”MHP’li Subayların Darbe Girişimi”

Taksim 1 Mayıs 1977
”MHP’Lİ SUBAYLARIN DARBE GİRİŞİMİ”
Türkiye’deki sol yükselişin doruklarından biriydi. Eylem, bütün sol grupların ortak etkinliği şeklinde gerçekleşiyordu.DİSK tarafından düzenlenen  Miting Türkiye tarihinin en büyük kitle gösterisiydi.Katılımın yaklaşık 500 bin olduğu tahmin ediliyordu.
Miting öncesinde DİSK yönetimi ve Moskova çizgisindeki TKP yanlısı sosyalist çevrelerle “Maocu” diye nitelendirilen sosyalist gruplar arasında gerilim vardı.

Başta Tercüman olmak üzere büyük gazeteler bu gerilimi tırmandırıyor, bir çatışma çıkacağını yazıyorlardı.

Ancak, mitingin dağılmasından hemen önce (DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler konuşmasını bitirmek üzereydi) çevre binalardan, şimdiki ismi “The Marmara” olan otelin üst katlarından, meydana bakan sular binasından ve sokak aralarından, önce Tarlabaşı yönünden alana kortejler halinde gelmeye devam eden grupların üzerine yaylım ateş açıldı.
Ardından da alandaki kalabalık ve Gümüşsuyu yönünden gelenler tarandı. Bombalar patladı. Alanda büyük bir kargaşa ve panik başladı. Bazı gruplar, açılan ateşe rastgele karşılık verdi. Silah sesleri yaklaşık 2 saat boyunca sürdü.

Sonuçta tümü çeşitli sendikalara, sol dernek ve gruplara mensup 34 kişi yaşamını yitirdi.
Yüzlerce kişi yaralandı. Hiçbir saldırgan yakalanmadı. Polis, miting alanının çeşitli bölgelerinden yine sol görüşlü olan 79 kişiyi gözaltına aldı.

Olayın büyük bir katliam girişimi ve bir “Kontrgerilla” tertibi olduğu açıktı. Zaten bu katliamdan sonra kamuoyunda yeniden “Kontrgerilla olayı” ve Özel Harp Dairesi tartışılmaya başlandı. Bütün bulgular, “iç savaş aygıtı”nın devreye girdiğini gösteriyordu.

Olayı soruşturan İstanbul Cumhuriyet Savcısı Dr. Çetin Yetkin, Emniyet’e gönderdiği yazıda gözaltına alınanların olayla bir ilgisinin bulunmadığını belirterek, “gerçek suçluların yakalanmasını” istedi. Ecevit de bir mektup yazarak ve ayrıca görüşerek, Kontrgerilla’yı Cumhurbaşkanı Korutürk’e şikayet etti ve olayın açığa çıkarılmasını istedi.

12 Mart döneminin MİT’ten ve iç güvenlikten sorumlu güçlü ismi, Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş da  1987’de Hürriyet gazetesine verdiği demeçte 1 Mayıs 1977 olayını tertipleyenlerin, içinde subayların ve bazı MİT mensuplarının da bulunduğu Kontrgerilla yapılanması olduğunu söyleyecekti.

Evet, seçimlere “çeyrek kala” bütün bu olup bitenler, “anarşi ve terörün yaygınlaşmasıyla” izah edilemeyecek, bütünlüklü bir stratejinin parçası gibi duruyorlardı. Evet ama, ne olmuştu da onlarca insanın ölümüne, yüzlercesinin yol açan provokasyonlar, sabotajlar, katliamlar ve cinayetler gerçekleştirilmişti? Neden “iç savaş aygıtı” böyle pervasız şekilde harekete geçirilmişti?

MHP’Lİ SUBAYLARIN DARBE GİRİŞİMİ

İşte bütün bu soruların yanıtı bizi, MHP yanlısı subayları askeri darbe girişimine götürüyor. Türkiye  1977’de, bugün bile hâlâ tam olarak aydınlanmamış faşist bir askeri darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bu darbe girişimi hiçbir zaman resmi ağızlardan doğrulanmasa bile, bu olay, 1977’de devletin zirvesinde görev yapan herkesin bildiği bir “sır” gibiydi.

Darbe ortamını hazırlamak için 1 Mayıs 1977’de yüzlerce kişinin öleceği “şok” bir katliam planlanmıştı. Çiğli ve Taksim suikastları ile istasyonlara yönelik bombalı sabotajlar, bu hedefe ulaşılamadığı için planlanmıştı.

Talat Turhan bu konuda şunları yazıyor:
“Terörden yararlanılarak Türkiye istikrarsız duruma getirilmek isteniyordu. Bu planın bir parçası olarak, 5 Haziran 1977 seçimleri öncesinde, mahiyeti hâlâ aydınlanamayan olaylara tanık olduk.
Kuşkusuz bu olaylar içinde en iğrenç ve aşağılık olanı Taksim Meydanı’nda kurulan kanlı tuzaktı.
1 Mayıs 1977’de orada 34 vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bizim istihbaratımıza göre, örneğin 300 kişi ölseydi, 1980 darbesi üç yıl önce 1977’de gerçekleşecekti. Ama bu plan sökmedi.
Türkiye seçimlere gitti. Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun emekli edildi.
Nedeni bugüne kadar aydınlanmış değildir. 1980 yılından sonra Sayın Kenan Evren tarafından bu kişinin, en çok para getiren bir kuruluşun yönetim kurulu üyeliğine getirilmesi herhalde boşuna değildi.”

Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan, darbe girişiminde bulunanların, “12 Mart 1971 darbesinin yarıda kaldığını düşünen sağcı subaylar” olduğunu da belirtiyor.

ORG. ERSUN VE 850 SUBAYA İHRAÇ

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun ve 850 subay herhangi bir açıklama yapılmadan, 1 Mayıs 1977 tarihinde ani bir kararla ordudan ihraç edildi.
Hem de Silahlı Kuvvetler’de tayin, terfi ve emeklilik işlemlerinin yapıldığı Ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı beklenmeden.
Bu ölçüde kalabalık bir subay grubunun, kurallar çiğnenerek, YAŞ toplantısından tam üç ay önce emekli edilmeleri bile olağanüstü bir durumun yaşandığını gösteriyordu.
Emekli edilen subayların büyük çoğunluğu MHP yanlısıydı. Ersun’la birlikte tasfiye edilen 850 subay içindeki diğer iki general ise, Korgeneral Musa Öğün ve Recai Ergin. Uzun süre MİT Müsteşarlığı da yapan Musa Öğün, Özel Harp Dairesi için çalıştığı bilinen bir komutandı.

Bu darbe girişiminden önce Hava Kuvvetleri’ne atanması gereken sosyal demokrat eğilimli Orgeneral İrfan Özaydınlı, sağcı-faşist subayların baskısıyla atanmıyor. Yargı sürecinde bir süre hakkını arayan Özaydınlı sonunda ordudan ayrılıp CHP’ye katılıyor ve Ecevit hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapıyor.

MİT’TE MHP’Lİ TASFİYESİ

Tasfiye sadece Silahlı Kuvvetler’de gerçekleştirilmedi. Bazı MİT yöneticilerinin de görevlerine son verildi. Darbe girişimine katılan MHP’li ekip MİT’ten atıldı. Tasfiye edilenler arasında Türkeş’in dünürü olan MİT Hukuk Dairesi Başkanı Şahap Homriş ile oğlu (Türkeş’in damadı) Özel Harp Dairesi Subayı Yüzbaşı Davut Homriş de vardı. MİT’ten tasfiye edilen isimlerden biri de Hiram Abas idi. (Abas daha sonra Teşkilat’a dönüyor). Bu darbe girişimine Halit Narin gibi bazı işadamlarının adları da karıştı.

Genelkurmay Başkanı Semih Sancar, tasfiyeler gerçekleştikten sonra “Türk Silahlı Kuvvetleri, macera peşinde koşanlara asla iltifat etmeyecektir” şeklinde bir açıklama yapıyor. Durup dururken yapılan bu açıklamaya önce kimse bir anlam veremiyor.

Öyle anlaşılıyor ki, solun yükselişinin önlenemeyeceğini gören ve sandıktan bir MHP iktidarının çıkmayacağını anlayan bir grup faşist subay ve Türkeş ekibi, 1977 seçimlerinden önce “darbe şartlarını olgunlaştırmak” için bir dizi “eylem” gerçekleştiriyor. Ancak, bir hesap hatası yapılıyor ve faşistlerin erken iktidar hamlesi başarısızlıkla sonuçlanıyor.

Bu başarısızlığın bazı nedenleri vardı.
MHP yanlısı ve faşist eğilimli subayların yapacağı darbe, ordunun hiyerarşik düzeni içinde gerçekleşmeyecek, bu girişimin dışında kalan subaylar da tasfiye edilecekti.
Kanlı bir süreç yaşanacak, sol; şiddet kullanılarak imha edilmek istenecekti. 7
Bu sürecin ülkeyi Endonezya benzeri bir kargaşaya sürüklemesi ihtimali de vardır.

Öyle anlaşılıyor ki; büyük sermaye, ordu üst yönetimi ve siyaset sınıfının önemli bölümü, nasıl sonuçlanacağı önceden kestirilemeyecek böyle bir macerayı göze alamıyorlar ve bunun için 12 Eylül 1980’i beklemeleri gerekiyor.

Darbe girişimine, 12 Mart döneminin MİT müsteşarlarından ve 12 Eylül’ün Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin’in de destek verdiği biliniyor. Ancak, orduda yapılan operasyon sınırlı tutuluyor ve Ersin tasfiye edilmiyor. Zaten amaç hiçbir zaman sağcı subayların bütünüyle tasfiyesi olmuyor.
Ancak, ordudaki hiyerarşik düzeni parçalayacak ve “emir-komuta zincirini” kıracak bir darbe istenmiyor. Bu duruma “27 Mayıs sendromu” da deniyor. Generallerin, 27 Mayıs’ta albayların, binbaşıların ve hatta yüzbaşıların emir ve komutası altına girdikleri unutulmuyor.
12 Eylül yönetimi, “Ordunun içini karıştırmaya kalktığı için” Türkeş ve MHP’yi biraz da bu nedenle affetmiyor.

Ferruh Sezgin gibi asker kökenli MHP’li bazı yazarlar ise, Ersun darbesinin başarısızlığa uğramasını   şöyle değerlendiriyor: “Ersun, politika bilmiyordu. Genelkurmay Başkanı olduğunda -bugün hâlâ muamma olan- meşhur ‘Lockheed Skandalı’nı kurcalayacağını ve o günlerde tırmanmaya başlayan ‘komünist terör’ün sert tedbirlerle durdurulması gerektiğini ağzından kaçırmıştı.”