Ulrike Meinhof: Silahlanmayan Ölür – Ölmeyenlerse Canlı Canlı Cezaevlerine Gömülür
Ulrike Meinhof, sahip olduğu şöhreti elinin tersiyle itmesi nedeniyle ölümünün üzerinden 39 yıl geçtikten sonra bile Avrupa solunun en çok tanınan ve en tartışmalı isimlerinden birisidir. 1970 Yılında yazarlığı bırakıp yeraltında mücadele verme kararını aldığından beri yaşamı ve hatta ölümüyle de Almanya’da egemenlerin kabusu olmaya devam ediyor.
Ulrike Meinhof, 7 Ekim 1934’de Oldenburg’da dünyaya geldi. Altı yaşında babasını, ondört yaşındayken de annesini kaybetti. Ebeveynlerini kaybettikten sonra Ulrike’ye vaftiz babası ve annesinin arkadaşı olan Prof. Renate Riemeck bakmaya başladı. Dil bilgisi öğrencisi olarak her zaman arkadaşları ve öğretmenleri ile tartışan ve davranışlarından dolayı asla ödün vermeyen Ulrike Meinhof sol sosyal demokrat bir muhitte yetişti.
Onun eğitimini üstlenen Renate Riemeck, savaşın bitmesinin ardından SPD’de (Sosyal Demokrat Parti) militanlık yapar, fakat Bad-Godesberg kongresinden sonra partiyi terk eder. Partiden ayrılan başkalarıyla birlikte DFU’nun (Alman Barış Birliği) kurulmasına katılır ve Almanya’nın yeniden silahlandırılması ve NATO’ya girmesine karşı verilen mücadele içinde yer alır.
Ulrike Meinhof’da çok genç yaşta yeniden silahlanmaya ve atom bombasına karşı ilerici Hristiyanlarla komünistlerin oluşturduğu harekete katılır. İlahiyat öğrencisi Peter Meier ve siyasal bilimler öğrencisi Jürgen Seifert’le birlikte 1958’de Münster’de atom bombasına karşı mücadeleyi savunan Das Argument adlı bildiri gazetesini çıkarır. Ocak 1959’da Münster’deki arkadaşları tarafından delege seçilen Ulrike Meinhof, Federal Almanya ve Batı Berlin’den atom bombası aleyhtarı 20 komiteyi temsilen, 318 delegenin katıldığı Özgür Berlin Üniversite’sindeki öğrenci kongresine katılır. Orada komünist sola yakın bir çizgide atom bombasına karşı mücadeleyi savunan Konkret gazetesinin yayın müdürü ve KPD (Almanya Komünist Partisi) üyesi Klaus Rainer Röhl’le tanışır. Eylül 1959’dan itibaren de bu gazeteye makaleler yazmaya başlar. Bir yıl sonra yayın komitesine üye olunca öğrenimini yarıda bırakıp Münster’den Hamburg’a taşınır.
Ulrike Meinhof artık KPD için çalışmaktadır ve Konkret’in yayın yönetmeni olmuştur. Ancak Aralık 1961’de Klaus Rainer Röhl ile evlenir ve kısa süre içinde iki çocukları olur. Radyo ve televizyon için programlar hazırlar ve bazen büyük gazete ve dergilerde de yazıları yayımlanır; kısacası Hamburg’un aydın ve ilerici orta sınıfı içerisinde tanınan biri olur. Ulrike gazetecilik kariyeriyle militan yaşantısını uzun yıllar sorunsuz bir şekilde birlikte sürdürür.
Bununla birlikte, nispeten burjuva olan özel yaşamıyla davasını her geçen gün daha az bağdaştırabilmektedir. Gazetenin mali sorunlarına çare bulmak adına tiraj kaygısıyla Konkret’te “pornografik bölümler” açan Röhl’le ilişkisi bitmeye yüz tutmuştur. Aralık 1967’de Ulrike iki kızıyla birlikte Berlin’e taşınır ve Konkret’in yayın yönetmenliğini bırakır; ama bir yıl boyunca gazeteye makale vermeyi sürdürür.
1967’den sonra Ulrike Meinhof toplumsal sorunlarla ilgili gazeteciliğe yönelir. Okulların, işçi lojmanlarının, cezaevlerinin, ıslahevlerinin sefaletini sergilemek için yazılar kaleme alır. Bu yazılar onu, bu alanlarda seferber olmuş SDS (Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu) militanları ve çalışma gruplarıyla yakınlaştırır. Zaten Hamburg’dan Berlin’e taşınması da başkaldırının merkezinde olmak içindir. 1968 yılında KPD, DKP (Alman Komünist Partisi) adıyla yasallaştığında partiyle bağlarını koparır. Aynı yıl SDS liderlerinden Rudi Dutscke suikasta uğrar. Rudi’nin ardından Ulrike Konkret’te şöyle yazar, “Rudi’ye sıkılan kurşunlar şiddet karşıtlığı düşünü sona erdirdi. Silahlanmayan ölür, ölmeyenlerse canlı canlı cezaevlerine, ıslahevlerine, toplu konutların kasvetli betonlarına gömülür.” Öğrenci hareketlerinin içerisinde yer alan Ulrike’de, Springer karşıtı gösterilere katılmaktan dolayı kovuşturmaya uğrar.
1968 Yılında düzenlenen sabotaj eylemlerini eleştirmekle birlikte “insanları değil mülkiyeti koruyan” yasaya karşı bir isyan olarak değerlendirir ve Konkret’teki makalesini Fritz Teufel’in yazısıyla bitirir. “Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de bir alışveriş merkezi işletmekten iyidir.” Bu yazı sonrası Meinhof, Gudrun Ensslin ve Andreas Baader ile tanışır. O dönem polis tarafından aranan ikili, bir dönem Meinhof’un Berlin’deki dairesinde saklanırlar. Baader’in yakalanmasına dek de yolları bir süre ayrılır.
1970’de Andreas Baader üç eylemci tarafından gardiyanlar eşliğinde getirildiği kütüphane binasından silahlı çatışmayla kaçırılır ve eylemcilerin kimliklerinin açığa çıkmasıyla birlikte militanlar yer altına iner. Bu eylemle birlikte Kizil Ordu Fraksiyonu kurulmuş olur. Ulrike Meinhof bu eyleme neden katıldığı ile ilgili Berlin Moabit Mahkemesi’nde verdiği ifadede: “… 14 Mayıs 1970 eylemimiz, metropollerdeki gerilla eylemine emsal teşkil etmiştir ve hala öyledir. Bu eylem, emperyalizme karşı silahlı mücadele stratejisinin tüm unsurlarını o zamandan içeriyordu ve şimdide içermektedir. Hedef, bir mahkumu devlet aygıtının pençelerinden kurtarmaktı. Bu bir gerilla eylemiydi, söz konusu eylem siyasi-askeri bir çekirdek olarak örgütlenen, bir grubun işiydi,” der.
Yeraltına inen yirmi kadar şehir gerillası, çok sayıda banka kamulaştırma, mahkemelere, polise, Amerikan ordusuna ait binalara, bankalara ve şirketlere yönelik saldırılar gerçekleştirilerek 1970 – 1972 yılları arasında Batı Almanya’yı sallarken, tutuklamalar, RAF üyelerinin / polislerin öleceği çatışmalar ve şüphelilere yönelik yargısız infazlar birbirini izler.
1972 yılı aralarında Meinhof, Baader ve Ensslin’inde bulunduğu kurucu kuşaktan birçok ismin yakalanarak bir daha asla çıkamayacakları tecrit hücrelerine atıldıkları tarihtir. Artık yaşamları, bir propaganda sahnesi olarak algıladıkları mahkeme salonları, tecrite karşı yürüttükleri açlık grevleri ve RAF’ın ikinci jenerasyonunun onları özgürleştirmek adına yaptığı eylemlerden oluşacaktır.
Ulrike bu dönemde çocuklarına yazdığı mektupların birinde, üzülecek bir şey olmadığını, onları üzenin kapitalist sistemin kendisi olduğunu, kapitalizmin bekçisi rejimin kendisini hapiste tuttuğunu ve asıl kapitalizme, devlete, düzene karşı öfkeli olunması gerektiğini anlatır ve “üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim…” der.
Ulrike Meinhof, 1976 yılında Stuttgart’da bulunan özel güvenlikli cezaevi Stammheim’daki hücresinde asılarak öldürülür ve incelenmek üzere kafatasına el konulur. Ulrike’nin ölümü üzerine 33 gösteri ve miting düzenlenir, cenazesine 4 bin kişi katılır. Ulrike’nin ölümünden sonra Batı Almanya Meinhof’un kafatasını açar ve “sapkın” davranışının biyolojik nedenlerini incelemek için beynini çıkarır. Otuz sene boyunca bilim adamları Ulrike Meinhof’un beynini aldıklarını gizler ve onu bir çok teste tabi tutarlar. Meinhof’un kızının çabaları sonucu annesinin beyni 2002’de aileye iade edilir.
Almanya Gazeteciler Birliği eski başkanı ve sol- yeşil politikacı Jutta Ditfurth 6 yıllık çalışmasının ardından 2007’de yayınladığı Meinhof biyografisinde otopsinin düzgün yapılmadığını ortaya koyar. Ditfurt, cezaevinde Ulrike’nin odasına yakın bir yere çıkan kimsenin bilmediği bir yangın merdiveni olduğunu, Ulrike’nin grupla arasında hiçbir problem olmadığını ve intihar ettiği söylenen havludan kesilerek yapılan ipi odada kesecek makasta iz bulunmadığını araştırmalarıyla ortaya koyar.
Ancak daha da önemlisi bu zamana kadar yayımlanmayan bir fotoğrafı Ditfurth gün yüzüne çıkarır. Asılı halini gösteren fotoğrafta Ulrike’nin bir ayağının sandalyede olduğu, altının boş olmadığı yani bu biçimde bir insanın intihar edemeyeceği açıkça görülen fotoğrafı. Ditfurth, otopside Ulrike’nin asılmadan önce öldürülmüş olabileceğinin ya da baygın hale getirildikten sonra asılmış olacağının tam açıklanmadığını söyler ve otopsiye ailenin ve avukatlarının alınmadığını, ailenin isteği ile ikinci otopsiyi yapan ekibin bulgularının da kamuoyuna yanlış aktarıldığını belirtir. Ulrike’nin öldürülmesinin esrarı bugün bile çözülmüş değil…
Meinhof’un önemi katıldığı militan eylemlerin yanı sıra RAF’ın birinci jenerasyonundaki Kızıl Ordu’yu kuralım, Şehir gerillası konsepti, Batı Avrupa’da silahlı mücadele üzerine, Şehir gerillası ve sınıf mücadelesi, Antiemperyalist mücadele stratejisi üzerine gibi teorik metinlerin önemli bir bölümünü kaleme almasındadır aynı zamanda…
Alman kadın rejisör Helma Sanders-Brahms Ulrike için, “O, Almanya’nın savaş sonrası dönemde sahip olduğu en önemli ve aynı zamanda en iyi yazan gazeteciydi, hala da öyle. Onun analizleri, netlik ve keskinlik açısından bugün bile o yıllar hakkında okuyabileceklerinizin en iyisi. Metinleri o kadar yoğun ki, hayata geçirilmek için ısrar ediyorlar. Okuyanlara, adaletsizliğe karşı mücadelenin zorunlu olduğunun ve maddi açıdan olmasa da, en azından ahlaki olarak mücadele etmeye değdiğinin garantisini veriyorlar. Onu karşı taraf için tehlikeli yapan buydu,” diyor…