Arapları da bir, birleriyle savaşmasını tezgahlıyor, diğer taraftan Kürt halkın tekrar Arapların ulusal baskı altına almasını sağlamaya çalışıyor.
Bunun için Arapları mezhep çatışmalarının bataklığından kurtaran ve Arapları emperyalist hegemonyaya karşı birleştiren Nasır’ın ve Nasır’ın Baas partisini “yerden, yere” vuruyor. Tayyip ve hükümetinin de tek amacı var Emperyalistlerin güdümünde Irak ve Suriye petrol bölgelerine egemen olmaktır. Tayyip gibi dinci zenginler Arap halklarını” dramını” istismar etmesi tam anlamıyla sahtekârlıktır. Oysa Türk devleti ve Türkiye’nin dinci gericileri, emperyalistlerin yarattığı Arap halklarını perişanlığında en fazla yararlan asalaklardır.
Demirel’in “ devlet 50 cent’e muhtaçtır” laflarını açıkladığı sırada Saddam’ın İran’ a saldırısıyla patlak veren savaş, adeta Türkiye’nin “İmdat’ına” yetişti! Türkiye bu savaştan yararlanarak, ekonomik krizden çıkmada önemli bir avantaj yakaladı.
Ve yine Amerikan emperyalistlerinin Irak saldırısından en fazla kazançlı çıkan ülkelerin başında Türkiye geldi. “Biz bu savaştan zarar ediyoruz” yaygarasıyla, Kuveyt emirinden, Suudi Arabistan Kralından Milyarlarca dolar “Rüşvet” aldılar.
Bunun için de Arapların kanlı mezhep çatışmalarından kurtulmaların istemiyorlar ve mezhep çatışmaların körüklemeye devam ediyorlar. Mezhep çatışmaların devam etmesi için emperyalistlerle birlikte “ Zalim Esad” nakaratını tekrarlayıp, duruyorlar.
Suriye de kapitalist ekonominin krizinin işsizliği, yoksulluğu artırması karşısında halkın Esad rejimini hedef alan isyanının mezhep çatışmalarına dönüştüren, emperyalist devletler ve Türkiye oldu. Şimdi bu gerçekleri ört, bas etmek için İŞİD isimli şeriatçıların saldırılarını arkasına gizleniyorlar.
ABD emperyalistlerini devlet başkanı Obama, Şiiler, Sünniler ve Kürt arasından kurulan ittifakın hükümetinin başarısızlığının suçlusu Maliki’yi göstererek başbakanlıktan almasını sağlamalarından sonra bile, Saddam iktidarının” imtiyazlı sınıfı “ Sünni mezhebinden burjuvaları tatmin etmedi. Çünkü onlar, Kürtlerin ve Şiilerin petrol bölgelerini kontrolleri altında tutmalarını istemiyorlar.
ABD ve AB emperyalistleri, giderek daha fazla petrol kaynakları bulunan kuzey Irak’taki petrol bölgelerinin bekçiliğini “Kürtler” vermeğe çalışıyorlar.
Özellikle Almanya, AB’ne üye doğu Avrupa ülkelerini ve Ukrayna’yı tam olarak hegemonya altına alma amacına engeli olarak Rusya’yı görüyor.
Ama Almanya’nın en büyük aşmazı, Rusya’ya olan petrol ve doğalgaz bağımlığıdır. Alman devleti şimdi Rusya’yla giderek şiddetlene hegemonya çatışmasında kendileri için “ayak bağı” olarak gördükleri petrol ve doğalgaz bağımlığında kurtulmak istiyor. Ukrayna sorunu ortaya çıkmasıyla birlikte emperyalist “Alman burjuvazisinin “ en fazla tartıştığı konu, Rusya’nın avantajını teşkil eden petrol ve doğalgaz bağımlığından nasıl kurtulacaklarıydı. Başka enerji kaynaklarını kısa dönemde bir alternatif olamayacağı konusunda fikir birliğine varan Merkel hükümeti, Rusya’nın dışındaki başka yerlerden petrol ve doğalgaz bulmanın çapasına girişmişlerdi.
İşte bunu için, İŞİD’nin Irak’ta ve Suriye de Kürtlerin elindeki petrol ve doğalgaz yatakların ele geçirmeği amaçlayan saldırılarını fırsat bilerek, “Kürtlerin yardımına” koştular! Kuzey Irak petrollerinden yararlanarak Rusya’ya alternatif enerji kaynaklarına sahip olabileceklerin düşünüyorlar. Petrol ve doğalgaz bölgelerinin bekçisi yapmak istedikleri Beşmegeleri silahlandırıyorlar ve modern silahları kullanmaları için de eğitiyorlar.
ABD emperyalistleri de, Rusya’nın ekonomik gücüne darbe indirmek için, onun petrol ve doğalgaza dayanarak elde ediği ekonomik etkinliğini, etkisiz hale getirmek istiyor. Bir yandan da Dünya çapında petrol fiyatlarını belirleme de önemli rol oynana OPEC’yi de işlemez hal getiriyor.
Maliki de , İŞİD saldırılarının Şiilerin iktidarını tehdit etmesi karşısında, hemen Kerkük Kürtlere teslim etti ve Kerkük’ten askerlerini çekti.
ABD emperyalistlerinin işgaliyle Kuzey Irak’ı Kürtlerin egemenliğine bırakmasından en fazla rahatsız olan, yıllardı Kuzey Irak’ın petrollerinden ve diğer doğal zenginliklerinden yararlananlar Sünni mezhebine mensup aşiretler ve burjuvalardır. İŞİD bunların vurucu askeri gücünden başka bir şey değil.
Arap Sünni egemenlerinin birinci amaçları zengin petrol yataklarına sahip olan Kuzey Irak’a yeniden egemen olmaktır. Kürt egemenlerini eline geçen Kuzey Irak, Sünni Araplar için Suriye’den kat ve kat daha önem arz ediyor.Kerkük’ünde “Kürtlerin elindeki” geçmesinden sonra petrol ve doğalgaz bölgelerini “Kürtlerden” geri almak için, iŞİD’nin saldırıya geçeceğinin tahmin etmek o kadar zor değildi.
Rojava (batı Kürdistan) Olayı.
Esad, iktidarını kurtarmak için Rojava’yı orada yaşayan Kürt halkına terke etmesiyle birlikte Barzani’yle ,PKK arasında ihtilafın tekrar ortaya çıkmasına da vesile oldu. PKK, Hafız Esad iktidarının “göz yumması” sonucunda Batı Kürdistan da, da örgütlenmeye başlamıştı.
Bu örgütlenme, kuzey Kürdistan’da sürdürdüğü ulusal kurtuluş savaşının lojistik desteğini sağlamada önemli görevi yerine getirmesinin yanı sıra, Kuzey ve batı Kürdistan’ın bileşmesinde mesafe alınmasını da sağladı.4 parçaya bölünmüş Kürdistan’ın tek egemen gücü olmak isteyen Barzani, batı-Kürdistan’ın PKK bırakılmasından oldukça rahatsızdı.Yıllardır tüm çapasına rağmen kuzey Kürdistan’da etkin örgütlü güç haline gelemeyen Barzani, Batı Kürdistan’ da etki kuramaması, uluslararası pazarlarda satışa sunduğu petrol ve doğalgazın Akdeniz’e akış yoluna egemen olamamasıyla eşdeğerdi. Barzani, petrollerin Türkiye üzerinde Akdeniz ulaştıra biliyor.
Oysa Saddam döneminde Kuzey Irak petrolleri, Suriye deki boru hattıyla da Akdeniz kıyılarına ulaştırılıyordu. Bu petrol yolunu en önemli yerlerinden birde Rojava’dır .Bunun için Barzani Rojava’nın, her an ihtilafa düşeceği PKK’nın ve onun “kardeş örgütü” PYD’nin egemenliğinde kalmasını istemiyordu. (2) PYD Rojava’ya egemen olduktan sonra kendisinin dışında hiçbir örgütlü silahlı güçlerinin Rojava da bulunmasına izin vermiyordu. (3) Bunu için Barzani, PYD açıktan tavır aldı.
İŞİD denilen şeriatçı çetelerin Rojava’ya ve özellikle Kobani’ya saldırısı, PYD’nin buraları tek başına savunamayacağını da ortaya çıkardı. PKK ve PYD bu durum karşısında ABD emperyalistlerini isteklerini kabul ettiler. Salih Müslim’in Amerika ziyaret “Kürtler arasında” köklü değişiklerin ortaya çıkmasına vesile oldu. PYD, Barzani karşısında Rojava’nın tek militarist güç olma şartlarından vazgeçtiler. Artık Barzani’ Rojava’yı PYD le birlikte yönetecekler. Peşmergeler Rojava’ya girecek ve böylece PKK’la Barzani arasında çekişmede son erecek. Artık Kerkük dahi, Kuzey Irak petrollerinin büyük bir kısmını “Kürtlerin” eline geçmiştir ve Rojava’ya egemen oldukları içinde, petrollerini Akdeniz limanlarına akıtmasında sorun yaşamayacakları ve Türkiye’ye muhtaç olamayacakları anlaşılıyor.
Tüm bu gelişleri göz adı ederek, Kobani de anti-emperyalist savaş yürüttüğüne dair “yaygara koparmanın” bir alemi var mı?!. Kürt halkının somut konum açısında mücadelenin “anti-emperyalist” içerikte olmasına da gerek yok.
Kobani de, genelde Rojvada, yılladır ezilen ulus statü altına yaşayan Kürt halkının ulusal bağımsızlığa kavuşup, kavuşmadığının tespitidir, önemli olan.
Bu durumda Marksistlerin tavrı ne olmalı
Her şeyden önce Kürt halkının tüm bulundukları ülkelerde ezilen ulus statüsünde yaşamaya mahkum edilmişti. Bunu içinde ister ayrı, ayrı kendilerini ezen devletler karşı, isterse tüm parçaların birleşmesi sonucunda olsun, Kürt ulusunu ayrı devlet kurma hakkı dahil olmak üzere, kendi kaderini kendisinin tayin etmesi, kayıtsız, şartsız savunulmalıydı. Ulusların kendi kaderinin, kendilerinin tayin etmesi, yani ulusal meselenin çözümü emperyalist-kapitalist sistem içinde mümkündür.
Bu durumda bir Marksist, ulusal sorunun çözümü için mücadelenin anti- emperyalist içerikte olup olmadığını araştırmaz. Çünkü ulusal sorun tüm burjuva demokratik haklar gibi siyasi bir sorundur ve ekonomik sistem değişikliğini zorunlu kılmaz, aksine siyasi demokrasinin(burjuva demokrasinin)için de ele edilebilecek bir hak olarak görür. Ve yine her siyasi demokrasi talebini, anti-kapitalist (dolayısıyla anti-emperyalist) mücadelenin ve sosyalizm kurma amacını bir aracı olarak ele alır ve böyle olması ister ve de bunun için mücadele eder. Ama “sosyalizme geçilmeden ulusal sorun çözülmez” diye bir olay yok.
Bugünde Kürt ulusal sorunu emperyalist-kapitalist sistem içinde çözümü gündemdedir. Bu durumda ulusların kaderinin tayin hakkını mutlak savunulmasıyla, hakkın kullanması arasındaki fark göz ardı edilemez. Ulusların kaderinin tayin hakkını kullanılmasında, burjuva demokratik hakların işçi ve emekçi sınıfların lehine genişleyip, genişlemediğine bakmak gerekir. Gericiliği güçlendiren ulusal sorunu çözümünden yana olunmaz.
Türkiye’de Kürt ulusal sorununun çözümünün engellenmesi, ulusal çatışmalar ve çeşitli uluslara mensup işçiler ve emekçiler arasında ayrımlara, ezen ulus gericiliğini, faşizm güçlenmesine yol açtı.
Bu durum aynı zamanda, hangi ulusal mensup olursa olsun, işçiler ve emekçiler arasına ulusal çitle örüyor. Burjuvaziye ve kapitalizm karşı ortak mücadelenin oluşmasını baltalıyor. “Barış süreci” adıyla başlatılan PKK’la, Tayyip hükümeti arasındaki görüşmeler sonucunda sıcak çatışmalara ara verilmesi dahi, işçi sınıfın, emekçilerin yığınsal ortak mücadelelerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Bugün Türkiye de “kim ne derse, desin”, ulusal, mezhepsel, dinsel farklıklar ve çatışmalar, işçi ve emekçilerin kapitalizme karşı mücadelesini sekteye uğratıyor.Ama Türk devleti ve onu hükümeti Kürt halkını ulusal sorunu çözme atraksiyonuna girmesine rağmen oylama dışına en küçük adım atmıyor. Türkiye de demokrasi mücadelesini geliştirmeden, Türk devletinin Kürt ulusal sorununun çözüm konusunda adım atmayacağı açıktır.Kürt halkını ulusal hareketin “demokrasi gelişmeden Kürt ulusal sorunu çözülmez” görüşlerini savunması, demokrasi mücadelesine ağırlık vereceğin gösteriyor. Bu siyasi yönelme Kürt halkını ulusal sorunun çözümüne katkıda bulunacak.
Rojava ve Kobani deki çatışma gelince; ,bu bölgelerdeki Kürt halkını ulusal bağımsızlığına kavuştuğu için ulusal sorununun çözümüyle, mevcut savaşın direk bir bağlantısı yok. İŞİD “Kürtlerin” elindeki petrol kaynaklarını ve petrolün akış yollarını ele geçirmek için Kürt bölgelerine saldırıyor. Batılı emperyalistler, bu çatışmada İŞİD değil, “Kürtlerden” yanında ve “Kürtleri” açıktan destekliyor.
Bunu için Kobani de emperyalizm karşı savaşılmıyor. En önemlisi, ”Kürtlerin “ böyle bir iddialarını olmamasıdır. Kürt halkın ulusal savaşçıları hiçbir zaman emperyalizme karşı savaşıyoruz diye bir iddia bulunamadılar. Bu iddia bulunalar kendilerine” sosyalist” diyenlerdir!
Böylesine sözde anti-emperyalist savaştır tespitlerinin yapılmasının nedeni, Türkiye Kürt ulusal hareketinde petrol bölgelerine egemen olma mücadelesine bir fiil katılmasından dolayıdır. Bu savaşa PKK da direk katılması onunda petrol ve doğalgaz bölgelerine egemen olma mücadelesinin bir unsur olarak hareket ediğini gösterir. Bu savaşa PKK katılması yanlıştır. Çünkü burjuvaların petrol ve doğalgaz yatakların ele geçirme mücadelesinden işçilerin ve emekçilerin hiçbir sınıfsal çıkarı yoktur ama gerici egemen sınıfların hegemonya mücadelesinde en fazla zarar gören halklar oldu ve oluyor.
Bu gerici mücadelede taraf olunmaz, bu gerici savaşa karşı çıkılarak işçi ve emekçileri burjuvaziye ve kapitalizme karşı siyasal ve sosyal kurtuluşunu sağlayacak devrimci mücadele gündeme getiril. “Bir Marksist” pazarları paylaşım ve yenide paylaşım mücadelesinde yer almaz. çeşitli bahanelerle bu savaşı desteklemez.
“Bir Marksist’in” sloganı, ya devrimler savaşı önler, ya da savaşlar devrime yol açar olmalıdır.
(1) Şeriatçılar, kapitalist sömürünün girdabı altında yoksul ve “çaresiz “ yaşamaya mahkûm edilen yüz binlerce İslam dinine inanmış insanları kandırıyorlar. Yoksulluklarını, çaresizliklerinin nedenlerini, kapitalist sistem ve başta emperyalist burjuvazi olmak üzere dünya burjuvazisinin sömürüsü olduğunu gizlemeğe çalışıyorlar. 6. yüz yılda Arap ve İslam dünyasının en şahşahlı döneminin tekrar yaşana bileceği yalanın yayıyorlar. İslam hükümlerinden kopulduğu için yoksulluğun açlığının, çaresizliğin ortaya çıktığı yalanıyla, 10 binlerce İslam dinine inana insanları “gözlerini kırpmadan” ölüme gönderiyorlar.
(2) İŞİD’nin da Irak ve Suriye de ele geçirdiği kuyulardan çıkardığı petrolü şimdiye kadar Türkiye’nin yardımıyla kara borsadan ucuz fiyatla satmak zorunda kalıyordu. Bunu için de bir dönem Esad’ın, sonra da PYD elinde kalan Rojava’yı ele geçirmek istiyorlar. İŞİD’nın , Irak’ta, Suriye’de Sünnilerin yaşadığı bölgelerin egemen gücü olması, ona petrol kuyularına sahip olma imkanını sağladı. Şimdide petrolden daha fazla kar etmek için petrolün akış yollarını ele geçirmeğe çalışıyor. Rojava’nın bir kantonu olan Kobani’ye karşı yoğun saldırıya geçmesinin esas nedeni de bu.
ABD emperyalistlerinin, Irak’ta ve Suriye de petrol kuyularını İŞİD elinde kalmasını istemiyor. Çünkü İŞİD saldırılarının merkezine, petrol kuyularının kontrolünü elinde tutan ABD’nin orta-doğudaki müttefik güçlerini koymuş ve emperyalistlerin güdümünde petrol kuyuların kendisinin kontrol etmesini istiyor.
Bunu içinde direk emperyalistlere saldırmıyor.
Kuzey Irak’ta ve Suriye’de petrol bölgelerinin İŞİD tarafından ele geçirmesinden en fazla memnun olan Tayyip ve dinci hükümetiydi. ABD yoğun askeri saldırısıyla İŞİD’nin etkisiz hale getirmesinden en fazla rahatsız olanda yine Tayyip’tir.
Bu rahatsızlığını ABD yönelik olarak, ”sizin İŞİD’ya saldırmanızdaki amacınız insanların katledilmesini önlemek değil, petrol kuyuların ele geçirmektir” le dile getiriyordu. Tayyip, haklıydı! İŞİD tan karaborsa kanalıyla seneleridir ucuz petrol alıp, ” ekonomisini tıkır, tıkır işletiyordu” şimdi ABD bu imkanını elinde alıyor. “Bağırıp, çağırmasının”, keskin lafla! Etmesinin nedeni de bu.
(3) “Rojava devrimi “ tanımı son günlerin “modası” oldu. Kürt ulusal hareketin “Rojava devrim” tanımını kullanması bir anlamda yadırganmaz! Çünkü onlar, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte “Marksizm aştıklarını” ilan ettiler ve Sovyetlerin dağılmasının nedenin Marksist materyalist ve diyalektik düşüncelerin “yanlışlığında” aradılar. Ve de “maddenin tayin ediciliğin kabul etmiyoruz, esas tayin edici olan iradedir” görüşlerini savunuyorlar. Şimdi de bu düşüncelerine uygun ideolojik ve siyasi çizgi izliyorlar.
Bunun içinde özel mülkiyetin ve kapitalist üretim ilişkilerini egemen olduğu koşullarda sözde devlet olmayan ve devletin bulunmadığı “demokratik toplumu” iradeyle inşa edebileceklerini ve Marksizm, kapitalizmden ( başka bir değişle özel mülkiyetçi son toplumdan) komünizme geçiş aşaması olan sosyalist toplum döneminde devletin var olmasının zorunlu olduğunu savunmasını, “onun kapitalist toplumun dışına çıkamadığını” kanıttı olarak gösteriyorlar. Şimdi Rojava’da “devletsiz demokratik toplum “ inşa ediklerinden bahsediyor. Ama “devletsiz demokratik toplum” inşa etmelerine karşı olan ve “bu deneyin” Türkiye de, de gerçekleşmesini istemeyen Türk hükümeti “Rojava devrimini” boğmaya çalışıyor diyorlar.
En önemlisi bir devletin niteliğini belirleyen onu militarist bir terör örgütü olmasıdır. Kürt ulusal hareketi, bir taraftan sözde devletsiz toplum inşa ediklerini öne sürüyor ama diğer taraftan da , Rojava’da kendilerinden başka militarist güçlerin olmasını istemediklerin açıklayarak ,Barzani’n silahlı güçlerini Rojava’ya girmesine izin vermiyorlardı. “Devletsiz demokratik toplum” inşa edikleri iddiasını devrimci bir dönüşüm olarak ta “nitelendirdikleri ” içinde, Rojava devriminde bahsediyorlar.
Peki, kendilerinin” Marksist “oldukların ileri süren bir sosyalist hareket, Kürt ulusal hareketin idealist düşüncelerinin sonucu olarak ortaya attığı “Rojava devrimi” kavramına nasıl sahip çıkabilir mi? sorusunun cevabı, çünkü zayıflıkları, kitlelerle bağlarını olmayışı karşısında, Kürt ulusal hareketini idealist görüşlerine “biat” etmekte başka yol bulamadıkları için! Oysa devrim; toplumsal nitelik değişikliğine tekabül eder ve bir üretim tarzında, bir üst üretim tarzına şiddet yoluyla geçişi ifade eder. Bunu için ne Rojava da, neden orta-doğunu herhangi bir yerinde, ne anti- emperyalist-kapitalist bir mücadele var ve nede devrim diye olay var. Olup, biten her şey emperyalist-kapitalist sistem içinde cereyan ediyor.