RTE Tipi Başkanlık
Bu Değişiklikler Anayasa’ya Darbedir..
Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele edeceklerini haykırarak iş başına gelenler, yoksulluğu artırıp yoksulları köleleştirdiler; yolsuzluk batağına saplandılar; şimdi de kurdukları dikta rejimini güvenceye almak için yasakları artırıp, özgürlükleri yok etmenin peşine düştüler.
AKP iktidarının Meclis’e verdiği son öneri yasalaşırsa, “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suç işledikleri” bahanesiyle karşıtların malvarlıklarına el konulabilecektir.
Yasa önerisinde, arama, dinleme, izleme (teknik takip), gözaltına alma ve el koymayı kolaylaştırmak için, “somut delile dayalı kuvvetli şüphe” koşulu kaldırılmaktadır. Yerine getirilen kuralla “makul şüphe” yeterli görülmektedir. Bu koşul çok soyut olduğundan, karşıtların durumu yetkililerin insafına bırakılmaktadır. Üstelik tutuklama için aranan “kaçma şüphesi” de kaldırılmaktadır.
Özgürlüklerin kısıtlanması için bir kolaylık daha getirilmektedir. Mevcut kurala göre önleyici dinleme ve izleme kararını ağır ceza mahkemeleri (üç kişilik yargıçlar kurulu) oybirliğiyle verirken, bu kural değiştirilmekte ve yetki AKP iktidarının kurduğu sulh ceza yargıçlarına geçmektedir. Yani öneri yasalaştırıldıktan sonra bu kararı tek yargıç verecektir ve HSYK tarafından bu görevlere “özel yargıçların” atandığı bilinmektedir.
Bu düzenlemelerin birbirinden bağımsız olarak düşünülmemesi, bizi oynanan oyun konusunda aydınlatmaya yetecektir. “Anayasal düzene karşı suç işleme” gerekçesi “makul şüphe” kabul edilerek, karşıtların üzerleri, konutları, işyerleri aranabilecek, dinlenebilecek, izlenebilecek, gözaltına alınabilecek ve malvarlıkları ile ticari hesaplarına el konulabilecektir.
Kısaca AKP karşıtlarına göz açtırılmayacak; karşıtlar için “büyük gözaltı” dönemi yeniden başlayacaktır. Ayrıca, sanırız, “Kürt Açılımı” süreci sonuçlandığında ortaya çıkacak yurtsever tepkilerini engelleyecek önlemler şimdiden alınmaktadır.
Özellikle malvarlığına el koyma, “Medya Mahallesi”nin üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sürekli sallanacaktır. Teslim olmak bile yetmeyecek, Mustafa Pamukoğlu’nun söylemiyle bunlar “köleleştirilecektir.” (20.10.2014 günlü Aydınlık)
Oysa değiştirilmek istenen kurallar, yine AKP iktidarı tarafından Şubat 2014’te, “yaşasın birey özgürlüğü” çığlıklarıyla getirilmiş ve arama, dinleme, izleme, gözaltına alma zorlaştırılmıştı. Çünkü o günlerde cemaat yapılanmasına karşı AKP iktidarı zor durumdaydı ve bu düzenlemeleri “özgürlük” adına değil, kendisi için getirmişti. Şimdi ise, artık ele geçirilen devlet gücünün korunabilmesi için, kendi istihbaratını, polisini ve yargısını yaratmanın güveni ve güvencesiyle özgürlüklerin kısıtlanması aşamasının geldiğine karar verilmiştir.
Bu arada yasa önerisiyle, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların yargıç ve savcılarına sicil affı getirilirken; 17 ve 25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yargıç ve savcılarının bu haktan yoksun bırakıldığını da dikkatlere sunmak isteriz.
“Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suç” vurgusu nedense bize AKP’nin 12 yıllık iktidar dönemindeki anayasa ihlallerini anımsatmıştır.
YASAMA, YÜRÜTME, YARGI TEK KİŞİNİN ELİNDE
1) Anayasal düzenin temel direkleri; erkler ayrılığı, parlamenter hükümet sistemi, laiklik, hukuk devleti/hukukun üstünlüğü, ulusal birlik ve vatanın bölünmezliği ilkeleridir.
Her çağdaş demokratik ülkede olduğu gibi, Anayasa’da kabul edilen erkler ayrılığı ilkesi, yasama, yürütme ve yargı erkinin işbölümü yaparak ve işbirliği içinde, her birinin kendi alanında yetkisini ulus adına kullanması esasına dayanır. Yine anayasamızda, erklerin, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine zarar vermemesi için birbirlerini denetlemesi ve dengeleyip frenlemesi kabul edilmiştir.
AKP iktidarının 12 yıllık geçmişine baktığımızda, yasama ve yargının işlevsel yönden ortadan kaldırıldığını; yetkilerini kendi iradeleri bağlamında kullanamadıklarını görüyoruz. Yürütme, yürütme de değil bir parti, bir parti de değil onun genel başkanı, yani bir tek kişi tüm erklerin yetkilerini kendi elinde toplamıştır.
Yasama, “Meclis’te çoğunluğu bulunan iktidar ulusal egemenliği tek başına kullanır” yaklaşımıyla; yargı ise, kendiliğinden teslim olanlar dışında, 2010 Anayasa değişikliğiyle ele geçirilmiştir. Şimdi bu bile yeterli görülmemekte; yargının tümüyle AKP’lileştirilmesi için yeni arayışlar peşinde koşulmaktadır.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilmiştir. Son yasa teklifinde “avukatın dosyaya ulaşması” engellenerek, savunma hakkı da önemsiz duruma getirilmektedir.
Devlet gücünün tek kişinin eline geçmesi sonucu yalnızca yasama ve yargı değil, yürütme de ortadan kaldırılmıştır.
Bilindiği gibi devletin temel işlevleriyle ilgili yasa taslakları önce ilgili bakanlıkça hazırlanmakta; tartışmaya açılmakta, tüm bakanlıkların, diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile demokratik kitle örgütlerinin görüşü alınmakta, olgunlaştırıldıktan sonra Bakanlar Kurulu’na sunulmakta; Bakanlar Kurulu’nda tartışılıp benimsendikten sonra imzalanıp tasarı biçiminde TBMM’ne gönderilmektedir.
Son yasa önerisi ise, ceza hukuku gibi kamu düzeni ile doğrudan ilgili bir alanı düzenlemesine karşın, Bakanlar Kurulu tasarısı değil, milletvekili teklifi biçiminde, birkaç milletvekilinin imzasıyla Meclis Başkanlığı’na sunulmuştur.
Kuşkusuz bu uygulama AKP döneminde sıkça başvurulan bir yöntem olmuş; yasa hazırlama yetkisi Bakanlar Kurulu’ndan, devleti yöneten tek kişinin danışmanlarına kaydırılmıştır.
Bu, tek kişi yönetiminin Bakanlar Kurulu’nu yani yürütmeyi nasıl devreden çıkardığını göstermesi yönünden çok önemlidir.
Yasama, yürütme ve yargının tek kişinin elinde toplandığının örnekleri inanılmayacak kadar çoktur. İsteyen herkes, her gün tarafsız basın-yayın kuruluşlarında istediği kadar örnek bulabilir.
Bu durum, erkler ayrılığı ilkesinin yok edildiğini, denge ve fren düzeneğinin çalıştırılmadığını; yalnız anayasal düzenin değil, demokrasinin de çok büyük yara aldığını göstermektedir.
RTE MODELİ BAŞKANLIK
2) Anayasamızın kabul ettiği siyasal düzen parlamenter hükümet sistemine dayanmaktadır. Oysa 12. Cumhurbaşkanı, “aktif cumhurbaşkanı” göstermelik gerekçesiyle, Cumhurbaşkanlığı’nın yanında Başbakanlığı’nı ve AKP Genel Başkanlığını sürdürmektedir; yani kısaca RTE modeli “Başkanlığını” ilan etmiştir.
Yaratılan fiili durumun Anayasa’da kabul edilen parlamenter sistemle uzaktan yakından ilgisi yoktur; bağdaşması olanağı bulunmamaktadır. Söylediklerimizin anayasal gerekçeleri, Odatv’de 16 Ekim 2014 günü yayımlanan yazımızda açıklanmıştır.
Yani anayasal parlamenter düzen de ihlal edilmiştir.
TÜM EĞİTİM ÖĞRETİM İMAM HATİPLEŞTİRİLDİ
3) Anayasal düzenin temeli, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin anlayışına uygun olarak laiklik ilkesiyle yoğrulmuştur. Eğitim, hukuk, toplumsal ve kamusal alanlar hep laiklik ilkesiyle yeniden yaratılmıştır. Buna “Türk Aydınlanma Devrimi” denildiğini vurgulamak isteriz.
Eğitim, anayasal düzenlemeler (m.24,42,58,130,174) ve Öğretim Birliği Devrim Yasası yürürlükte olmasına karşın, dinci eksene göre yeniden oluşturulmuş; tüm eğitim-öğretim imam hatipleştirilmiştir.
Siyasal İslam’ın simgesi türban tüm eğitim öğretim kurumlarında, kamuda ve Meclis’te serbest bırakılmıştır.
Kılık Kıyafete İlişkin Devrim Yasasına karşın, takkeli, cübbeli, şalvarlı, çarşaflı insanlar, siyasal iktidara sırtlarını dayayarak fütursuzca ortalıkta boy göstermekte, toplumun kalan kısmına yine iktidardan aldıkları cesaretle baskı uygulamaktadırlar.
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına ilişkin Devrim Yasasına karşın tekke, zaviye, cemaat ve tarikatların faaliyetleri serbest bırakılmıştır. Yetmemiş Anayasa’nın koruma altına aldığı bu Devrim Yasası’nın kaldırılması önerilebilmiştir. Yine yetmemiş, bu dinci örgütlenmeler sivil toplum kuruluşu düzeyine yükseltilmiştir.
Kısaca Anayasa bir kez daha ihlal edilmiş, toplumsal ve kamusal alana dini kurallar egemen olmuş, laik Cumhuriyeti yıkmak için her türlü hukuksuzluğa başvurulmuştur.
YETMEZ AMA EVETÇİLER BİLE GÖRDÜ
4) Anayasa’da kabul edilen hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ana dayanağı “bağımsız ve tarafsız” yargıdır.
Çok yazılıp çizildiği için sözü uzatmaya hiç gerek yoktur. 2010 Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yasaları değiştirilerek Yargıtay ve Danıştay yeniden oluşturularak; yargının, anayasal düzeni değiştirme yolunda yardımcı konuma getirildiğini, iş işten geçtikten sonra, kendilerine “liberal demokrat” ya da “liberal solcu” diyenler, yani “yetmez ama evet”çiler bile görmüştür.
Önümüzde artık bağımsız ve tarafsız değil, AKP’nin yeni İslami devletinin önünü açacak, yolsuzluklarını örtbas edecek, onları ve yandaşlarını cezadan kurtaracak, iktidarlarını sürekli kılacak bir yargı yapılanması vardır. Hiç kuşkusuz istisnalar kuralı bozmaz; zaten bozmasına da AKP tarafından izin verilmez.
17-25 Aralık 2013 “Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında” ve Deniz Feneri soruşturmasında savcılar değiştirilerek ulaşılan “takipsizlik” kararları her şeyi anlatmaya yetmektedir.
Demek ki, hukuk devleti ilkesi de yok edilmiştir.
Hukuk devleti ilkesinin yok edilmesinde; “yok yasa yap yasa”, “Biz yasa çıkarır suçunu ortadan kaldırırız” yaklaşımının, torba yasa uygulamalarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini ilgilendiren konuların tasarı yerine teklif yöntemiyle Meclis’e getirilmesinin, geceyarısı operasyonlarıyla yasalara eklenen kuralların, yargı kararlarının uygulanmaması için evrensel hukuk ilkelerine aykırı biçimde çıkarılan yasaların, özgürlükleri yok edecek yeni yasa önerisinin rolünü de unutmamak gerekir.
5) “Kürt Açılımı” projesiyle yürütülen süreç tamamlandığında, ortada ulusun ve vatanın bölünmezliği anayasal ilkesinden eser kalmadığı herkes tarafından görülecektir. Ne yazık ki bugünden yapılan uyarıların hiçbir etkisi olmamaktadır. Laikliğin, hukuk devletinin ve bağımsız yargının yok edilmesi gibi, bu konuda da iş işten geçtikten sonra toplum uyanacaktır.
Ulusal birlik ve vatanın bölünmezliği, laiklik ve hukuk devleti ilkeleri gibi Anayasa’nın değiştirilemez kurallarındandır. Bu kurallar değiştirilmek bir yana fiilen yok sayılmaktadır.
ANAYASAL DÜZEN İHLAL EDİLMİŞTİR
Kuşkusuz her Anayasa’ya aykırılık “anayasal düzeni ihlal” suçunu oluşturmaz. Ancak yukarıda özetlenen ve temel anayasal kuralları yok sayan, Anayasa’yla kurulan toplumsal ve kamusal düzenin değiştirilip dönüştürülmesini öngören ihlaller doğrudan “anayasal düzen”le ilgilidir.
Nitekim Türk Ceza Yasası’nın 309. maddesinde,
– Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya” ya da,
– Bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye” ya da,
– Bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye,
teşebbüs edenlerin “anayasayı ihlal” suçunu işledikleri belirtilmiştir. Her üç niteleme de AKP iktidarı yöneticilerinin 12 yıllık iktidarları dönemindeki hemen tüm eylem ve işlemlerine uygun düşmektedir.
TCY’nın anılan maddesi, anayasayı ihlal suçunun oluşması için yukarıda sayılan fiillerin “cebir ve şiddet kullanılarak” işlenmesi koşulunu getirmiştir.
Tüm organ, kurum ve kuruluşlarıyla devlet gücünü ele geçirenlerin “cebir ve şiddet kullanmaya” gereksinmeleri yoktur. Ele geçirilen devlet gücü, her şeyi yapmaya, bu bağlamda rejimi dönüştürmeye yeterlidir. 12 yıllık AKP iktidarı dönemi bunun örnekleriyle doludur. İstedikleri her yasa ya da yönetmeliği çıkarmış, eylem ve işlemi yapmışlardır. Bunları önlemeye, yargı dahil hiç kimsenin gücü yetmemiş, uyarılar bir sonuç vermemiştir.
Devlet gücünü ele geçirenler, bu 12 yıl içinde anayasal laik, demokratik rejimi otokratik dinci rejime dönüştürmeyi başarmışlardır. Yani aklı ve bilimi esas alan, Atatürk ilke ve devrimlerine dayanan anayasal düzenin uygulanmasını fiilen engellemiş; yerine dini kuralları dayanak alan yeni bir devlet düzeni getirmişlerdir.
ANAYASA’YA DARBE YAPILMIŞTIR
Anayasal düzeni dönüştürme çabalarını Anayasa’ya karşı yapılan “darbe” diye nitelemek yanıltıcı olmayacaktır. Darbe mutlaka üniformalılar, yani askerler, yani silahlı güçler tarafından yapılmaz. Nitekim 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları, dönemin Başbakan’ı Erdoğan tarafından hükümete karşı “darbe” olarak nitelendirilmiştir. Demek ki darbeyi siviller de yapabilmektedir.
Yukarıda da vurgulandığı gibi, tüm organ, kurum ve kuruluşlarıyla devlet gücünü elinde tutanların darbe yapmak için silaha gereksinimleri yoktur. Ellerindeki yasama, yürütme, yargı, emniyet, istihbarat, medya gücü, darbeyi yapabilmek için yeterlidir. Çünkü darbe, yukarıda örnekleri sergilendiği gibi, toplumsal ve kamusal yaşamın, anayasa ihlal edilerek ve güç kullanılarak dönüştürülmesidir.
Kendilerinin dedikleri gibi, yapılan darbe sonucu, “Yüzyıllık parantez kapanmış”, Atatürkçü Cumhuriyet “tasfiye edilmiştir.” Şimdi dönem Yeni Türkiye’nin “inşa” dönemidir. Onun da sonuna gelinmiştir. Yeni Türkiye, Sünni İslam’ın değerleri ve kurallarını dayanak yapan İslami cumhuriyet olacaktır.
Anayasa’yı ve anayasal düzeni sürekli ihlal eden bir siyasal iktidardan “anayasal düzenin ihlalinin” suç sayılması beklenemeyeceğine göre; yapılmak istenen yeni yasal düzenleme, mevcut Anayasa’yı değil, kuralları 2015 genel seçimlerinden sonra yazılacak AKP anayasasını kastetmektedir. AKP yargıçları, kuralları bugüne kadar uygulamalarla ortaya konulmuş olan, tek kişinin kafasında oluşan anayasal düzeni dikkate alarak karar vereceklerdir.
Getirilmek istenen kurallarla bu yeni düzene aykırı davrananlar cezalandırılacaktır.
Bülent Serim