Sosyalistlerin HDP’de Ne İşi Var?
HDP, sosyalist değilken, böyle bir iddiası da yokken; Kürt hareketinin Türkiye’ye politika ihracı girişimlerinden bir diğeriyken; bir birlik girişimi olarak başarısızlığa mahkumken ve olası tek geleceği BDP’nin yeni adı olarak siyasi hayatına devam etmesiyken, sosyalistler HDP’de ne yapıyor?
Sitem etmiyorum, retorik yapmıyorum, bir cevap arıyorum.
Sosyalist, komünist olduğunu söyleyen, samimiyetlerinden kuşku duymadığım birçok insan kendini HDP’de ifade ediyor. Bense, sosyalist olmayan; böyle bir iddiası da olmayan; sosyalizmle ilgili her tür programatik ifadeden özenle kaçınan bir partide bu insanların ne işi var, anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu anlama çabasının bir ürünü olan bu yazının uzunluğu, internette okunacak bir yazı için mutat sabır sınırlarını aşıyor. Umudum o ki konunun önemine binaen bu sınırlar biraz daha zorlanır. Yazı, gerekirse ayrı ayrı okunabilecek iki ana bölümden oluşuyor:
HDP: Sosyalizmsiz Sol başlığı altında sosyalizmin soyut bazı insani değerler değil, bir sosyoekonomik sistem olduğunu, HDP’ninse bu sistemi programının ve eyleminin hiçbir yerinde öngörmediğini belirteceğim.
HDP: Bir Alternatif girişimi daha başlığıyla Kürt yurtsever hareketinin başını çektiği hemen tüm birlik, güçbirliği, platform vb. girişimlerin epik başarısızlık örnekleri olduğunu hatırlatacağım.
HDP: Sosyalizmsiz sol
Hiçbiri sır sayılmayan bu iki hususa rağmen neden bağzı solcular HDP’ye bel bağlıyor? Görünüşe göre açık bir “zoraki iyimserlik” (bkz. wishful thinking) örneğiyle karşı karşıyayız: “Partimiz sosyalizm demiyor ama eşitlikten, adaletten, özgürlükten, emekten yana olduğunu söylüyor. Sosyalizm bunlar değil mi?”
Hayır, değil. Sosyalizm, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti dışında hiçbir şey değil. Diğer soyut insani iyilik dilekleri, bunun –ve yalnızca bunun– sonucu olarak somutlanır.
Gençlerimiz çok daha özgürlükçü, çok daha demokratik yetişmeli. İnsanların fikirlerini özgürce dile getirdiği, yazabildiği, ifade edebildiği bir Türkiye inşa etmek istiyoruz. Milletin mutluluğu için çalışmayan devlet mekanizması zulüm kaynağı haline dönüşür. Toplumun tamamının refahı adına değil de, sadece belirli güç merkezlerinin çıkarları için işleyen ekonomi, sömürü aracıdan başka bir şey değildir.
Recep ve Emine Erdoğan’ın bu balkon kokan konuşmaları onların sosyalist ya da özgürlükçü olduklarını göstermiyor. Çünkü partiler retorikleri değil stratejik hedefleri, söylemleri ve eylemleriyle kendilerini siyasi özneler olarak kurarlar.
Parti, programıdır
Bir partinin hedefi onun programında açık bir şekilde belirtilir. HDP Kuruluş Programı, sosyalizme referansta bulunmaktan özenle kaçınarak yazılmıştır. Bu belgede “adalet, gönüllü birlik, özgürlükçülük, demokrasi, sömürü karşıtlığı, anti-kapitalizm” gibi soyut sosyal duruşlar dışında sayılan tek somut hedef “demokratik halk iktidarı”dır.
III. Enternasyonal terminolojisinde anti-feodal anti-emperyalist yönelimli demokratik halk devrimi, “sosyalist karakterli bir devrim” olarak tanımlanmakla birlikte (*) HDP’nin Stalin-Dimitrov-Mao hattında saf tuttuğunu düşünmek için bir nedenimiz yok. HDP programındaki “demokratik halk iktidarı” sosyalizmle bağlantısız soyut bir toplumsal özlemden ibarettir.
Nitekim eşbaşkan Ertuğrul Kürkçü (partisinin “Yeni Siyaset Arayışları” toplantısında) bu kavramı Marx ve Engels’e gevşek bir biçimde dayandırmaya çalıştıysa da asıl referansının, sık sık Marx’ı aştığını iddia eden Öcalan’ın müphem “demokratik cumhuriyet” terimi olduğunu gizlemiyor.
Programı açık bir şekilde sosyalist olmayan HDP’nin eylem ve söylemde “iki yüzlü” davranarak aslında sosyalist bir tutum aldığını iddia eden yanlış eder.
HDP yönelimindeki bazı arkadaşlar utangaçça partilerinin takıyye yaptığını imleseler de (“Biz aslında kendimize sosyalist deriz de, toplum buna hazır değil” yahut “Aramızda sosyalist olmayan madunlar var onları kaybetmek istemeyiz, o yüzden demiyoruz”), partileri bu konuda bütünüyle tutarlıdır. Ne BDP’nin ne HDP’nin, ne parlamentoda ne de sokakta, emekten yana önemli bir performansı yoktur. Bu konuda birkaç sol tandanslı CHP milletvekili ile aynı ligdedirler ve aslında bazı uluslararası toplantılarda AKP’lilerin –elbette iki yüzlü bir şekilde ve söz konusu olan kendi ülkeleri değilse– onlardan bile daha çok yoksulluktan, çalışan haklarından dem vurduğunu kendi kulaklarımla işitmişliğim var.
Emekten çok kimlik hareketi
Parlamentoların sınıflı doğasını bildiklerinden kuşku etmeyeceğimiz bazı dostların bile gururla “Vekillerimiz” dediklerini ibretle izlediğimiz BDP-HDP’li vekillerse politikalarını bütünüyle Kürt hareketinin yıldan yıla liberalleşen gündemine göre saptar, “emek” dediklerinin üç beş katı “azınlık”, “kimlik” der.
Bunu ülkemizde baş çelişkinin (“en önemli sorunun”) Kürt sorunu olduğu yönündeki tespitlerine dayanarak yapıyor gibidirler. Maocu diyalektiğin adı konmadan yapılan bu uygulaması, elbette teorik bakımdan tümüyle yanlıştır. Kürdistan’ın sömürge, Türk devletinin emperyalist/sömürgeci olduğu yönündeki milliyetçi teze inansak bile, bu ancak Kürdistan’daki baş çelişkinin Kürt sorunu olduğunu gösterir. Türkiye’de de baş çelişki budur, demek için insanın ya teorik açıdan eğitimsiz ya gücün büyüsüne çok kolay kapılır olması gerekir.
Elbette durum ikincisidir. Sosyalist arkadaşlarımız, basitçe, 1990’lardan beridir sosyalizmden tutarlı bir şekilde uzaklaşan Kürt yurtsever hareketinin hegemonyasına tutarsız bir biçimde kapılmıştır.
Tarih bize bunun ilk kez olmadığını gösteriyor.
HDP: Bir Alternatif girişimi daha
Kürdistan’ın ve Kürt sorununun özgüllükleriyle başa çıkmaya çalışırken Türkiye devrimci hareketinin bir kısmının yolu “seksiyon örgüt”e düştü. İddia oydu ki, ana partinin çizgisine bağlı ama özerk ve bağımsız bir Kürdistan örgütü, Türk ve Kürt halkının ortak devrim yürüyüşüne daha güçlü katılabilirdi (bu seksiyon girişimlerinden en ünlüsü TKEP’in Kürdistan Komünist Partisi’dir).
PKK’nin mücadelesinin 1985’lerden itibaren Anadolu solunun geneli aleyhine “eşitsiz gelişimi”yle birlikte bu denklem tersine döndü. PKK, 1990’lı yılların başında, Yalçın Küçük’ün teorik kılavuzluğu altında Devrimci Halk Partisi’ni (DHP) kurdurdu. Alternatif isimli dergisi bir dönem binlerce satan ve özellikle Kürt hareketine hayran çevrelerde şimdi HDP’nin uyandırdığına benzer bir heyecan uyandıran bu grup, Türkiye’yi Kuzey-Güney doğrultusunda bölen bir hattın kırsal kesimlerinde gerilla mücadelesi öngörüyordu. DHP, gerçekten de Antakya ve Karadeniz kırsalına bazı gerilla grupları çıkardı, adlarını “mıh gibi” aklımıza çakmamız gereken ama pek bilmediğimiz şehitler verdi.
Büyük iddialarla ve şaşaalarla çıkan (hatta 1993’te “darbe süreci” yaşayan Devrimci Sol üyelerine kendilerine katılma çağrısı yapacak kadar güven patlaması yaşayan) bu grubun adını, bugün, sol örgütlerin tarihine meraklılar dışında pek hatırlayan, bilen yoktur. 1990 ortalarından itibaren yediği operasyonlarla, ama daha ziyade işlevsizliğiyle çözülen ve 2000’lerden önce siyasi arenadan ismen de silinen bu grubun ideolojik önderi Ergenekon davasında tutuklu, dergisinin adı çeşitli siyasi ve akademik dergilerce (örn. 1, 2, 3) kullanılmış, partisinin adına Kemalizan bir grup tarafından el konulmuştur.
BDP’nin seksiyon örgütü
HDP, Kürt hareketinin Türkiye’de yeni bir seksiyon örgüt oluşturma girişimidir. Aynı sondan kaçınmalarının yegane yolu, Kürt siyasi hareketinin legal partilerinden yek diğeri olması, yani BDP’nin yoluna HDP olarak devam etmesidir. Bu durumda HDP yaşar, ama HEP-HADEP-DEHAP-BDP’den başka bir parti olmaz. Zaten değildir.
Gidip halay çekerek devrimci dayanışma görevimi icra ettiğim HDP Kuruluş Kongresi çıkışında işittiğim “Kendimizi BDP’ye katılmış gibi hissettik” gözlemindeki “gibi” sözcüğü bütünüyle haşivdir; atılabilir.
HDP kendini bir tür madunlar hareketi olarak göstermeye çalışıyor, ama ana gövdesinin, temel politikalarının ve gündeminin üzerinde madunlardan yalnızca birinin damgası vardır. HDP’yi BDP’den farklı kılan tek şey onun olumsuz yanı; aslında bir parti değil bir tür platform olmasıdır.
Birlik nasıl yapılmaz?
Türkiye ve Kürdistan tarihini birazcık –ama birazcık– bilen biri Kürt Yurtsever Hareketi’nin baş aktörlerinden olduğu bütün platformların, güç birliklerinin ve seksiyon girişimlerin epik başarısızlık örnekleri olduğunu da bilir.
Ne DHKP-C’yle yapılan 1996 tarihli güç birliği; ne onun birkaç yıl öncesinde ve sonrasında girişilen diğer daha kalabalık güç birlikleri; ne Kürdistan’dan Türkiye’ye “devrim ihracı”na kalkan DHP… hiçbirinin ömrü bir iki yılı geçmemiştir. Bu girişimlerin hepsi, haklarında yazılan balya balya tespitler ve onlara bağlanan büyük umutlarla doğru orantılı bir hız ve ters orantılı bir etkiyle unutulmaya mahkum olmuştur. Kimi devrimci örgütlerin PKK saflarına gerillalarını gönderdikleri durumlarsa simgesel olarak çok değerli ama siyasi-örgütsel olarak etkisiz örneklerdir.
PKK tarihsel olarak, ilişkiye geçtiği bütün hareketleri “sömürgeleştirir.” Onları kendi hegemonyası altına alma, bunu yapamadığı durumdaysa bu “birlik” girişimlerini hızla terk etme eğilimindedir. Ulusal yönelimli bir hareket olarak bu tutum gayet anlaşılır. Anlaşılamayan, bütün bu tarih apaçıkken, bu bilinçli başarısızlıklar tarihinin baş öznesi her göz kırptığında koşa koşa giden bağzı Türkiyeli sosyalistlerin durumudur.
Çoğumuz sosyalistiz ama partimiz değil
Stockholm Sendromu öyle vahimdir ki, siyasi özne olarak Gezi İsyanları’na olanca soluğunu katmaktan imtina eden HDP [çizgisi] (**) , demagojik bir biçimde “Bu daha başlangıç”ı parti sloganı olarak belirlediğinde, “Yahu HDK’nın, HDP’nin kongrelerinde Gezi şehitleriyle ilgili neden tek bir poster yok? Neden Gezi’yle ilgili ajitatif dokundurmalardan başka tek bir politika üretilmiyor? Rojava elbette önemli ama yeni mücadele biçimlerinden bahsederken çok değil 8 ay önce sokağa dökülen 10 milyon insanın yarattığı biçimler neden aklınıza gelmez?” gibi sorular sorulmaz. Bir mümin gibi HDP’nin aslında Gezi’nin asıl bileşeni, sosyalizmin yılmaz savunucusu olduğuna iman edilir.
Yalnız burada tuhaf bir durum vardır. HDP’yi oluşturan BDP hariç en temel bileşenlerin hepsi kendisini sosyalist olarak tanımlar. BDP’nin içindeki birçok bireyin de kendini sosyalist gördüğünü biliyoruz. Peki buna rağmen neden sosyalizmi bir program hedefi olarak benimsemekten imtina edilmiştir? Cevap bellidir: Daha geniş bir birlik için. Belli ki sosyalizm asgari müşterek olamamıştır. Bu tür durumlarda şu iki pratik kural faydalıdır:
Cephe birliklerinde asgari müşterek, nereye kadar birlikte gidileceğini gösterir.
Parti birliklerinde asgari müşterek en son nereye kadar gidileceğini gösterir.
Örneğin bir anti-faşist cephe içinde [yalnızca] sosyalist olanları barındırmadığı için programında sosyalizmi öngörmeyebilir yine de sosyalistler onun içinde yer alabilirler, üstelik böylece sosyalizme doğru yürüyüşlerine taktiksel bir katkı sunmuş olabilirler. Oysa programında sosyalizmi barındırmayan bir partiyle sosyalizme yürümek mümkün değildir. Yani partiler sosyalizmin taktiksel araçları olamazlar.
Halk iktidarının değil onu geciktirmenin aracı
Özetleyelim, HDP,
sosyalist değildir, böyle bir iddiası da yoktur,
Kürt hareketinin Türkiye’ye politika ihracı girişimlerinden bir diğeridir,
bir birlik girişimi olarak başarısızlığa mahkumdur,
olası tek geleceği BDP’nin yeni adı olarak siyasi hayatına devam etmesidir.
İlk madde dışında bütün diğer maddeler yanlış olsa bile ilk madde, sosyalistlerin böyle bir girişimde yer almasını anlamsız kılıyor.
Buna iki itiraz getirilebilir:
HDP programatik olarak sosyalist olmasa bile sosyalistlerin taktiksel olarak içinde yer alabilecekleri bir tür cephedir.
Yeni ve iyi niyetli bir girişimi bu erken evrelerde bu kadar sert eleştirmenin ne gereği var?
HDP, örgütsel olarak bütün bu belirsizliklere sahip olmasına rağmen, önümüze tentatif bir seçim girişimi olarak değil adeta “halkların umudu” olarak konuluyor ve kendi retoriğine ve adına göre, bir cephe değil, parti. Partinin yapısı ne kadar belirsizse bu ajitatif retorik o kadar kesin telaffuz ediliyor. Yani HDP kendini stratejik olarak ortaya koyuyor, buna taktik katılım göstermek ya samimiyetsizliktir (“Bizim için taktik bir katılım, ama HDP’ye söylemiyoruz”) ya samimiyetsizliktir (“HDP taktik bir girişim, ama halka söylemiyoruz”).
Denebilir ki, sosyalistlerin seçimi düzeni değiştirmenin bir yolu olarak gören reformist kanadının –ÖDP’de örneğini gördüğümüz– “büyük laflar küçük sonuçlar” girişimlerinden biriyle daha vakit harcamaları kendi bilecekleri iş. Ama tıpkı ÖDP gibi HDP de kendi çapının çok ötesinde bir başarıyla düzen içi bir “muhalefet” kanalı olarak düzen dışı ve dolayısıyla gerçek muhalefetin damarlarından kan çalmaya adaydır.
Siyaset tarihi, görece küçük hareketlerin göresiz büyük iktidarlar için ne denli “kullanışlı” olabileceğinin örnekleriyle doludur. Daha dün, siyaseten etkisiz bir harekete ait “Yetmez ama Evet” sloganının nasıl AKP’nin temel dayanaklarından biri haline geldiğini hatırlayalım. Ana gövdesini BDP’nin oluşturduğu HDP çok daha kapsamlı yapısıyla çok daha olumsuz sonuçlara gebedir.
Bu sonuçlardan biri kesinlikle, sosyalist olmasa da hiç olmazsa madunların iktidarı olmayacak (bkz. aritmetik). Ama kesinlikle, madunlar ile sosyalist bir iktidar arasındaki açıyı büyütecek (bkz. geometri).
Öyleyse bir kez daha soralım: Sosyalistlerin HDP’de ne işi var?
Ayaklanmanın Devrimci Cephe’si
Yazının ilk planında yer alan fakat zaten hayli uzun olan metni daha da uzatmamak için başka bir zaman ertelediğim pasajla bitireyim. Peki “Ne yapmalı?”
Elbette, ne yapılması gerektiğini yazılar belirleyemez. Ama bunun zaten belli olduğunu düşünüyorum. Gezi-Lice-Gülsuyu süreçleri bize ne yapılması gerektiğini gösterdi. Ezilen halkların bütün kesimlerinin ve onun bütün anti-emperyalist, anti-faşist örgütlerinin içinde yer aldığı ve gündelik pratik mücadele içinde inşa edilmiş bir devrimci cephe bize kendini çoktandır işaret ediyor.
Yine de yukarıdaki satırlara gelen ilk tepkilerin “HDP değilse ne o zaman?” diye şekil bulması, yasal ve umutsuz bazı alternatiflerin bize sanki son ve gerçek alternatiflermiş gibi geldiğini gösteriyor. Bu yanılsama vahimdir. Dünyanın en iyi, en umutlu, en samimi birliği bile olsaydı bir yasal partinin bizi faşizmden çıkaracağını mı umuyoruz? Cevap evetse, faşizm ve yasa kavramlarının ilişkisine bir iyice bakmak gerekiyor. (***)
Fraksiyon,Barış Yıldırım