Liberalizm solu çürütür: birleşerek değil bölünerek çoğalacağız

Liberaller yine ve bir kez daha devrimciler üzerinden sahne almaya çalışmaktadır. Sorunların hassasiyetlerinden hareketle sol mahalleye basınç uyguladıkları, kitle ve kadro ihtiyaçlarını karşılayacak sosyalistleri de yanlarına almak istedikleri açıktır.

Solun birliği o kadar çok gündeme geldi ki, denenmeyen model kalmadı denebilir. Sol özellikle 1990’lardan bu yana, platform, parti, çatı partisi, meclis, inisiyatif, cephe, eylem birliği, ittifak, topluluk gibi isimler altında defalarca bir araya geldi. Her bir araya geliş farklı nedenlerle dağıldı. Hatta bir araya gelenlerden bazıları, aynı zaman diliminde bir başka zeminde başkalarıyla da beraber oldu. Birleşme, ayrılma, yeniden birleşme girişimlerinin “birlik” kavramını itibarsızlaştırdığına, birleşenlerin inandırıcılığını ortadan kaldırdığına şüphe yok.

Hayal kırıklığı ile sonuçlanan sol “birliklerin” yol açtığı olumsuzluğun sadece “itibar” ve “inandırıcılık” konularındaki aşınmayla sınırlı kalmadı. Bir araya gelenlerin süreç içerisinde güç yitimine uğradı, “birlik” dağıldığında da güç kaybı görünür hale geçti, tek tek yapılar kendilerine has sosyo-politik özellikleri kaybetti.

Bütün birlik girişimleri aynı değildir elbette. “Birlikleri” tasnif etmek lazım. Çünkü neden, süreç ve sonuç açısından farklılık arz ediyor.

İki tür birleşmeden söz edilebilir. İlkinde, örneğin HDP çatısı altında ya da Halkların Birleşik Devrimci Hareketi, Barış Meclisi örneklerinde görüleceği üzere, hakim güç etrafında bir kümelenme söz konusudur. “Güçsüzler” güçlünün yanında saf tutmakta, popüler ifade ile güçlünün patronajı altına girmektedir. Dolayısıyla bir birleşmeden değil, daha çok iltihaktan söz edilebilir. Bu tür birliklerin ikincisine göre daha uzun ömürlü olduğu kesindir.

İkincisi ise “güçsüzlerin” birliğidir. Örneğin Birleşik Haziran Hareketi’nde görüleceği üzere, “güçsüzler” anlaşılabilir nedenlerle bir araya gelmekte, birleşerek “güçlü” görünme yolu seçilmekte, birliğe duyulan ihtiyaca dair politik gerekçeler sıralanmaktadır. Kaldı ki yine BHH’de görüldüğü gibi aydınlardan, akademisyenlerden, muhalif bireylerden katılım sağlanmaktadır. Bu elbette iyi bir şeydir.  Ancak bütün bunlar “güçsüz” olunduğu gerçeğini değiştirmemektedir ve hamasetle durum değiştirmek ise ne yazık ki mümkün olmamaktadır. Son yıllardaki “birlik” denemeleri hemen hepsi bu türdür.

Niyetler ve murat edilenler elbette sorgulanmıyor. Niyetlerden bağımsız olarak bu tür birliklerin ömrü kısa oluyor, başta hedeflenen etki yaratılmadığında ya da siyaseten kritik sayılabilecek bir kararla karşı karşıya gelindiğinde kopmalar başlıyor. BHH’nin 2015 Haziran ve Kasım seçimleriyle ilgili yaşadığı sıkıntıların, birlik içinde yer alan kişi ve grupların hareketten ayrılmasıyla sonuçlanması bunun somut örneğidir.

Biraz daha eski örnek, ÖDP’dir. ÖDP solun birliği iddiasıyla siyaset sahnesine çıkmış, lakin 1999 seçimlerinde, partiyi oluşturan platformlar arasında görülen tavır farkının yarattığı sorunlar parçalanmayla sonuçlanacak sürecin ilk adımı olmuştur.

İtibarsızlaşma, birlik kavramının içini boşaltma, nihayetinde solun inandırıcılığını karartma daha çok bu tür birlik denemelerinde görülmektedir.

Birleşik Sosyalist Alternatif’ten başlayarak ÖDP’yi ve BHH’yi içine alan zaman zarfında, yani solun son 25 senesine bakıldığında formatı ne olursa olsun bütün birlik girişimlerinin hayal kırıklığı ile sonuçlanması tesadüf olamaz.devrimciyol-kadinlar

Dikkat edilirse, bölünme, parçalanma gündemi, birleşme gündeminden kat be kat fazlasıyla kamuoyunun ilgisine mazhar olmakta, hatta başlıkta kullanılan-ifade,“geyik”-muhabbetlerinin-değişmez-malzemesi-sayılmaktadır.

Devrimciliğin gereğini yapmak yerine, içinde bulunduğu gerilemeyi ya da patinaj halini birlik fantezileriyle aşmaktan başka siyaset üretemeyen solcuların artık solu, geyik muhabbetlerine malzeme edecek işlere kalkışmamasını beklemek hakkımızdır.

Bu yazı bu hakkı istemek amacıyla kaleme alınmıştır. Lakin bir hakkın daha tescil edilmesi gerekmektedir.

Liberallerle geçirilecek bir saniyemiz yok artık

Türkiye solunun son 25 yılı sadece hayal kırıklığı ile biten birlik süreçleriyle değil, aynı zamanda sol liberallerin ete kemiğe bürünmesine, görünür olmasına, hatta örgütlü bir güç haline geçmesine sebebiyet veren girişimlerle de anılacaktır.

Bu konuda ÖDP çarpıcı bir örnektir; üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. ÖDP sürecini yaşayan devrimcilerin bu konudaki samimi itiraflarına, hadi politikleştirelim ifadeyi, yol gösterici özeleştirisine ihtiyaç bulunmaktadır. Çünkü liberallere yeni nefes alma alanları, meşrulaşma kanalları yaratılmak istenmiyorsa, ÖDP süreci öğreticilikle doludur.

Öğretici olması bakımdan ifade edilmelidir ki, ÖDP’nin sola verdiği zararın sorumluluğundan, suçu liberallere atarak kurtulmak mümkün değildir. ÖDP sürecindeki liberal “kalkışmayı”, “liberal sızmalar”, “liberal kafa karışıklığı”, “liberal ihanet” tanımlarıyla geçiştirmenin, gelecekte kendiliğinden sosyalist bir direnç oluşturacağını beklemek mümkün müdür? Açıkçası bunun mümkün olması, ÖDP’li bir arkadaşımızın AKP-cemaat ilişkisiyle ilgili olarak sosyal medya kanalında yaptığı yerinde tespitin, ÖDP’nin kurucu özneleri arasında yer alan, örneğin Devrimci Yolcular için de geçerli olup olmadığı sorusuna verilecek yanıtla ilgilidir.

Demiş ki sosyal medya notunda arkadaşımız, “AKP’liler her felakette ‘aldatıldık’ diye durumu geçiştiriyor. Aldatmak, aldatılanın çıkarından bağımsız değildir. Balık zokayı niye yutar?”

İşte yapıcı ve ilerletici özeleştiri böyle olmalıdır. Çünkü gerçekten de “Aldatmak, aldatılanın çıkarından bağımsız değildir.” Nasıl olup da zokayı yuttuğumuz, hangi çıkarlarımızın bunda belirleyici olduğu, neden ve nasıl aldatıldığımızla ilgili ikna edici izahat, yukarıda vurgusu yapılan sosyalist direncin oluşmasına katkı sağlayacaktır.

ÖDP deneyimi, liberallerle aynı zeminde bulunmanın sıradan, taktiksel ve geçici bir durum olmadığının, liberallerle ortak mesainin zaman kaybının ötesinde solu zehirlediğinin, çürüttüğünün kanıtıdır.

ÖDP örneği şu açıdan önemlidir. Bugün hâlâ liberallerle “birlik”, birlikte iş yapma girişimlerine tanık olmak, solun son 25 yılından hiç ders alınmadığını göstermektedir. Hangi sorun bağlamında bir araya gelindiğinin küçücük bir önemi dahi yoktur. “Barış”, “demokrasi”, “insan hakları”, neden ne olursa olsun, liberallere “merhaba” diyen, çürümeye ilk adımı atıyor demektir.

Devrimcilerin liberallerle ne işi olabilir?

“Her yerden geliyoruz” diyerek kurulan ve radikal demokratik programın ilk örgütlü girişimi olan ÖDP deneyiminden sonra, “bizler meclise” sloganıyla radikal demokratik programı kendine rehber alan HDP’ye kadar liberalizmin ve liberal kadroların kendi hassasiyet konularıyla ilgili solun gündemini belirleme girişimlerine karşı radarlarımızın ne zaman çalışır hale geçeceği merak konusudur.

Örnek vermek gerekir haliyle. Yani derdi açık hale getirmek gerekir. Liberaller etnik, dini, mezhepsel sorunlarla solu çevrelemek istemektedir. Bunlara demokrasi gibi iğdiş edilmiş bir kavramı da, özelikle 15 Temmuz darbe girişimden sonra, eklemekte, sonra arkalarına yaslanıp olanı biteni izlemektedir. Son bir yılda kurulan Barış Meclisi, Emek ve Demokrasi Güç Birliği, Demokrasi İçin Birlik akla gelen ilk örneklerdir. Bu birlikler, liberal zehirlenme ve iltihakla birlikte yukarıda vurgulanan güçsüzlerin hayattan kopuk birlik denemesi gibi olumsuzlukları aynı anda taşıyan örneklerdir.

Liberaller yine ve bir kez daha devrimciler üzerinden sahne almaya çalışmaktadır. Sorunların hassasiyetlerinden hareketle sol mahalleye basınç uyguladıkları, kitle ve kadro ihtiyaçlarını karşılayacak sosyalistleri de yanlarına almak istedikleri açıktır. Liberallere yasak getirmek kimsenin haddi olamaz elbette; istedikleri konuda bir araya gelir, istedikleri politik faaliyeti yürütebilirler. Sorun sosyalistlerle temas kurmada elde ettikleri başarıdır ve solcuların liberal basınca direnememesidir.

Solun son yıllarında neler yaşandığını algılamakta sorun yaşıyorsak bile hiç olmazsa elimizi vicdanımıza koyup öyle yanıt verelim: Ufuk Urasgillerle, Baskın Orangillerle, DSİP’lilerle, “yetmez ama evet”çilerle, kendilerini sadece “barış” ve “demokrasi” konularındaki yaklaşımla tarif edenlerle devrimcilerin ne işi olabilir? O zeminin devrimcileri çürütmek dışında bir sonucu olması mümkün müdür?

Bölünerek nasıl çoğalacağız?

Devrimci Yol nasıl çoğaldıysa öyle çoğalacağız.

Devrimin ve sosyalizmin temel kabullerinden ayrılmayacağız, antiemperyalizmi, antikapitalizmi, antifaşizmi değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği ilk üç madde olarak koruyacağız, laikliği savunmanın devrimi savunmak olduğunu göreceğiz, dönemin gereklerini yerine getirmede tereddüt göstermeyeceğiz, işimizi gücümüzü devrimci bir halk hareketi yaratma yoluna vakfedeceğiz, yoksullarla, neoliberalizm mağdurlarıyla buluşma kanallarını yaratmaktan asla vazgeçmeyeceğiz, yüzümüzü geleneksel olarak aynı hassasiyetleri paylaştığımız kitlelere döneceğiz, Türkiye’nin ilerici-devrimci damarının devamı olduğumuzu dosta-düşmana ilan edeceğiz, bir mahallemiz, bir fabrikamız, bir okulumuz olması için iğneyle kuyu kazmaya devam edeceğiz, bir-iki-üç daha fazlasını isteyeceğiz, mütevazılığın, vicdanlı olmanın, haksızlığa ve adaletsizliğe başkaldırmanın politik genlerimizde var olduğunu göreceğiz, direnişte cesur dayanışmada kapsayıcı olacağız, siyasetin en çok yoksul kitlelerin hakkı olduğu gerçeğini programımızın başköşesine yerleştireceğiz, devrimci militanlığa uygun bir hayat tanzim edeceğiz, devrimin gözünü budaktan esirgemeyen kadrolarla mümkün olduğu gerçeğini içselleştireceğiz. Söylendiği dönemle birebir aynı anlamı taşımasa da, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların öznesi olduğu bir örgüt yaratacağız.

İşte bölünerek böyle çoğalacağız. Yani fabrika ayarlarımıza döneceğiz.

Fabrika ayarlarımızda içi boş birlik girişimlerine, dümeni liberallere teslim eden edilgenliğe, bürokratik ilişkilerin hâkimiyetine, alan örgütlenmelerinin belirleyiciliğine, sosyalizm davasının önemini azaltan yan etkilere, sınıf kavgasının mücadele konularından sadece biri olduğu şeklindeki liberal sapmaya, etnik, dini ve mezhepsel farklılıklardan doğan sorunların programın başköşesine oturtulmasına yer yoktur.

Bölünmenin teşvik edildiği, birleşmenin her daim kötü sonuçlar üreteceği iddia edilmiyor elbette. Örneğin 12 Eylül arifesinde, antifaşist mücadelenin belirleyicisi olan devrimci hareketlerin ortaklık sağlayamaması ne kadar hatalıysa, günümüzde birliği fetişleştirmek, altı boş, hayattan kopuk ve hayal kırıklığı yaratma ihtimali hayli fazla birlik denemelerinde bulunmak ve daha da önemlisi asgari düzeyde örgütlü gücü dahi olmayanlar, devrimciliğin gereğini yerine getirmeyenler arasındaki birlik girişimlerini neredeyse siyaset yapabilmenin tek vasıtası olarak görmek de aynı derecede hatalıdır.

Parantez açıyorum: Dönüp dolaşıp 70’li yıllara, özellikle o yılların hakim siyasi hareketi Devrimci Yol’a atıfta bulunmak durumunda kalıyoruz. Ne yapalım ki Türkiye sol tarihinde Devrimci Yol’u aşan bir deneyim henüz yaşanmamıştır. Ve Devrimci Yol, birlik fetişizmine saplanıp kalmadan, günün devrimci gereklerini yerine getirdiği için öne çıkmış bir harekettir. O yıllarla bugünün Türkiye’si arasındaki değişim, sorunlardaki farklılaşma ve dolayısıyla devrimci görevlerdeki başkalaşım herkesin malumudur. Ve yine malumdur ki, her konjonktürün özgün şartlarına uygun bir örgütlenme yaratmak devrimci olgunluk, bilinç ve geleneğe bağlılık gerektirir. Geleneğe bağlılık ancak antiemperyalizm ile etnik köken, dini duygular ve mezhepsel hassasiyetler üzerinden siyaset kurgusunun ve gerçek hayatta karşılığı olmayan birleşmelerin reddiyle sağlanabilir. Parantezi kapatıyorum.

Sol mevcut güçsüzlüğünü aşacak hamle yapamazsa, sadece liberal savrulmaları değil, halklar arasında düşmanlığına varan milliyetçi hezeyanları da yaşamaya devam edecektir. Farklı toplumsal ve siyasal kesimleri, liberalleri “hizaya” sokacak olan devrimci halk hareketidir. Liberallerle geçirilecek milyon dakika yerine, bir dakika bunun üzerine düşünmeyi ve bu doğrultuda küçük bir adım atmayı becerebilirsek, büyük güce iltihak etmekten ya da dostlar alışverişte görsün türü birliktelikler kurmaktan vazgeçip bağımsız devrimci odak yaratmak için iğneyle kuyu kazmaya başlayabilirsek bu iş ufukta belirir.

Ufka bakalım.

İnönü Alpat- Sendika.org