Ekrem Ekşi

Asla öldürülemeyecek olanlara…

12 Eylül askeri faşist cuntasının halkın üzerine zorun bütün biçimleriyle çöktüğü günler.. TBMM, sendikalar, kitle örgütleri ve siyasi partiler kapatılmış; milletvekilleri, siyasi parti ve kitle örgütü yöneticileri ve üyeleri gözaltına alınıyorlar..

Fabrikalar, okullar, caddeler, sokaklar işgal ediliyor; evler basılıyor, zindanlar, işkencehaneler ağzına kadar dolduruluyor, dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle insanlar sokak ortasında katlediliyor, geceleri sokağa çıkma yasağı ilan edilerek evler hapishaneye çevriliyor, radyo ve televizyonlarda, gazetelerde yasaklanan sendika, kitle örgütü, gazete ve dergi adları ardı ardına sıralanırken, bu örgütlere üye oldukları bu gazeteleri okudukları için işçilerin, öğrencilerin, emekçilerin isimleri yakalananlar ya da arananlar listelerinde çarşaf çarşaf ilan ediliyordu.

Tutuklanacak kişilerin adları Bayrak Liste de yazılı.. Bu Liste de Ekrem Ekşi’nin de adı var.. Ekrem yoldaş, 1955 Zonguldak doğumlu, İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğrenci Temsilciliği, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) genel sekreterliği yapmış bir muhalif ve devrimci komünist..

Öğrenci gençliğin eylemlerinde, köylülerin çay ve tütün gösteri ve yürüyüşlerinde, gecekondu yıkımlarında halkın yanında direnişte, grev çadırlarında işçilerle dayanışmada, hemen her eylemde, her yerde Ekreme rastlamak mümkün.. 12 Eylül 1980, Cuntanın ilk günü; ağabeyinin evinden gözaltına alınıyor Ekrem.. Sorguda falakaya yatırılıyor;  ayak tabanları patlamış.. Ekrem ayakta duramıyor ama gülümsüyor.

‘Ben kazanacağım’ diyor.. Kudurmuş işkenceciler göğüs kafesini kırıyorlar. Elleri ayakları şişmiş, koluna felç inmiş bir haldeyken, işkencecileri belki ağzından bir çift laf alırız diye konuşmadan ölmesin diye hastaneye kaldırıyorlar Ekşi’yi.. Kırıklar, çürükler içerisindeyken bile doktora gülümseyerek; ‘Hiçbir şey söylemedim, onları yendim’ diyor.. 12 Eylül’den 14 Ekim’e kadar süren işkence, Ekrem Ekşi nin direnişi karşısında iflas ediyor..

Ekrem Yoldaş ölümsüzdür….
Kahrolsun faşist diktatörlük..
“Emeğin dünyasını kurma mücadelesini 12 Eylül’ün işkencehanelerinde de sürdürenlere…”

Ekrem Ekşi; Rize, İkizdere, Bayırköy 08/05/1956 doğumlu, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi son sınıfında okuyan bir öğrenci, fakültesinin öğrenci temsilcisi ve aynı zamanda hem okulunda hem İstanbul düzeyinde faşizme karşı mücadele eden bir devrimci, bir gençlik önderidir. 12 Eylül darbecileri, kendilerine karşı direnişi organize edebilecek kişilerin adlarını içeren bir Bayrak Listesi hazırlamışlardır. Ekrem Ekşi’nin adı da bu listede yazılıdır.

12 Eylül sabahı, ağabeyinin evinde gözaltına alınır. Gözaltına alındıktan sonra aile Ekrem’e sahip çıkar. İlk götürüldüğü yer olan Samandıra Kışlası’ndan ve 27 Eylül’de götürüldüğü Emniyet 1. Şube “Gayrettepe”den “iyi olduğu” haberlerini alır. Beklentileri, gözaltı süresinin dolduğu 12 Ekim’de serbest bırakılacağı yönündedir.

‘YA KONUŞUP ÇIKARSIN YA DA ÖLDÜRÜRÜZ!’

12 Eylül’ün üzerinden henüz bir ay dahi geçmemiştir; ama bu bir ayda tüm ülke açık bir cezaevine, ülkedeki tüm sorgu mekânları ve cezaevleri ise birer işkencehaneye dönüşmüştür. 11 Ekim’de işkencecileri Ekrem’in yüzüne açıkça söylerler: “Yarın son günün, ya konuşup çıkarsın ya da öldüreceğiz seni.”

Ekrem Gayrettepe’de hücre arkadaşlarına “onlara söyleyecek hiçbir şeyi olmadığını” aynı gün belirtir. Söylenecekler söylenmiş, saflar belirlenmiştir:

Kitaplardaki makalelerden birini kaleme alan Aydın Çubukçu’nun ifadesiyle, bir tarafta “günüyle ve geçmişiyle insanı yenmeye çalışanların hepsi”ni temsil eden işkenceciler, diğer tarafta tüm insanlaşma serüveni boyunca biriktirdikleriyle, kazanımlarıyla ve özlemleri ile birlikte insanı temsil eden Ekrem vardır.

12 Ekim günü ve gecesi Ekrem’e bildikleri tüm yöntemleri kullanarak en yoğun işkenceleri yaparlar. Vücudunda kırılmadık kemik bırakmazlar, ciğerlerini patlatırlar. 13 Ekim günü hücreye geri götürülen Ekrem kötüleşir, önce hücre arkadaşları sonra tüm Gayrettepe hücrelerindeki kişiler mazgallara vurarak, Ekrem’in ölmekte olduğunu haykırır, hastaneye götürülmesini isterler.

Yine kitaptaki makalesinde hücre sürecini anlatan ve mahkeme sürecinde tanıklık eden Sabri Temel, Ekrem’i kucağına alarak sorgulandığı odaya taşır. Sabri Temel’in ve Ekrem’in gözünün bağlanmamış olduğunu gören işkenceciler, panik içinde masalarının altına kaçışırlar.

EKŞİ: ‘BEN KAZANDIM!’

Ekrem saat 20 sularında işkencecileri tarafından bir minibüsle önce Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne, sonra Haydarpaşa Numune Hastanesi Göğüs Cerrahisi bölümüne götürülür. Ekrem burada, kendisine ne olduğunu soran Dr. Besim Yiğiter’e, yarı açık bilinciyle, “Ben Ekrem Ekşi. İTÜ öğrencisiyim. Beni polisler bu hale getirdi. Ama ben kazandım” der.

Evet, doğrudur; Ekrem kazanmıştır! Evet, doğrudur; insan kazanmıştır. Ekrem kazandığının bilincinde ve bunu başarmış olmanın onurunu ve gururunu yaşayarak 14 Ekim sabahı, henüz üç aylık evliyken, henüz 24 yaşını yeni doldurmuşken çok sevdiği yaşama veda eder.

Bu kitabın üretilme sürecinde bir ilk başarılır. Kitap kolektifi üyelerinden avukat Kamil Tekin Sürek, Ekrem Ekşi dosyasına ulaşır ve ceza verilmesine, cezanın kesinleşmesine karşın kimsenin bir gün bile cezasının karşılığını çekmediği davanın tekrar görülmesi kararının alınmasını sağlar. Ve Kamil Tekin Sürek kendi yazısında tüm süreci anlatır.

Ben Kazandım – Ekrem Ekşi Kitabı, henüz tarih öncesini yaşayan insanlığın, insanlaşma yolunda bir adım daha atmasını yaşamı pahasına sağlayan Ekrem Ekşi’nin kitabıdır. Açıkça belirtmek gerekir: Kitap; gözaltı, sorgu ve işkence süreçlerinin teknik ve insanlık dışı özelliklerinde yoğunlaşmıyor. Bunlara ilişkin hemen hemen bu kadar!

YAŞAMA, SEVMEYE, MÜCADELEYE DAİR…

Kitabın geri kalanı yaşama, yaşamı sevmeye, paylaşımcılığa, ortaklaşmacılığa, diğerkâmlığa, fedakârlığa, mücadeleye, örgütçülüğe, önderliğe, insanların hem içinde hem önlerinde olmanın nasıl başarılabileceğine dairdir.

Eşi ve yoldaşı Sefariye Ekşi ile başlayarak, çocukluk arkadaşları, ailesi, okuldaşları, sınıf arkadaşları, yoldaşları, öğretim üyeleri, hücre arkadaşları Ekrem’i ve yukarıdaki değerlerin bir kişide nasıl toplandığını kendi dilleri, kendi sözleriyle anlatır.

Ekrem’i eşinin sözleriyle anlatırsak: “Ekrem’de birleşip, onda vücut bulan iki güzel özelliği vardı.

İlki ‘insana dair olan hiçbir şeyin’ Ekrem’e de yabancı olmaması. Onun için herkesi olduğu gibi kabul etmek ve anlamak; kendine has, dönüştürerek kazanmak çabası hiç eksik olmadı. Politik-ideolojik olarak ona uzak olsa da, herkeste tutunacak insanca bir yön buldu kazanabileceği. Pür-ü pak bir ‘insan’ aşkı. Bu erdemdi yolunu seçerken, ilk adımını atmada belirleyici olan. İkincisi ise Ekrem’de kapitalist toplumun insanlara bulaştırdığı hiçbir kötülükten eser olmaması. Su gibi berrak, dupduru bir insan. Sanki, insanın insanı sömürüsünün olmadığı geleceğimizin toplumunun bir örneği olarak, yeryüzünün insanlaşmış ‘insan’ının en yüksek mertebesiydi Ekrem. İnanıyorum ki, sadece benim için değil, onu tanıyan herkes için, altın çağın yaratacağı ‘yeni insan’ın tarifiydi Ekremimiz.”

1980 sonrası yazılan ilk romanlardan olan Devrimciler’in yazarı, romanın olumlu kahramanını kurgularken model aldığı üç kişiden birinin Ekrem Ekşi olduğunu açıklamıştır.¹

Bu kitabı sadece işkenceyi, işkencecileri ve 12 Eylül zulmünü lanetleyenler ve öğrenmek isteyenler değil, Ekrem’e duyulan saygı nedeniyle Ekrem’i tanıma, aynı havayı soluma ve birlikte mücadele etme olanağına sahip olanlar değil, 1974 – 1980 dönemi devrimci gençlik mücadelesinin hemen her okulda yaşanan özelliklerini ve biçimlerini ve o dönemin hemen tüm “şarabi eşkıyalarının” sahip olduğu değerlerin günlük yaşamda nasıl somutlandığını öğrenmek isteyenler de okumalı.