Kaybolmuş Bir Kuşağın Çocukları: Denizleri, Devrimleri ve Diğerleri
Zordur Seksenlerde çocuk olmak, baştan zaten bellidir sizi niteleyen sıfat, ölü bir kuşaksınızdır. Neden mi ölüyüzdür biz çünkü biz devrimci bir neslin ürünleriyizdir, her türlü çelişkinin bir arada bulunduğu insanlarızdır. Bir yandan yarım kalan devrim hayalinin umut imgeleri, bir yandan İcraatin içinden programlarıyla büyüyen, Özal’ ın neo -liberal politikalarının deney malzemeleri…
Gariptir seksenli olmak, anneler, babalar hep temkinlidir. Hep bir dikkatli olma durumundasınızdır, sokakta oynarken gördüğünüz yabancı acaba soruları uyandırır kafanızda, büyüklerin bahsettiği kötü amcalardan mıdır? O da diye düşünürsünüz, güvenemezsiniz güven duygunuz hep eksiktir, hep yarım kalmıştır…
Kitaplardan korkmayı öğrenmişsinizdir, özellikle de Marks, Lenin ve diğerlerinden, çünkü babaanneleriniz darbe olduğunda babanızın kitaplarını sabaha kadar sobada nasıl yaktıklarını anlatmışlardır size çocukluğunuz boyunca, peri masallarıyla büyümeyenlerdensinizdir siz, bu nedenle pamuk prensesler çok ilginizi çekmez, idolleriniz hep ölülerdir mesela, Deniz olmak istersiniz, Mahir olmak, Yusuf olmak, Erdal olmak ya da Hüseyin… Ama kolay değildir iliğinize kadar işleyen, neo-liberal politikalar, pop kültürü, militarizm bırakmaz peşinizi, ne sıradan olabilirsiniz ne kahraman, yalnızca tutunamamış olabilirsiniz, çünkü devamlı hiçler olarak yeniden üretirsiniz kendinizi, bir yerden tutturmak için çabalar, durursunuz, ama olmaz bir türlü, olamaz…
Doğuştan kimliklisinizdir bir kere, babalarınızın, annelerinizin, teyzelerinizin, dayılarınızın ya da diğer aile eşrafının gerçekleştiremediği hayallerinin vücut bulmuş halisinizdir…Bu nedenle isimler verilir size, devrim, emek, ekim, deniz, mahir, ulaş bir kader gibidir seksenler, sizin kaderinizdir… Emek ismiyle yapamayacağınız şeyler vardır, isminiz devrimse hep bir ağırlığınız olmalıdır, öyle ya siz devrim umudusunuzdur ailenizin, değiştirme umudu bir şeyleri, yeni dünya hayalleri… Ezilip durursunuz bu nedenle bir şeyler değişmeyince, her şeyin aynılığı içinde boğulup kalırsınız, bir çıkış noktası bulmak zordur, ağırdır yaşamak, ağırdır umut edilen olmak…
Hep zordur size bir şeyler babanız sürgündür ömür boyu belki, belki amcanız, belki teyzeniz, anason kokulu masalarda hüzünlü anılar dinlersiniz, eğlenmenin hüzün olarak anlaşıldığı, dünyanın bir başka ülkesinde yaşanmayan bir çağdır seksenler çağı bu ülkede. Devrim hayallerinin çilingir sofralarına hapsedildiği, gecelerin sonunda banyoya kusulan umutlardır, işkence görmüş vücut sızılarıdır. Velhasıl zordur acısı seksenlerin, eşkıyanın dünyaya h?kim olamayacağına duyulan inancın törpülenme evresidir…Zülfü Livaneli konserleri, Yılmaz Güney filmleri, büyüklerin travmaları çocukların sinmişlikleridir.
Ama güzeldir de seksenler bizden sonrasının çok tanık olmadığı yaşanmışlıkları vardır, portakal kabuğu kokulu soba dumanları, küçük bir kasabada dedenizin mahalle kahvesinde ısmarladığı beyaz gazozlar, kara gazozlar ve de sarı gazozlar, akraba çocuklarıyla oynanan oyunlar, üç tekerlekli bisikletler, sabah tek kanal TRT nin açılmasını beklemek, Ninja kaplumbağalar, Tsubasalar, Sevimli hayalet casperlar… Yılbaşı gecesi dansöz beklemeler, annenizin haftalık olarak yaptığı tencere dolusu kurabiyeler, poğaçalar, dantel yakalar… Daha neler neler dantelle örtülü, evin baş köşesinde yerini alan tüplü televizyonlar, Bizimkiler, Perihan Ablalar, Sarhoş Cemiller, bayram sabahları, gece saklambaçları, gizlice okunan kitaplar, yeşil parkalar, sevinçli hüzünler, hapisten çıkan akrabalar, söylemiştim seksenlerin güzelliğini anlatırken bile bağlarsınız acıya, darbe yorgunu büyüklerin, umudu çocukları bizler, kaybettiğiniz o kuşak bulamıyor mutluluğu… Sahi neredeyiz biz? Neden bulamıyoruz kendimizi neden tutunamıyoruz? Kahraman olamayacağız o açık da sıradan da olamıyoruz ki bizi geri getirebilir misiniz? Bizde oluşturduğunuz darbelerin izlerini silebilir misiniz? Gülmelerin sonunun hep hüzne çıkmasını durdurabilir misiniz? Bizi baştan kaybetmeden yaratabilir misiniz?
emek erez