Oyun Yeniden Kuruluyor!

1990’larda milliyetçi/ulusalcı siyasal aktörler merkezde ve hegemonik durumdaydılar.
Bugün ise AKP eliyle milliyetçilik ve ulusalcılığın siyasal merkeze çağrıldığı, Gülen ve Kürt hareketinin ise dışarıya doğru itildiği farklı bir döneme tekabül ediyor.
AKP, yeni siyasal merkezi kurmak bakımından daha şanslı görünmekle beraber henüz kavga sona ermiş değil.
Mevcut HSYK’da da hükümet ile milliyetçi-ulusalcı ittifakı yürürken aynı anda Yargıtay’da ise ittifak Cemaat milliyetçi-ulusalcı kanat arasında gerçekleşti. Bu gelişmeler, tüm asli politik güçler tarafından milliyetçilik-ulusalcılığın özel bir kıymet kazandığını gösteriyor.
10460362_976744052355257_3631553074789124578_n
AKP’nin son dönemlerdeki politik taktiklerine bakıldığında rakipleri olan Gülen Cemaati ve Kürt hareketi karşısında milliyetçi/ulusalcı gelenek ve aktörleri dirilterek kendine yedeklemeye çalıştığı hemen fark ediliyor.

2014 HSYK seçimlerinde de gözlendiği gibi özellikle de geleneksel güçleri geçmiş yerlerine iade etmeye çalıştığını gösteren bir eğilimi takip ettiğini anlamak zor değil.

Siyasal merkez, artık bir süredir güçten düşmüş ve iktidarın marjlarında kalmaya zorlanmış gruplara açılmış durumda ki,  Ülkücü gelenek bu grupların en önemlilerinden biri. Türkiye’nin son yedi yılından bakıldığında, yaşananlar oyunun açıkça yeniden kurulmaya çalışıldığını göstermeye yetecek emareler sunar.

2007-2010 arası

Şöyle ki; 2007-2010 sonrası dönemde devlet, iktidar ve yargı alanındaki güç ilişkileri AKP, Cemaat ve daha dışarıda kalmak üzere Kürt hareketinin siyasal manevralarından oluşan bir üçlü devrede ilerliyordu. Erdoğan, Gülen ve Öcalan iktidardaki güç ilişkilerine müdahale edebilecek asli siyasal liderlikleri temsil ediyorlardı. Yine bu arenada son yedi yıl içinde yaşananlar, Türkçü-milliyetçi-ulusalcı ekseni ve aktörleri merkez dışına iterek siyasal merkezin bu minvalde yeniden inşaasına yol açıyordu. Fakat bu yeni siyasal merkezin ömrü çok kısa oldu.

2013 Aralık ayından itibaren bu koalisyon tamamen çökünce oyunun Erdoğan, Gülen ve Öcalan liderliklerini aşan bir çoğul politik alanda ilerlemesi de kaçınılmaz hale geldi. Geldiğimiz noktada bunu en iyi fark edeceğimiz yerin HSYK seçimleri ile hükümetin son yasa tasarıları olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazıda -şimdilik- esas olarak HSYK seçimlerinin bu yeni siyasal eğilim içindeki yerine değinilecektir. Fakat, geçerken, bu yeni siyasal durumun, hükümetin polis güçlerinin yetkilerini genişleten yeni yasa tasarısı ile alakasına da işaret etmek içinde bulunduğumuz geçiş sürecinin özgünlüklerini anlamlandırmayı daha da kolaylaşacaktır. En azından öyle umuyorum…

Klasik terörle mücadeleye dönüş
Hükümetin tasarısına bakıldığında, ilk olarak sokağın kriminalleştirilmesi eğilimi görülür. Devlet kurumları içinde yuvalanan örgütlü grupların daha kolay soruşturulması ve çökertilmesinin yolunu açacak araç ve imkanların da bu tasarının içine yerleştirildiği hemencecik dikkati çeker. Açıktır ki, buradaki iki hedeften birisi Kürt hareketi iken ikincisi ise Gülen Cemaatidir. Sözümona terörle mücadele pratiği bakımından burada da bir başka yenilik bulunuyor. Son yedi yıl içinde AKP ve Gülen Cemaati dışında herkesin “terörist” olduğu bir yargı ve polis pratiği yaşanmıştı. Hatırlanacağı üzere, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları, merkez medyanın geleneksel temsilci ve sözcüleri ile ilk kez beraberce terörist olma “mutluluğu”na kavuşmuştuk. Hatta iktidar koalisyonunun sonlarına doğru AKP’nin de “terörist” tasnifine eklenmeye çalışıldığı bile görülüyordu.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve bizzat zamanın Başbakanı Erdoğan da “terörist” potasına yerleştirilme hazırlıklarını fark etmişlerdi. AKP ile Cemaat arasındaki kazananın bir diğerini terörist ilan ettiği bir siyasal oyundu bu. Şimdi ise zaten hep “terörist” olan Kürt hareketi ile Gülen Cemaati yeni “terörizm” potasına yerleştirilmiş durumdalar. Bu durumun öncelikle, 1990’lara değil, 2007-2010 öncesine bir dönüşe tekabül ettiğini görelim. 1990’lar bugünkünden çok başka güç ilişkilerinin yaşandığı dönemlerdi. Milliyetçi/ulusalcı siyasal aktörler merkezde ve hegemonik durumdaydılar. Bugün ise AKP eliyle milliyetçilik ve ulusalcılığın siyasal merkeze çağrıldığı, Gülen ve Kürt hareketinin ise dışarıya doğru itildiği farklı bir döneme tekabül ediyor. AKP, yeni siyasal merkezi kurmak bakımından daha şanslı görünmekle beraber henüz kavga sona ermiş değil. Çünkü millliyetçi-ulusalcı kesimler sadece hükümet açısından değil Cemaat ve hatta Kürt hareketi açısından bile işlevsel duruyor.

Nitekim 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimindeki Selahattin Demirtaş’ın kullandığı taktikler, ulusalcı-laik kesimlere dönük ittifak eğilimlerine örnek verilebilir. Diğer yandan ise mevcut HSYK’da da hükümet ile milliyetçi-ulusalcı ittifakı yürürken aynı anda Yargıtay’da ise ittifak Cemaat milliyetçi-ulusalcı kanat arasında gerçekleşti. Bu gelişmeler, tüm asli politik güçler tarafından milliyetçilik-ulusalcılığın özel bir kıymet kazandığını gösteriyor. Hükümetin yeni yasa tasarısı ise işte bu yeni dönemin, AKP, milliyetçi-ulusalcı kanat lehine, mevzuat altyapısını hazırlamaya girişmekte ve sınırlı uzlaşma pratiklerini kapsamlı bir ittifaka taşıma amacına yönelik bir girişimdir. HSYK seçimleri işte tam da bu noktada bütün bu gelişmeleri anlamamıza yarayacak önemli bir başka zemin olarak zuhur eder.

Ve HSYK seçimleri
2014 HSYK seçimlerinin en kısa özeti şu: Yargıdaki geleneksel güçler, bu seçimle beraber 2010 öncesi konumlarına iade edilmişlerdir. Bu seçimle, yargıdaki ülkücü fırka olağanüstü bir güç kazandı, sosyal demokrat-solcu-Alevi güçler de kısmi bir konum elde etmiş durumdadırlar. AK Parti için ise, yargıdaki azınlık konumundan “en büyük azınlık” konumuna yükseldiği söylenebilir. Kuşkusuz ki, son dört yıldır AK Parti’nin “sayısız defa” yargıyı ele geçirdiğini söyleyenler, bir kez daha ele geçirdiğini haber vereceklerdir. Buna karşılık, bu süreci diğer kesimler için ciddiyetle anlamaya çalışmak zaruridir.

AK Parti, iktidara geldiğinden bu yana, yargı içinde oldukça garip bir varoluş süreci yaşadı. Yargı içindeki rakiplerini birer birer yenilgiye uğratırken, ilginç olan şu ki, kendisi de bir türlü kazanan olamadı. Tıpkı Ak Parti kapatma davasında, tıpkı 2010 HSYK seçimlerinde olduğu gibi. Ve 2014 HSYK seçimleriyle AKP bir kez daha rakibini yenilgiye uğrattı. Fakat yine kazanamadı. 2013 Aralığında başlayan iktidar unsurları arasındaki açık savaşta Cemaatin son yenilgisinin zevkine vardı. Yüreği ağzında geçen yaklaşık bir yıllık bir süreçten sonra bir anlık rahatladı. Fakat, artık, HSYK içindeki azınlık konumunu sadece “en büyük azınlık konumu”na yükseltebildiğini görecek kadar sayı saymayı öğrenmiş bulunuyor. İktidar savaşında son olması beklenen HSYK seçimlerinin sadece bir ara durak olduğu gerçeği de böylece ortaya çıkmış oldu.

Bu durum, AKP’nin yargıda kurucu etkiler göstermek, HSYK ve Yargının yeniden inşasına dönük yeni anayasal müdahale alanları yaratmak için yoluna devam edeceğini de gösteriyor. Velhasıl yargı savaşları devam ediyor ve edecek. Geçici ittifaklar ve uzlaşmalar sürecek ve bu dönemde diğer siyasal güçler gibi AK Parti’nin de en önemli uzlaşma unsurları ülkücü fırka ile ulusalcı sol olarak ortada duruyor.

Cemaate gelince… Cemaat, AKP karşısında açık bir cephe savaşına girmesini makul kılacak olağanüstü bir güç ve kapasiteye sahip olduğunu gösterdi. O kadar ki, kendi dışındaki neredeyse bütün güçler yanyana geldiğinde dahi başa baş gidebileceği bir savaşı kendi isteğiyle kabul edecek bir özgüvene sahip olduğu ortaya çıktı. Yenilgiye uğramasına rağmen en küçük bir toparlanma momenti yakaladığı anda yeniden doğrulabilecek bir güce sahip olduğunu da göstermiş oldu. Burada iki sorun ortaya çıkıyor. Birincisi, Cemaat, yargı içindeki varlığını “yokluğu” üzerinden geliştirmeyi tercih ediyor ve bu durumun yarattığı şizofrenik sonuçlar yargı içindeki tüm sözleri, tarafları ve pratikleri birer birer kirletiyor.

Doğru ve hakikat üzerine yapılacak tartışmaları en baştan zayıflatıyor. İkinci ve bununla çelişik olan diğer nokta ise Cemaatin, yargı içindeki varlığının bizzat yargının genel ortalamasına yansıyacak bir genişlikte olduğunun anlaşılmasıdır ki, bu durum da yargıyı bir bütün olarak ve doğrudan hedefe koymadan kısmi bir müdahalenin hiçbir işe yaramayacağını açık ve net olarak ortaya çıkarıyor.

HSYK seçimlerinde de ortaya çıktığı üzere Yeni Türkiye’nin yeni iktidarının ve yeni siyasal merkezinin inşasının ön evresindeyiz. Burada, hem HSYK seçimleri hem de hükümetin yeni yasa tasarısı siyasal merkeze son yedi yıl içinde etkisiz kalan güçleri taşımış bulunmakla beraber bu kez hedef alınan Gülen Cemaati ve Kürt hareketinin öyle kolaylıkla yenilemeyeceği bir güç aşamasında olduğunu da görmek gerekiyor. Mücadele sürüyor. Fakat ne gariptir ki, Türkiye’nin demokrasi güçleri ise hala geçmiş ezberler ve husumetlerle yoluna devam etmekte ısrar gösteriyor.

ORHAN GAZİ ERTEKİN
Demokrat Yargı Eşbaşkanı