Ostpolitik ve Alman İslamını Anlamak!..
Federal Almanya’nın ilk başbakanı olan Adenauer, Batı politikası ile Almanya’nın Batı Avrupa’da entegrasyonunu amaçlamıştır. Batı Politikası Batı Entegrasyonu olarak da adlandırılabilir. Adenauer’e göre Batı Avrupa’da entegrasyon sağlandıktan sonra Alman birleşmesi ancak gerçekleşebilecekti. Batı Avrupa entegrasyonu hem Almanya’nın hem de Amerika’nın işine geliyordu. Churchill, Adenauer’i destekliyor ve denetimli silahlanma kararını da savunuyordu. Federal Almanya’nın Batı savunmasına dahil edilmesi 1955 yılında NATO’ya dahil olmasıyla gerçekleşmiştir. Batı Entegrasyonu’nun diğer uygulamaları ise şunlardır:
- Avrupa Konseyi’ne giriş
- Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun oluşumu
- Batı Avrupa Birliği’ne giriş
- Sovyetler Birliği ile diplomatik ilişkilerin başlaması
- Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nun oluşumu.
Batı Politikası’nın uluslararası sistemde de onaylanmasıyla Adenauer, Federal Almanya’yı doğudaki Almanlarında temsilcisi saymaya başlamıştı. İmparatorluğun savaş sonrası ve öncesi borçlarının tamamını oluşturan 14 milyar Mark’ı ve Yahudişere iyileştirme tazminatını Federal Almanya ödemişti. Ayrıca 1953-1965 arası İsrail’e 1.78 Milyar Dolar tazminat ödemiştir. Doğu Almanya ise bu tür ödemeler yapmamıştır. Bu sebeplerle, ‘Hallstein Doktrini’ gereğince, Demokratik Almanya Cumhuriyeti ile ilişki kuran üçüncü ülkelerle ilişkilerin kesilmesi gündeme gelmiştir. Ancak ilerde, Sosyal Demokrat Partisi Willy Brandt önderliğinde ve dışişleri bakanı Schröder desteğiyle doğuya karşı yumuşama politikası başlayacak ve yeni bir döneme girilmiş olacaktır.
D) Alman Dış Politikası’nda Hareketlilik
Doğu-Batı ilişkilerinde bu dönemde, özellikle ABD ve Sovyetler Birliği arasında gözlemlenen yumuşama, Federal Almanya’da yeni bazı dış politika stratejilerinin tartışılmasına neden olmuştur. 1960’ların ortalarında, Alman dış politikasında 3 seçenek görülmektedir:
a) Atlantik taraftarları: Dışişleri Bakanı Schröder, Erhard ve Carstens her üç siyasal partiden ve toplumsal gruplar ile medyadan destek bulmuşlardır. Bu grupta bulunanlar Federal Almanya’nın güvenliği için ABD ile sıkı işbirliği yapılması taraftarıydılar. Özellikle Batı Berlin’in durumundan dolayı F.Almanya’nın Fransa’dan daha farklı bir konumda olduğunu, o nedenle ABD’ye yaklaşmanın faydalı olduğunu düşünüyorlardı.
b) De Gaulle taraftarları: Avrupa seçeneği temsilcileridirler. Adenauer’e uzanan bu eğilimdeki politikacılar, Strauss ve Gutenberg, De Gaulle Fransası ile yoğun ilişkilerden yanadırlar. Bunlar dünyayı ilgilendiren önemli kararların Avrupa dışında alındığını öne sürerek, ABD’nin Avrupa’ya gerekli önemi vermediğini iddia ediyorlardı.
c) Willy Brandt etrafındaki yeni Alman Doğu Politikası taraftarları: Willy Brandt ve arkadaşları ise Doğu-Batı yumuşamasını yeni bir ‘Almanya Politikası’nı olanaklı hatta zorunlu kılacak bir değişim olarak görüyorlardı. Bu yüzdende F.Almanya’nın Doğu Avrupa ile yakınlaşmasını gerekli görüyorlardı. Bu yeni ‘Doğu Politikası’ Hür Demokrat Parti’nin bir kanadı, işe çeşitli basın organları tarafından destekleniyordu.
1963’te Atlantik seçeneği yanlısı Ludwing Erhard başbakanlığa getirildi ve üç yıllık görevi süresince Batılı müttefiklerle ilişkilerde fazla bir gelişme gösteremedi. ABD’den de beklediği yakınlığı görememişti. Arap ülkeleri ile de füze ve uçak üretimi konusunda sorun yaşayınca, 10 Arap ülkesi tepki olarak Doğu Almanya’yı tanımış ve F.Almanya da bunun üzerine bu Arap ülkeleriyle ilişkilerini kesmiştir.
1966’da Hür Demokratların hükümetten çekilmeleri üzerine F.Almanya hükümeti, De Gaulle taraftarı Kurt Kiesinger başkanlığında ve Sosyal Demokratların katılımıyla yeniden oluşturulur. Yeni hükümette, Willy Brandt hem dışişleri bakanı hem de başbakan yardımcısı olur. Böylece yukarıda belirtilen iki dışpolitik opsiyon da uygulamaya geçirilmiş olur. Bir yandan Doğu’ya karşı F.Almanya’nın tek başına temsil etme hakkı vurgulanırken, diğer yandan Doğu Almanya’nın devletler hukuku açısından tanınmadan – fiili bir devlet olarak kabul edilmesi ve buraya yönelik özel bir ilişki türünün benimsenmesi savunulmuştur. Başbakan Kiesinger ve yandaşlarının ‘Almanya’nın öteki kısmı’ olarak adlandırdıkları Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni dışişleri bakanı Brandt, fiili bir devlet olarak tanıma eğilimindedir. Doğu Bloku ülkeleriyle ise yakınlaşma yoluyla uzlaşmayı hedeflemektedir. Böylelikle yeni Alman Doğu Politikasının ilk işaretleri verilmiştir Doğu Avrupa ülkelerinde 1960’lı yılların ortalarından itibaren ticaret temsilcilikleri açılmaya başlanmıştır ve bu gelişme sözkonusu politika için işlevsel alanın varlığı anlamına gelir.
III) YENİ DOĞU POLİTİKASI (OSTPOLİTİK)
Sosyal demokrat Willy Brandt’in başbakan olduğu bu dönemde, dışişleri eski bakanı Schröder’in girişimiyle başlatılan hareketlilik politikası biraz daha farklı biçimde sürdürülür. Brandt, Batı ittifakı temelinde Doğu Bloku ülkeleriyle işbirliği geliştirmeyi amaçlar. Bu işbirliği, 50’li yıllarda söz konusu olan ve taktik açısından gerekli görülen değil, Doğu Avrupa ülkeleriyle yumuşamayı öngören ilişkiler olacaktır. Bu yeni Doğu Politikası’nın amacı, F.Almanya’nın uluslararası alanda iyi bir pozisyon ve dış politikada etkin bir müzakere gücü elde etmesi ve aynı zamanda Doğu Almanya ile geliştirilecek insani ilişkiler aracılığyla Almanya’nın birleşmesine zemin hazırlanması olarak ifade edilebilir. Sosyal-libreal koalisyonu izlediği yeni dış politika, Adenauer dönemine göre farklılık gösterir.
Doğu Almanya’yı tanıyan devletlerin gitgide artması F.Almanya’nın ilk zamanlardaki tezinden sapmaları gündeme getirmiştir. Daha önceki tek başına temsil etme iddiasından vazgeçilerek, iki devlet tek ulus olgusu kabul edilmiştir. Buna bağlı olarak Hallstein doktrini yumuşatılmış, Doğu Almanya’yı tanıyan ülkelerle ilişkilerin kesilmesine yönelik uygulamaya son verilmiştir. Bu son verme biraz da zorunluluktur çünkü 1960’lı yılların sonuna gelindiğinde çok sayıda Üçüncü Dünya ülkesinin Doğu Almanya devletini tanıdığı görülmüştür. Böylece Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin uluslarası temsilcilikleri artarken, F.Almanya dünyada kendini etkisizleştirme durumuyla karşı karşıya kalabilecekti. Ostpolitik, biraz da bu gelişmeye karşı bir önlem olarak düşünülebilir. Yeni doğu politikası çerçevesinde çeşitli anlaşmalar yapılmıştır. Bunlar Moskova Antlaşması, Almanya-Polonya, Almanya-Çekoslovakya Antlaşmaları ve Temel Antlaşmadır.
Moskova Antlaşması: 1970’te Sovyetler Birliği ile yapılan bu antlaşma gereğince Federal Almanya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti adına konuşma hakkından vazgeçmiş ve mevcut sınırların değişmezliğini kabul etmiştir.
Almanya-Polonya Antlaşması: Bu antlaşmada da şiddet kullanımından sakınma ve ilişkilerin nırmal düzeye getirilmesi yer almıştır. Polonya bu antlaşma ile sınır garantisi elde etmiştir.
Almanya-Çekoslovakya Antlaşması: Burada 1938 Münih Antlaşması ile ilgili tartışmalar yaşanmıştır. Çekler bu antlaşmanın baskı altında ortaya çıktığını ve geçersiz sayılması gerektiğini savunmuşlardır. Burada görülüyor ki Alman ulusal tarihinden kaynaklanan bir olgu, Federal Almanya’nın dış politikasında problem alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak her iki tarafıda güç durumda bırakmayacak şekilde Münih Antlaşması Çekoslovakya’nın lehine olacak şekilde kısmen geçersiz sayılmıştır.
Temel Antlaşma: Federal Almanya ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti arasındaki bu antlaşmaya göre, Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin eşitlik hakkı tanınmış olurken, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin tek başına temsil etme hakkından artık söz edilemez olmuştur. Ancak bu, Doğu Almanya’nın devletler hukuku gereğince tanınması anlamına gelmemektedir. O nedenle Almanya sorunu ulusal mesele olarak gündemde kalacaktır.
Almanya’nın doğu politikası genel anlamda değerlendirildiğinde Avrupa’da yumuşamaya neden olmuştur. Bu sayede F.Almanya Doğu Avrupa ülkeleriyle işlevsel ilişkiler geliştirmiştir. Öte yandan Sovyetler Birliği, Doğu sözleşmelerinden sonra Avrupa güvenliğine ilişkin projeler üretmeye başlamıştır. Doğu sözleşmelerinin özellikle F.Almanya’nın ticari ilişkilerini geliştirmesinde büyük katkısı olmuştur.
A) Dış politik Etkinlik Alanında Genişleme
Batı Entegrasyonu ve Doğu Politikası stratejilerinin sağladığı F.Almanya’nın dış politikadaki etkinliği iç politikadan daha fazladır. Üçüncü dünya ülkeleriyle gelişen ilişkiler, F.Almanya’nın dünyadaki nüfuzu artmış. Avrupa’da lider güç ve ABD’ye eşit koşullarda partner olarak görülmeye başlanmış. Ancak, ekonomik kaynak kullanımına dayalı aktif dış politika, F.Almanya’nın borçlarının artmasına ve iç politikada sıkıntılara neden olmuştur.
B) Yeniden Birleşme Öncesinde Son Dönem
Bu dönemde başkanlık koltuğunda Hristiyan Demokrat Helmut Kohl bulunmaktadır. Siyasi anlamda Adenauer’in torunu olarak kabul edilen Kohl, Batı bütünleşmesi temelinde Fransa ile Almanya arasında bir güven ortamı oluşturmaya özen göstermiştir. Alman birleşmesine kadar geçen süreçte sadece Kohl’un başarısından söz etmek doğru olmaz. Uluslararası konjonktürün de önemi büyüktür. Örneğin 1980lerin ikinci yarısından itibaren özellikle Sovyetler Birliği’ndeki değişiklik ve Gorbaçov’un Avrupa’ya bakışı da bu anlamda etkili olmuştur. Doğu Batı ilişkilerinde kararlılık göstergesi olarak ilk adım NATO’nun silahlanma kararının gerçekleştirilmesinin sağlanmasıdır. Doğu Batı ilişkilerinde 1980lerin ortalarından itibaren yumuşama gözlenmiştir.
Doğu-Batı karşıtlığının azaltılması amacıyla F.Almanya’nın göz ardı edilemeyecek çabaları olmuştur ve silahların azaltılmasına ve denetimine ilişkin önerileri 1989 Mayısında NATO zirvesinin gündemini oluşturmuştur. Bunun üzerine ABD başkanı Bush F.Almanya’yı lider rolündeki ortak olarak tanımlamıştır. Sovyet Devlet Başkanı Gorbaçov’un 7 Temmuz 1989’da Avrupa Konseyi’nde yaptığı konuşmada Ortak Avrupa Evi kavramından söz etmesi bir yumuşama işaretidir. Burada Gorbaçov, soğuk savaş ile meydana gelen kamplaşmanın artık geride kaldığını ifade ediyor ve Almanya’nın ulusal birliğinin sağlanmasını kolaylaştırıcı bir hava yaratıyordu.
Kohl zaten daha önce de Doğu Avrupa ülkeleriyle uzlaşma yollarını aramış ve bununla birlikte Avrupa Siyasal Birliği’ne yönelik etkinlikleri artmıştır. NATO’nun Avrupa ayağının güçlendirilmesi çalışmalarından da geri durmamıştır. Uluslararası sistem ve özelliklede Doğu-Batı ilişkilerindeki değişimlerden en çok etkilenen bir devlet olarak F.Almanya, Soğuk Savaş dönemi sonrası Avrupa düzeni yeniden yapılanırken çok duyarlı olmak zorundaydı. F.Almanya’nın dış politikası eskiden olduğu gibi ABD ile değil, öncelikle Avrupa Birliği ülkeleriyle olmak durumundaydı. Böylece F.Almanya, Doğu Bloku ülkeleriyle Batı arasında köprü görevi görebilecekti. Kohl 1989 Kasımında Almanların birleşmesine yönelik girişimlerde bulunuyordu. İkinci dünya savaşından galip çıkan dört devletin (İngiltere, Fransa, ABD ve Sovyetler Birliği) dışişleri bakanları ile iki Almanya dışişleri bakanları 12 Eylül 1990’da Moskova’da biraraya gelip Alman birleşmesinin yolunu açmışlardır. 3 Ekim 1990’da birleşme gerçekleşmiştir.
C) Bütünleşen Almanya’nın Yeni Dış Politikası
Bütünleşmeden sonraki dönemde Doğu Bloğu ülkeleriyle zorunlu işbirliği gündemdedir. Birleşmenin gerçekleşmesinden itibaren Almanya’da neler konuşulmuştur diye bakılırsa, Alman Parlamento Başkanı’nın amaçlarının Avrupa Birleşik Devletleri olduğunu ve tüm Avrupa’da topluluk bağı olması gerektiğinden söz ettiği görülüyor. Alman Cumhurbaşkanı da komşularla ilişkilerine bu birleşmenin faydalı olacağını ve Almanya’nın Avrupa’da hakettiği yeri bulduğunu belirtmiştir. Ulus devletinin önemi inkâr edilememekle birlikte, sorunların çözümünün sadece sınırlar içinde olmadığını ve bu noktada Avrupa Topluluğu’nun öneminin ön plana çıktığı belirtilmiştir. Barış içinde bir komşuluk için son derece önemli olan bu örgütün Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ve sosyal gelişimlerine yardımcı olacağını belirtmektedir. Bu noktada Almanya’ya önemli rol düşmekte, Avrupa Topluluğu’nda güçlü bir role sahip olmanın hem Avrupa için hem Almanya için oldukça önemlidir. Dönemin başbakanı Kohl, iyi bir komşu olmak istediklerini belirterek gelecekte Almanya’nın ayrı baş çekmeyeceğini belirtmiştir.
AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini içine alacak şekilde genişlemesine Almanya’nın bakışı, birleşme sonrasında kendi içindeki farklılığı da yansıtmaktadır. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan ile Doğuya doğru genişleyen bir Avrupa Birliği Batı Almanlar için daha az Avrupalılık anlamına gelirken, Doğu Almanlara göre tam Avrupalılıktır. Bu da bu ülkenin Doğu ve Orta Avrupa duyarlılığını yeniden kazandığını gösterir. Almanya, Orta ve Doğu Avrupa ile tarihsel organik bağını iyi komşuluk ve ortaklık zemininde yenilemek ve Batı ile bütünleşmesini sürdürmek için bundan sonra da Avrupa Birliği’ne ihtiyaç duyacaktır. Değişen koşullar Alman dış politikasınada yenilikler getirmektedir. Örneğin Orta Avrupa’nın jeostratejik durumu değişmiştir. Polonya tekrar Almanya’nın sınır komşusu olmuştur. Doğu Almanya bölgesinin geliştirilmesi, hem ulusal düzeyde hem de Avrupa Birliği aracılığıyla gündeme gelecektir.
Batı Avrupa entegrasyonu, Alman dış politikasının temelini oluşturmaya devam edecektir. Bu, bölgelerarası dengenin sağlanması, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve güvenlik politikası açısından gereklidir. Rusya nükleer silahlardan vazgeçmediği için, Birleşmiş Almanya’nın güvenlik politikasına ilişkin bağımlılığının bir süre daha devam edeceği ileri sürülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Batı Avrupa entegrasyonu Almanya’nın dış politika egemenliğini olumsuz etkileyecek bir hadise olarak görülmemektedir. Aksine, bu kamuoyu desteğiyle gerçekleştirilen bir dış politika opsiyonu sayılmaktadır. Yani, Batı’da entegrasyon, Doğu’da işbirliği Alman dış politikasının önemli iki etkinlik alanıdır. Almanya’nın güvenlik politikasına ilişkin statüsü, iki-artı-dört görüşmelerinde belirlenmiştir. Buna göre
- Birleşmiş Almanya egemen bir devlet olarak hangi ittifaklara katılacağına kendisi karar verecektir.
- NATO’da bulunmayan Federal Savunma birlikleri Doğu Almanya ve Berlin’de konuşlandırılabilecektir.
- Sovyet birliklerinin Doğu Almanya’dan çekilmesinden sonra, NATO’daki Alman askerleride burada konuşlandırılabilecektir.
Özellikle AB’nin Balkanlar ve Doğu Avrupa genişlemelerinde başat rolü Almanya üstlenmiştir. Birliğe yeni katılan ülkelerin desteklenmesi ve yabancı yatırımlarında en önemli payı Alman Sanayi ve Finans kuruluşlarının alması Almanya’yı bölgede güçlü bir konuma getirmiştir. Unutmamak gerekir ki özellikle Orta ve Doğu Avrupa “Alman Yaşam Alanı” olarak belirlenmiştir.
1993’ten beri Alman hükümeti, bir tür ön eleme sistemi aracılığıyla siyasal sığınma hakkı (iltica)nın kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla ‘Güven Duyulan Üçüncü Devletler’ ve ‘güvenli vatan’ nitelemeleri kullanmışlardır. AB dışındaki güven duyulan üçüncü devletler listesinde şu ülkeler yer almaktadır: İsviçre, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Polonya, İsveç, Norveç ve Finlandiya. Güvenli vatan sayılan ülkeler arasında ise: Romanya, Bulgaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti, Macaristan, Gana, Gambiya ve Senegal vardır. Burdanda anlaşılacağı gibi Almanya Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerini yumuşatma çabasındadır. Türkiye ise istediği halde bu listeye girememiştir.
Yeni Avrupa’nın ve dolayısıyla Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa Politikalarını etkileyecek muhtemel dört kuruluş vardır. Bunlardan ilki NATO’dur. NATO, II. Dünya Savaşı sonrası oluşan politik ayrımda Rusları dışarıda, Almanya’yı alaşağı edilmiş halde ve Amerika’yı içeride tutmak amacıyla kurulmuştur. Yani amaç salt SSCB’ye karşı güvenlik değil, aynı zamanda Avrupa’nın güvenliği için ABD’nin katkı koymasını sağlamak, Almanya’nın yeniden silahlandırılmasını bölgeye tehdit oluşturmadan gerçekleştirmektir.
Soğuk Savaş döneminde Batı İttifakı olarak da bilinirdi. Çünkü bilindiği gibi o dönemde ABD kongresi ve kamuoyu ülkenin Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere karışmasını istemiyordu. NATO’nun kuruluşuna karşı, SSCB ve Doğu Bloğu ülkeleri kendi savunma durumlarını gözden geçirmişler ve 1955′te Federal Almanya’nın NATO’ya alınması üzerinde de Varşova Paktı’nı kurmuşlardır. Böylece Soğuk Savaş olarak anılan ve 1991′de Varşova Paktı’nın kendini lağvetmesine kadar süren kutuplaşma da iyice belirginleşmiştir.
Geleceğin Avrupasına biçim verecek ikinci kuruluş Avrupa Birliği’dir. Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa politikalarını artık salt Almanya tarafından değil de, Avrupa Birliği tarafından değerlendirmek mantıklı görünmektedir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı, bugün Avrupa güvenliğiyle ilgili birinci derecede bir konferanslar sürecidir. Bir başka önemli örgüt ise Birleşmiş Milletlerdir. Almanya, bu örgütün uluslararası politikası için oldukça önemli olduğunu biliyor ve bu alandaki çalışmaları eksiksiz yerine getirmeye çalışıyorlardı. Kolektif güvenlik önlemlerinin uygulanmasında sorumluluk alınması bu çalışmalardan biriydi.
D) Sovyetler ile ilişkiler:
Almanya özellikle Doğu Avrupa konusunda en fazla mücadele ettiği ülke olan Rusya ile ( Prusya – Rusya İmparatorluğu döneminden başlayarak Soğuk Savaş’ın sonuna kadar ) Helmut Kohl ve Boris Yeltsin döneminden başlayarak güven ve işbirliğine dayalı kazan-kazan politikası geliştirmiştir. Kohl’den Merkel’e ve Yeltsin’den Medvedev’e kadar, her iki ülkede de, pek çok iktidar odağı değişmiş fakat Almanya – Rusya arasındaki ilişkiler her geçen yıl güçlenerek ve hiçbir sekteye uğramadan devam etmiştir. Bilateral ilişkilerin gelişmesinde birçok temel faktör bulunmaktadır. Almanya’nın enerji ihtiyacı, Doğu Avrupa’daki konumunu güvence altına alma düşüncesi, Rusya ile aynı karasal refleksleri göstermesi Almanya’yı Rusya ile üst düzey stratejik ilişkiler geliştirmeye mecbur etmiştir. Ayrıca Alman Temel Yasasının gerektirdiği dış politika prensibine göre öncelikli politika alanları; Rusya ve Doğu Avrupa’da demokratikleşme süreci ve reformlara destek, silahsızlanma çalışmaları ile Avrupa Entegrasyonu olarak ifade edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelere yardım da öncelikli politika alanlarındandır.
E) Avrupa Birliği’nin Doğu Genişlemesi
Doğu Avrupa’nın komunism-sonrası ülkeleri ile ilgili olaran AB 1990 ların ilk yarısında bir “Doğu Genişlemesi” stratejisi benimsedi. Bu projede birliğin mevcut karar verme yöntemleri ve bunlardaki değişimler de gözönünde bulunduruldu ve fazla aceleci olmayan bir yaklaşım benimsendi. Bu ülkelerin hem çeşitli nedenlerle birlik içinde yer almaları arzu ediliyor, hem de karar verme süreçlerinde fazla etkin olmaları istenmiyordu. Böylece katılım-öncesi prosedürlerin mevcut üye ülkelerin yararına kullanılacağı bir yaklaşımla bu ülkelerin adaylığı ve katılım görüşmeleri gündeme alındı. Birlik herşeyden önce bu ülkeleri kendi ürünleri için bir pazar ve işsiz uzmanları için bir istihdam olanağı olarak değerlendiriyordu.
Aday ülkeler aynı zamanda bir ucuz hammadde kaynağı ve ucuz ve kaliteli işgücü olanağı olarak değerlendiriliyordu. Bunun yanında bu ülkeler Doğu ve Balkan kaynaklı tehditler için de bir güvenlik tampon bölgesi oluşturmakta idiler. Şimdiki durumda bu ülkelerin Birlik ile olan ilişkileri Birlik yararına bir asimetrik ilişki olarak gelişmektedir. Almanya’nın egemen ve güçlü konumu diğer ülkelerde haklı bir endişe yaratabilir. Bunun sebebi Almanya’nın Orta ve Doğu Avrupa’da Kafkasay ve Orta Asya’da yürümüş olduğu ve planladığı projelerden anlaşıldığı kadarıyla uluslararası ilişkilerinde güçlü bir pozisyon hedeflemektedir.
Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe katılmasının Almanya açısından olası fayda ve zararları olacağı öngörülmüştür. Öncelikle Almanya şuna inanıyordu ki, genişleme Avrupa’da bütünleşme olgusunu arttıracak ve Almanya’nın geçmişte yaşadığına benzer bir ayrılmanın Avrupa’da bir daha yaşanmayacağının bir nevi garantisi olacaktır. Ayrıca birliğin doğuya doğru genişlemesi ile birlikte, kıtanın askeri gücü artacaktır. Bu yüzden 1997’deki Lüxemburg zirvesinden itibaren Almanya doğu genişlemesinden bahsetmiş ve bunu sağlamak için çabalamıştır.
Örneğin, birliğin ekonomik gücü çok yüksek olmayan nispeten zayıf adayları birliğe alması kendine ekonomik bir yük olarak geri dönecekken, güvenlik ve Avrupa’da birlik bütünlük olgusu açısından kazanım sağlayacaktır. Olası pozitif getirilere bakıldığında öncelikle büyüyen bir ekonomi olgusu göze çarpar. Ayrıca Doğu Avrupa ülkeleri Almanya için makina ve teknoloji kaynağıdır ve gelişen ekonomilerdir. Yani tek bir taraf için kazan-kazan senaryosu hiç bir zaman genişlemeler için söz konusu olamaz. Almanya açısından korkulan negatif getirilerden biri Almanya’ya fazla göç, ülkede göçten kaynaklanan Alman vatandaşlarının yaşayabileceği işsizlik vb. sorunlar ve Doğu mafyası sorunudur. Ancak genişlemeden önce yapılan bazı anket ve araştırmalar sonucu, örneğin Polonyalıların Almanya’nın korktuğu kadar göç etme planları olmadığı görülmüştür.