Devrimcilik Akım Olarak Yenildi Mi?

71 sıcağından’ başlayarak otuz yılı aşkın bir süre bu toprakların hemen her kentinde, mezrasında, toplumsal mücadeleyi örgütlemiş, Faşist Diktatörlüğe karşı amansızca dövüşmüş bir tipte devrimci kuşağı sona mı erdi?
On yılını aşan 19 Aralık anmalarına baktığımızda bu soru kalbe zarar bir hal alıyor. 19 Aralık katliamının bütün ayrıntılarıyla ifşa edildiği, suç ortaklığında sınır tanımayan medyanın dahi vicdan arındırdığı, mezalime uğramış devrimcilerin seslerinin daha fazla duyulduğu bir zaman Aralığında, katliamı tel’in eylemleri, geçen yılların en cılız ‘öfke günleriyle’ karşılandı. Bu denli teşhir olmuş bir katliamda dahi, sokaklara çıkartılamayan kitlelerin bizim ‘şarkımıza’ kulaklarını tıkadığını mı düşünmeliyiz.
Bir tipte devrimcilik sona mı eriyor?

71 den 80 e, 80 den 98 e askeri faşist cunta ve müdahalelerin kök söktüremediği, kirli savaşın iradesini kıramadığı, barbarca uygulamaların sindiremediği bir tipte devrimcilik iki binli yılların tantanası içinde kaybolup gitti mi?
“12 Eylül‘den sonra yaprak kımıldamadı” diyenler yalan söylüyordu. Sokaklarda dağlarda çarpışanlar eksik değildi, faşist cuntaya karşı ilmek ilmek örgütlenen direniş gerektiğinden elbette daha zayıftı ama sürmüştü.
89 -91 sürecinde duvarlar birilerinin kitabi sosyalizm hülyalarını tarihe gömerken dünyanın her yerinde alkışlanan Gorbaçov ODTÜ de taşlanıyordu. “Çavuşesku ya uzanan elleri kıracağız” pankartını yazıp, İstanbul Üniversitesi‘nde korsan yapacak denli çılgın çocukların temsil ettiği, dünya görüşü sona mı erdi?

90lar boyunca birileri çok ‘nutuk’ söyledi, birileri çok öldü. Günde sekiz kişinin öldüğü (öldürüldüğü) bir günün sabahında devrimciyseniz ne yapardınız? Elinizde kanlı puntolar, radyoda polis telsizleri, televizyonda cuntanın askeri muhabirleri.Ne yapardınız? Bir tipte devrimcilik gözaltı süreleri doksan günken de, 45 günken de, 15 günken de sokağa çıktı. Bugün birçoklarımızın “demokratik hayat ne güzel” dediği hak ve özgürlükler için bedel ödedi, zindan yattı, işkence gördü.
Bir tipte devrimcilik sona mı eriyor. O devrimcilerin fotoğraflarını duvarlara asan, isimlerini çocuklarına veren, anmalarda yumruğunu sıkanlar halen var ama eskisi gibi kalabalık değil. Belki de doksanların kanlı suç ortaklığıyla birçoklarımız onları da unutuşa ve kayboluşa terk etmek istiyor.

Yine doksanlar boyunca arşivler incelendiğinde karşımıza çıkan tartışma başlıklarından en uzun sürenin, en sert polemiklere neden olanın, Devrimcilik mi? Reformizm mi? olduğu göze çarpar. Birçokları nezdinde bu tartışma sona erdi. Ya Türkiye de reformizm eğilimi devrimciliğe karar etti ya da devrimcilik bir akım olarak geriledi. Bu tartışma bir yere bağlanamadı elbette.
Tartışmanın muhataplarından biri (birileri) saf dışı edilince zor yoluyla, tartışma anlamından uzaklaştı. Devrim ve Reform için mücadele eden güçlerinde pozisyonları zaman zaman öyle muğlaklaştı ki, tartışmanın zemini kayboldu.
Sonuç. Devrimci radikalizm yerini yasal sol partilerin güç tüketen ağırlığına bıraktı. Sahi 11 yıldır yasal sol partiler var da ne oldu? Hareketin kitleselleşmesini sağlayacağı düşünülen bu araç nasıl önce ‘amaçlaştı’ ve ardından tükendi. En baskıcı süreçlerde bile on binleri sürükleyen pankartlar daraldıkça daraldı. Araçta mı sorun vardı, kullanıcıda mı? Soru olarak bırakıyorum.

Devrimcilik bir akım olarak geriledi mi?
Gerilemenin binlerce sebebi olabilir ama ben ısrarla birini okuyorum. Kaba iddiacılık mahkûm edilirken, iddiasızlık mevcudiyetini tamamdı. Yaratıcı politik figür kendini tekrar eder hale geldi. Eylemi kalıplaştı, çağrısı vicdanileşti. Kendini mutlaklaştırdıkça onu var eden ana omurgayı yaraladı; Devrimci birey’i. Geri kalan ne yaptı.
Hepimiz yüzümüzü merkeze döndük. Burjuva demokrasisinin meşruluk sınırları içerisinde öfkeyi tatmin etmek, vicdanı dindirmek için, yazıyor, çiziyor, konuşuyor konuşuyor konuşuyor.
O kadar uzun konuşuyoruz ki sözün anlamı, eylemi ve şiddeti kayboluyor. Muhalefet etme biçimlerinin tümünü bu “söz” dolduruyor. Ama bu söz “verdiğimiz sözler” değil!
28 Şubat’ın hemen ardından yenilen siyasal İslam mutasyon geçirerek geri döndü. Önderliği teslim alınarak tasfiye dayatılan Kürt hareketi, örgütsel birliğini tamamlayarak ve büyük oranda dönüşerek de olsa geri döndü. Biz dönemedik. Biz bir ARALIKta sıkışıp kaldık.

Bir tipte devrimcilik sona ererken yerini yeni bir devrimciliğin alması bir yana; 71 duruşunun sırtını döndüğü bütün eğilimler oluşan boşluğa geldi, yerleşti. Türkiye devrimci hareketinin gövdesinde yapısal olarak taşıdığı bir takım ‘hastalıkları’ da içererek bu yeni muhalefet öznesi ‘Merkezle’ bütünleşti.
Lafazan, grupçu, rekabetçi, rejimin saçaklarına sıkı sıkıya bağlanmış ama söylemiyle de devrimci alanı işgal eden bir siyasal özne görünürlük kazandı. Bu özne, ne ile münakaşa içinde ise onunla özdeş haldedir. Liberalizm mi ta kendisi! Kemalizm mi en yenilenmişinden! Muhafazakarlık mı en demokratından.

Biz nereden başlamıştık, nereye geldik. Burjuva demokrasisinin ‘suiistimali’ olarak seçimler, temel politik ifademiz oldu. Siyasal özgürlükler için mücadele devrimci mücadelenin geliştirilmesi için ‘araç’ iken, herkesten ‘demokrat’ oluverdik.
İnsan Hakları mücadelesi bizi sivil topluma bütünleştirirken, ‘anayasa’cı kesiliverdik birden bire. Sahi biz neden seçimlere giriyoruz? Seçimlere giriyoruz da ne oluyor? Polis devletinden, Oligarşik Diktatörlükten söz edip nasıl oluyor da rejimin kartpostalına böyle yerleşiyoruz?
Seçim yasakları, seçim barajı, hazine yardımından etme, adaletsiz seçim sistemi, hali hazırda yeni kullanıcısı ile yerinde duruyor. Biz seçimlere aday belirliyoruz. Aday belirleme süreçlerimiz bile ön seçimsiz, tabana sormaksızın ve pazarlık gücüne endekslenmiş.

Sahi git gide kime benziyoruz biz?
Bir tipte devrimcilik sona erdi ya da Devrimcilik bir akım olarak geriledi.
Devrimcilik temsil edilebilir olmaktan çıkıp ancak tasavvur edilebilir hale geldi. Övdüğümüz tüm mücadele yaşamlarını sadece ‘roman kahramanı’ gibi algılamak zamanın ruhu oluverdi. Mahir Çayan fotoğraflarını duvarlara asarken yanına neler dolduruyoruz? Mücadele eden, mukavemet gösteren politik aksiyonu selamlayıp, kendi siyasalımızda bunu inşa etmek için hiçbir şey yapmamak nasıl bir halet-i ruhiyedir. Devrimden bahsetmek hatta bu devrimin sosyalist karakterinden söz etmek bir çılgınlık biçimi olarak nostaljideki yerini aldı.
Devrimciler ‘askeri’ olarak mı yenildiler?

Yoksa siyasal olarak mı yenildiler?
Yoksa devrimciler yenilmediler de devrimcilik bir akım olarak gerilediği için ‘düne dair’ bir politik duruş halini mi aldılar. Toplumsal hareketin kırıldığı, işçi hareketinin geriletildiği sınıflar mücadelesinin bu raundunda, devrimcilik üretmek hayli güç mü?

Parlamentarizmin artık tartışılmaya gerek duyulmaksızın kökleştiği, meşruiyetin yerini legalitenin aldığı bu politik dönemeçte; işçilerin, ezilenlerin ve gayri memnunların düzenden kopmasını sağlayacak olan sadece iktisadi ve siyasi koşulların yaver gitmesi midir?
‘Bekleyelim yükselecek dalgayı’ diye salık veriyor bazıları. Odalara kapanıp ciltlerce kitap okuyan ‘akil’ çocukların sayısı da artıyor. Bunca akıllının içinde ‘deliler’ nerede?
Nasılsa bir devrim falan olmayacak. Haydi, müsamerede yerimizi alalım, AB’ye proje yazalım da sivil toplum şenlensin. Arada vicdani yazılar yazalım dostların hatırı kalmasın.

Bir devrimcilik biçimi misyonunu tamamladı belki de. Hataları, zaafları, yoksunlukları, bazı nobranlıklarıyla dövüştü atlasımızın her nevi sathında. Kanlı bir macerayla soluk oldu, can oldu. Milyonların zihnine büyük fotoğraflar koydu.
Değişebilir bir insan’ın öyküsünü, değiştirebilir bir insan’la geliştirdi. Belki hiçbir devrimci geleneğin kök salamadığı kadar kök saldı toprağına. Çocuklara verilen isimlerden, duvarlarda bas bas bağıran şiarlara kadar izi sürülebilir bir öznel tarihi bıraktı ardı sıra. İşte O sıranın ucunda durmanın vakti değil mi?

DEVRİMCİ FİGÜRLER

Tarihimizden şaşalı bir sahne geçidi sergileyerek geçen bir tipte devrimcilik süreklilik arz ederek yenilenmek zorunda. Süreklilik ve yaratıcılıkla bir yeni devrimcilik kurmakla mükellef. Kurucu iradeyi başka yerde aramaktan vazgeçmek gerek.
İrade, mücadele edenin karmaşık bilgisinde. İrade, yaşamı değiştirmek üzere kendinden başlayarak ihtilal edende. İrade, devrimciliğini kartvizitlere sıkıştırmayan dostlarını ve düşmanları doğru görebilende.
Biz kımıldayan yaprağız. Bizler dallarda sallanan yaprağız. Gövde yorgun ve hasta olursa bize neler olmaz? Bizi güzel kılacak, bizi haklı kılacak olan bağlandığımız güzelliğin ‘utkusu’dur. Bizler yaprağız. Yapraktan başlayarak rekabetçiliği, laf ebeliğini, sol içi şiddeti özümüzden arıtmaya başlamalıyız. Gövde bizi öz suyunun basıncıyla tazeleyecektir.
Bu dağınık ve sorular bırakan yazının sonunda diyorum ki devrim olacak! Türkiye halkları sinesinden yarattığı devrimci kuşağını tazeleyecek, dövüşmüş olanın sırtını sıvazlayacak, dövüşecek olana cesaret ve cüret sağlayacak