Gülay Ünüvar’ın hayatından notlarla 68’liler

Çeyrek asır İsveç’te sığınmacı olarak yaşayan, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) hareketinin kurucularından Gülay Ünüvar (Özdeş)’ın hayatını 68 hareketinde yer alan Ahmet Tuncer Sümer kaleme aldı. Geçmişe bugünden baktığında gurur duyduğunu söyleyen Sümer’in Ünüvar’ı anlattığı son kitabı bir döneme ışık tutuyor.


ADeniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın aralarında bulunduğu birçok isimle Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nu kuran Gülay Ünüvar (Özdeş)’ın yaşam öyküsü ‘Adsız Kahramanlar: Gülay Ünüvar (Özdeş) Kitabı’nda THKO içerisinde yer alan Ahmet Tuncer Sümer tarafından kaleme alındı. Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan kitapta, Ünüvar’ın THKO için yaptığı eylemler ve o süreçte yaşadıkları, 1980 Askeri Darbesi’nin ardından Türkiye’yi terk ederek çeyrek asır yaşadığı İsveç’teki çalışmaları ve hayatını kaybetmesinin ardından hakkında yazılan yazılar yer alıyor. THKO’nun dağ kadrosunda liderlik yapmış, yıllarca devrimci mücadele içerisinde yer almış Tuncer Sümer’le Ankara’da, “1968’den Bugüne” konulu panel sırasında Gülay Ünüvar’ı anlattığı son kitabı üzerine konuştuk. Kitabın ortaya çıkış serüvenini paylaşan Sümer, Türkiye solunun bugünkü durumuna ilişkin de sorularımızı yanıtladı.

68 kuşağının önde gelen isimlerinden Gülay Ünüvar’ın hayat öyküsünü son kitabınızda anlattınız. Kitabın serüvenini sizden dinleyelim.

Gülay Ünüvar benim 1969’dan bu yana tanıdığım bir arkadaşım. 1969 yılında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun kuruluşuyla ilgili çalışmalarda Gülay da yerini aldı. Biz Filistin’e gittiğimizde Türkiye’de kalarak, Türkiye’deki çalışmalarımızın koordinasyonunu üstlendi. THKO’nun dört kadın militanı vardı. (Türkan Sabuncu, Ayten Canatan, Nuran Ağırnaslı ve Gülay Ünüvar Özdeş). Bize her bakımdan destek olan arkadaşlarımızdı. Dördü de ODTÜ öğrencisiydi. Gülay ile biz zaman zaman çalışmalarıma dair konuşuyordum ve yaşadıklarını yazmasına dair telkinlerde bulunuyordum. O İsveç’te yaşıyordu ve mesajlaşıyorduk. ‘Yazıyorum’ dedi. Ben telkine başlamadan önce Turhan Feyizoğlu, ‘Sinan: Nurhak Dağlarından Sonsuzluğa’ kitabını yazdı. O Sinan kitabı için Gülay’dan yazılar istemiş. Bu arkadaş kötü bir şey yaptı, kitabında Gülay’ın yazdıklarını dipnot olarak koydu. Gülay’ın anlatıları dipnot olacak anlatılar değildi.

‘BENİM KİTABIMI SEN YAZACAKSIN DİYE VASİYETTE BULUNDU’

Gülay 2014’te Türkiye’ye geri dönüş yapmasının ardından bir yıl sonra kanser olduğu ortaya çıktı. Kanser olduğu dönemde de haberleştik. Anlatacağı çok şey olduğunu söyledim ve beni çağırdı. Üç defa İstanbul’a geldim Didim’den ve hastalığı bahane etti konuşmadı. Dördüncü geldiğimde de Gülay’ı kaybettik. Hasta yatağında, “Benim kitabımı sen yazacaksın” diye vasiyette bulundu. “Notlarım evimde kardeşlerim sana onları versinler” dedi. Kardeşi Mustafa Ünüvar, ben, Hayri Erol ve Emine Erol ile evine gittik. Ne belgesi varsa bilgisayarı da dahil aldım. Toparladığım bilgiler 35 Word sayfasıydı. Ne yapmam lazım diye düşündüm. Çeşitli dergilerde yayınlanmış yazılarını buldum. Bazı yerlerde yaptığı konuşmalara ulaştım. Örneğin Sinan’ın (Cemgil) mezarı başında yaptığı konuşmanın kaydını, İlhan Erdost’un ölüm yıl dönümünde mezarı başında yaptığı konuşmayı buldum. Yine de yetmedi. Süleyman Ekinci diye bir arkadaşın da aralarında olduğu beş kişi hastalığı sırasında Gülay’ı ziyaret etmişler. İki buçuk saat konuşmuşlar ve banta kayıt yapmışlar. Onun içerisinden Gülay’la ilgili kısımları aldım. Konuştuğu kişiler Türkiye Devrimi’nin Yolu grubundan arkadaşlarıydı. O gruptan Özdaş Teoman Uluğ diye bir arkadaşa Gülay’ın anlattıklarını anlattırdım. Bizim dönemden Türkan Sabuncu ile Gülay yapışık kardeşler gibiydiler. Türkan’ı buldum ve İzmir’de onunla uzun uzun Gülay’ın konuşmalarını anlattırdım.

Kitabın serüveni de Gülay Ünüvar’ın hayatı gibi çetrefilli olmuş.

Zor oldu. Kolay olmadı. Yoktan var etmek gibi bir durum oldu. Gülay’ın Protez diye bir yerde işçi hareketlerine ilişkin röportajı vardı. O röportajı ve ölümünün ardından Gülay’ın hakkında çeşitli yerlerde yayınlanan yazıları da kitaba koydum.

‘GEÇMİŞE BAKTIĞIMDA GURUR DUYUYORUM’

Kitap Ünüvar’ın yaşadıklarının yanı sıra bir döneme de ışık tutuyor. Bugünden geçmişe bakınca ne hissediyorsunuz?

Geçmişle ilgili ayrıca iki kitabım daha var. Birisi ‘Devrim’, diğeri de kendi anılarımı yazdığım ‘Erikler Çiçek Açınca’ kitabı. Geçmişe baktığımda onur ve gurur duyuyorum. İyi ki böyle bir hareketin içerisinde vardım diye düşünüyorum. Çektiğimiz sıkıntılar, acılar asla aklıma gelmiyor. O dönem yaşadıklarımızı asla unutmuyorum.

‘BELKİ BİZDEN SAKLADI BELKİ DE GERÇEKTEN TROÇKİST OLMADI’

80 darbesinin ardından Türkiye’yi terk eden Gülay Ünüvar, çeyrek asır İsveç’te yaşamasının ardından 2014’te Türkiye’ye döndü ve 2016’da da hayatını kaybetti. Ünüvar’ın İsveç’teki yaşamına dair kitapta okuyucuları neler bekliyor?

İsveç’te 2007 yılında Devrimci Marksizim Teorik-Politik Dergi’sinin 4’üncü sayısında “Kadın Hareketi Üzerine” diye bir yazısı yayımlanmıştı Gülay’ın. İsveç Uppsala Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gunnar Westin ile birlikte kaleme almışlardı. Bu metinde İsveç’teki kadın hareketini de anlatıyorlardı. Ben o yazının Türkiye bölümünü ve Gülay’ın kadın hareketine nasıl baktığıyla ilgili bölümlere kitapta yer verdim. Gülay İsveç’e kaçak olarak gitti ve çok sıkıntı çekti. Bir süre Troçkistlerin bir büfesinde çalışmış. Hatta İsveç Troçkistleri Gülay’a sahip de çıkıyorlar, bizim arkadaşımızdı diye. Ama ben Gülay’ın ağzından Türkiye’ye döndüğünün ardından asla Troçkizmle ilgili bir şey duymadım. Belki bizden sakladı belki de gerçekten Troçkist olmadı. İsveç’te çok sıkıntı yaşadığını, çok zor koşullarda hayatını sürdürdüğünü biliyorum. Kıbrıs Kütüphanesi’nde çalıştığı zaman ancak bir birikim yapmaya başlamış ve o birikimle geri dönünce İstanbul’dan zar zor küçük bir ev alabilmişti.

Kitabınızda bugüne dek yazılmayan neler var?

Gülay’ın THKO hareketine Malatya’dan bir silah getirme olayı var. Çok enteresan bir olaydır o ilk defa kitapta yer alıyor. İstanbul’da örgüte silah temin etmek için kaçakçılarla yaptığı görüşme vardır o da okuyucuları bekliyor. Örgütün silahlarını Teslim Töre almıştı. Onun anlatımını da kısaca koydum. Gülay’ın Türkiye Devrimi’nin Yolu’yla ilgili eylemleri var ve o eylemler ilk defa yayınlanıyor.

‘TÜRKİYE FEODAL BİR ÜLKE’

THKO’nun ortaya çıktığı sürede lider kadrolarında kadınlar da olmasına rağmen bu isimler çok fazla bilinmiyor. Örneğin Gülay Ünüvar’ı sizin hazırladığınız kitapla okurların büyük bir bölümü yakından tanıma fırsatı buldu. Devrimciler arasında neden kadınların adı yok?

Türkiye feodal bir ülke. O zaman hele yarı feodal bir ülkeydi. Kadınların fazla söz hakkı o dönemde yoktu ama 68 hareketi kadınlara da özgürlük verdi. Kadınların özgürleşmesini ve kendilerini ifade etmelerini sağladı. THKO’nun toplasan 20- 30 militanı vardı. Bunların 4 tanesi kadındı. Kadınların adının anılmaması hem azlığından hem de erkek egemen toplumdan dolayı olabilir. Olması gerekirdi ama ancak bu kadar oldu. Gülay başından itibaren THKO’nun içerisinde olan bir arkadaşımız. Gülay’ın kendisinin bu kadar tanınmamasının altında yatan esas neden Gülay’ın ketum olmasından dolayıdır. Asla kendinden söz etmez, kendisini öne çıkarmaz. Gerçekten devrimci, yaptıklarıyla yaşayan birisiydi. Bizim THKO’ların çoğunda da bu özellik vardı.

‘KADINLARIN DA YANIMIZA GELECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORDUK’

THKO’nun içerisinde kadınlara yönelik bakış açısı nasıldı peki?

Bizim kendi arkadaşlık grubumuzda cinsiyet yönünden hiçbir ayrım yoktu. Kadını da kendimiz gibi kadınlar da bizi kendileri gibi görürlerdi. Bir aşk bile yaşamadık biz o süreçte. Biz devrimle özdeşleştik, devrime aşıktık. Kadınları dışlamadık ama kadınları koruma iç güdümüz vardı. O yüzden dağa götürmek istemedik. Gitmek istediler ama Hüseyin İnan ve Alparslan Özdoğan zamanı gelecek bekleyin tarzında bir beklenti içerisindeydi. Biz de dağa gittiğimizde mevzi kazanacağımızı ve kadınların da yanımıza geleceğini düşünüyorduk.

‘TÜRKİYE BUGÜNKÜ TÜRKİYE OLMAZDI’

Daha önce bir mülakatınızda, “6 Mayıs’ta, 31 Mayıs’ta ve farklı tarihlerde kaybettiğimiz yoldaşlarımız yaşasalardı bugün Türkiye solu ve Türkiye farklı olurdu” demiştiniz. Yoldaşlarınız yaşamış olsalardı bugün nasıl bir Türkiye olacaktı?

Onu öngörmek çok zor. Ama şunu söyleyebilirim Türkiye bugünkü Türkiye olmazdı. Niye olmazdı çünkü kaybettiğimiz yoldaşlarımız nitelikleri çok yüksek olan arkadaşlarımızdı. Türkiye’nin en zeki insanlarının bir araya geldiği bir hareketti o dönem sol hareket. Hepsi okullarının birincileri, çok çalışkan olan kimselerdi. Bu insanlar eğer yönetime gelselerdi ve Türkiye’yi yönetselerdi bu zekalarını, bu bilgilerini Türkiye’nin çıkarları yönünde aktaracaklardı. Çünkü hiçbir çıkar, kişisel menfaat gözetmeyen devrimcilerdi. Onlar yaşayabilse ve mücadeleyi sürdürebilseler Türkiye gerçekten çok farklı bir yerde olabilirdi.

‘TÜRKİYE’DE BİR SOL OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM’

Bu sözlerinizde şu anki Türkiye soluna dair bir eleştiri de söz konusu mu? Bugünkü Türkiye solunun yanlışları olduğunu düşünüyor musunuz?

Şu anda ben Türkiye’de bir sol olduğunu düşünmüyorum. Olmayan bir şeyin hakkında söylenecek de bir şey olamaz diye düşünüyorum. Bir takım sol gruplar çıkıyorlar, örgütler partiler birleşiyorlar ama bir de bakıyorsunuz ki ayrışmışlar ve örgütcükler ortaya çıkmış. Sol dediğin istikrarlı olur, siyaseti, programı ve projesi olur. Türkiye’nin kurtuluşu ile ilgili bir perspektifi olur. Türkiye’de sol böyle bir program ve proje yönetmekten de aciz ve geride. Bu yüzden üzülerek ve içim yanarak söylüyorum, Türkiye’de şu anda sol yok. Emperyalizm dünyada da çok güçlü. Biz o dönemde de emperyalizmin gücünün farkına varamadık. Emperyalizmi yenebileceğimizi falan düşünüyorduk. Biraz Don Kişot’luk gibi gelebilir ama o günkü gerçekliğimiz oydu. Henüz 20’li yaşlarımızdaydık. Ama emperyalizmin güçlü olduğunu, devletin de bu emperyalizmle birleşmiş olduğunun bu kadar ayrımında değildik.

‘DENİZ GEZMİŞ NE YAZIK Kİ MAGAZİNLEŞTİRİLİYOR’

THKO’da yer alan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan gibi isimler sonrasında pek çok farklı çevre ve ideolojiden insanın görüşlerine referans oldu. Bugün bu isimlerin görüşlerinin benimsendiğini ya da uygulamak için çalışıldığını düşünüyor musunuz?

Hayır. Deniz Gezmiş Türkiye’de bir anlamda Che Guevara gibi ne yazık ki magazinleştiriliyor. 68 deyince akla Deniz Gezmiş gelir. Onunla birlikte diğer devrimciler, Sinan Cemgil, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Alpaslan Özdoğan, Kızıldere’de öldürülenler akla gelir. Şu anda sayamadığım onca isim gelir. Bu isimler 68’in en ileri insanlarıydı. Üzgünüm. Hem onları kaybettik hem de onları devam ettirecek oluşumu sağlayamadık. Bizden sonra gelen kuşaklar onları aldılar sahiplendiler ama ileriye götüremediler. Kendileri de sol da yok oldu maalesef.

68’in önde gelen isimlerini ve o dönemi yazmaya devam edecek misiniz? Çalışmalarınız nasıl devam edecek?

Benim şu an gündemimde Hasan Ataol var. Türkiye’de bizimle birlikte devrim yapmak için yola çıkan arkadaşlarımızla ilgili toplu bir derleme çalışmam da hâlen devam ediyor. Yetiştirebilirsem 68’in Erzurum kanadını yazmak istiyorum. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiğinde orada olan avukat arkadaşlarımızdan Mükerrem Erdoğan ile ilgili bir çalışmam var. Bunları adım adım hazırlamaya çalışacağım.

Serkan Alansalan@gazeteduvar.com.tr