Sinan Cemgil’in oğlu Taylan Cemgil ile röportaj
“Sanma böyle kalır devran/ Yola devam eder kervan/ Öldü Sinan doğdu Taylan/ Omuzladı silahını.”
Babasını kaybettiğinde bir yaşındaydı, onu hiç hatırlamadı, ama nasıl öldüğünü hep annesinden, dedesinden dinledi. Ondan 38 yıl sonra kaybettiği annesinden uzak büyüse de, hep örnek aldı. Şimdi onun yazdığı romanı yayınlayacak.. ”68’den kopan yaprak: Şirin Sinan’a Mektuplar Annem ömrü boyunca babama âşık kaldı..
Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde genç bir yardımcı doçent. Kaybettiği annesinin Almanya’daki evinden döndüğünde; babasını, annesini ve o günleri konuştuk.Taylan Cemgil İstanbul’da eşi Aslı ve kızı Defne’yle birlikte yaşıyor.
– Nurhak ağıdında adınızın geçmesi nasıl bir duygu? – Zor bir soru. Çok hüzünlü ve güzel bir şarkı. Ama o şarkıdaki mitleştirilen şey ne benim ne de babam. O başka bir dönemin ve ülkenin şarkısı. – Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz?
– Üç yaşımdayım, Feneryolu’ndaki evdeyiz, Özgür diye bir arkadaşım var ve onun da babası ölmüş. Çocukken bazen annemde bazen de babaannemde kalırdım. Çok net hatırlamıyorum ama 1978-79’da babaannemlerde kalmaya başlamıştım, annemin aktif olduğu yıllardı. Sonra İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okumaya başladım. – Sonra yurtdışına mı çıktı?
– Hayır biraz daha sonra. 11 Eylül günü mahalledeki çocuklarla satranç turnuvası yapmıştık, 12 Eylül günü beni çağırmadılar çünkü evimizin etrafında askerler vardı ve biz mimliydik. Annem, eşi Mehmet Özler ve ben 15 gün ev hapsinde tutulduk.
Sonra dedem gelip beni aldı. Evi bekleyen askerin, bana tüfeğini tutturduğunu anımsıyorum. Haftalar sonra annemin nerede olduğunu öğrendik, çamurlu bir kış günü onu görmeye Hasdal Kışlası’na gittik. Cezaevinden çıktığı zamanı hatırlıyorum, saçları bembeyaz olmuştu, gördüğü işkencelerden dolayı.
– Hiç babanızdan konuştuğunuz oluyor muydu?
– Her zaman konuşulurdu. Orhan İyiler’in Öldükleriyle Kalmadılar kitabını sekiz yaşımda okumuştum. Babamın ölümü bizim evde hiçbir zaman gizlenen bir gerçek değildi. Babaanneme çok şaşırırdım, hiç cezaevinde kalmamış diye. – Babanız nasıl anlatılırdı size? – Çok sevgiyle. Babaannem duygulanırdı anlatırken, dedem daha az konuşurdu. Onun hakkında en çok konuşan annemdi. – Bunları yaşamak çocuk hafızanızda neler yaptı? – Dedim ya doğaldı, tamam bir insanın babasının ölmesi çok iyi bir şey değildi ama birçok çocuk babasızdı. – Babanızın yaşadığı dönemdeki etkisini öğrendiğinizde şaşırdınız mı?
– Ailede kendini beğenmişlik dünyanın en kötü şeyiydi. Babamın etkisini en çok Buldan’a anneanneme gittiğimde fark etmiştim. Buldan’ın solcu gençleri benle görüşmek istemişlerdi, fotoğraf çektirmişlerdi. – Zorluk yaşamadınız mı? – Benim için 12 Eylül’den sonrası zordu, çünkü annemin gitmesiyle bütün arkadaş çevresi de dağıldı. – Ailede politikaya bulaşmanızı engellediler mi? – Evet dedemlerin beni eylem açısından daha yumuşatılmış bir şeye doğru çekmeye çalıştıklarını söyleyebilirim. – Annenizle gittikten ne kadar sonra görüşebildiniz? – Haziran 1984’tü, trenle iki günlük bir yolculuk yapmıştım, yaklaşınca heyecanla saçımı taramıştım. Sonra her sene yaz tatillerinde gittim. Üniversiteye Almanya’ya gitmeyi planlıyordum, sonra 1987’de Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandım ve burada kalmak istedim. – Annenizin ikinci kez evlenmesi hakkında ne düşünmüştünüz?
– Ben severdim Mehmet Özler’i, evde bir kişi daha olması hoşuma gitmişti. Ama hiçbir zaman onu ‘baba’ gibi algılamadım. Bir baba figürüne ihtiyacım yoktu. – Üniversiteden sonra neler yaptınız? – Boğaziçi’ne girdikten sonra, bir süre müzikle uğraştım. Sonra okulda kalıp asistan oldum. Doktora için yedi yıl kadar Hollanda’da kaldım, dört yıl da İngiltere’de, beş aydır da buradayım. – Annenizin yazdığı bir kitap varmış…
– Özellikle babamı anlattığı 1971 dönemi eksik ama bunlara rağmen yayınlamayı düşünüyorum, bu anneme ödemem gereken borcum. – Anneniz sadece babanızı mı sevdi? – Babama hep aşıktı.
CEMGIL AILESI…
Adnan Cemgil ve Nazife Cemgil’in ikinci oğulları olarak 15 Kasım 1944’de İstanbul’da dünyaya geldi. Dedesi Erzurumlu Cemal Bey Kurtuluş Savaşı sırasında Muğla Kuva-yi Milliye örgütünün başkanlığını yapmıştır. Öğretmen anne-babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim aldı.
Türk Barışseverler Cemiyeti’nin Menderes Hükümetini, TBMM kararı olmaksızın Kore’ye asker göndermesi sebebiyle protesto etmesi üzerine Adnan Cemgil’in aldığı hapis cezası Sinan’ın henüz çocuk yaşta cezaeviyle tanışmasına sebep olur.
“Komünistler Moskova’ya!” bağırışlarını ise, aynı dava yüzünden Yozgat’a sürgüne gönderilen annesinin yanında duyacaktır.
1964’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi’ne girdiğinde siyasetle etkin olarak ilgilenmeye başlar.
1965 yılında Bursa’daki TİP kongresinin yapılacağı Saray Sineması önünde babası Adnan Cemgil yaralanıp hastaneye kaldırılır.
1965 yılında çıkardıkları Dönüşüm dergisini satarken arkadaşı Şirin Yazıcıoğlu ile birlikte gözaltına alınan Sinan Cemgil, aynı yıl ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün (SFK) kuruluşuna katılır, bir süre genel başkanlığını yapar ve Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) de üye olur.
1967 yılında ilkokul yapma amacıyla Muş’un Korkut ilçesine giden ODTÜ kafilesinde yer alan Sinan, arkadaşlarıyla birlikte halk kültürü üzerine de incelemelerde bulunur. Bu incelemelerden geriye kalan, kafilenin diline persenk olan Çift Jandarma türküsüdür.
Sinan’ın Amerikalı öğretim görevlisinin Yıllardan beri ODTÜ’de İngilizce eğitim görüyorsunuz. Nasıl İngilizce bilmezsiniz? sorusuna verdiği yanıt bugünlere kadar gelmiştir: “Biz, ODTÜ’de İngilizce üç kelime öğrendik: Yankee go home.” (Turhan Feyizoğlu, Sinan: Nurhak Dağlarından Sonsuzluğa /Nurhak’ta Bir Şafaka Vakti)
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde, üniversitedeki hareketin doğal önderi olur. ODTÜ’de Toplumcu Gurup içinde yer alır. 1968’de ODTÜ’deki boykota ve 1969’daki ODTÜ işgaline önderlik eder.
Toprak reformunun gerçekleştirilmesi istemiyle hazine topraklarını işgal eden Elmalı köylülerini ziyaretinin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Merkezi tarafından tepki ile karşılanması, TİP’ten istifasını getirir.
Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmalarında Milli Demokratik Devrim’i savunsa da Hüseyin İnan’la birlikte “Türk Solu” ve “Aydınlık” odaklı MDD yorumlarından ve bu çevredeki tartışmalardan uzak durur ve farklı bir yol açmak için arkadaşlarıyla birlikte harekete geçer.
1969 yılında Şirin Yazıcıoğlu ile evlenir. Komer’in arabasını yakanlardandır. Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi üzerine Ankara’da Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa, aranıyor olmasına karşın şöyle hitap edecektir:
“Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür.Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız. “ 1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı Taylan’ın adını verir.