Libya trajedisi: Seçilmiş iktidara karşı devrimci milisler

Etnik ve dini çeşitliliğin olmadığı Libya’da, 2011’deki devrimden beri başarısız olan siyasi güçler, askeri darbe endişesiyle güçlü ordunun kurulmasına karşı çıkıyorlar. Seçimlerde hayal kırıklığına uğrayan İslamcılar ise liberallerin yanlış tutum ve davranışlarından dolayı demokrasi dışı yöntemlere kayabilirler.

İslamcı milis grubu Libya Şafağı’nı destekleyen göstericiler, milislere karşı uluslararası müdahale çağrısı yapan parlamentoyu protesto ettiler. [Fotoğraf: Reuter

Libya’da Ulusal Kongre (Geçici Meclis), Muammer Kaddafi tugayları ile savaşın bitmesinin ardından, ikna edici ve geçici olduğunu düşündüğü bazı nedenlerden dolayı, birçok askeri oluşuma meşruiyet kazandırdı. Ancak sonrasındaki süreçte bu milisler ve yönetimleri, elde ettikleri nüfuz ve imtiyazın tadını çıkardılar. Ayrıca Geçici Meclis’teki siyasi güçler, aralarındaki çekişmelerde milis olgusunu askeri kalkan olarak kullanma fırsatını gördüler. Bu durum, tüm şartları, ordu ve polis kurumlarının inşasının önüne geçecek ve her ikisini de neredeyse imkansız birer misyon haline getirecek olası tüm engellerin yaratılmasını desteklemeye yöneltti.

Geçici Meclis’te birbirleriyle çekişen siyasi güçler nezdinde, ‘ulusal bir ordunun ortaya çıkması ve silahların tek elde toplanmasının, mantıken milisleri ortadan kaldıracağı’ düşüncesi netlik kazandı. Lakin bu düşüncenin gerçekleşmesi, her ikisi de birbirinden kötü şu olasılıkları beraberinde getiriyor:

1) Siyasi güçlerin, çekişme pistinde dişsiz/desteksiz kalması: Siyasi güçlerden herhangi biri, sonuçlarından hoşlanmadığı ve iktidara güçlü katılımını sağlamadığı takdirde, demokratik oyunun kurallarının dışına çıkabilir. Milisler, seçilmiş meşru iktidara boyun eğen güvenlik gücü ve güçlü bir ordunun bulunmadığı bir ülkede, siyaset sahnesini herkesin başına yıkma iması ve tehdidinde bulunan etkin araçlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar.

Çekişme pistindeki taraflar, bir kısmının kökleri Kaddafi rejimine karşı 2011 başında verilen savaş dönemine kadar uzanan bu milisler kanalıyla demokratik rekabetin sonuçlarını (kendi çıkarları doğrultusunda gerçekleşmediği takdirde) nötralize edebiliyor veya önleyebiliyorlar. Bunu da devrimci meşruiyet sancağı altında, milislere seçilmiş meşru tabloya karşı silah çekmeleri talimatı vererek yapıyorlar. Olan biteni, Libyalılara değil de sadece kendilerine emanet edilmiş, 17 Şubat 2011 Devrimi için tehdit olarak görmeleri halinde devrimci meşruiyet sancağı, milislere açıkça siyaset sahnesinin koordinatlarını yeniden gözden geçirme hakkı veriyor.

“İslamcı kesimde, “Elinde tehdit edebileceğin kalın bir sopa bulunmadıkça, seçim meşruiyeti tek başına yeterli olmayacak.” kanaati yerleşti. Gerçi İslamcıların, kendileriyle beraber bu kalın sopayı tutanların bazılarıyla uzun vadede ittifak kurmaları imkansızdı.”

2) Devrimci milislerin gitmesi ve güçlü ordunun ortaya çıkması, bazı güçlerin geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren Arap bölgesinde birbirini takip eden askeri darbelere yönelik endişelerini çoğaltıyor: Biri Arap dünyası, diğeri Libya düzleminde yaşanan şu iki hadise, söz konusu endişeleri arttırdı:

Birincisi; Arap Baharı’nın üzerinden çok geçmeden Mısır’daki güçlü ordu, seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi‘yi (hataları ne olursa olsun) devirerek emsal oluşturdu. Mısır ordusu açıkça halka, liderlerini iktidara getirdikleri gibi gönderme imkanı vermedi.

İkincisi; Libya’da Emekli General Halife Hafter, devletin meşruiyeti dışında askeri bir yapı oluşturdu ve teröre karşı savaş ilan etti. Hafter’in milisleri, aşırı oluşumların yanında ılımlı grupları da hedef aldılar. Libya’daki Müslüman Kardeşler hareketi ile seçilmiş meşru iktidarın taraflarından biri olan Adalet ve İnşa Partisi, bu hedefin dışında tutulmadı.

Benzeri olaylar, özellikle de İslamcı kesimin kendi milislerini koruma ısrarını güçlendirmiş olabilir. Zira İslamcı kesimde, “Elinde tehdit edebileceğin kalın bir sopa bulunmadıkça, seçim meşruiyeti tek başına yeterli olmayacak.” kanaati iyice yerleşti. Gerçi İslamcıların, kendileriyle beraber bu kalın sopayı tutanların bazılarıyla uzun vadede ittifak kurmaları imkansızdı.

Yaşananlar, Libya sahnesini daha da çözümsüzleştirdi ve milislere arka çıkılmasına legal veya illegal başka sebepler ekledi. Çekişmeye, ‘Onur Ordusu’ ve ‘Devrimciler Şura Meclisi’nde temsil edilen diğer süreç taraftarının hedefleri ve referansların değişmesine yol açan başka kapılar açtı, formüller getirdi.

Çekişmenin taraflarından herhangi birinin ne referansı seçilmiş meşru iktidardı ne de hedefi iktidarın korunmasıydı. Biri referans ve hedef olarak terörle savaşı benimserken, karşı taraf ilan edilmiş bir hedef ve referans olarak devrimi savunmayı benimsedi. Seçimlerin meşruiyeti, ‘Aslan, Libya Şafağı ve Onur’ gibi terim ve kavramların baskın gelmeye ve tedavüle girmeye başladığı siyasi sahnenin arka planına itildi.

Bu durum bir şeye işaret edecekse o da şu: Libyalı siyasetçiler, geçen 3 yıl zarfında, etnik mozaik ve mezhepsel çeşitlilik içermeyen ülkedeki zengin küçük bir toplumu dahi yönetmekte açık ara başarısız oldular. Hatta aynı siyasiler, Libya’nın devrimini, çekişme ve savaşın sebebi olacak her şeyin geliştirilmesi ve yaratılması için kullandılar. Libya’yı, ülkenin kapılarını tüm maceracılara ve emellere açarak, başarısız bir devlete çevirdiler.

Milislerin çoğalmasının üç nedeni

Libya ve demokratik deneyimi; çok azı Kaddafi’ye bağlı tugaylar ile savaş sırasında, çoğunluğu da sonrasında ortaya çıkan milisler ve askeri teşkilatların esiri oldu. Bölgesel ve dini milisler, aşağıdaki üç nedenden faydalanarak çoğaldılar:

I) Silahların toplanması ve toplumda yayılmasını engelleyen ordu ve polis kurumlarının yokluğu.

II) Mensuplarına yüksek maaşlar ödenmesi ve hediyeler verilmesi suretiyle bu milislerin devamının zımnen teşvik edilmesi. Silahların saklanması, bol gelir getiren bir iş koluna dönüştü. İşsizlerin, basit meslek erbabının ve birçok öğrencinin beklediği işlerin gelirleri, çok aşağı seviyelerde kaldı.

III) Ulusal Kongre’deki siyasi güçler arasında bloklaşma ve kamplaşma. Ulusal Kongre yani Geçici Meclis, yaklaşık yarım asırdan sonra, uzlaşı ve konsensüsle bağımsız Libya devletinin temellerini atması gereken ilk kurum olmak yerine bir dövüş pistine dönüştü. Her taraf, bakış açısını dayatmak ve onu, devrim sonrası Libya’da iktidara ve devlete hükmeden yegane bakış açısı haline getirmek için tüm araçları kullanma hakkını kendinde gördü.

Bu araçlardan birisi ve hatta en önemlisi, silahlı milislerdi. Milisler, gerek ideolojik gerekse bölgecilik kaynaklı veya maddi sebeplerden dolayı siyasi kavga sahasında kendilerine işlek bir pazar buldular. Bu yüzden çoğu milisin ve bazı siyasi güçlerin eğilim ve çıkarları, hiçbir siyasi güce boyun eğmeyecek ulusal bir ordunun inşasına yol açacak şartlarla mücadele edilmesi etrafında buluştu.

Libyalılar, 25 Haziran 2014 günü düzenlenen parlamento seçimlerini, iyiye işaret olarak gördüler. Yeni parlamento, görev süresi son bulan Ulusal Kongre’nin yerini alacaktı. Ama çok geçmeden kendini, geçen 3 yılın mirasının bataklığında buldu. Milisler ve silahlı oluşumların yanı sıra siyasi bloklaşma ve çekişme de o mirası ağırlaştırdı.

Parlamento; ülkede savaş ve kargaşa çıkaran, meşruiyet ve kararlarına ağırlık vermeyen legal ve illegal milisleri karşısında buldu. Ortada, o miras üzerine iç savaş felaketi uyarısı yaparak büyük şehirler ve kilit merkezlere uzanan milisler ve silahlı oluşumların savaşına nokta koyabilecek, güçlü bir ordu göremedi.

Bu yüzden parlamentodaki baskın görüş, ülkenin sürüklenmesi yakın felaketten kurtarılması için uluslararası toplumdan yardım talep etti. Taraflar arasındaki düşmanlığın muamması içinde ve karşılıklı suçlamalar çerçevesinde parlamento oturumunu boykot eden bu görüşün rakipleri, uluslararası yardım talebini açıkça bir dış müdahale çağrısı ve dışarının Libya’ya karşı kışkırtılması olarak gördüler. Bu da parlamentoyu açıklama yapma, yalanlama ve hatta geri adım atma ikilemine soktu.

“Bir insanın, görüşünü halka güç yoluyla dayatmak için kendini devrimci olarak tanımlaması yeterli değil. Kaddafi de kendini elinde silahıyla devrimci olarak tanımlıyordu. Devrimciler, Kaddafi’yi öldürdükleri silahı şimdi, Libyalıların çoğunluğunu demokratik yolla ikna eden muhaliflere doğrultmaya başladılar.”

İslamcı hareket içindeki rakip bazı kesimlerin kanaati de bu yönde. İslamcılar, milislerin sayesinde yakında silahların namlusuyla çekişmenin sona erdirileceğine inanıyor ve demokratik yenilgiye uğramaları sonrası iktidarı bir kez daha ele geçirme fırsatını ellerinden alacak güçlü bir uluslararası tarafın müdahalesini istemiyorlar.

Ayrıca geçen 3 yılın mirası, parlamentonun omuzlarına siyasi çekişme ve bloklaşmanın ağırlığını da yükledi. Bu yapı, seçim sonuçlarının ilan edildiği ilk günlerden itibaren siyaset sahnesini sardı. Bir yandan galipler, Libya’nın içinde bulunduğu şartların kaldıramayacağı provokatif zafer çığlıkları atıyorlardı. Diğer yandan mağlubiyete uğradıklarını gören İslamcılar ise içlerine kapanarak düşmanlarının onları zaferden mahrum ettiği ve kum yığını haline getirdiği tüm araçlar üzerinde kafa yoruyorlardı.

Buradan hareketle bir dizi etki ve tepki baş gösterdi. İslamcı hareket; Libyalı seçmen oylarının çoğunluğunun liberaller ve laiklere gittiğini, yeni parlamentodaki varlığının küçüldüğünü görünce büyük bir öfkeye kapıldı. Oysa aynı akım kendini, Kaddafi rejimine yönelik savaşta öncü ve Libyalıların Kaddafi diktatörlüğünden demokratik rejime geçişinde ise en büyük pay sahibi olarak görmekteydi.

Liberaller sağduyulu davranmadı

Bunun yanı sıra diğer taraf yani tezleri Libyalı seçmenlerin çoğunluğunun rızasını alan liberaller, kimi tasarruflarında feraset ve sağduyuyu gözetmediler. Bazılarının çok önemli gördüğü yasal prosedürleri yerine getirmediler; demokratik olarak güçlü konumlarından ödün vermediler; Libya tarihinin sıkıntılı döneminde rakiplerine yani İslamcılara, içine düştükleri durum ve krizden çıkmaları için destek eli uzatmadılar. Ki böylelikle o rakip yani İslamcı hareket, demokratik yöntem dışındaki başka tercihleri meşrulaştırmak için kırılgan gerekçeler ve küçük yanlışların arayışına girmesin.

Libya siyaset sahnesi, geçen 3 yıl boyunca ülkeye hakim olan denkleme, 25 Haziran parlamento seçimleri sonrasında da mahkum görünüyor. Bu denklemin tarafları; seçilmiş iktidar, milisler ve silahlı oluşumlardır. Yalnız tarafların ilişkisinde, Ulusal Kongre ve yeni parlamento arasında temel bir farklılık var. Ulusal Kongre, çatısı altında birbirleriyle çekişen blokların çıkarları doğrultusunda, milislerden çoğunu benimseyip onlara meşruiyet kazandırmıştı. Oysa şimdiye kadar milislerle herhangi bir ilişkisi bulunmayan yeni parlamento, onların hiçbirine meşruiyet kazandırmadı. Kaldı ki yeni parlamento, tüm milis güçlerinden meşruiyet örtüsünü çekip alabilir de.

Fakat milisler, parlamento çatısı dışındaki çekişmenin gölgesinde, Libya halkının seçtiği iktidar tarafından meşruiyetlerinin alınmasından pek endişe duymuyorlar. Silahların tüm iradeleri topladığı türde bir devrimci meşruiyet kılıfıyla yetiniyorlar.

Hiç kuşkusuz, silahların gölgesinde devrimci meşruiyeti ilan etmek ve Libya halkının demokratik araçlar kanalıyla ortaya koyduğu iradesinin tercihlerini kabul etmemek, milisleri açıkça kendinden ve düşüncelerinin doğruluğundan emin diktatör sınıfına koyuyor. Bir insanın, görüşünü halka güç yoluyla dayatmak için kendini devrimci olarak tanımlaması yeterli değil. Zira Kaddafi de kendini “taşlanmış şeytan” olarak nitelendirmiyor, aksine elinde silahıyla devrimci olarak tanımlıyordu. Hatta devrimciler, Kaddafi’yi bu silahla öldürmüşlerdi. Aynı devrimciler şimdi aynı silahı, Libyalıların çoğunluğunu, görüşlerinin doğruluğuna demokratik yolla ikna eden muhaliflere doğrultmaya başladılar.

Devrimci meşruiyetin son bulup demokratik yolla seçilmiş siyasi meşruiyete geçilmesi hususunda nihai bir anlaşmaya varılmadıkça, milislerin söyleyip yapacakları çok şeyleri olacaktır. Siyasetçilerin kurtaramadığı takdirde dipsiz bir çukura düşecek olan Libya’da seçilmiş iktidar, çok şey söyleyebilecek ancak az şey yapabilecektir.

Libyalı akademisyen ve yazar Salih Senusi, Bingazi Üniversitesi İktisadi ve Siyasi Bilimler Fakültesi’nde uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler dersleri veriyor. Senusi’nin, ‘Modernlikten Küreselleşmeye Araplar’ (2000), ‘Küreselleşme: Açık Ufuk ve Endişelendiren Miras’ (2003) ve ‘Arap Trajedisi’ (2004) başlıklı kitapları bulunuyor.

Salih Senusi