Malatya Katliamı…

Malatya’da meydana gelen olayları değerlendirmeden önce, bu kentin siyasi ve inançsal yapısının bilinmesinde yarar vardır. 1990 genel nüfus sayımına göre Malatya’nın nüfusu 702.055’dir. Kent nüfusunun yüzde 30’unu Alevi, yüzde 70’ini Sünni topluluğu oluşturmaktadır. Alevilerin yoğunlukta olduğu ilçeler Arguvan, Arapgir, Doğanşehir, Akçadağ, Hekimhan’dır. Yeşilyurt ve Darende ilçelerinde ve köylerinde yerleşik Alevilerin sayısı azdır. Pütürge’de ise Alevilerin yerleşik olduğu yalnızca dört köy bulunmaktadır.

Malatya merkezinde Alevilerin yoğun olduğu mahalleler, Başharık, Gürsel, Çavuşoğlu, Özalper (Samanharkı), Çilesiz, Fırat, Küçük Mustafapaşa, Samanlı, Ata, Aşağıbağlar’dır. Diğer mahallelerde az sayıda Alevi yerleşiktir.

Malatya’nın siyasi yapısının zaman dilimi içinde önemli değişimler yaşamış olduğunu görürüz. 1946’da çok partili döneme geçilmiştir. Kurulan siyasi partilerden biri DP’dir. DP halka yapılan baskıların ve yoksulluğun karşısında olduğunu belirterek özgürlüklerin savunuculuğunu yapıyordu. Aleviler, Osmanlı’dan beri horlanmışlar, baskı ve katliamlarla karşılaşmışlardır. DP’nin özgürlük söylemlerine inanan Aleviler, 1950, 1954 ve 1957 yıllarında yapılan milletvekili genel seçimlerinde oylarının yaklaşık olarak yüzde 70’ini DP’ye, kalanını da CHP’ye veriyorlardı. Sünni topluluğunun büyük çoğunluğu (yüzde 70) ise, İsmet İnönü’ye tutkularından dolayı oylarını CHP’ye veriyorlardı. 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle DP kapatıldı. 1961 Anayasası hazırlandı. 1961 Anayasası bazı yenilikler, temel hak ve özgürlüklere ilişkin önemli düzenlemeler içeriyordu. Buna bağlı olarak memurlar örgütlenmeye başladılar. Sivil örgütlerin içinde nicel ve nitel olarak en önemlisi, öğretmenlerin kurduğu TÖS’dü. TÖS’e üye öğretmenlerin tümüne yakını solcu ve demokrattı. Köylerde genellikle TÖS üyesi öğretmenler çalışıyordu. Bu arada, demokrasi ve emek yanlısı TİP’in de yandaşları çoğalıyordu.

1950’li onyıl boyunca DP’ye oy veren Aleviler, bu kez sol partilere yöneldiler. 1965 milletvekili genel seçimlerinde Alevilerin çoğunluğu CHP’ye, bir bölümü de TİP’e oy verdi. Önceki seçimlerde CHP’ye oy veren Sünni topluluğu, bu kez DP’nin devamı olan AP’yi ve diğer sağ partileri desteklemeye yöneldi. Böylece Malatya’da siyasal yapılanmanın üzerinde bulunduğu zemin sürekli değişiyordu.

1973 milletvekili genel seçimlerinde MSP, 29.139; AP, 20.224; MHP, 2.686 ve CHP, 64.442 oy almışlardı. Görüleceği üzere, çalkantılı yılların başlarında, siyasal İslâmcıların ağırlıklı olduğu MSP kentte önemli ölçüde taban oluşturmuştu. Bu siyasal gelişmeler sağ-sol ayrışımını da birlikte getirdi. Sağ siyasi iktidarların (1950’den günümüze sağ partiler iktidardadır) desteğiyle kurulan ve korunarak geliştirilen Komünizmle Mücadele Dernekleri, Ülkü Ocakları, Akıncılar Derneği gibi sağ dernekler güçlenirken; karşıt sol örgütler de oluşuyordu.

Bu ideolojik örgütlenmeler, giderek karşılıklı çatışmalara dönüştü. Sağ örgütler, genellikle dini kullanarak karşıtlarına saldırıyorlardı. Sol örgütler ise, “Demokrasi, eşitlik ve özgürlük” söylemiyle taban oluşturmaya çalışıyorlardı. Siyasal ayrışım körüklendikçe Aleviler sol partilere, özellikle CHP’ye blok halinde oy vermeye yöneldiler. 1977 milletvekili genel seçimlerinde CHP, 99.107; AP, 32.224; MSP, 38.516; MHP, 17.371 oy aldılar. (1)

Bu seçimlerde MHP ve MSP’nin oyları büyük artış göstermiştir. Türkiye genelinde sağ siyasal iktidarlar tarafından körüklenerek geliştirilen ideolojik ayrışımın yoğunlaştığı illerden biri Malatya’dır. Malatya’da Alevi-Sünni ayrışımı yaratmak amacıyla “Mum söndü” tiyatro getirerek Aleviler küçük düşürülmeye çalışıldı. Nitekim Alevilerin bu oyuna tepkileri sert olmuştu. Camilerde de Alevilere yönelik horlayıcı, suçlayıcı vaazlar veriliyordu. “Türk-İslam sentezi” doğrultusunda konferanslar, paneller düzenleniyor, ırk ve inanç ayrılığı körükleniyor, bu ayrımlar üzerinden saldırılar tertiplenmeye çalışılıyordu.

Gelişmelerde, ABD’nin gönderdiği “Barış Gönüllüleri”nin de oldukça önemli etkileri olduğunu belirtmek gerekiyor. ABD, Sosyalist Blok’un gelişmesini kendine yönelik bir tehdit olarak algılamış, bunun karşısında da bazı ülkeleri öncü karakol olarak kullanmayı amaçlamıştı. Türkiye, Sovyetler Birliği’yle karadan ve denizden komşuydu. Bu yüzden, Türkiye ABD için önemli bir ileri karakol işlevi üstlenebilirdi, ancak bunun için Türkiye’nin Sovyet nüfuzuna girmesini önleyecek tedbirler almak gerekmekteydi. Türkiye’deki devrimci gelişmeler ve örgütlenmeler, bu amaçla engellenmeye çalışıldı. Devrimci ve demokrat kitle örgütlerinin karşısında duracak ırkçı-şeriatçı örgütlenmelere yönelindi. Bununla da yetinmeyen ABD, özel yetiştirilmiş uzmanlarını Barış Gönüllüleri adıyla Türkiye’ye göndermeye başladı. Barış Gönüllülerinin, Türkiye’deki feodal, etnik ve mezhepsel (Alevi-Sünni, Kürt-Türk) ayrışımın yoğun olduğu bölgelerde (Doğu, İç ve Güneydoğu Anadolu) çalışması isteniyordu. Her türlü gereksinmeleri karşılanan Barış Gönüllüleri, istenilen bölgelerde görevlendirildiler.

Barış Gönüllüleri, Türkiye’de ne iş yapacaklardı? Gelişlerinin nedeni gerçekten barış için olamazdı, çünkü Türkiye’de o dönem iç savaş yoktu. Eğer barış istiyorlarsa öncelikle kendi ülkelerine baksınlardı. ABD’deki Kızılderililere yönelik baskı ve soykırımına engel olsunlar, kendi ülkelerinde iç barışı sağlasınlar, Vietnam’a ve Kore’ye asker gönderilmesini engellesinlerdi. Elbette, kendi ülkelerindeki olumsuzlukları görmezlikten gelerek Türkiye’de barışı sözümona sağlamaya gelmelerinin altında gizli bir amaç bulunmaktaydı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da feodal yapının halen önemli ölçüde devam ettiğini iyi bilen ABD, bu bölgelerdeki aşiretler, inançsal topluluklar arasındaki çelişkileri saptamaya çalışıyordu. Barış Gönüllülerinin bir bölümü Malatya’da çalışmaya başladı. Öncelikle Alevilerle Sünnilerin iç içe yaşadığı ve yoğunlukta olduğu ilçelerde çalışmayı yeğlemişlerdi. Barış Gönüllülerinin çalışmalarından kuşku duyan Akçadağ’ın köylerinden bir grup (Süleyman Kırteke, Reşoali Erdoğdu, Köse Polat, Teslim Töre ve arkadaşları) ortak bildiriyle tepkilerini duyurmaya çalıştılar, ama tutuklanarak cezaevine konuldular. Malatya Ağır Ceza Mahkemesinde, 1969/158 nolu dosyayla yargılanan bu kişiler, daha sonra beraat ettiler. Malatya’daki gerici ve ırkçı saldırılar, Barış Gönüllülerinin Malatya’da çalıştıkları dönemde başlamıştı. Böylece ideolojik ve inançsal ayrışım saldırıya dönüştü. Aşağıda, bu saldırılardan birkaç örnek, çeşitli boyutlarıyla ele alınacak.

Kemal Abbas Altunkaş olayı (1968)
27 Mayıs 1960’da Tunceli’de Milli Eğitim Müdürüdür. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası Nevşehir’e öğretmen olarak atanır. Bir süre sonra Malatya Turan Emeksiz Lisesine edebiyat öğretmeni olarak gelir. Kemal Abbas, güzel şiir okur, hoş sohbetlidir. Nurculara karşı tepkiseldir ve tepkisini her ortamda çekincesiz göstermektedir. Malatya’da kısa sürede çevre edinir. En yakın arkadaşlarından biri, CHP İl yönetiminde bulunan Turan Akyol’dur.(Daha sonra MSP’den Malatya milletvekili seçildi.) Kemal Abbas, Turan Akyol’un babasına ait Fırat Palas Oteli’nin boş bir odasında özel ders vermeye başlar.

1967-68’de Malatya’da sağ-sol ayrışımı keskinleşmeye, saldırılar yaşanmaya başlar. Kemal Abbas, hem TÖS’ün üyesi, hem Tuncelili ve Alevi kökenlidir. Sağ örgütler, Malatya’da Alevi-Sünni ayrışımını körüklemek için her yöntemi denemektedirler. Kemal Abbas’ı hedefleyen bir plan hazırlanır. Kemal Abbas’ın özel ders verdiği öğrenciler arasında sağ görüşlü, Yakınca kasabasında yoksul ve problemli bir ailenin çocuğu olan Kenan Çırak da bulunmaktadır. Irkçı örgütler çıkar karşılığında Kenan Çırak’ı piyon olarak seçerler. Kamuoyunu etkileyecek olayın senaryosu hazırlanır. 18.01.1968 günü akşamıdır. Kemal Abbas, özel ders verdiği öğrencileri için otele gelir, ders notlarını alarak odasına çıkar. Kenan Çırak da gelmiştir. “Hocam kahve mi, çay mı içersiniz?” diye sorar. Kemal Abbas, “Sade bir kahve ve su getir” yanıtını verir. Tepsi üzerinde kahve ve su gelir. Kemal Abbas, bir yandan kahvesini yudumlamakta, bir yandan da o günün ders konusunu anlatmaktadır. Kahve bitmiştir, Kemal Abbas derin bir dalgınlığın içinde uyur gibidir. Bir süre sonra Kenan Çırak, Kemal Abbas’ın kesik erkeklik organını elinde sallayarak dışarıya fırlamış ve “Bana tecavüz etmek isterken uzvunu kestim…” diye sokakta bağırmaya başlamıştır. Bunun üzerine otel katibi Kemal Abbas’ın bulunduğu odaya girer. Kemal Abbas, somyanın üstünde dalgın dalgın oturmaktadır; yere akan kan pıhtılaşmıştır. Gel gör ki Kemal Abbas, acı duyduğuna ilişkin herhangi bir belirti vermediği gibi, yerinden dahi kıpırdamamıştır.

Fırat Palas Oteli’nde meydana gelen olaydan 15-20 dakika sonra yüzlerce sağ görüşlü kişi hükümet binasının önünde gösteri yapmaya başlamıştır. Aynı anda, olayın ayrıntılarıyla yer aldığı sağ görüşlü Beydağı Gazetesi de mahallelerde, kahvelerde dağıtılmaktadır. Oysa, Beydağı Gazetesinin matbaasının makinesi eski tip, el dizgilidir. Böyle bir haberin elle dizgisinin yapılması için en azından 5-6 saat zamana gereksinme vardı. Demek ki, hazırlanan senaryonun doğrultusunda haber çok önceden dizilerek hazırlanmıştır.

Sağ örgütler, olayı protesto etmek amacıyla bir miting düzenleme kararı alır. Bu yönde hazırlıklar sürerken; Alevilere ait ev ve işyerlerinin işaretlendiği görülür. Saldırı duyumunu alan Aleviler, güvenlikleri için belirli noktalarda nöbet tutmaya başlar. Malatya’nın cadde ve sokakları insanlarla dolmuştur. En ufak bir kışkırtma ve tartışmanın yüzlerce insanın ölümüne neden olabileceğı bir gerginlik hüküm sürmektedir. Mitingin iptali için, Malatya Valiliğine, Savcıya, Başbakana, Cumhurbaşkanına ve İçişleri Bakanına telgraflar çekilmeye, telefonlar edilmeye başlanır. Şehir merkezinde alınmış olan olağanüstü güvenlik önlemleri de artırılmıştır. Valilik, mitingin güzergahını değiştirerek şehir dışına taşır. Bu gerginlik birkaç gün devam eder.

Malatya’da bu olumsuz gelişmeler olurken; Milli Eğitim Bakanı, Kemal Abbas’ı açığa alır. Kemal Abbas’ın avukatları, açığa alınmanın yanlı bir soruşturmanın sonucu olduğunu ileri sürerek Danıştay’a dava açarlar. Danıştay 5. Dairesi, gerekli belgeleri değerlendirerek E:1969/2553, K:1970/1957 ve 05. 05. 1970’de, olayın tertip olduğunu belirtir ve açığa alınma kararını iptal eder.

Kemal Abbas’ın davası, güvenlik gerekçesiyle Samsun’a nakledilir. Samsun sorgu yargıcı, E:1969/22, K:1969/216 sayılı ve 18. 11.1969 günlü kararıyla olayın komplo olduğuna karar verir. Daha sonra Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Kenan Çırak ağır hapis cezasına çarptırılır.

Hekimhan Olayı (1968)
Hekimhan’ın AP’li Belediye Başkanı Ali Akyüz ile AP İlçe Başkanı ve İl Genel Meclisi Üyesi Turan Garipağaoğlu’nun öncülük ettiği sağcı militanlar, 15 Aralık 1968’de Hekimhan Lisesi’nde görevli sol görüşlü öğretmenlere ve öğrencilere “vurun Alevilere, komünistlere” sloganı eşliğinde, cop ve şişelerle saldırırlar. Çok sayıda öğrenci yaralanır. Lisede görevli 13 öğretmen, jandarmanın gözetiminde okuldan alınarak Malatya’ya götürülür. Daha sonra bu öğretmenlerden solcu ve Alevi olanlar kar-kış demeden değişik yerlere sürgün edilirler. Birçok öğrenci de okuldan uzaklaştırılır. (2)

2 Şubat Mitingi (1975)
Devlet destekli ırkçı-şeriatçı örgütlerin mensuplarının, gözlerini kırpmadan karşıtlarını öldürdüğü yıllardı 1970’ler. Bireysel saldırılar ve öldürmeler giderek toplu saldırılara dönüşüyordu. Yoğunlaşan faşist saldırıları kınamak, devlet yetkililerini uyarmak amacıyla Malatya’daki demokratik kitle örgütleri bir araya gelir ve “Faşizmi protesto” adıyla bir miting düzenleme kararı alırlar. Gerekli yasal işlemler tamamlanır ve izin alınır.

2 Şubat 1975 günü İnönü Caddesi’nin üzerinde bulunan Kız Meslek Lisesi’nin önünde on bin kişi toplandı. Yürüyüş sırasında yolda katılanlarla yürüyüşçülerin sayısı 30 bine ulaşmıştı. Yürüyüş halindeki kitle, güzergah üzerindeki binalarda oturanlar tarafından alkışlanıyordu. Disiplinli, sessiz ve çok katılımlı yürüyüş korteji Atatürk Anıtı’nın önüne geldi. Saygı duruşundan sonra dağılınacağı sırada, ortaya Ülkü Ocaklı bir grup çıktı. Tahrik edici slogan ve küfürlerle hakaret etmeye başladılar. Bu sırada emniyet güçleri dağılmakta olan topluluğa copla saldırarak miting alanını savaş alanına dönüştürdüler. 22’si ağır olmak üzere aralarında kadın ve çocukların da olduğu yüzlerce kişi yaralandı. Saldırı sonrası ülkücüler polisleri omuzlarına almış alkışlıyorlardı.

15-16 Şubat olayları (1975)
TÖB-DER, öğretmenlere yapılan baskıları, sürgünleri ve öğretmenlerin özlük sorunlarını görüşmek amacıyla 15 Şubat 1975’de 57 ilde kapalı salon toplantısı yapılmasını kararlaştırır. Kapalı salon toplantılarının yasal kurallara uygun izinli yapılması da TÖB-DER’ce karara bağlanır. Alınan kararlar, şubelere bildirilir. TÖB-DER Malatya Şubesi, bu karar doğrultusunda valiliğe başvurarak gerekli izni alır. Hazırlıklara başlanır.

Devletin siyasi güçleriyle iyi ilişkiler içinde olan ve her yerde taşeron olarak kullanılan ırkçı-şeriatçı örgütler, TÖB-DER’in toplantılarını engellemek, olay çıkarmak, Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrışımı yaratmak amacıyla planlar hazırlamaya koyulur. Faşistlerin saldırı hazırlıklarıyla ilgili bilgiler ve haberler yaygılaşınca; TÖB-DER Malatya Şubesi yöneticileri, Malatya Barosu Başkanı Turan Fırat, CHP İl Başkanı ve bazı duyarlı kişiler, Vali Sadullah Verel’i ziyaret ederek duyumlarını, kaygılarını iletirler. Vali, “Ben on ayrı kaynaktan bilgi topluyorum. Böyle bir saldırının olacağına dair en ufak bilgi edinmedim. Böyle bir saldırının olması düşünülemez. Devlet güçlüdür, her şeyin üstesinden gelecektir” yanıtını vermiştir. Malatya Valisine ne gibi bilgilerin verildiği bilinmiyordu; ama TÖB-DER toplantısının yapılacağı 15 Şubat günü, faşistlerin kentin belirli semtlerinde toplanmaya başladığı görüldü. Toplananlar bir süre sonra saldırıya geçtiler. Saldırganların bir kolu, Elazığ Caddesi üzerinde bulunan vali konağını sarar. Taşlarla konağın camlarını yerle bir ederler. Valiye ve eşine yakışıksız sözler edilir. Vali Sadullah Verel ve eşi, konağın balkonuna çıkarak ellerinin başparmağını havaya kaldırır ve “Biz de Müslümanız!” diye bağırırlar. Saldırganlar bu “itiraf”la yetinmez ve Vali ile eşinin kelime-i şahadet getirmesini isterler. Bunun üzerine Vali ve eşi “kelime-i şahadet” getirirler, hem de birkaç kez tekrarlayarak…

Saldırganların eylemlerinde kararlı olduğu görülür. Oradan şehir merkezine doğru yürüyüşe geçerler. Karşılarına çıkan ve solcu bildiklerine ait olan işyerlerini yağmalarlar ve yakıp yıkarlar.

Saldırganların bir kolu, Belediye binasının önüne toplanmıştır. Bu grup, yürüyüşe geçtikleri Fuzuli Caddesi üzerinde bulunan CHP İl binasına, bazı basın organlarının bürolarına ve TÖB-DER binasına saldırırlar. Aynı cadde üstünde karakolu bulunan Toplum Polisi, barikat kurarak saldırının yaygınlaşmasını engellemeye çalışıyordu.

Saldırganların başka bir kolu da, Samanpazarı denilen meydanda toplanarak Cezmi Kartay Caddesi üzerinde bulunan Alevilere ait işyerlerini yağmalamaya, yakmaya yöneldi. Başka bir kol da PTT binasının bulunduğu yöne doğru yürüyüşe geçti. Saldırı ancak akşama doğru askerlerin müdahalesiyle denetim altına alınabildi. Saldırının birinci günü böyle noktalandı.

Saldırı, ikinci gün olan 16 Şubat’ta, daha acımasız ve daha yıkıcıydı. Birinci gün yağmalanan ve yakılan işyerlerinin sahipleri, zararlarını tespit etmeye, kırılan ve yıkılan yerlerini onarmaya çalışıyorlardı. Saldırganlar da yeni bir saldırının hazırlığı için Belediye ve Samanpazarı Meydanında toplanmaya başladılar. Ortalıkta polis görünmüyordu. Toplanan saldırganlar, yine kollara ayrılarak yürüyüşe geçtiler. Önceden belirlenen solcu ve Alevilere ait işyerlerini yakmaya giriştiler. Bir gün önce saldırma imkanı bulamadıkları CHP ve TÖB-DER binasının kapılarını, camlarını ve tüm eşyalarını yerle bir ettiler. Saldırı giderek mala zarar vermekten cana zarar vermeye dönüşüyor, çatışmalar ve yaralamalar görülmeye başlıyordu. İşte ancak o zaman askeri birliklerden yardım istendi. Akşama doğru saldırı güçlükle denetim altına alınabildi. İki günün bilançosu, bir ölü ve 29 ağır olmak üzere 220 yaralıydı. Yaralananların çoğunluğu Alevi ve sol görüşlü işyeri sahipleriydi.

Anlamadığım nokta, bunu Müslümanlık adına yapıyorlarmış. Müslümanlıkta böyle talan, hırsızlık var mı ki? Kıbrıs’taki EOKA’cılar dahi bunlardan merhametliydiler. Bunların gözleri dönmüştü, talancıydılar. Bir yanda Müslüman Türkiye diye bağırırlarken, diğer yanda hırsızlık, talan, adam öldürmeye girişiyorlardı.

TÖB-DER’in Raporu
15-16 Şubat 1975 olaylarını yaşayarak tanık olan TÖB-DER Şube Yönetimi, ayrıntılı bir rapor hazırladı. Rapor, Malatya Valisi’ne, İçişleri Bakanlığı’na ve Milli Eğitim Bakanlğı’na gönderildi. Raporun bazı bölümleri şöyle:

Saldırının birinci günü: “TÖB-DER Malatya Şubesinin düzenlediği kapalı salon toplantısının saatleri yaklaşırken, toplantıya katılacak öğretmenler gelmeye başladı. Diğer yanda irtica ve saldırı olayına katılacaklar da sabahın erken saatlerinde Malatya’ya akın ediyorlardı. İlk grup (40-60 kadar kişi) Akpınar Semtinin Samanpazarı Alanında ellerindeki sopalarla, demir çubuklarla ilahiler okuyarak toplanıyorlardı. Önlerinde Şerif Dursun bulunuyordu. Giderek kalabalık büyüdü. Hamit Fendoğlu (Hamido) ve Dr. Muhittin Turgut da katılarak omuzlara alındılar. Saat 10.00 sıralarıydı. Ellerinde bulunan başı çivili coplar, demir çubuklar, tahralar gibi saldırı gereçlerini havaya kaldırarak ilahiler söyleyip Kelime-i Şahadet getiriyorlar, Allahuekber, Müslüman Türkiye, Şeriat İsteriz, Komünistlere Ölüm, Cihad gibi sloganlarla tansiyonu yükseltiyorlardı. Saldırı olaylarının açıklamasına geçmeden bu tahrikçi başlarının durumuna değinmekte yarar görüyoruz.

* Hamit Fendoğlu (Hamido): Demokrat Partili olup, 27 Mayıs darbesiyle Yassıada’ya götürülmüş, cezaya çarptırılmıştır. Daha sonra 1965-1969 yılları arasında AP Malatya Milletvekili seçilmiş, Meclis’te Tabii Senatör Sıtkı Ulay’ın kulağını ısırarak yaralamış, 1973 seçimlerinde DP Milletvekili adayı olmuşsa da seçilememiştir.

* Hacı Şerif Dursun: Büyük Doğucu’lardandır. 1951 yılında Malatya’da Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a yapılan suikasta, 1971’de Kırıkhan’da 3 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı olaya karışmıştır, MHP’lidir.

* Dr. Muhittin Turgut: Malatya’daki Doğu Özel Hastanesinin sahibi olup, Hastanenin her tarafı Bozkurt resimleriyle donatılmıştır. MHP’lidir.

Hamido ve Şerif Dursun, Malatya’nın merkezine bağlı 15-20 köyün birleşmesinden oluşan İzollu Aşiretinin ileri gelenlerindendir. Bu aşirete egemendirler. Saldırıya katılanların büyük çoğunluğu bu aşirettendir. Diğerleri Elazığ’ın Palu ve Baskil ilçesinden getirilmiştir. Malatya’nın diğer ilçelerinden de katılanlar vardır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan akla şöyle bir soru gelebilir. “Peki polis hiç bunları önceden sezinlemedi mi, toplanırken görmedi mi?”

Saldırganların toplandığı yerin 100 metre uzağında Merkez Polis Karakolu, 50 metre doğusunda Toplum Polisinin binası, 30 metre güneyinde Hükümet binası (Hükümet binasında Vali, Jandarma İl Komutanı, Savcı ve Emniyet Müdürü) bulunmaktadır. Toplandıkları yer, şehrin ana caddesinin üzeri olup, merkezi yerdir.

Toplantı saati yaklaşmaktadır. ‘Allahuekber’ sesleri Malatya’yı çınlatıyordu. Gittikçe çoğalan saldırganlar, kollara ayrılarak yağmalamaya, tahrip etmeye ve yakmaya başladılar. Malatya Emniyeti, TÖB-DER’in bulunduğu Fuzûli Caddesinin giriş-çıkış yollarında barikat kurarak saldırganların gelişlerini önlemeye çalıştılar. Bir polis ekibi de TÖB-DER Lokali önünde görev almıştı. Bir ara Emniyet 2. Şube şefi, TÖB-DER’e geldi. ‘Toplantınızı ya öne alın, yahut iptal ediniz. Güvenliği sağlamamız zorlaşıyor. Cezmi Kartay Caddesi curcunaya döndü’ diyordu. Diyordu ama, paneli öne almanın veya iptal etmenin önemi kalmamıştı. Çünkü her taraf sarılmıştı. Samanpazarı, Belediye önündeki alanda toplanan saldırganlar, tahralarını, nacaklarını, çivi başlı sopalarını, demir çubuklarını havaya kaldırarak ‘Şeriat isteriz, Müslüman Türkiye, Komünistlere ölüm, cihad’ gibi sloganlarla bağırıyorlardı. Saldırı ve tahribat başlatılmıştı.

Saldırganların bir kolu, Cezmi Kartay Caddesine doğru harekete geçmiş, 50. Yıl Kahvesine saldırarak tüm camlarını kırmışlardı. Bu cadde üzerinde ve Alevilere ait birçok işyeri tahrip edilerek yakılmıştı. Saldırganların diğer bir kolu, Kışla Caddesinde aynı sloganlarla saldırılarını sürdürüyorlardı. Vali konağının camlarını da kırmışlardı. Vali ve eşi dışarı çıkarak ‘Biz de Müslümanız’ diye şahadet parmaklarını havaya kaldırarak kelime-i şahadet getirmişlerdir.

Saldırganların başka bir kolu, İstasyon Caddesinden Sıtmapınar Semtine doğru saldırılarını sürdürüyorlardı. İş Bankası önünde Cafer Erkul’a ait gazete kulübesine saldırarak tahrip etmişler. Cafer Erkul’u da ağır biçimde yaralamışlardır. Sıtmapınarında Dursun Erkul’a ait gazete bayii tahrip edilmiş ve yakılmış, sahibi feci şekilde dövülmüştür.

Keza hükümet binasının bitişiği ve toplum polisi binasının önündeki sinema reklamlarının yerleri tamamen tahrip edilmiş. Aynı yerde Haydar Karagöz’e ait gazete kulübesi de tahrip edilerek dağıtılmıştır. Böylece saldırının birinci günü 9 kişi yaralanmış, 7 işyeri tahrip edilerek yakılmıştır.

Saldırının ikinci günü: “16.02.1975 günü ‘Nasıl olsa Emniyet kuvvetleri durumu kontrolleri altına aldı ve artık bir şeyler olmaz’ düşüncesiyle herkes şehir merkezine geliyor, işyerlerini kontrol ediyordu. Halkı köylerden toplayıp getiren tahrikçiler ise, amaçlarını yeterince gerçekleştirmemişlerdi. Çünkü TÖB-DER ve Alevilerin birçok işyeri hala sapasağlam duruyordu. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için uzak yerlerden, köylerden getirdikleri saldırganları bırakmadan evlerinde, çeşitli yerlerde konuk ederek saklamışlardır.

16.02.1975 Pazar günü erken saatlerde (saat 10.00) belediyenin önündeki alanda, bir gün önce kullandıkları saldırı araç ve gereçleriyle toplanıyorlardı. Belediye ile hükümet binasının arası 20-30 metre ya var, ya yoktur.

Öğretmenler kendi lokallerinde gelişmelerden habersiz oturuyorlardı. Saat 12.00 sıralarında iki sivil polis geldi, Şube Başkanı Tuncay Ünlü ile TÖB-DER Bölge Temsilcisi H. Nedim Şahhüseyinoğlu’nun Emniyet Müdürlüğü’nce çağrıldığını söylediler. Her iki yönetici birlikte Emniyet Müdürlüğüne gitti. Hükümet binasının önüne gittiklerinde, tahrikçi ve saldırgan bir grubun toplanıp beklediğini görmüşlerdir. Polis ise, hükümet önünde bekliyordu. Emniyet Müdürü, ‘Hocam, sizden rica ediyorum, sizler dünkü olaylara karşı bir yürüyüş düşünüyormuşsunuz. Bu nedenle karşı grup yeniden toplanmış. Bir olay çıkarılmaması için lokalinizi boşaltarak dağılınız. Yoksa çıkacak herhangi bir olayda koruma gücümüz olmayacaktır’ dedi.

Emniyete giden yöneticilerimiz ise, ‘Bizim yürüyüşümüz yoktur, böyle bir şeyi düşünen tek üyemiz dahi yoktur. Uydurmadır. Ancak emniyet bizi korumakta güçsüzse, müsaade buyurun biz kendi güvenliğimizi kendimiz alalım’ yanıtını vermiştir.

-Ama onlar iki gündür yasadışı toplanıyorlar. Suç işliyorlar. Dağılması gerekenler onlardır. Biz lokalimizde oturuyoruz.

Karşılıklı tartışmalardan sonra anlaşıldığı kadarıyla bir oyun düzenlenmiş. Bu oyunda hem saldırıya uğramamızı, hem de suçlu duruma düşmemizi istiyorlardı. Yönetim Kurulumuz ve avukatlarımız birlikte olayı değerlendirdi. En uygun çözümün TÖB-DER’i boşaltmak olduğu kanaatine vardık ve lokalimiz boşalttık…

Eğer emniyet kuvvetleri (polis) içtenlikle ve yansız davransaydı, saldırganlar ilk anda ve hiçbir güçlükle karşılaşmadan dağıtılabilirlerdi. Müdahale edilmemesi, saldırganları daha da cesaretlendirmiştir.

Saldırının ikinci günü, aynı topluluk ilahilerle ve bir gün önceki sloganlarla saptadıkları semtlere doğru harekete geçti.

Önce sinema reklamları (bir gün önce tahrip edilmişti, yeniden .yapmışlardı) yeniden tahrip edilerek parçalandı. Oradan CHP binasına, gazetelerin bulunduğu bürolara saldırdılar. Büroları tamamen tahrip ederek yaktılar. Sonra TÖB-DER’in lokaline saldırdılar. Lokalin tüm kapıları, pencereleri, içindeki eşyaları tahrip edildi, yakıldı. Altta bulunan 3-4 dükkan da camları tahrip edilerek yağmalandı.

Başka bir kol da İstasyon Caddesinden hareketle, bu cadde üzerindeki Malatya Basın Galerisi ve gazete başbayii gibi birçok işyerini tahrip etmiştir. Diğer bir kol da Kışla Caddesi üzerinde bulunan ve içki satan birçok dükkanın camlarını kırmıştır.

Sokaklarda rastladıkları solcu ve saçı uzun, bıyıkları kaba olanlara da feci şekilde işkence etmişlerdir. Bu sırada saçı uzun olan bir genci döverek öldürdüler. Avukat Süleyman Efe de aynı biçimde dövülerek ağır yaralanmıştır. Süleyman Efe’yi dövenler polistir.

Böylece iki gün süren saldırının bilançosu, 60 işyerinin tahrip edilmesi, yüzlerce insanın yaralanması, bir ölü ve yakılan Malatyadır.

Polis, olanları engelleyeceği yerde, işyerlerini korumak zorunda kalmış olanları, lokantada yemek yiyenleri, kahvede oturanları toplayarak gözaltına aldı… (6)

Basında 15 – 16 Şubat olayları …
Cumhuriyet (16. 2. 1975): “Malatya’da TÖB-DER’in toplantısını protesto için 2000 kişi yürüyüşe geçmiş, bu arada Vali Lojmanını taşa tutmuşlardır. Saldırganlar daha sonra sol eğilimli kişilere ait bazı işyerlerini ve gazete bayilerini tahrip etmişlerdir.”

Cumhuriyet (16. 2. 1975): “Malatya’da bir çatışma oldu, bir kişi öldü. TÖB-DER’in önceki gün yapılan toplantısından sonra başlayan olaylar dün büyümüş, ‘Müslüman Türkiye’ diye bağırarak tekbir getiren sağcı bir grup, solcu diye tanınan kişilerin işyerleri ile CHP ve TÖB-DER merkezlerini taşlamışlardır. Malatya sokaklarında ‘Komünist avına’ çıktıklarını ilân eden bazı sağcıların kanlı saldırıları polisin yetersiz kalması karşısında askeri birliklerce süngü takarak önlenebilmiştir…

“Samanpazarı mevkiinde önceki gün toplanarak, ellerinde Türk Bayrağı olduğu halde halkı kışkırtan grubun başlarında AP Eski Malatya Milletvekili Hamit Fendoğlu ile Şerif Dursun’un bulunduğu ve tüm olayların bunların direktifiyle başlayıp, genişleyerek kanlı bir biçime dönüştüğü…

“Sağcılar, şehirde giriştikleri güya ‘Komünist avı’nda uzun saçlı gençleri toplayarak dövmüşlerdir. TÖB-DER üyesi öğretmenler sokak aralarında feci şekilde dövülmüşlerdir.”

Oktay Akbal’ın yazısı, Cumhuriyet (19. 2. 1975): “Pazar günü yurdun birçok ilinde yapılan TÖB-DER kapalı salon toplantıları gözünü kan bürümüş daha doğrusu bürütülmüş insanlar tarafından baskına uğradı. İzin alınmıştı, kapalı salon toplantısı yapmak için. Faşist örgütler günlerce önceden hazırlıklarını yapmışlar, bu toplantıları kurmak için… Açık bir gerçek bu. Bir İstanbul gazetesinde çıkan yazılarla daha da belirginleşen bu işlerin ardında kimin, kimilerin bulunduğunu gözler önüne seren bir gerçek… CHP Genel Merkezinden yapılan bir açıklamaya göre, bu gazete birkaç gün önce şöyle yazılar yayınlamıştır: ‘Kavgayı halkı yanıltıcı mekanlarda ve şartlarda yapmak yerine, halkın içinde, cesur, daha iyi göreceği yerde yürütmeliyiz. Bir Taksim hadisesi halkın kuralların niyeti ve eylemi hakkında tam ve kesin fikir sahibi olmasına neden olmuştur. Tarihi bir pazar gününün hatırası üç solcu eşkıyanın Taksim civarından bile korkarak geçmesini sağladı.’ “’

Ergün Göze, Tercüman (21.02.1975): “Böylece TÖB-DER, Türk Öğretmenine, Türk Milletine, Türk Gençliğine tamamen ters düşmüştür. TÖB-DER, bugüne kadar Türk Öğretmenine yapılan en büyük kötülüğü yapmış. Onu Stalin’le bir hizada görmüştür. Sayın Ecevit de “Her ne kadar TÖB-DER’i tasvip etmemekle beraber faşizan baskılardan söz ettiğini” söylemekle partisini Stalin’le aynı noktaya getirmiş bulunmaktadır.”

Alpaslan Türkeş’in basın açıklaması, Tercüman (23. 2. 1975): “Türk Milliyetçiliği herkesten önce ve herkesten çok sömürüye karşıdır. Emperyalizmin kökünü kazıyacağız. Adana’da işçi Hüseyin’in öldürülmesinden de bizi mesul tutan Ecevit’e hatırlatırım. Eğer biz öldürmeye niyetli olsak, işçi Hüseyin’e sıra ne zaman gelir düşünmesi gerekir… Halkın en meşru tepki hakkını kullanmasını devlete isyan diye jurnallamaktan utanmayan adamın kişiliğine bakın… Ve olayların devlete karşı değil, sadece TÖB-DER’e karşı olduğunu görmemezlikten gelmektir.”

Hürriyet (18. 02. 1975): “Malatya’da Pazar günü çıkan olaylar sırasında sağcı oldukları öne sürülen eli sopalı topluluk 300 işyerini tahrip etmişlerdir. İki kişinin öldürülmesi ve 100 kişinin yaralanmasından sonra, askeri birliklerin müdahalesiyle güçlükle bastırabilen olaydan sonra 224 kişi gözaltına alınmıştır.”

Milliyet (16. 02. 1975): “Malatya’da, saat 11.00’de ellerinde özel olarak yapılmış sopalar olduğu halde yürüyüşe geçen bir grup, vilayet önünde ‘Yaşasın Müslüman Türkiye, Kahrolsun Komünizm’ diye bağırmışlar. Yürüyüşçüler sol yayınlar sattığı ileri sürülen Cafer Erkul’un satış barakasını tahrip etmişlerdir. Sinema afişlerinin asılı bulunduğu camekânları parçalamışlardır. Bir içkili lokanta, üç kahve ve iki kitabevi taş yağmuruna tutularak camları kırılmış… olaylarda 18 kişi yaralanmış, ikindi ezanının okunmasıyla yürüyüşçülerin büyük bir bölümü camilere girmişlerdir.”

Deniz Baykal’ın Meclis’te yaptığı konuşma, Milliyet (18. 2. 1975): “Cepheleşme hareketiyle birlikte, Ülkü Ocakları Derneği saldırgan bir politika içinde girdi. Sağ terörizm dönemi başladı. Hükümet süratle açıklamalıdır. Adana’daki işçiyi öldürenler, afiş asan genci üç yerinden vuranlar, Şahin Aydın’ı, Kerim Yaman’ı öldürenler, TÖB-DER toplantılarını basarak isyan yaratanlar kimlerdir? Bunların siyasal nitelikleri nedir? Bütün bu olaylarda yer alanların aynı siyasal kampta yetiştirilmiş olmaları basit bir rastlantı mıdır? Bu olayların sorumluları kimlerdir? Tetiği çeken parmaklar mı, yoksa o parmaklara hükmedenler mi? Hükümetin suçlu ile haklı karşısında tarafsız kalmaya çalışmasını anlamak mümkün değildir.”

Olayın hukuki boyutu ve sonucu…
Olaylar denetim altına alındıktan sonra 400 kişi gözaltında alındı. Gözaltına alınanların yüzde 90’ını, işyerleri saldırıya uğrayanlar ile TÖB-DER Şube Yöneticileri, Malatya Yüksek Öğretim Derneği’nin ve Devrimci Gençlik Birliği’nin yöneticileri oluşturuyordu. Binlerce saldırgandan yalnızca 40 kadar kişi gözaltına alınmıştı.

Resmi yetkililerin anlatımlarına göre, saldırı TÖB-DER’e yönelikmiş. 57 il merkezinde kapalı salon toplantısı düzenlemiş olan TÖB-DER’in toplantısı yasal izinlidir. Saldırı ise Alevilerin yoğun olduğu (Malatya, Erzincan, Adıyaman, Amasya, Tokat, Turhal, Elazığ vb.) bölgelere yönelikti. Alevilere ait işyerleri tahrip edilmişti. Eğer saldırı TÖB-DER’e yönelikse, Alevilere ve solculara ait işyerlerini niye yağmalayarak tahrip etmişlerdir? Alevilerin ve solcuların işyerlerini önceden kim belirleyerek işaretlemiştir? TÖB-DER’in konuşmalarının sonucu halkın tahrik olduğu söylendi. Oysa TÖB-DER’in toplantıları kapalı salonlarda yapılıyordu. Görüntü ve ses dışarıya verilmiyordu. Kaldı ki, daha toplantılar başlamadan saatler öncesinden saldırı başlatılmıştı. Bu ve benzeri sorular yanıtlandığında saldırının perde arkası ortaya çıkacaktır. Kim ne zaman yanıtlayacaktır?

Olay sonrası İçişleri Bakanı Mukadder Öztekin, Jandarma Genel Komutanı Org. Orhan Yiğit ve Emniyet Genel Müdürü Celal Öztüfekçi beraberlerindeki heyetle Malatya’ya geldiler. Bu yetkililer, Malatya Emniyetinin önceden belirlediği kişilerle görüştürüldüler. Saldırıya uğrayan, işyerleri tahrip edilenler dinlenilmedi, görüşülmedi…

Adana DGM’nin üç savcısı, olayları soruşturmak üzere Malatya’ya geldi. Gözaltında bulunanların ifadeleri alındı. Saldırıya uğrayanlarla saldırganlar ayrımı yapılmadan; sanki birlikte saldırı düzenlenmiş gibi, savcılar ortak dava açılmasına karar vermişlerdir. Olayların başladığından beri saldırganlar korunuyordu. Kimi polislerin olay sırasında yakaladıkları, gözaltına alınmadan bırakılmışlardı. Ortada ölen ve yaralanan insanlar ile tahrip edilmiş işyerleri bulunmaktadır. Bunlar için de bir suçlu bulunmalıydı. Ama emniyetin yanlı tutumu nedeniyle gerçek suçlular ortalıkta yoklardı. DGM’nin savcıları da bu doğrultuda yürüttükleri soruşturmanın sonunda dengeyi sağlamak amacıyla hareket ettiler ve saldırganlardan kaç kişi tutuklanmışsa; saldırıya uğrayanlardan da o kadar kişi tutuklandı.

Adana DGM savcılarının hazırladığı iddianamede, saldırıya uğrayan ve işyerleri tahrip edilen TÖB-DER, Malatya Yüksek Öğrenim Derneği, Devrimci Gençlik Birliği yöneticileri hakkında şu görüş ve değerlendirmelere yer verildiği görülmektedir:

“TÖB-DER Malatya Yönetim Kurulu üyeleri, MAYÖD Malatya Şubesi Yönetim Kurulu üyeleri DGB Malatya Şubesi müteşebbis heyeti üyeleri olan sanıklar ile 02. 02. 1975 tarihinde Malatya Merkezinde tertip edilen sessiz yürüyüş tertip komitesinin üyeleri ve 15. 02. 1975 tarihinde TÖB-DER tarafından tertip edilen kapalı salon toplantısında konuşmalar yapan sanıkların cümlesinin kül halinde aynı maksat ve gaye uğrunda zaman zaman birleşerek ve birbirlerinin fiillerini aynı amaç uğrunda bulundukları bu suretle TÖB-DER, MAYÖD, DGB derneklerinin yasal birer kuruluş olmalarına rağmen tüzüklerinde yazılı uğraşı amaçları haricinde gizli kasıt ve gayelerini gerçekleştirmek için legal görünüm altında illegal cemiyet olarak çalışmalar yaptıkları, 02. 02. 1975 tarihli sessiz yürüyüş tertip heyetinin ve 15. 02. 1975 tarihli TÖB-DER Malatya Şubesi kapalı salon toplantısında konuşma yapan sanıkların da aynı gizli kasıt ve gaye uğrunda birleştikleri ve bu suretle gizli cemiyet olarak bu sanıkların 1961 tarihli Anayasamızın getirmiş olduğu sosyal ve iktisadi nizamı yıkmak, sosyal sınıflar üzerinde tahakkümü tesis etmek, memleket içinde müesses iktisadi, sosyal nizamları yıkmaya matuf 1-2-3-4-5 numaralı bentlerde yazılı olduğu şekilde çalışmalar yaptıkları, bu çalışmalar cümlesinden olarak yayınladıkları bildirilerle, yaptıkları konuşmalarla gayelerine erişmek için işçi ve köylü sınıfını oluşturmak ve eyleme hazırlamak maksadıyla muhtelif vesilelerle, muhtelif zamanlarda aynı sanıkların komünizm propagandası yaptıkları, cemiyetin muhtelif sınıflarını kanunlara itaatsizlik ve umumun emniyeti için tehlikeli bir tarzda kin ve adavete tahrik eyledikleri tüm bildiri münderecatları, 28. 12. 1974 tarihli gecedeki konuşmalar, 02. 02. 1975 tarihli sessiz yürüyüş sırasında geçirilen pankart münderecatları, bu konuşmaları ihtiva eden bantların tape edilmiş suretiyle, emanete alınan bant ve matbu evrak münderecatı 15. 01. 1975 tarihinde Malatya merkezindeki toplum olayları, şahadet ve tekmil dosya münderecatıyla sabit olmuştur.”

İddianamenin saldırganlarla ilgili bölümünde ise şu değerlendirmeler yapılmaktadır:

“Malatya Merkezi Ülkü Ocakları Şubesi Yönetim Kurulu Başkan ve üyelerinin Malatya’da vuku bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel evrak arasında mevcut (Yüce Türk Milletine) başlıklı bildiriyi teksir ettirip halka dağıttıkları, bu bildiri münderecatında ileri sol temayüllü şahıslar tarafından söylendiği anlaşılan (Memleketin ovasından en yüksek tepesine kadar kızıl bayrak çekeceğiz. Mescitleri ve Kâbe’yi yıkıp yerine bostan ekeceğiz… Kıpkızıl komünistim… istediğim bir zaman sana gelirim… atarak kızıllığımı karanlıklara… dışarıdan bir ezan sesi geliyor… tıpkı köpek havlamasını andırıyor) cümlelerini bu bildiri münderecatına yazdıkları ve bildirinin son kısımlarına da (…nesillerimizi milliyetçi yetiştirerek komünizmi, masonizmi ve vatanımızı hiçbir menfaate dayanmadan yüceltmek ve yükseltmek olmalıdır…Ülkü Ocakları) cümlelerini yazdıkları;

“Bu suretle milliyetçilik grubun sapık ideolojiye sahip olduklarını kabul ettikleri karşı gruptaki şahısları bizzat ezeceklerini beyan etmek ve bu hususu bildiri şeklinde kaleme alarak 15-16. 02. 1975 günü Malatya Merkezinde vuku bulan toplum olaylarından birkaç gün evvel teksir ettirerek halka dağıtmak suretiyle, halkı bu olaylara tahrik ve teşvik ettikleri; bu suretle cemiyetin muhtelif sınıflarını umumun emniyetleri, elde edilen bildiri, bu bildirilerin dağıtıldığına dair tevilli ikrar ve şahadet ile sabit olmuştur…” (8)

İddianamede, TÖB-DER, MAYÖD, DGB yöneticileri için ileri sürülen gerekçeler, onlarca yıldan beri Sıkıyönetim Mahkemelerinin, DGM’nin iddianamelerinde kalıplaşmış suçlamaların tekrarı ve benzeridir. İddianamenin düşündürücü yanı; Malatya’da sağcıların başlattığı saldırı sonucu öldürülen kişilerin, yaralanan yüzlerce kişinin, yağmalanarak tahrip edilen yüze yakın işyerinin suçlularının nerede olduğuna, suçluların kimler olduğuna dair bir “iddia”nın olmamasıdır. Bu saldırı örgüt işi değil midir?

Bir süre sonra Adana DGM’de duruşmalar başladı. Tutukluların bir bölümü hemen ilk duruşmada, geri kalanlar ise sonraki duruşmalarda tahliye edildiler. DGM ile ilgili yasa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Dava dosyası Malatya Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Malatya Ağır Ceza Mahkemesi de davanın Sıkıyönetim kapsamında olduğunu belirterek dosyayı Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesine gönderdi. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi de davanın sıkıyönetimin ilanından önce işlendiğini belirterek dosyayı yeniden Malatya Ağır Ceza Mahkemesine gönderdi.

Sonuçta Yargıtay, davaya Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesinin bakacağına karar verdi. Bu gel-gitlerle dava zaman aşımına uğradı. Elazığ Sıkıyönetim Mahkemesi, 1983 / 8826, E: 1983 / 220, Karar No: 1984 / 38 kararıyla davanın zamanaşımına uğradığını belirterek tüm sanıkların beraatine karar verdi. Böylece 15-16 Şubat 1975’te gerçekleşen saldırılar, suçluları ortaya çıkarılmadan örtbas edildi ve dava dosyası tarihin yargısına havale edildi.

Akçadağ Öğretmen Okulu Olayı (1975)…
Akçadağ İlçesinde 17 Nisan 1940’da Akçadağ Köy Enstitüsü açıldı. Daha sonra, Köy Enstitüsü’nün yerleşim yerini belirlemek üzere araştırmalar yapıldı. Malatya-Adana demiryolunun otuzuncu kilometresinde bulunan Akçadağ İstasyonunun güneydoğusuna düşen arazi saptandı. Enstitü’nün yeri için belirlenen araziler, Karapınar, Kırlangıç ve Onatlı Köylerine aitti. Köylüler, üç bin dönümlük arazinin bir bölümünü düşük bir bedel karşılığı, büyük bölümünü de bağış yoluyla verirler. O dönem karayolları yeterli değildi ve hatta yoktu. Bu nedenle, Darende ve Akçadağ ilçeleriyle çevre köylerin ulaşımı Enstitü’nün bitişiğinde bulunan tren istasyonundan yapılıyordu. Okul yönetimi, Enstitü arazisinin tam ortasından geçen on metre genişliğinde, 2 km uzunluğunda bir yol açtı. Bu yolu çakıl ve kumla da döşetti. Çevrenin tüm ulaşımı bu yol üzerinden yapılmaya başladı.

Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yöresinde 15 Alevi köyü bulunmaktaydı. Enstitü Yönetimi, bu köylerle ve diğer komşu köylerle ilişkileri oldukça sıcak, neredeyse bir aile gibiydi. İmece yoluyla bölgenin köylülerine kayısı, elma, kavak, bağ dikiminde yardımcı olunuyordu. Enstitü’de milli bayramlarda ya da diğer günlerde düzenlenen temsillere, eğlencelere ve törenlere tüm köylerin halkı çağrılırdı. Enstitü ile halk arasında dostluk ve işbirliği sağlanıyordu. Yöre köyleri de düğünlerine Enstitü’nün öğretmenlerini, yöneticilerini, folklor ve müzik ekiplerini çağırırlardı. 1950’de Köy Enstitüleri kapatıldı. Yerine Öğretmen Okulları açıldı. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yerine açılan Öğretmen Okulu da, yöre halkıyla devraldığı gelişmiş ilişkileri pekiştirerek sürdürdü.

Böylece 1970’lere gelindi. 1974’de CHP ile MSP’nin ortak hükümeti düşünce, AP, MSP ve MHP’nin ortaklaşa hükümeti (I. MC) kuruldu. MC Hükümeti, yatılı okulların yönetiminde bulunan demokrat yönetici ve öğretmenleri okuldan uzaklaştırmaya; yerine ülkücü öğretmenler ve yöneticiler atamaya öncelikli olarak yöneldi. Böylece yatılı okullar, ülkücülerin kurtarılmış bölgeleri oluyordu. Akçadağ Öğretmen Okulu’na da Cafer Toksun adında bir müdür atandı.

Cafer Toksun, Sivaslı bir Alevi ailenin çocuğudur. Yoksuldur, yatılı okula zorlukla girmiştir. Öğretmen olduktan sonra ırkçılarla ilişkilerini sıklaştırır. Yeni müdürün Alevi bir aileden geldiğini öğrenen komşu köyler halkından Aleviler, “Bizden de bir müdür çıktı” diye sevinmişler, hediyelerle kutlamaya gitmişlerdir. Cafer Toksun, ziyaretine gelen köylüleri soğuk karşılar. Hatta bir ara, sorguya çekercesine “Bu köylerin oylarını hep CHP’ye verdiklerini öğrendim. Doğru mu?” diye sorar. Köylülerin, “Müdür bey, faşistlere verecek değiliz ya…” yanıtı üzerine, Cafer Toksun’un rengi sararır, gözleri döner ve “Bir daha bu okulun toprağına ayak basmayacaksınız” diye gelenleri odasından kovar.

Şeyh Mano, Kırlangıç Köyündedir. Pir Sultan Abdal hayranıdır. Pir Sultan Abdal hakkında bilgi edinmek için Sivaslı olduğunu öğrendiği Cafer Toksun’a gider. Cafer Toksun, Şeyh Mano’nun kılık kıyafetine, kaba bıyıklarına bakar ve küçümseyerek “Senin ne isteğin var, söyle bakalım” diye sorar. Şeyh Mano, “Beyefendi, siz Sivaslısınız, Pir Sultan Abdal hakkında bilgi öğrenmek için geldim” dediğinde, Cafer Toksun’un tepesi atar ve “Komünistler sizi yoldan çıkarmışlar. Senin o sorduğun aptal da sapkının biriydi” yanıtını verir, konuğunu kolundan tuttuğu gibi dışarıya çıkarır. Şeyh Mano, “Orası Sivas’tır, Pir Sultan da çıkar, Hızır Paşalar da çıkar. Seni Pir Sultan sanmıştım” yanıtıyla ayrılır.

Bir süre geçmiş ve Cafer Toksun, yöre halkı ve okul hakkında yeterli bilgiyi edinmiş, kadrosunu oluşturmuş, saldırı planlarını hazırlamıştır; sıra uygulamaya gelmiştir. İlk iş olarak, okulun üç bin dönümlük arazisinin etrafını dikenli telle çevirdi, böylece yöre köylerin Akçadağ’a ulaşmak için 35 yıldan beri kullandığı yolu kapatmış oldu. Yolun girişine bir kulübe yaptırdı. Kulübeye silahlı bekçi yerleştirdi ve telefon bağlattı. Bununla da yetinmedi, okul arazisine eli silahlı bekçiler yerleştirdi ve yaklaşanlara ateş ettirmeye başladı. Böylece okulla yöre halkının ilişkilerini kesti. Eğer biri okula gidecekse, nöbetçiler önce ziyaretçinin kimliğini kontrol ediyor, sonra okul yönetimine telefon edilerek verilen bilgilere göre işlem yapılıyordu.

Okulun demokrat öğretmen ve çalışanlarına baskı yaparak onları uzaklaşmaya zorluyordu. Cafer Toksun’un baskılarından öğrenciler de paylarına düşeni alıyordu. Sol görüşlü öğrencileri baskıyla yıldımaya, kimi zaman da derslerden çıkararak dövmeye giriştiği şeklindeki haberler giderek artıyordu. Faaliyetlerinde, Malatya Ülkü Ocaklarından getirdiği ve özel yetiştirilmiş militanları da kullanıyordu. Okulun salonlarında asılı sanat değeri yüksek tablolar indirilmiş, yerine MHP’nin propaganda resimleri yerleştirilmişti. Atatürk’ün resminin de indirildiği, yerine Ergenekon Destanıyla ilgili bir tablonun asıldığı haberi, basın organlarında yayımlanmıştı.

Akçadağ Öğretmen Okulu adeta askeri bir kamp, Cafer Toksun da kampın komutanı gibiydi. Rastladığı Alevi kadınlara “Alevileri yaşatmayacağım. Sizi kocasız bırakacağım” dediği, baskılarını artırdığı görülmekteydi. Gelişmeler üzerine, yöre halkı ve öğrenci velileri, durumu Malatya Valisine bildirirler. Vali, şikayetleri dikkate almamakta, müdürden yana tutum sergilemektedir.

Saldırı ve baskılarla ilgili basın haberi şöyle:
“Dün öğleden sonra Akçadağ Öğretmen Okulu’nda meydana gelen çatışmada birkaç öğrenci yaralanmış, okul binasının ön tarafındaki bütün camlar kırılarak okul büyük ölçüde hasara uğratılmıştır. Olay üç solcu öğrencinin dövülmesi üzerine, okulda bulunan 500 kadar solcu öğrenci idarenin bu tutumunu protesto ederek derse girmişlerdir. Faşist öğrenciler, idarenin bıraktığı boşluktan faydalanarak ellerine geçirdikleri taş ve sopalarla birbirlerine girmişlerdir. Olay yerine jandarma birlikleri getirilmiş, okulda bulunan öğrenciler ise derslerine devam etmişlerdir.” (9)

Akçadağ Öğretmen Okulu’nda ülkücülerin silahlı eğitim yaptıklarına; öğrencilere, öğretmenlere yönelik baskıların giderek arttığına, bu baskıların yöre halkına da yöneldiğine tanık olunmuştur.

Gelişmeler somut meyvelerini vermekte gecikmez ve nihayet, 7 Kasım 1975 gecesi, önceden hazırlanmış eli sopalı ülkücüler, aniden yatakhaneleri basar. Öğrenciler yatmaya hazırlanmaktadır ve kimisi pijamalı, kimisi de don-gömlekledir. Ani baskın ve bedenlerine inen sopaların tesiriyle ne yapacaklarını şaşıran 600 öğrenci, can korkusuyla dışarı fırlamışlardır. Bir kovalamaca başlamıştır. Baskı ve saldırıdan kaçan 600 öğrenci, okulun üst tarafında bulunan dağ ve tepelere sığınırlar. Mevsim yağışlı ve soğuk, öğrenciler çıplaktır. Saldırı haberi Malatya’da CHP İl Başkanı Turan Fırat’a ulaşır. CHP İl Yönetimi, TÖB-DER ve basın organları mensupları ortaklaşa tuttukları birkaç otobüsle dağlara sığınan öğrencileri toplamaya gider ve megafonla öğrenci aramaya koyulurlar. Kayaların kovuklarına sinmiş ve korkuyla bakışan henüz 15-16 yaşlarındaki çocukların büyük bölümü toplanarak Malatya’ya getirilir. O gece evlere dağıtılan öğrencilerin soğuktan donmaları önlenmiş olur.

Meydana gelen olaylardan dolayı 600 öğrenci okuldan uzaklaştırılmıştır. Okuldan uzaklaştırılan öğrencilerin velileri tarafından hazırlanan ve yetkililere ulaştırılan belge şöyle değerlendirilmektedir: “ ‘Atatürkçü öğretmen ve öğrencileri okuldan uzaklaştırmak için çok öncelerden Okul Müdürü Cafer Toksun, Eğitim Şefi Fazlı Aktaş, öğretmenlerden Mehmet Yıldırım, Halit Karadağ, Remzi Sağıroğlu, Züleyha Cömert, Celal Aydoğmuş, Mehmet Kara tarafından hazırlandı.