“Plebisiter Demokrasi” kompleksi
Devlet ideolojisinin halk kitlelerine ulaşmasında aracı mekanizmaların tesis edilmesinde seçimlerden sonraki ilk uğrak plebisiter tekniklerdir çünkü bu, iktidara Batı tipi demokrasinin kulvarında kalma imkânı tanıdığı gibi anayasadan kaynaklı hukuki baskıyı ve muhalefetin reaksiyonlarını bypass etme imkânı tanır
AKP rejimini eleştirel perspektiften tanımlarken pek çok sıfattan söz edilmektedir; otoriter, faşist, ceberut, dindar-gerici, vb. Bunların pek çoğu parti-devlet bütünleşmesiyle ortaya çıkan kamu şiddetinin ve hukuki zorun artışına paralel rejimin “kötücüllüğünü” imgelemek amacıyla kullanılmaktadır. Kullanılan her bir eleştirel sıfat, üç aşağı beş yukarı devlet ve toplum ilişkisinin dönüşümünü şöyle betimlemektedir:
Özel hayata müdahale, etnik ve mezhepsel ayrımcı siyasalar, kürtaj yasağı, medya üzerinde kurulan baskı, sansür, sosyal güvenlik sisteminin işlevselleştirilme biçimi, polis şiddetinin artışı, hukuk sisteminin araçsallaştırılması, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki duyarsızlık, hükümete yakın çevrelerin kayırılması, yürütme erkinin üzerindeki yasal denetimlerin askıya alınması, partizanlık ve kadrolaşma, dış siyasetteki maceracı ve militarist tutum…
Yelpazenin geniş olması rejimin uygulamalarına ve hükümet yetkililerinin söylemlerine yönelik itirazların da çeşitli olmasına neden olmaktadır. Eleştirilerin bazıları da yurtdışındaki kurumlardan ve medya kuruluşlarından gelmektedir. Güncelliği bakımından The Economist’te “Turkey’s president Erdogan on top” başlığı ile çıkan makalede “ordu, laik yapılanma ve siyasi muhalefet sindirilince Erdoğan giderek otoriterleşti… Erdoğan’ın otoriter eğilimleri sorunu daha da kritik hale getiriyor” şeklinde eleştiriler getirilmiştir.
Ne var ki, uluslararası ve ulusal ölçekte kimsenin itiraz edemediği bir faktör bulunmaktadır ve AKP rejimini bu ayakta tutmaktadır: Seçimler ve plebisiter teknikler. Gelişmiş kapitalist devletlerin genel-geçer siyasal doğrusunda seçimler ve seçimlerle belirlenen parlamento temel ölçüttür. Liberal burjuva demokratik normun göstergesi, anayasa ve yasalarda güvence altında alınmış seçme-seçilme hakkı ile seçimlerin çoğulcu ve “adil” bir şekilde yerine getirilmesidir.
Bu, -özelde- Batı ülkeleri için, -genelde- evrensel burjuva siyaset etiğinin biçimselliği açısından zaruri bir öğesidir. Çoğulcu ve katılımcı parlamenter sistemin tamamlayıcısı olan plebisiter teknikler ise, burjuva “demokrasi”sinin başka bir olmazsa olmazıdır. Elektronik veya matbu olarak günümüzde gerçekleştirilen halk oylamasına dayanan plebisiter teknikler, anayasa, belli yasalar veya yerleşik kamusal işlemlerin akıbetini yakından ilgilendirir; çünkü oylama sonucu doğrudan idareye yansımaktadır.
Türkiye özelinde düşündüğümüzdeyse “Milletin İradesi” kamunun idaresini dolaysız olarak şekillendirmektedir(!) Odağımızı daralttığımızda plebisiter teknikler ile seçimler arasında bir fark bulunduğunu görebiliriz: Seçimler nesnel-hukuki sınırlar içinde belli bir tarihte belli mevzuata göre belli bir düzenlemeyi gerektirir; burada bir zorunluluk ilişkisi vardır. Normal şartlar altında, iktidardaki parti veya koalisyon, burjuva demokratik form uyarınca seçimleri erkene alabilir ancak seçimleri ne erteleyebilir ne de yürürlükten kaldırabilir. Seçimleri ve kanunla güvence altına alınan hakları keyfiyetle kaldırırsa zaten, gerek Arendt gerek Bauer gerekse Poulantzas yorumlarına göre söyleyebiliriz ki, fiili olarak istisnai bir rejim geçerlidir demektir.
Plebisiter teknikler ise siyasetin olumsal araçlarıdır. Referanduma gidilmesi iktidar partisinin ilgili konuyu ele alış biçimiyle yakından ilgilidir. Tarihsel ölçekte plebisiter tekniklerin doğrudan demokrasiyi diriltmekten ziyade belli bir kitlesel-nicelik gücünü idare üzerinde egemen kılmak amacıyla kullanıldığı görülmektedir. AKP rejiminin 12 yıllık iktidar süresindeyse plebisiter teknikler Türkiye siyasi yaşamına kıyasla olağanüstü bir şekilde uygulanmıştır. Küçük bir kronoloji çıkartırsak; 1961 ile 1988 arasında dört halk oylaması yapılırken AKP iktidarı döneminde üç halk oylaması yapılmıştır.
2007 Türkiye Anayasa değişikliği referandumu, 2010 Türkiye Anayasa değişikliği referandumu, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Bu üç örnek incelendiğinde oylama sonuçları AKP’nin arzuladığı şekilde gerçekleşmiş, bir önceki oylama bir sonrakine siyasi miras şeklinde başka bir imkânı sağlamıştır. Tahmin edilebileceği gibi plebisiter tekniklerin bu denli siyasette operasyonelleştirilmesinin arkasındaki temel etken, AKP’nin parti-taban özdeşliğine duyduğu güvendir. Rakamlarla açıklarsak, 30 Mart Yerel Seçimleri ile son seçimler mukayese edildiğinde AKP’nin 20 milyonluk oy averajına güvendiği su götürmez bir gerçektir.
İşin aslı plebisiter tekniklerin yoğunlaşması özgül bir ana işaret etse bile AKP rejiminin keşfettiği bir buluş değildir. Seçimler ve bilhassa plebisiter teknikler devlet-toplum ilişkilerinin yeni bir evreye geçtiği burjuva cumhuriyetinin yeni anti-‘demokratik’ momentine dairdir: Otoriter devlet biçiminde plebisiter teknikler popülizmin ve meşruiyetin modern uğraklarıdır.
1970’lerin sonunda neoliberalizme geçiş sürecinde Batı toplumlarını “Devlet İktidar Sosyalizm”de analiz ederken Poulantzas’ın dikkat çektiği noktalardan birisi, iktidarın icrasında yeni bir matrisin oluştuğu ve icranın odağındaki merkezin halkçı taleplerden daha küçük bir azınlığa doğru kaydığıydı. Bahsedilen bu merkez, bürokratik-teknokratik kademeler ile sermaye fraksiyonlardan müteşekkildir.
Azınlığın ortak çıkarlarının genel çıkar olarak formülasyonunda yeni tekniklere ihtiyaç duyulması kaçınılmazdır. Devlet ideolojisinin halk kitlelerine ulaşmasında aracı mekanizmaların tesis edilmesinde seçimlerden sonraki ilk uğrak plebisiter tekniklerdir çünkü bu, iktidara Batı tipi demokrasinin kulvarında kalma imkânı tanıdığı gibi anayasadan kaynaklı hukuki baskıyı ve muhalefetin reaksiyonlarını bypass etme imkânı tanır.
Amiyane tabir ile “Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz” mantığının güncellenmiş, arkadan dolaşmaya dayanan versiyonudur. Aynı zamanda plebisiter teknikler ile müesses nizamın devamlılığı için gerekli aktif ve pasif rızanın sağlanması da nispeten güvenceye alınır: Katılımcılık ve çoğulculuk mitosu bireylerin nizamla aidiyetini perçinler. Seçmen ve onaşma düzeyindeki birikim, iktidar tarafından devlet aygıtlarını yeniden yapılandıracak hukuksal ve teknik düzenlemeler, seçmen refleksi temel gösterge kabul edilerek işlevselleştirilir.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu çerçevede yorumlanabilir. Bu seçimlerle sadece kimin Cumhurbaşkanı olacağı belirlenmemiştir, aynı zamanda seçmenler Erdoğan’ın parlamenter düzene aykırı cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanabileceğini de onaylamıştır. Yeni Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan başkanlık sistemlerindekine benzer yetkileri kullanacağını açık açık ilan etmiştir ve gözüken o ki bu yetkileri sonuna kadar kullanacaktır, itirazla karşılaştığında ise seçimlerde aldığı oyu meşruiyet kaynağı olarak göstereceğine şüphe yoktur.
Otoriter devlet biçimindeki başlıca parametrelerden birisi olan egemen kitle partisinin plebisiter tekniklere sarılmasındaki taban özdeşliği dışındaki diğer bir faktör siyasal özgüvendir. Poulantzas yürütme erkinin plebisitçi tarzla meşrulaştırılmasından bahsettiği pasajlarda iktidarın ve iktidarın başının bu düzeneğin rehinesine dönüşmesini de anlatır.
Bu nokta önemlidir çünkü yürütmenin kuvvetlendiği bir formasyonda, konjonktürün meşrulaştırılması bizzat egemen devlet-partisinin tekelinde olmasından ötürü yüksek oy oranları “siyasal kompleks” olarak diğer partilerle mukayesenin temel argümanı halini alır. Oy oranları üzerinden meşruiyet sorgulaması yapıldığı gibi antidemokratik faaliyetler için sadece toplumun belli bir kesimini gözeten söylemsel alan inşa edilir; dışarıda kalanlarsa egemen kitle partisi için pratik değildir.
Paradoksun uç verdiği yer burasıdır: “Katılımcı çoğulcu burjuva demokratik parlamenter” sistem yürürlükte olmasına karşın örgütlü ve konsolide olmuş seçmen tabanı biçimsel ölçütleri yerine getirmesi dışında ne derece katılımcı, ne derece çoğulcu ve ne derece demokratiktir? Şüphesiz bu sorulara verilen cevaplar ideolojik konumlara göre değişkenlik gösterse de kapitalizme endeksli siyasette cevap tektir: Sayısal üstünlük. Plebisiter tekniklerin iktidara sağladığı modern fenomen tam da buradadır.
Seçimlere ve oylamalara önem veren, konsolide tabanına güvenen AKP’nin yeni dönemde plebisiter teknikleri sıkça gündeme getireceği ortadadır.
Hal böyleyken sayısal güce dayalı bir anlayışın baskın olduğu siyasette değerler ve ilkeler üzerinden strateji oluşturmaya çalışan sosyalistlerin hesaplamalarında seçimlere ve plebisiter tekniklere karşı nasıl bir yol izleyeceğini düşünmesi/düşünmemiz gerekir. Çünkü sosyal güvenlik sistemi, yardımlar, teşvikler, kadrolaşma, vb. süreçlerle beslenen, nispi refahtan aktarım mekanizmaları pay alan “sayısal gücün” karşısına ne koyulacağı cevaplanmayı bekleyen sorudur.
Kansu Yıldırım