‘Devletin Sevilmeyen Çocuğu Olduğumuzu Herkes Biliyor’

Özellikle son bir yılda Türkiye’de iyiden iyiye gerilen ve kutuplaşan siyasi ortamın hem odağında bulunan hem de en çok etkilenen gruplardan biri de Aleviler. Başbakan Erdoğan’ın bu ortamı yaratan söylemini, Gezi eylemlerini, devletin yarattığı baskıyı ve şiddeti, korkularını, öfkelerini, Türkiye’nin pek çok şehrinden Alevi mahallelerinde yaşayan gençlere sorduk.

Geçen hafta Berkin’in yaklaşık bir yıl süren yaşam mücadelesinin ardından hayatını kaybetmesi, yüz binlerin tepkisini ortaya koyduğu cenazesi, Burak Can’ın Okmeydanı’nda öldürülmesi ve Başbakan Erdoğan’ın bu ölümleri üzerine geliştirdiği kötücül ve kutuplaştırıcı konuşmalarıyla geçti. Ülkede uzun süredir sinirlerin bir hayli gergin olduğu önemli bir gerçek. Çoğu insan, bardağın taşmasına az kaldığını düşünüyor. Bardak taştığında nelere şahitlik edilebileceğini çok iyi hatırlıyorlar. 12 Eylül öncesi katliamlar, darbenin yaşattıkları, Sivas ve Gazi katliamlarının acı dolu sonuçları, halen tüm açıklığıyla ortada. En çok da toplumun kırılgan grupları için halen canlı bu hatıralar ve yaşananları çok daha farklı hissediyorlar. Bu gruplardan birisi elbette ki Aleviler.

Biz de Gezi direnişinden bu yana yaşananlarla birlikte merceğin odağına oturan Türkiye’nin her yerinden Alevi mahallelerinde yaşayan gençlerle neler hissettiklerini anlayabilmek için konuşmak istedik. Günün sonunda ise İstanbul Okmeydanı, Gazi, Gülsuyu, 1 Mayıs, Güngören ve Kağıthane’de, Ankara Tuzluçayır ve Dikmen’de, İzmir Karşıyaka ve Seferihisar’da, Antakya Armutlu’da, Gaziantep Düztepe’de, Bursa Millet’te ve Sivas Alibaba’da yaşayan yaklaşık 30 gencin anlattıklarının oluşturduğu tablo pek de parlak değil.

‘Başbakan, sanki yan mahallenin kabadayısı’

‘Siyasal yarılmalarda ‘kötü çocuk’ Aleviler’

NİL MUTLUER

(Nişantaşı Üniversitesi)

Alevilerin bu coğrafyada yaşadıkları üzerine konuşmak, aynı zamanda tarihsel, toplumsal ve siyasal bir yarılma üzerine düşünmeyi de beraberinde getiriyor. Bu yarılma, Sünni merkezli devlet politikaları ve ekonomik- politik göçleri, Aleviliğin ocak ve dergâh sistemlerini zedelemesiyle hayli ilişkili. Zira Alevilik bir inanış olduğu kadar adalet ve sosyal düzeni sağlayan bir sistem. Bu sistem Osmanlı’nın merkezileştirme ve cumhuriyetin yasaklayıcı laiklik anlayışı çerçevesinde zedeleniyor. Aynı zamanda, Aleviler gündelik hayattan eğitime, üniversitede, devlet bürokrasisinde atanmaktan iş hayatına birçok alanda sistematik ayrımcılığa uğruyorlar. Osmanlı’dan bugüne iktidarlarca yaratılan siyasi ve toplumsal pek çok kırılmada da bahane olarak gösterildiler. Üstelik Maraş, Çorum, Sivas, Gazi gibi ağırlıklı Alevi yurttaşların hayatlarını kaybettiği ve Alevi mahalleleri denebilecek yerlerde katliamlara yol açan devlet bağlantılı olayların hukuksal süreçleri adaletli bir şekilde sonlanmadı. Geçen senelerde farklı şehirlerdeki Alevi evlerinin işaretlenmesi de yaşanan katliamları çağrıştırsa da, devlet yetkilileri ne sorumluları ortaya çıkardı ne de meseleyi sahiplendi. Tüm bu yaşananlar Alevilerin bugünkü devlet zihniyetine ve adalet sistemine olan güven duygusunu oldukça zedelemiş durumda.

Siyasi alanda kimlikleştirilen her grup gibi, Aleviler de heterojen/çoğul bir yapıya sahipler. Tarihsel, etnik, sınıfsal farklılıklar Alevilerin de çeşitli siyasi ve sosyal aktörlerle ilişkilenmelerine neden oluyor. İktidarlar zaman zaman bu çoğulluğu “Alevilerin ne olduklarını, ne istediklerini bilmediği” yönünde manipüle etmeye çalışıyor. Bu manipülasyonda, özellikle erkek Alevi gençleri, ‘ortada neden yokken şiddete başvuran provokatör kötü çocuk’ olarak damgalanıyor. Bu ‘kötü çocukların’ yaşadığı mahalleler de adeta olağanüstü hal ilan edilmiş, her an müdahale edilebilir alanlar olarak gösteriliyor. Ve bu mahallelerin gündelik hayat işleyişine kolluk kuvvetleri sıkça müdahale ediyor. Şehirde bu atmosferin içine doğan ve ayrımcılığı sınıfsal olarak da hisseden Alevi gençler sol siyasetle farklı düzeylerde ilişkileniyorlar. Bu ilişkilenme aynı zamanda gençlerin yüzyıllardır belleklerinde taşıdıkları, mahallerinde yaşadıkları, gündelik hayatlarını ve geleceklerini etkileyen adaletsizliklere itirazları. 2013 yaz aylarında gerçekleştirdiğim saha çalışmasında, Gazi olaylarında yaşamını yitiren Zeynep Poyraz’ın annesi Menekşe Poyraz ve Gazi’deki Alevi gençler bu durumu net bir şekilde özetlemişlerdi. Poyraz açıkça: “Sivas Madımak olmasaydı, Zeynep Gazi’de olmaz, ölmezdi” dedi. Ardından konuştuğum Gezi’ye katılan Alevi gençleri de, “Gazi olmasaydı, Gezi’ye destek vermezdik” dediler. İzmir Güzeltepe’den, İstanbul Gazi, Malatya, Antakya’daki gençlere kadar hepsi yüzyıllardır yaşadıkları varoluşsal ayrımcılıklara her gün yenisinin eklenmesinin sisteme olan inançlarını zedelediğinin altını vurguluyorlar.

Öncelikle mahallelerin siyasi gündemini, Türkiye genelinden farksız bir şekilde, Başbakan Erdoğan’ın söylemi belirliyor. Erdoğan’ın dışlayıcı ve kutuplaştırıcı söylemi, onu bu mahallelerde tepkinin odağına yerleştiriyor ve bu mahalleler için siyaseti ‘AK Parti karşıtlığı’ belirliyor. Gülsuyu’ndan Emre, “Başbakan, sanki yan mahallenin bizim mahalleyi tehdit eden bir kabadayısı görünümünde” diyor ve ekliyor: “Bize karşı derin bir kin ve nefreti olduğunu hissediyoruz.” Başbakan’ın bu söyleminin mahalledeki diğer gruplarla olan ilişkilerini kötü anlamda etkilediğini söyleyen yok. Hatta bu durumun tersini yaşayanlar da var. Adana’da yaşayan Çetin, mahalledeki ülkücülerin Erdoğan konuştukça, kendilerine daha da yakınlaştığını söylüyor. İzmir Onur Mahallesi’nden Mahir ise mahallede yaşayan Sünnilerin “Cemaat’ten olmalarından ötürü”, Erdoğan’ı Alevilerden daha çok eleştirdiklerine dikkat çekiyor. Fakat mahallenin dışına çıktıklarında, bu söylemlerin etkisini hissediyorlar. Bağcılar’da yaşayan Birsen, “İş yerinde özellikle Gezi’den sonra Alevilere baskı uygulanıyor” derken, Gazi Mahallesi’nden Erkan, bu söylemin hayatının her yerine sızmasının kendisinde artık bu insanlarla yaşamak istemediği hissi uyandırdığını söylüyor. Fakat bu tepkilerini mahallenin dışında dışarıya vurmuyorlar. Ankara Tuzluçayır’dan İsmet, bu durumu şöyle açıklıyor: “Aleviler, mahallede Alevi’dir. Bunun dışında kamusal alan genişledikçe kimlik vurgusunun yerini daha geniş siyasal söylemler alır.”

‘Bizi yakmaya geliyorlar korkusu yaşadık’

Yine de bu durum, genel olarak Alevilerin siyasete olan ilgisini arttırıyor. Seferihisar’dan Füsun, Alevi Derneği’nde insanlar daha çok siyasi konularda neler yapabileceklerini tartışır olduklarını söylüyor. Bu ilginin sonucunda ise, Okmeydanı’ndan Selim, Aleviler arasında CHP’ye ilginin hiç olmadığı kadar yükseldiğini söylüyor. İsmet, Alevilerin umudu CHP’de aramasına “ne yazık ki” derken, Gazi Mahallesi’nden Ümit, CHP’yi ‘aynı şeyin laciverdi’ diye tanımlıyor.

Kutuplaşmanın getirdiği siyasallaşmanın hissettirdikleri ise çok net biçimde korku ve öfke olarak ikiye ayrılıyor. Korkunun kaynağı ise belli, geçmişteki acılar. Bursa Millet Mahallesi’nden İpek’e göre, en büyük korku, evlerinin işaretlenmesi. Gaziantep’ten Ersin ise 2013’te Kıbrıs Mahallesi’nde bunun yaşandığını ve büyük kaygıya yol açtığından bahsediyor. Yeni Maraşlar, Sivaslar ve Gazilerin yaşanabileceği akıllara geliyor doğrudan. Erkan, gayet sakin bir ses tonuyla, ‘ellerinden gelse bizi yakarlar’ dediğinde, bu kaygının Alevilerin tavırlarını belirleyen esas etmenlerden birisi olduğunu anlıyoruz. Okmeydanı’ndan Volkan da Berkin’in cenazesinden sonra Burak Can’ın ölümüyle sonuçlanan olayda aynı kaygının canlandığını söylüyor: “Okmeydanı’na gelmeye çalışan grup karşısında ailemdeki kadınlardan biri, bizi yakmaya geliyorlar şeklinde korkular yaşadı.”

Gezi, korku duvarının aşıldığı olay

Gezi direnişini ise Aleviler için bu korku duvarını aştıkları olay olarak niteliyorlar çoğunlukla. Gezi’ye Alevilerin yoğun katılımın bunun göstergesi olduğunu düşünüyorlar, fakat Gezi’de yaşanan şiddetin, duygularının öfkeye evrilmesine sebep olduğu da bir gerçek. Nurtepe’den Onur, Alevilerin eskiden olduğunun tersine artık oturup sessizce başına gelecekleri beklemeyeceğini söylüyor. Ersin ise Maraş Katliamı’nı dinleyen insanlar olarak, yaşadıklarının kendisinde öfke doğurduğunu belirtiyor ve Birsen de hemen araya girip ekliyor: “Ama öfke bizi tehlikeli yerlere götürür.” Volkan ise onu esas öfkelendirenin ‘ölümlerin görmezden gelinmesi’ olduğunu söyleyerek önemli bir noktaya parmak basıyor: Gezi’yle birlikte Türkiye’nin birçok yerinde gerçekleşen gösterilerde hayatını kaybeden insanların hepsi Alevi’ydi.

Neden ölenlerin hepsi Alevi?

Peki, bu durumu tesadüf olarak mı görüyorlar? Yoksa bunun sebebi ne? Konuştuğumuz gençler arasından yalnızca bir kişi, bunun tesadüf olduğunu düşüyor. Geriye kalanların ise açıklamaları çeşitli. Çoğu bunun sebebini, Alevilerin Gezi protestolarına olan yoğun katılımı olarak açıklıyor. Mahallelerinde neredeyse herkesin eylemlere katıldığını söylüyorlar, hatta Birsen, akrabalarının bir kamyona binip Zile’den gösterilere katılmak için İstanbul’a gelmeye çalıştığını hatırlatıyor. Bazıları, polisin hedef gözeterek müdahale ettiği için ölenlerin Alevi olduğunu söylerken, içlerinde biriken isyanı Gezi eylemlerinde ön saflarda yer alarak atmaya çalıştıklarını belirtenler çoğunlukta. Ümit, “Alevilerin bu ülkede ezilmesiyle alakalı. Toplumsal muhalefet yükselince de en önde yer aldılar haliyle” diye açıklıyor bu durumu. Nurtepe’den Ceyhan ile Okmeydanı’ndan Umut’a göre, ‘Alevilerin devlete isyanının bir politika biçimi’ olduğunu söylerken, Volkan, bunun dini öğretide yer alan ‘eşitlik, doğruluk, adalet gibi kavramlar’dan ileri geldiğini belirtiyor. Ortaklaştıkları bir diğer konu ise polisin mahallelerindeki eylemlerde, İstanbul’un merkez semtlerinden çok daha fazla şiddete başvurduğu.

Polis destekli uyuşturucu çeteleri

Devletin Alevi mahallelerine karşı şiddetin dışında uyguladığı baskı yöntemleri de var. Özellikle Gazi, Gülsuyu, 1 Mayıs ve Kâğıthane’de yaşayanlar, bu yöntemlerin başında uyuşturucunun geldiğini düşünüyor. Gazi’den Ünsal’a göre, uyuşturucu satıcıları, bu mahallelere polis eliyle yerleştiriliyor ve burada çeteleşmeleri sağlanıyor. Polis, bu çetelerin mahallede yarattıkları şiddet ortamını görmezden geliyorlar veya bizzat destekliyor, böylece siyasi örgütlenmenin çözülmesini hedefliyor. Zira Gülsuyu’ndan Emre, Kasım 2013’te mahallede öldürülen Hasan Ferit Gedik’in bu ilişki ağına kurban gittiğini söylüyor. Mahallede örgütlü ‘torbacı’ların olduğu bir diğer yer ise Sivas Alibaba Mahallesi. Bu mahalle, Sivas Katliamı sonrasında şehrin merkezinde kalan tek cemevine sahip. Mahallede yaşayan Gürsel, buranın belediye tarafından kasıtlı olarak hizmetsiz bırakıldığını ve gettolaştırıldığını düşünüyor.

Kentsel dönüşüm, mahalleleri dağıtmayı hedefliyor

Devletin kullandığı bir diğer yöntem de, kentsel dönüşüm projeleri. Bu projelerin büyükşehirlerde çoğunlukla Alevi mahallelerinde geliştirilmesini rastlantı olmadığını söylüyorlar. Tuzluçayır’da yaşayan Emel’e göre, “kentsel dönüşüm kisvesi altında, mahalleleri dağıtmayı hedefliyor”. Bu dönüşümün hafızayı yok etmeyi amaçladığı durumlarda oluyor. Ersin, Gaziantep’te Gezi protestolarının yapıldığı Çamlık Parkı’nın, bu eylemlerden sonra, dönüşüm projesi kapsamında ortadan kaldırılacağını söylüyor. Aynı şekilde, Tuzluçayır’da yapılması planlanan ve mahallede büyük tepki toplayan ‘cami-cemevi projesi’nin de ortak hafızalarını zedelemek için ortaya atıldığından bahsediyor Dikmen’den Cemal.

Karşı şiddet mi, meşru savunma mı?

Bu baskılara karşı mahallede büyüyen bir şiddet var mı diye sorduğumda, bazıları Alevilerin şiddeti içselleştiremeyeceğini, çoğu ise artık kendilerini savunma haklarını kullandıklarını söylüyor. Tuzluçayır’da yaşayan İsmet ise mahallelerdeki örgütlü gençler dışında Alevilerin şiddetle yan yana gelemeyeceğini düşünüyor, Cemal de bunu, “İncin de incitme öğretisi etkisini yitirmedi” diye açıklıyor. Buna rağmen, devletin kendilerine karşı uyguladığı şiddetin, iktidarın artık adeta kendilerini öldürmekten haz alır olmasından ileri geldiğini dillendiriyor Selin ve kızıyorlar. ‘Devlet terörü’nün görmezden gelinerek, kendi cılız şiddetlerinin eleştirilmesine katlanamadıklarını anlatıyorlar. Zira onlar, bu karşı tepkinin meşru olduğu konusunda neredeyse hemfikir. Hatta Emel, devletin tomayla, copla, gazla saldırırken, taş atmanın şiddet olduğunu bile düşünmüyor.

Bunu konuşurken akıllarında hep geçmiş var. Avcılar’da yaşayan Onur, “Mahallede tekbir seslerinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz biz” diyor, yüzü düşüyor, geçmişe dalıyor. Konuştuğum istisnasız herkesin aklında bir katliam var. Maraş, Çorum, Sivas veya Gazi… Geçmişle hesaplaşılmadığını, adaletin sağlanmadığını düşündüklerinden, tarihin hâlâ tekerrür edebileceği çok kuvvetli bir his onlar için.

Halkin kurtulusu
Beğendin · 22 Mart

‘Devlet, bizi siyasal İslam’a karşı kendi askeri yapmak istedi’

Emre (Gülsuyu/İstanbul)

90’lı yıllarda siyasal İslam’ın yükselişine karşı bir hamle olarak devlet, bizzat kendi örgütlediği Alevi katliamları ile Alevi toplumunun korkularını canlandırarak, bizi siyasal İslam’a karşı kendi askeri yapmak istedi. 2000’lerin ortalarına kadar büyüklerimizi ziyaret edip, ‘çocuklarınızı askeri okullara yazdırın’ diye çağrıda bulunan subaylar olduğu bir şehir efsanesi değil. Bunun özellikle bizden bir kuşak öncekilerde bir karşılığı da oldu. Ancak sonuçta, bu savaşta Kemalist yapı ciddi pozisyon kaybetti ve şimdi Alevilere karşı daha saldırgan, daha tek tipleştirici ve izole edici politikalar güden bir devlet var artık. Aleviler, devlet kurumlarında işe giremiyor, girebilenlere pek çok konuda zorluklar yaşıyor, ayrımcılığa uğruyor. Bunlar alevi toplumum kolektif hafızasında yer ediyor. Devlet artık mitinglerde Alevileri yuhalatan, Berkin’in annesini hedef gösteren o tek adamın iradesine indirgenmiş durumda. Ve bu irade saldırgan, iftiracı, baskıcı, kuşatmacı, kindar.

‘Kendimi acı içinde tellerin arasında çıkmaya çalışan biri gibi hissediyorum’

Selçuk (Kağıthane/İstanbul)

Gezi Direnişi’nin başladığı ilk günlerde, bir akşam eve geldiğimde mahallede tencere-tabak sesleri duyunca çok şaşırmıştım ve hemen pencereden destek verdim. Bir anne ve 15-16 yaşlarında bir çocuk dolaşıyorlardı. Hemen aşağıya inip onlarla birlikte yürümeye başladığımda sayımız en fazla 8 oldu, caddeye kadar yürüdüğümüzde esnaflar ya da mahalle sakinleri izledi. Ama geri dönüşümüzde, camlardan ellerine ne geçerse atanlar, küfür edenler, üzerimize doğru gelenler olduğu için herkes kaçışıverdi. Özellikle yanımızda yürüyen amcanın korkudan, ‘Taksim’e kilise yapılmasın’ diye yürüyoruz deyip kaçışını da unutmuyorum. Öyle ki, bir grup kadın, bize AK Parti’ye oy vermediğimiz için cehennemlik olduğumuzu söylüyordu. Tüm bu günlük yaşadıklarıma Başbakan’ın söylemleri de eklenince kendimi kafese sıkışmış, acı içinde tellerin arasında çıkmaya çalışan biri gibi hissediyorum.

‘Herhangi bir saldırı durumunda, Alevilerin sığınabileceği bir resmi güç yok’

Zühre (Tuzluçayır/Ankara)

Baskının ve zulmün her daim hissettirildiği tüm Alevi mahallelerinde olduğu gibi, Tuzluçayır halkında da korku büyüyor. Zira hiçbir hükümet AKP kadar açıktan tehdit edemiyordu hayatlarımızı. Herhangi bir saldırı, linç durumunda -Türkiye tarihinde pek çok örneği var- Alevilerin sığınabileceği bir resmi güç yok mesela şu dönemde. Bilindiği üzere tıpkı hukuk sistemi gibi, kolluk kuvvetleri de tamamen hükümetin emrinde ve dahi zihniyetinde. Dolayısıyla da korkuyoruz, korkuyorum.

‘Gezi’ye Alevi ayaklanması denmesiyle anca gurur duyarız’

Dila (Armutlu/Antakya)

Herkes sokağa çıktı, hepimiz her yerdeydik. Hani devlet erkânından yetkili abiler, Gezi için ‘Alevi ayaklanması’ diyor ya iğnelemek için, biz bununla da anca gurur duyarız. Bu durum mahallede de aynı şekilde yorumlanıyor. Bizim Antakya’dan üç canımız gitmiş olmasına karşın herkes oldukça sakin, bu bedel ödemek olarak yorumlanıyor, herkes zamanı gelince Armutlu’da, Okmeydanı’nda, Kızılay’da, Lice’de, Eskişehir’in ara sokaklarında yitip giden her bir canımızın hesabının sorulacağından emin. Sükûneti biraz da bu inanca borçluyuz.

‘Unuttuğumuzu sandığımız eski yaralar da hiç iyileşmedik aslında diyor’

Selin (Güngören/İstanbul)

Ailem Dersim göçmeni. Çocuk yaşlarda acılarla tanıştık maalesef, kayıplarla, ağıtlarla, yasaklarla. Okulda, iş yerinde, sosyal çevrede halen devam ediyor. Ailem, bu koşullarda daha da politize olmayalım diye, neredeyse Alevi ve Kürt kimliklerimiz yokmuş gibi yaşadı, ancak bugün 70’inde olan annem ve babam, son 10 yıldır her Alevi kelimesini duyduklarında olumluysa sevinçten, olumsuzsa üzüntüden ağlayıp duruyorlar. Çok büyük bedeller karşılığında bu ülkede bir Kürt realitesi oluştu belki, ancak Aleviler hâlâ hayalet gibi belli belirsiz yasamaya çalışıyorlar. Bütün bu olanlar, o kadar üst üste geldi ki, hayatımın hiçbir döneminde kendimi bu kadar öfkeli ve kırgın hissetmemiştim. Yenileri eklendikçe, unuttuğumuzu sandığımız eski yaralar da biz de buradayız, hiç iyileşmedik aslında diyor. Bunu dinlemekten hoşlanmayan, görmezden gelen arkadaşlarıma kırılıyorum. İster istemez, Alevi arkadaşlarımla daha yoğun bir iletişim ve dayanışma içinde olmaya başladım, bazen kendimi gerçekten yalnız hissediyorum. Ailem için de bu böyle…