“Biz ODTÜ’de İngilizce Üç Kelime Öğrendik: Yanke Go Home”

odtü-h.inan (2)1960 sonrasında, Türkiye’de öğrenciler tarafından ilk anti-Amerikan gösteri, Kıbrıs konusundaki davranışını protesto etmek amacıyla, 27 Ağustos 1964 Perşembe günü, Ankara’da yapılır.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ecvet Güresin, 13 Temmuz 1965 tarihli, “Amerika ve Dostluk” başlıklı yazısında özetle şöyle dile getirmiştir:

“Yaygın bir Amerikan düşmanlığı var Türkiye’de. Kıbrıs olayları, bu düşmanlığın yayılmasına sebep oldu. Önceleri yavaş yavaş yayılma isteniyor fakat fazla tutmuyordu. Kıbrıs ihtilafında ise dostumuz öylesine davrandı ki birdenbire Amerikalı tukaka oluverdi. Aslında Amerikanın sevilmemesi olayı sadece Türkiye’de görülmekte değildir. Amerikanın tutumunun sempatik olmadığı ve yardım yaptığı ülkelerde olmek yerine, sevilmediği bizden önce bizzat Amerikalılar tarafından keşfedilmiş, hatta Çirkin Amerikalı filmi bütün bu gürültüler başlamadan çok önce memleketimizde gösterilmişti.”(1)

28 Kasım 1965 Pazar günü, Ankara Üniversitesi ile ODTÜ’ne bağlı otuzsekiz, 1 Aralık 1965 Çarşamba günü de İstanbul Üniversitesi’ne bağlı seksen öğretim üyesi, ABD’nin politikalarını eleştiren bildirilerini kamuoyuna açıklar.
Ankara’da yapılan anti-Amerikan gösterilere katılanların büyük çoğunluğunu ODTÜ’lü öğrenciler otuşturmaktadır.
Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencisi olan Tuncer Sümer, Kudret Asma’nın tanıştırdığı Hüseyin İnan’a bir gün gider, “parası yetmediği için son sömestr dönemine devam edemiyeceğini” söyler.

Hüseyin İnan, “Aylık aldıklarında gider bir Amerikalı subayı döver, parasını alır, bu sorununu hallederiz” der.
Sinan ve iki arkadaşı, bir dersten sınava girer. Sınavda bazı Türk öğretim görevlileriyle birlikte bir tane de Amerikalı öğretim görevlisi vardır. Amerikalı öğretim görevlisi, ilk öğrenciye soruyu sorar..öğrenci cevap veremez. ikinci öğrenciye sorar ..öğrenci..ben ingilizce bilmiyorum sinana sorun diyerek karsılık verir.Amerikalı , “Yıllardan beri ODTÜ’de İngilizce eğitim görüyorsunuz. Nasıl İngilizce bilmezsiniz?” diye şaşkınlıkla sorar. Yanıt Sinan Cemgil’den gelir:
“Biz, ODTÜ’de İngilizce üç kelime öğrendik: Yanke Go Home.”

sinan cemgil odtü konusma

 

ABDDışişleri Bakanı Dean Rusk Protesto Ediliyor
Amerika Dışişleri Bakanı Dean Rusk, 19 Nisan 1966 Salı günü, Ankara’ya gelir.
Çoğunlukla SBF, Hukuk Fakültesi ve ODTÜ öğrencisi olan gençler, öğleye doğru, Dean Rusk’ın geçeceği Kızılay çevresinde protesto gösterisi yapmak için toplanır. Ancak polisin durumu haber alarak ABD Dışişleri Bakanı’nın yolunu değiştirmesi üzerine, gösteri olmaz.

Bunun üzerine üniversiteli gençler, ellerinde pankartlar olduğu halde, Dean Rusk’ın kalacağı Çankaya’daki ABD Büyükelçisinin evine gitmek amacıyla yürüyüşe geçer. Bu arada, Bakanlıklar önünde polisin geldiğini gören öğrencilerden bir kısmı dağılır, bir kısmı da geçmekte olan bir Belediye otobüsüne biner.
Olayı izleyen Toplum Polisi, öğrencilerin bir kısmını yürüyüş halindeyken yakalar, diğerlerini ise, bindikleri otobüsü ABD Büyükelçiliğinin önünde çevirerek, ele geçirir.

Kavaklıdere’deki ABD Elçiliğinin önünde otobüse binen Toplum Polisleri, kapıları kapattırır ve otübüsü, Konya yolunda inşa halindeki Emniyet Sarayı binasına götürür. Otubüste bulanan üniversiteli gençler, gözaltına alınır, otobüsün diğer yolcuları serbest bırakılır.

Polis, öğrencilerin üzerinde, “Yankee Go Home!”, “Dean Rusk, Amerika’ya!” gibi sözler yazılı pankartlar da bulur.
Öğrencileri, Emniyet sarayında saat 13.00’den 17.00’ye kadar gözaltında tutan polis, saat 17.00’de, 2 polis otobüsüne bindirerek Ankara Adliyesine sevkeder.

Hazırlık tahkikatını saat 19.00’da bitiren Ankara Cumhuriyet Savcılığı, 70 öğrenci hakkında Suçüstü Kanunu hükümleri ile Gösteri ve Toplantı Yürüyüşleri Kanununa aykırı davranıldığı gerekçesiyle Nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesinde dava açar.
Öğrencilerin avukatlığını TİP Konya Milletvekili Avukat Yunus Koçak, Avukat Muammer Aksoy ve Avukat Halit Çelenk yapar.
Gözaltına alınan ve sorgularından sonra serbest bırakılan 70 kişi şunlardır:

11227404_1113669818662679_4137852921968569471_nSinan Cemgil, Kurthan Fişek, Atilla Keskin, Arif Şentek, Hüseyin Ergün, İzzet Polat Ararat, Hülagü Bulguç, Kamuran Bekir Harputlu, Dursun Bila, Atanur İlgü, Aykut Ülkütekin, Mehmet Koca, Hüseyin Gazi Apa, Murat Cahit Koğacıoğlu, Ateş Gürman, Ruşen Tuğcuoğlu, Doğan Yurdakul, Engin Güner, Önder Pekcan, Talip Özay, Olcay Bingöl, Kuddusi Öztaş, Hüseyin Yücel, Ahmet Fettahoğlu, Nevzat Çetin, Hüseyin Tanrıöver, Rıfat Murat, Asaf Köksal, Gülten Acar, Faruk Peker, İskender Kaleli, Alev Erlevent, İlker Ağca, Tuğrul Eryılmaz, Işık Alamur, Hidayet Balcı, Ahmet Kut, İlter Taşkıran, Osman Kolunay, Asuman Erdost, Mehmet Akıncı, Mehmet Bozbeyi, Mehmet Eroğlu, Koray Düzgören, Yılmaz Şekerbay, Erdal Türkkan, Salih Yakın, Gıyas Ünel, Yılmaz Ata, Ali Kulebi, Bahtiyar Taraktaş, Mustafa Çetin, Erol Ünsal, Kadir Bayer, Mahmut Atilla Arsoy, Hüseyin Kılıç, Erdal Oskay, Nejat Öcal, Mehmet Konur, Sedat Özkan, Fethi Sinanoğlu, Cevdet Akgöz, Mehmet Selim San, Tektaş Yıldırım, Serdar Karan, Mehmet Karataş, Sadık Özmen, Hikmet Ergin, Bahattin Öztekin, Özkan Güney.

ABD’nin Vietnam ile Türkiye arasında ilişki kurması yeni değildir. ABD Başkanı Lyndon Baines Johnson, 3 Temmuz 1966 Pazar günü, Honolulu’da yaptığı konuşmada, özetle şu açıklamayı yapar:
“Komünist mütecavizler Vietnam’da başarı kazanırlarsa, kurtuluş savaşları dedikleri mücadele yolu ile, Filipinler, Yunanistan ve Malezya’da isyanla; Kore’deki vahşiyane tecavüzlerle; Türkiye’de tehditle ve dünyada hür seçimlerle elde edemediklerini yapabilecekleri inancına saplanacaklardır.

Bazı kimseler Vietnam’dan çekilmemizi tavsiye etmektedirler. Bunlar ümidin ne olduğunu bilmeyenler ve tecrübenin kıymetine inanmayanlardır. Kıyılarımızdan 10.000 mil mesafedeki bir yerde hüküm süren istibdadın bizi endişelendirmemesi gerektiği, yahut Asya’daki silahlı bir azınlığın faaliyetinin Avrupa’daki silahlı bir azınlığın faaliyetinden farklı olduğu yolundaki görüşleri kabul edemeyiz. Onları dinlesek birçok milleti hasımlarımızın eline teslim etmiş olurduk.”

Devletler Hukuku kuralları karşısında, Amerika’nın o dönem Vietnam’da sürdürdüğü savaşın değerlendirmesini yapmak ve hukuka göre hüküm vermek amacıyla TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 13-15 Kasım 1966 günlerinde Londra’da uluslararası bir toplantı olan Russell Mahkemesi’ne katılır.

10418445_1638581473030560_4394135445851453459_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aybar, ayrıca, Güney ve Kuzel Vietnam diye ikiye bölünmüş Vietnam halkıyla dayanışmak amacıyla, 24 Temmuz 1967 Pazartesi günü, Kuzey Vietnam’a gider ve orada kendisi gibi dünyanın dörtbir tarafından gelmiş aydınlarla 1 ay kalır.
Uluslararası kamuoyunun baskısı sonucu ABD, Vietnam’da geri adım atmak ve yenileceğini anlayınca çekilmek zorunda kalır.
Emperyalisler tarafından 1956′da Güney ve Kuzey diye ikiye bölünen Vietnam, 2 Temmuz 1976′da resmen tek bir ülke haline gelir.

ABD’ye Karşı Türk Halkının Başkaldırması Gösterisi
ODTÜÖğrenci Birliği, ODTÜSosyalist Fikir Kulübü, ODTÜFen ve Edebiyat Fakültesi Öğrenci Derneği, ODTÜİdari İlimler Fakültesi Öğrenci Derneği, FKF, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fikir Kulübü, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Fikir Kulübü, DTCF Fikir Kulübü, SBF Öğrenci Derneği, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği, Türkiye-İş Sendikası, Yapım-İş Sendikası ve Apanka Sendikası, 10 Kasım 1966 Perşembe günü, “Türk Halkına” hitaben bir bildiri yayınlar.

Bildiride özetle şu görüşlere yer verilir:
“Amerikalılar memleketimizden kovulmadıkça Türk halkına bu topraklarda huzur yoktur.
ABD ordusu, uzmanları, resmi ve özel kuruluşları ile Türkiye’de Dünya emperyalizminin temsilciğini yapmaktadır.
Yardım ve kredi perdesi altında bağımsızlığımız yok edilmek istenmektedir.

Yurdunu seven her Türke düşen görev, Amerikalılara karşı verilmesi gereken savaşta mutlaka yerini almaktır. İşte bu yüce savaşın ilk adımı 12 Kasım 1966 Cumartesi günü saat 13′te Ankara Tandoğan Meydanında başlayacak olan ABD’ne karşı büyük yürüyüş ve miting olacaktır. Bu yürüyüş ve mitingden ders almasını bilmeyenler, karşılarında çok daha güçlü, çok daha geniş halk hareketleri görmeye hazırlansınlar.

Kahrolsun Amerikan emperyalizmi,
ODTÜ Öğrenci Birliği Türkiye-İş Sendikası, 12 Kasım 1966 Cumartesi günü, “Amerika’ya Karşı Türk Halkının Başkaldırması” mitingi düzenler.

Gösteri nedeniyle, Ankara’nın her tarafına, üzerinde çapraz çizilmiş NATO kelimesi ve onun altında da, “Türkiye İçin, Amerikan Emperyalizminin Aracı NATO’ya Karşı Diren” yazılı afişler asılır.
Tandoğan Meydanında toplanan yaklaşık 10 bin öğrenci ve işçi, ellerinde,

“Emperyalizme ilk yumruk iniyor”,
“Kavga özgürlük için”,
“Yığınlar için kavga”,
“Türk işçisinin emperyalistleri kovacakları gün yakındır”,
“Bizden emek, efendilerden yemek”,
“Türkiye Jonhson’un çiftliği değildir” dövizleri ve
“Türkiye Sömürge Değildir”,
“Bağımsız Türkiye,
“Sosyalist Türkiye”
gibi sloganlarla Kurtuluş’a doğru yürüyüşe geçer.

“Gül Ağacı Değilem” şarkısısını,
“Gül Ağacı Değilem, Çek Elini Yurdumdan,
Ben Sömürge Değilem” diye değiştirerek söyleyen, yürüyüşçüler, SBF’nin önüne geldiklerinde, çok bağırdığı için sesi kısılan İsmet Hüsrevoğlu, Sinan’a, “Biraz susalım. Yoksa sesimiz iyice gidecek, hiç bağıramıyacağız” der. Sinan da, İsmet’e, “İsmet, anamız bugünler için doğurdu.
Bağıracağız” diye karşılık verir.

Bu sırada minarelerden yükselmeye başlayan ezan sesleri, İsmet Hüsrevoğlu’nun kısılan sesi için bir kurtuluş olur. Ezan sesleri nedeniyle, yürüyüşçülerin bir kısmı bocalar ve slogan atmayı keser, bir kısmı ise slogan atmaya devam eder.
Geniş Cepheci’lerin attığı, “Bağımsız Türkiye”, Dar Cepheci’lerin attığı “Sosyalist Türkiye” sloganı, gruplar arasında tartışmaya yolaçar.

“Geniş Cepheciler” olarak adlandırılan kişilerin çıkarttıkları, “ODTÜDergi” adlı yayın organının Kasım 1966′da yayınlanan 2. sayısında, konuyla ilgili olarak şu değerlendirme yapılır:

“Yürüyüş esnasında atılan sloganların bir kısmı bu açıdan yanlıştır. Örneğin ‘Sosyalist Türkiye’ sloganı. Bugünkü meselemiz emperyalistlerin Türkiye’den atılması olduğuna ve yanımıza alacağımız güçler de komprador-burjuva ve feodal ağa sınıfının dışından bütün yurtseverler olacağına göre bu yanlıştır. Zira o sloganın gerektirdiği mücadele ayrıdır ve seninle bu aşamada birlik olacak, fakat sosyalist olmayacak gruplar ‘veya sınıflar) olduğu gibi sınıflar da vardır. Nitekim yürüyüş esnasında bize katılacakları aşikar olan binlerce kişi sadece o slogan yüzünden katılmadılar.”

FKF’nin Birinci Dönem Çalışma Raporu’nda ise, bu konuyla ilgili olarak şu değerlendirme yapılmıştır:

B9kGFOIIUAETl55

“12 kasım 1966′da yapılan anti-emperyalist mitingde ise, Tandoğan Alanı’ndan Kurtuluş’a dek olan yürüyüşü örgütümüz üyeleri yönettiler. Yol boyunca binlerce kişi, ‘Sosyalist Türkiye’ diye hep bir ağızdan durmadan haykırdılar. Ertesi gün ileri geçinen gazetelerimizin ‘Satılmışlar kahrolsun’ başlığını atması onların politikaları gereği idi.

Yürüyüşün boyuna yinelenen sloganı toplumcu bir slogandı: ‘Sosyalist Türkiye’. Birtakım ters etkiler altındaki arkadaşların FKF’yi bu mitingden uzak tutma çabalarının ne denli yanlış olduğu hemen kanıtlandı böylece. Hareket yozlaşmaktan kurtuldu.”

Miting bittikten sonra, Sinan Cemgil, İsmet Hüsrevoğlu ve Muammer Soysal, Mehmet ile Nuran Koca’nın İzmir Caddesi’ndeki evine giderek, sohbet eder.

“TÜRKİYE, ODTÜ ve EMPERYALİZMLE SAVAŞ

1,5 Trilyonluk ulusal geliriyle, dünyanın dört yanındaki kumpanyalarıyla, çok gelişmiş teknolojisiyle Amerikan emperyalizmi, Vietnam’da halk savaşçılarından ulusal kurtuluş savaşlarının keskin tokadını yemiş ve yüzgeri etmek zorunluluğunu yavaş yavaş duymaya başlamıştır. İşte bu zorunluluktur ki Amerika’yı yeni Vietnam’lar aramak ve bulmak yoluna itmiştir.

Bloklar arası çatışmanın Uzakdoğu’dan Ortadoğu’ya kayması son Arap-İsrail savaşıyla hızlanmış ve bu oluşum içinde emperyalizmin türkiye üzerindeki hevesleri yoğunlaşmıştır. On iki yıl CIA’de ajan olarak çalışmış, Vietnam’da ünlü pasifikasyon hareketini yürütmüş ve bu işteki başarısından ötürü liyakat nişanı verilmiş katil Komer’in Türkiye’ye büyükelçi olarak atanması, aranılan yeni Vietnam’ın Türkiye olduğunu göstermektedir.

946459_1242465862449740_7549422871046628724_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Komer Türkiye’de

Birinci ulusal kurtuluş savaşıyla emperyalizme ilk şamarı indirerek, ezilen dünya uluslarına kurtuluş yolunu gösteren ve şimdi ikinci bir kez kurtuluş savaşı vermek zorunda olan bir ülkenin anti-emperyalist gençleri, Komer’e gerekli cevabı Esenboğa havaalanında verdiler. Komer, Türkiye’ye normal yollardan giremedi. Ve Komer’i Esenboğa’da karşılayanlar çoğunlukla ODTÜ öğrencileriydi. Buna rağmen Komer, Orta Doğu’ya geldi.

Komer, ODTÜ’de
“Komer Go Home”
“Katil Komer”
“Hoşt Amerika, puşt Amerika”
“Bağımsız türkiye”
“Ha yankee, ha donkey”

Ağızlardan dökülen sloganlar Rektörlüğün merdivenlerinde yankılanıyor, üniversitenin dört bir yanına dağılıyordu. Aynı anda Komer ve Kurdaş, Rektörün özel lokantasında oturmuş yemek yiyorlardı.

6 Ocak 1969…öğle. Kalabalık büyüdü. Geri bırakılmışlığın ve bağımlılığın öfkesi gibi büyüdü. Sonra yüreklerdeki bağımsızlık ateşi arabayı sarıverdi. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin üzerinde yükselen siyah dumanlar ikinci kurtuluş savaşımızın simgesini silinmez bir biçimde Türk üniversitelerinin üstüne vuruyordu.

Komer, ODTÜ’ye Neden Geldi?

Kim çağırdı bu adamı ODTÜ’ye? Kurdaş ve hempalarının dışında, değil konuk edip ağırlamak, Komer’i sokmamak için barikat kurmayacak tek adam yoktur üniversitemizde. Bunu Kurdaş bilmez mi? Bunu Komer bilmez mi?
Domuz gibi bilirler.

Bu bir tertipti. Komer’in arabası ODTÜ’ye girerse tutuşur ve yanar; bu bir kimyasal olay gibi kesindir.
Öyleyse amaçları neydi?

ODTÜ’deki devrimci güçler parçalanacak, sindirilecek, nötralize edilecekti. Böylece türkiye çapında devrimci güçlerin yıldırılması için ilk adım atılıyordu. Bunu başka yerlerde başka tertipler de izleyecekti.

Ama hesap boşa çıkmıştır. Hesabı ODTÜ öğrencisinin ve tümüyle Türk gençliğinin uyanıklığı boşa çıkarmıştır.
Olay başlangıçta küçük bir grubun işi olarak gösterilmeye çalışıldı. Bulanık suda balık avlayanların kanadı komünistler diye veryansın ederken, daha sinsi olan diğer kanadı suret-i haktan görünerek fikir mücadelesinden, konukseverlikten dem vuruyordu. İşbirlikçi rektör, fırsat bufırsat, ODTÜ’deki devrimcilere çullandı. Oysa gençlik ve kamuoyu, emperyalizmin gizi amaçlarını, tertiplerini kavramaya başlamıştı.

11110979_1114769461886048_2514533674283080576_n

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Emperyalizmle Tartışılmaz Savaşılır

Amerikan emperyalizmi ile fikir mücadelesi olmaz. Türkiye’nin bağımsızlığına yönelen tehditlerle fikir mücadelesi olmaz. Fikir mücadelesi; bağımsızlık savaşının yolunu, yöntemini tartışanlar arasında olur. Bağımsızlıktan yana olanlarla işbirlikçiler arasında fikir mücadelesi olmaz, olamaz. Bağımsızlık kavramı tartışmaya açık değildir. Amerika’nın ve işbirlikçilaerinin türlü demagojilerle sundukları tez temelde şudur:
“Ben, sizi egemenliğim altına aldım ve kendime bağımlı kıldım. Sizi sömürme hakkını kendimde görüyorum. Eğer itirazınız varsa gelin, bir yandan sömüreyim, bir yandan da tartışıp fikir mücadelesi yapalım.”

Oysa Amerika bir açık oturum tartışmacısı değil, şiddetçi bir devletdir. Ne Amerika ikna edilecektir Türkiye’den gitmeye, ne de onun işbirlikçileri. Emperyalizmin sultası altındaki geri bırakılmış devletler için Amerika dost değil düşmandır. Bu böyle biline.
Emperyalizme karşı savaşılır.

Emperyalizmle pazarlığa girilemez. Bu işbirlikçiliktir. Sadaka koparmak için emperyaliste konuk muamelesi yapılmaz. Sömürge valisi davranışı içinde olanlara hoşgörü gösterilmez.

Bağımsızlık savaşını suçlayıp, Türk halkının düşmanlarından özür dilenmez. Bu haysiyetsizliktir, halk düşmanlığıdır,vatan hainliğidir. Bunun bedelini sorarlar insana.

Pasifikasyon kurbanlarının hesabı Komer’e ve işbirlikçilerine, üç beş yılda sıfırdan yirmi milyon kazanan komprador yöneticilere, Amerika’nın desteği ile siyasi yatırım yapan, bol maaşlı ağaçperver rektörlere sorulacaktır.

Kağnı Gölgesindeki İt
“Suret-i Hak” denilen bir şey vardır…ki cepheden kaçmak isteyenlerin en kolay mezaretidir. Amerikan emperyalizmine karşı mücadele mi edeceksin? “Biz yine NATO’yu eleştirelim, ama karşı çıkmayalım; mücadele edelim, ama dostane ilişkiler zedelenmesin; denizcileri denize dökelim, ama peşlerinden atlamayalım; protesto edelim, ama arabasını yakmayalım”, diyen sesler duyarsın.
Devrimci eylemin ön saflarını bölmeye çalışanlar, gerçek bağımsızlık savaşçılarının gölgesinde giderken, bir yandan da onları çelmelemeye çalışırlar:
“Protestolara biz de candan katırılırız, ama menfur araba yakma olayını tel’in ederiz.”

Oysa Komer, ODTÜ öğrencilerinden bir de dayak yeseydi, aynı ağızlar bu sefer şöyle işleyecekti:
“Arabanın yakılması iyi oldu, ama herifi dövmek konukseverliğimize yakışmaz.”

İt kağnı gölgesinde yürürmüş de kendi gölgesi sanırmış.
Yutmuyoruz artık tatlısu devrimcilerinin numaralarını…Bunlar beş on kişiden ibarettir ve devrimci ODTÜ gençliğinin şamarını şimdiden yemişlerdir.

Baruttan Sonra En Önemli Silah
ABD eski Savunma Bakanı MacNamarra, “Barutun icadından sonra bulunmuş en tehlikeli silah ulusal kurtuluş savaşlarıdır” demişti. Biz, bununla yetinmiyoruz ve ulusal kurtuluş savaşlarının çağımızın temel gerçeği; ezilen, sömürülen, diri diri yakılan dünya halkları ile emperyalistler arasındaki amansız çelişkiyi çözümleyecek tek yol olarak görüyoruz.

Bir barış evreni yaratmak kuşkusuz her devrimcinin en büyük özlemidir. Ama, barış kendi kendine gelemez. Onu getirecek olan savaş insanlığın son savaşıdır ve bu savaş kutsat savaştır. Özgürlük dilenilmez. Bağırmakla da gelmez. Onun bedeli kandır. Bugün Vietnam’da kanlarını akıtan halk savaşçıları kendi uluslarının özgürlüğü için savaştıkları kada, ezilen tüm dünya halkları adına da savaşıyorlar. Onların zaferi tüm halkların zaferi olacaktır.

Türk halkı da ikinci ulusal kurtuluş savaşını verecektir.
Atatürk’ün şu sözü her yurtseverin kafasında perçinlenmelidir:
“Ya bağımsızlık, ya ölüm!”.
Tartışmasız, kuşkusuz, korkusuz, üçüncü bir olasılığı kabul etmeksizin.

Amerika’nın 6. Filosu boğazda kılçık gibi dururken, Amerikan erleri Türk bayrağını yakarken, nükleer silahlarla donatılmış Amerikan üsleri vatanımın topraklarına örümcek ağı gibi yayılmışken, kumpanyalarıyla, bankalarıyla ve işbirlikçileriyle Amerikan kapitalistleri Türk işçisinin, Türk köylüsünün emeğini, alınterini, çocuklarımızın nafakasını çalarken, “Türkiye bağımsızdır”, diyenler art niyetlidir, satılmıştır.

Gerçek devrimciler için eylem çizgisi kesindir. Amerika sağ elini kaldırırsa sen sol elini kaldıracaksın.
Türkiye’de halktan yana anti-emperyalist güçler çığ gibi büyürken bu uyanışı durdurmak gerekti ve Amerika Türkiye’ye on iki yıllık CIA ajanı ve Vietnam pasifikasyon hareketini yöneten halk katili Komer’i elçi olarak atadı.

Pasifikasyon, ulusal kurtuluş savaşı veren halkların direncini yoketmek, onları yıldırmak demektir. Komer’e cellat demek çok hafif kalır. Cellat darağacında asar. Oysa Komer, Vietnam halk savaşçılarını astırmadı; diri diri yaktırdı, kafalarını gövdelerinden ayırttı. Vietnamlı genç kızların memelerinin uclarını kerpetenle söktürdü.

Dün Vietnam’da bunları yapan, yarın Türkiye’de de aynısını Uygulamaya kalkacaktır.

Komer’in Arabası Yakılır.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin devrimci ve anti-emperyalist öğrencileri olarak, İkinci Ulusal Kurtuluş Savaşımızın çoktan başlamış olduğunun bilincindeyiz. biliyoruz ki, Anti-Emperyalist savaş (adı üstünde) savaştır. Anti-Emperyalist savaş, örgütlü ve silahlı emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine karşı girişilen karşı şiddet hareketidir. Dün Vedat’ı öldürtenlerin, bugün devrimci kardeşlerimize saldıranların amacı yarın Türkiye’yi Vietnam ve Endonezya örneği bir insan salhanesine çevirmektir. Amerika git deyince gitmez. Kovmak gerekir.

Pasifikasyonculara karşı tek direniş yöntemi karşı-şiddet hareketleridir. Yalnız fiyakalı bildirilerle anti-emperyalist savaş= vermek (hassasiyetle üzerinde durarak) Kıbrıs sorununu çözümlemeye benzer; yani çıkar yol değildir.

Komer’in arabası yakılır. Bu suç değildir. Kırk kere gelse, kırkında da yakılır. Biline ki, Amerika dostlukla değil, zorbalıkla buradadır. Birinci Kurtuluş Savaşı şehitlerimize, mezarlarında kan terleterek buradadır. Vedat demircioğlu kardeşimizin canı pahasına buradadır. Ve elbette ki direnişimiz cici protesto hareketlerinin çok ötesinde olacaktır. ODTÜ’nün ve uyanan ülkemizin tüm ilerici ve devrimci güçlerinin direnişini bugün yadırgıyanlar, eğer dürüst iseler, ileride kendilerini bunun kat kat ötesinde bir direnişin içinde bulacaklardır.

Komer’in arabası yakılır. Bu meşru bir savunma hareketidir. Çünhkü, Amerika dost değildir. Çünkü, Komer Büyükelçi değil, CIA ajanıdır ve Türkiye’ye ancak Esenboğa Hava alanından kaçırılarak sokulmuştur. Üniversiteye de yalnız Kurdaş’ın özel konuğu olarak; öğrencisi, öğretim üyesi ve işçisiyle tüm ODTÜ mensuplarından gizlenerek sokulmuştur.

Kurdaş İstifa Edecektir
Komer’in arabasını yakmak birşey çözümlemez diyorlar. Doğrudur. Savaşta sıkılan hiçbir kurşun tek başına zaferi sağlamaz. Ama bu yüzden eylemden geri kalmak ihanettir. Öğrencisi, öğretim üyesi ve işçileriyle tüm ODTÜ bunun bilincindedir. Türkiye’nin bağımsızlığı için savaşan bizler tevkif kararı verilen omuzdaşlarımızın mücadelesini bütünlüğümüzle benimsiyoruz.
Kurdaş istifa edecektir ve ODTÜ, Kurdaş istifa edene dek her aracı kullanarak direnecektir. Kurdaş, Amerika’nın dost olduğunu ısrarla söylüyor. Bizde ısrarla söylüyoruz ki, Amerika’nın dostu bizim düşmanımızdır.

Bir Türk üniversitesinin başında Amerikancı bir rektör duramaz, duramıyacaktır.

Gelen Günler
Bugün yarına çıkar, yarın bugünü yıkar. Türk halkının ve ilerici tüm güçlerin emperyalizme karşı savaşı günden güne güçlenecektir. Öfkenimz kındadır. ODTÜ öğrencileri, bu savaşın gönüllü neferleri, ayrılmaz parçalarıdır.
Yaşasın demokratik üniversite
Yaşasın bağımsız Türkiye
Yaşasın halk savaşçılarının zaferi.”