F TİPİ FİLM

215781_606516882711311_774701667_nBu fotoğraf Hayriye anaya ait, kim olduğunu bilmiyorsanız biraz sabırlı olmanızı rica edeceğim…

Zira 19 Aralık tarihi sadece Hayriye ananın hayatı için değil Türkiye tarihi açısından da çok önemlidir.
Tam 12 sene önce, 12 Eylül artığı anayasayla idare etmeye çalışan “devletimiz” bir kez daha tüm masumiyetini yitirerek, kendi yönetiminde olan cezaevlerine baskınlar düzenlemiş, adeta oraları tekrar fethetmişti.
Siyasi tutuklular, F Tipi denen tek kişilik hücrelere konulmak isteniyordu ve buna karşı başlayan açlık grevleri ölüm oruçlarına dönüşmüş, sonrasında gelişen olaylar ortaya tam bir kıyım manzarası çıkarmıştı.Duvarları delerek, kimyasal silahlar kullanarak, yakarak, yıkarak zaten “suçunu çeken” binlerce tutsağın üzerine yürünmüştü.
Ölümler çoktu ve adına utanmadan “hayata dönüş operasyonu” denmişti.
Ceberrut devletimiz kendi hukuk sistemi dahilinde “ceza” almış 122 kişinin ölümüne sebep oldu.

Yüzyıllar sonra bir tapınak ikonu gibi anlatılacak olan bu durum, belki Romalıların aslanlara adam atmasıyla eş tutulacak bir vahşilik barındırıyor.
Şimdiden belli: Yüzyıllar sonra devrimciler de İslam tarihinin Sahabeleri, Hristiyanlık tarihinin Havarileri gibi anılacak ve onların inaçlarına bağlılıkları, mitolojik anlatılar aracılığıyla aktarılacak.

Hiç kuşkusuz olmasın ki, satır satır, sabırla yazılan bu tarih mutlaka 19 Aralık’tan da bahsedecek.

FİLM
Ölen 122 sosyalistin anısına saygılı olanlar, Grup Yorum öncülüğünde bir araya gelerek bu vahşetin bir kısmını anlatan bir film çekti…

F TİPİ FİLM… 19 Aralık gecesi tam da bu “kıyımın” yıl dönümünde filmin galası vardı. İzledik… İyi ki de izledik. Başlarda herkes gibi benim de içim buruk, yeniden şahit olacağım meseleler için canım sıkkındı.

Üstelik fikri yapısını çok iyi bildiğim ama uzak olduğum bir siyasi hareketin hayata geçirdiği bu film için fazlasıyla önyargılıydım.
Ta ki F TİPİ FİLM’in ikinci dakikasına kadar.

Tüm bu vahşetin sonrasında yaşanan “tecrit” zulmü öylesine iyi estetize edilmiş ve öylesine başarıyla anlatılmıştı ki şaşırmamak elde değildi.

Hüseyin Karabey’in yönettiği ilk epizot tüm korkularımızı da alıp götürdü. İkinci, üçüncü derken yönetmenliğini Aydın Bulut’un gerçekleştirdiği bölüm gelince boğazımıza inen düğüm kocaman oldu.

Ve salondan büyük bir alkış aldı. Sonraki epizotlar da inanılmazdı ve hemen hemen hepsi salondan alkış aldı. Tecritte yenik düşmeyen, “onurlu ve adaletli” bir devrimciyi yansılayan Fırat Tanış’ın oyunculuğu öve öve bitirilemeyecek kadar başarılıydı. Bu bölümde anlatılan hikaye tüm varoluş nedenlerimizi yerinden oynatacak kadar güçlüydü.

HAYRİYE ANA
Hele bir tutsak annesi Hayriye Ersoy’un evladını görmeye giriş bölümü var ki, gözyaşlarıma hakim olamadım…

Daha geçenlerde kaybettiğim kız kardeşim için ağladığım gibi, yavrusunu görebilmek için, cezaevi kapısında çırılçıplak soyunmak zorunda bırakılan 70 yaşlarında bir ananın zulme uğramasına tanıklık etmeye dayanamadım; hüngür hüngür ağladım.

Hayriye ananın kızı Fatma Ersoy, bu zulüm günlerinde ölüm orucuna yatmış ve bedeni 174 gün dayanabilmiş. Yukarıda gördüğünüz kare filmden bir an gibi dursa da, hayatın ta kendisi.

Sanki Hayriye ananın yüzündeki her çizgi bir zulmün ve direnişin izi.
Yüzündeki ışığa, ermişliğe iyi bakın, zira Hayriye ana devrimciler için bir “azize” sayılır. “Sıyrılıp gelen rüzgarın, nehirlerin, göllerin üzerine, suların sesine, ormanın fısıltısına” bir gün mutlaka adı yazılmalı.

ÇAĞIN TANIKLIĞI
Son yıllarda izlediğim filmler içinde beni en çok etkileyen bu oldu. İçim utanç doldu… Bu çağda böylesine zorba yöneticilerle aynı zaman diliminde yaşamaktan utandım. F tipi denen tek kişilik hücreler için kahroldum.

Biliyorum, farklı siyasi fikirden okurlarımız var burada. Hepinizden ricam, biraz empati kurarak gidip bu olaya tanıklık etmeniz yani filmi izlemeniz…
Pişman olmayacağınızdan adım gibi eminim.

Vizyon tarihi olan 21 Aralık’ta kıyamet kopmadı ama bu film için kıyameti koparmamız lazım. Bilet alıp gidecek olanların şimdiden hürmetle ellerinden öperim. Kardeşiniz Eyüphan!

(Eyüphan Erkul/ Yurt Gazetesi)