Bütün Resmi Cinayetler Hukuk Dairesinde İşlenir..
Hukuk devletle ilgilidir, adalet insanlıkla. Ve bu ikisi, “Suçlular adaletin karşısına çıkarıldı” gibi ifadelerde birbirlerinin yerine kullanılsalar da, tarihin gördüğü belki de en ironik metafordur “hukuk” yerine “adalet” demek.
Çünkü hukuk -yani mahkemeler, yani kanun kitapları- her zaman egemenin mülkünün temelidir. İnsanlık ancak pek az sayıda açgözlü evladını bu mülke sultan kılabilir. Çoğunluk ise bin yıllardır -doğunun ve batının bilgelerine soracak olursak- iyilik dağlarının en yüksek doruklarına çadır kurmuş adaleti köpeklere reva görülen barınakların bin beterinde titreye titreye beklemektedir.
Azınlık mallarının iadesinden bahsediyorlar! Ya mutlu azınlık, ne zaman iade edecek mutsuz çoğunluğun el koyduğu mallarını, hayatını ve geleceğini? Var mı bu binlerce yıllık haksızlığa dur diyecek bir hukuk? Var mı Brecht’in “halkın ekmeği” dediği adalete halkı doyuracak bir mahkeme?
Yok, çünkü her şey gibi hukuk da bu mutlu azınlığın hazinesine bekçi köpekliği yapıyor.
O yüzden kim ki “hukuk” yerine “adalet” dedi, tükürün yüzüne!
Çünkü ya alçağın tekidir ya şuursuzun. Alçaksa zaten hak etmiştir. Cahilse de boşa gitmez; belki suratındaki köpüklü sıvının ekşi kokusuyla kendine gelir.
Faşizm, kapitalistler adına boyunduruk altında tuttuğu halkın üzerine her dönem farklı silahlarla gider.
Elbette zor adına işe yarayan her şeyi dağarcığında tutar: İşkence, katliam, tecavüz, zindan. Ancak farklı dönemlerde farklı yerlerde farklı yöntemler gözdesi olur.
Hitler’in toplama kamplarına zaafı vardı. Arjantin faşizminin gözaltında kayıplara. Pinochet, Marmaris’te namuslu tek bir insanın bile üzülmeyeceği ölümünü bekleyen karikatürü gibi, toplu tutuklamalara ve işkencelere düşkündü.
Gizli faşizmlerde terör yöntemlerinin taktiksel önemi çok daha yüksektir. Bir yandan “demokrasi” görüntüsü korunmak bir yandan da vahşetin dizginleri sonuna kadar boşaltılmak zorundadır.
İşte bütün muktedirlerin en sadık metresi o zaman devreye girer: Yasaların efendileri… Zulüm, kitaba uydurulmalıdır. Adalet katili hukukçuların kara cübbelerinden daha iyi kaftan mı biçilebilir bu kirli göreve?
İki nehrin iki yakasında; Fırat’ın batısında, Dicle’nin doğusunda ve ikisinin ortasında; velhasıl yüreğimizin halkın nabzına soluk taşıdığı her yerde, tam 31 yıldır ölümün ve zulmün hiçbir çeşidini bizden esirgemedi faşizm. Zulüm kitaba uygun değilse, kitap zulme uygun kılındı. Gözleri körkütük bağlı adalet tanrıçasına çok şükür, pek hukuki biçimlerde kurşunlandık, yakıldık, işkence ve tecavüz gördük. Çocuktuk, ayaklarımıza naylon bağlayıp yaktılar; daha ne yapsınlar yahu, daha ne yapsınlar?
Ama kendileri yok allah’ları var, her dönem başka hukuki ocaklarda pişirdiler ensemizde bozayı.
Bir dönem işkenceye hız verdiler: 45 gün, 90 gün, 100 gün, ne kadar gün istiyorlarsa o kadar gün, eski ve yeni dünyadaki efendilerinden ithal ettikleri işkence aletleriyle milyonlarcamızı tezgahtan geçirdiler. Elbette ki her şey tamamen “hukuk dairesinde“ydi. Gözaltı süreleri kanunen uzatıldı. İşkencede alınan ifadeler mahkemelerde imzalandı. İşkence hapishanelerde tam gaz sürerken, elbette ki falakaya yatırılanların, güneş bile yasaklananların özgürlüğü, yasal şiddet makamımız hukuk tarafından askıya alınmıştı.
Bir dönem, herkesçe malum meçhul failler köşe başlarında ensemize şarjör boşaltır oldu. Adları bile hukuk literatüründen alınmıştı. Ortada suç olan bir fiil vardı, ama o fiilin faili yoktu, meçhuldü. Ne yapsındı adalet? Ah bir bulsa, ne cezalar verecekti onlara, sürüm sürüm süründürecekti. Onların yerine bizi bulup doldurdular, orada öldürdüler. Dışarıda kalanlarımızı da başka meçhullerin bulamadıklarının kurşunları öldürdü. Hukukun nereye savursan oraya uçan dairesi dahilindeydi yine tüm cinayetler.
Bir dönem gözaltında kayıplardı yasal terörün en sevdiği tabancası. Devlet baba, Fırat kıyısında kaybolan koyunun hesabını tutacağım derken yüzlerce insan &adına yaraşır “insan”& buhar oldu uçtu. Hukuk dediysek mükemmel değil ya, (“Daha tam bitmedi, çalışıyoruz üzerinde, iyi olacak inşallah!”) bulamadığı katiller de olur bulamadığı maktuller de! Hani Arjantin’in Netekim‘i demişti ya: “Kayıp kişinin akıbeti bilinmez, cesedi yoktur, ölü de değildir diri de. Kayıptır, o kadar.” Ontolojik olarak bile varlığı şüpheli, felsefenin bile aklının yetmediği bir nesne karşısında hukuk ne yapsındı!
Bugün hukuk, şimdiye kadar saklandığı gölgelerden çıkarak, hak ettiği başrolü kaptı.
Artık işkenceleri gizlemek, zindanları güzellemek, failleri meçhul, maktulleri kayıp tutmak gibi lojistik görevlerle uğraşmıyor.
Şimdi hapishane silahı her zamankinden daha revaçta. Aldı sazı eline, mahkeme salonlarında, devletin ölmüş büyüklerinin resimleri ve ölmemiş büyüklerinin maddi-manevi huzurunda (“Bizde adet böyledir, bütün suçlar büyüklerimizin huzurunda işlenir!“) huzurlar bozuyor, cezalar yazıyor, F tipi mezarlar kazıyor.
Demokrat gazetecilerden Kürt yurtseverlere, eylemci öğrencilerden inanmış devrimcilere, her muhalif canlı mahpusu tattı, tadıyor, tadacak. Oligarşi içi savaşlarda müstahkem mevkiyi kapmış kesim, hukuk bürokrasisinin köşe başlarını da gayet demokratik ve yasal yollardan gasp ettikten sonra mahkemeleri iyice halka karşı şiddetin temel aracına dönüştürmüş durumda.
Katile meçhul, maktule kayıp, işkenceye gözaltı diyen devlet, elbette ki bu rehine alma eylemine “adil yargılama, bağımsız yargı” gibi şık adlar bulacak. “Toplumsal sözleşme”den, şiddetin devlet tekelinde olmasından mı bahsetmiştiniz? Ortada hiçbir sözleşme bulunmaksızın şiddeti tekeline almış devlet, şimdi adına F tipi denilen cehennemlerde çektiriyor azabını halka:
Hukuk dairesinde!
Bugün faşizmin en temel silahı tutuklamalarsa, bu bize bütün anti-faşistlerin üzerinde birleşebileceği zemini de sunuyor.
Adalet tanrıçası rehin alınmış, gözleri bağlanmış, adı Demokles olarak değiştirilmiş. Suçlular uzun zamandır güçlü olduğundan, onun kılıcı, muhalif olan herkesin başının üstünde tutuklama, yargılama, cezalandırma halini almış, sallanıyor.
Biz bütün resmi cinayetlerin itinayla hukuk dairesinde işlendiğini zaten biliriz. Ama hukuk dairesinin suç mahalline bu denli dönüşmesi, bu pervasızlık, nadir görülür. Bu yüzden de tutuklama/yargılama/cezalandırma terörünün maskesini her alanda düşürmek, devrimciler, demokratlar, yurtseverler açısından sürecin en temel görevlerinden biri gibi görünüyor.
Ve sadece onlar açısından…
Çünkü demokrasi diye sadece emperyalist metropollerin ikiyüzlü rejimlerini tanıyanlar, en küçük kılcal damarından bile iktidara bağlı bir hukukun karşısında iki maymunu oynarken üçüncü maymunun satılmış ağzı “bağımsız yargı“dan bahsetmeye devam edecek. Biz, dünya topraklarının teröristten yana en bereketli ülkesinin “teröristleri” hukuk dairesi ve Kopenhag kriterleri dahilinde rehin tutulurken, onlar açılımcılık oynuyor olacaklar çünkü.
Barış Yıldırım-