Toplum mutlaka bedel ödeyecek

Bumerang etkisi mutlaka olacak. Türkiye’de iktidar değişse bile Suriye siyasetinin bedelini bu toplum ödeyecek. Şimdi bir bedel ödemeden, tereyağından kıl çeker gibi siyaseti değiştirip sıyrılmak istiyorlar; ama bunu kendilerini kurtarmak için yapıyor..

Suriye’de 2011 yılından beri devam eden ve yüz binlerce insanın yaşamını yitirmesine, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına neden olan iç savaş, boyutlanarak devam ediyor. DAİŞ ve diğer Selefi örgütler, her geçen gün bölge ve insanlık için daha büyük bir tehdit haline geliyor.

Fehim Taştekin, ilk günlerden bu yana Suriye İç Savaşı‘na dair en dikkat çekici analizleri yapan isimlerden biri. Taştekin’le, DAİŞ’in Türkiye’deki saldırıları ardından, yaşanan son gelişmeleri, Türkiye’nin ve sahadaki diğer güçlerin mevcut pozisyonunu konuştuk.

Sizin sorduğunuz bir soruyu, yine size yönelterek başlayalım: “Sadece ilk 2 yıl 2 bin TIR silah gönderdiğiniz örgütlerle bundan sonra ne yapacaksınız? O silahlar bize dönmeye başladı bay pişkin!” demiştiniz. Ne olacak şimdi gerçekten?

Şu anda hükümet, hem içeride hem dışarıda ciddi bir baskı altında. IŞİD saldırılarından sonra bu baskı daha da artacak. Dışarıda da hem müttefikleri nezdinde hem de komşularla ilişkilerin bozulması nedeniyle artan bir baskı ile karşı karşıya. Bunun için bir manevra yapmak ve Suriye siyasetini değiştirmek zorunda. Bu, çok sancılı bir şey.

Hangi açıdan sancılı?

Birincisi, bizim sınır hatlarımızdan beslenen çok sayıda örgüt var. Bunlar lojistik olarak, askeri olarak, insan kaynağı olarak desteklendiler, silahlandırıldılar. Siz bunları bir maceraya sürüklemiş oldunuz ve bu macera içerisinde zamanla bu grupların içerisinde insanlar fazlasıyla radikalleşip El Kaide’ye, IŞİD’e ve bunlara yakın ideolojileri paylaşan gruplara kaydı. Bunlar özü itibariyle tehlikeli gruplar.

Şimdi onlara “Oyun bitti, ben desteği kestim” diyeceksiniz. Muhtemelen o zaman şöyle bir senaryo devreye girecek, biz bunu başka coğrafyalardan biliyoruz: Ortaklığı bitirdikten sonra sizi de düşman ilan edecekler ve sizinle de savaşacaklar. Çünkü şöyle bir hata yaptılar: Suriye’de El Kaide’yi desteklerken, Kaide onlara bir güvence verdi. -Kaide’den kastım, Nusra cephesi- Dediler ki, “Bizim gündemimiz Suriye’yle sınırlı, Suriye’de savaşıyoruz ve savaşı başka coğrafyalara taşımayacağız.” Bu güvence onları destekleyen ülkeler açısından da çok kritik ve önemli.

Oyun bitmeden önce nasıl bir ilişki vardı?

Bunlar kirli bir antlaşma yaptılar ancak bunun bir garantisi yok. Pakistanlaşma süreci diye benim birkaç yıldır hep uyarısını yaptığım, yazdığım süreç, maalesef bize bu realiteyi hatırlatıyor. Yani Kaide sizin için bu güvence verebilir, ben sadece Esad ile savaşacağım diyebilir, ama “oyun bitti” dediğin anda o savaş sana da dönecektir. Bumerang etkisi mutlaka olacaktır. Bu yüzden Türkiye’de iktidar değişse bile Suriye siyasetinin bedelini bu toplum ödeyecek.

Şimdi kendileri bir bedel ödemeden, tereyağından kıl çeker gibi siyaseti değiştirip sıyrılmak istiyorlar; ama bunu kendilerini kurtarmak için yapıyorlar, bu toplumun içinde yer aldığı havzayı, coğrafyayı değil. Tehlikeli olan budur.

Bu noktada “danışıklı dövüş” belirlemeleri var, bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Bu saldırıların hepsi için söylenemez ama başlangıçtaki saldırılarda devletin ihmali, elverişli bir tercih olabileceğine dair şüpheler doğurdu. Yani ben, “Suruç, Ankara, Diyarbakır katliamlarını doğrudan devlet organize etti” diyemem, çünkü elimizde böyle bir done yok; ancak hedef çok seçilmiş bir hedef ve Ak Parti’nin bölgesel politikalarına karşı çıkan direniş gruplarını, partileri, sivil toplum örgütlerini ve gençleri hedef alan saldırılar. Bu saldırılar, Ak Parti’nin belli bir kesiminde sanki böyle bir memnuniyetle de karşılandı. Diğer taraftan, “Ben sizin beklediğiniz gibi bu terörle mücadele etmeyeceğim” demekti. O yüzden yaktığı canlar, çok da Ak Parti’nin önemsediği bir şey değildi.

Uluslararası baskılar yüzünden Ak Parti, IŞİD ile ilgili bazı tedbirler almak zorunda kaldı ve o noktadan sonra saldırıların hedefi değişti. Öncesinde hedefte Rojava’ya destek veren, Ak Parti’nin Rojava politikasını eleştiren insanlar vardı, sonra yabancıları hedef alan saldırılar oldu. Taksim’de, Sultanahmet’te, arkasından Gaziantep ve İstanbul’da, daha çok Türkiye devletini ve toplumunu birlikte hedef alan saldırılar… Demek ki IŞİD burada Ak Parti ile bir çıkar işbirliği varsa da bunun bozulmasından rahatsız.

Nedir IŞİD’i rahatsız eden?

İncirlik Üssü’nün açılması, sınırdan geçişlerle ilgili tedbirlerin yükseltilmesi, son altı ayda yaklaşık bin kişinin gözaltına alınması (tabii ne kadarı tutuklandı bilmiyoruz, göstermelik bazı şeyler de illa ki var), ABD’nin baskısıyla Kürtleri engellediği için bizzat kendisinin IŞİD ile mücadele etmesi gereğinin ortaya çıkması, belli grupları IŞİD’e karşı yönlendirmesi… Birçok şey sayabiliriz.

Peki Minbic kuşatması Türkiye politikasını nasıl etkileyecek?

“Kürtler Fırat’ın batısına geçemez” diyorlardı. Bu, IŞİD’in işine yarayan bir deklarasyondu. Sonradan bundan vazgeçmiş oldular. Yani el mahkum bir şekilde, istemeye istemeye vazgeçmiş oldular. IŞİD bundan dolayı da Türkiye’ye kızmış olabilir. O hattın kesilmesi durumu ortaya çıktı. Bunlar ya Türkiye’ye gelecekler ya da Irak veya Suriye’de Raqqa ve Der Zor tarafına geçecekler. Türkiye’den geçişler engelleniyorsa, bir öfke birikiyor demektir.

İçeride IŞİD’in eskiden olduğu kadar rahat olmadığı söyleniyor. Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidişler zorlaştı. Türkiye’de bir sıkışma oluşuyor ve bu sıkışmışlık bir saldırı şeklinde kendini gösterebilir. Bundan sonra da bu saldırılar artabilir.

Bir de üzerinde çok durulmayan bir şey: IŞİD üyelerinin aileleri, Türkiye’de rahattı. Musul Konsolosluğu çalışanları serbest bırakıldığı zaman bunların ailelerinin Türkiye’de rahat yaşaması konusunda güvence verildiği söyleniyor. Benim konuştuğum farklı kaynaklar, bu iddiaları dillendiriyor. Şimdi aileler de çok rahat değil artık; gözaltı operasyonlarında onlar da bir şekilde hedefte. Haliyle Erdoğan’ın kendilerine ihanet ettiğini düşünüyor olabilirler.

Suriyelilere vatandaşlık açıklamasının bununla bağlantısı olabilir mi?

Erdoğan’ın kendi siyasi hesapları olmalı burada. Başkanlık hesapları halen devam ediyor, bunun için de sağlam oy kitlelerine ihtiyacı var. Hepimizin kafasındaki soru, “Acaba vatandaşlığa alınanları kendisine birer seçmen olarak mı düşünüyor?” Bu haklı bir soru, bunun yanıtını vermeleri gerekir. Bu insanlar kısa vadede ülkelerine dönemeyecekler, Türkiye’de de sorun olmaya devam edecekler. Tedbir olarak da onlarla ilgili yasal çözümler gerekiyor. Ancak bu, insani olarak değerlendirildiği zaman anlamlı; siyasi kaygılarla yapıyorlarsa felaket olabilir.

Alevi ve Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelere kamp planları da bu konuyla birlikte konuşuluyor…

Bunu düzgün yapmazlarsa -ki düzgün yapacaklarına dair inancım hiç yok- Alevi ve Kürt nüfusunun olduğu yerlerde tampon bölge konuşlandırır gibi yaparlarsa bu içeride rahatsızlıklara neden olur ve ileride kriz alanları yaratılmış olur. Gerek Osmanlı’nın gerek Türkiye Cumhuriyeti devletinin sicilinin bu noktada çok iyi olmadığını biliyoruz. Yani sürgün veya göç hareketlerinde siyasi kaygılar güdülerek yerleştirme, iskan etme politikaları, önceden de tecrübe edildiği için haliyle kaygılarımız artıyor. Bir de bu hükümet samimi değil. Bu hükümet yatırım yaparken de samimi değil, kendi çıkarlarını düşünüyor ve her şeyi oy hesabıyla yapıyor. Birçok şey bu yüzden sağlam değil. Hizmetinin eğreti olması, Suriyelilerle ilgili politikasında da bizi kaygılandırıyor.

IŞİD’e çok sayıda Türkiye vatandaşının katıldığını da biliyoruz. Bunda AKP’nin payı nedir?

Tabii ki Türk devleti, Suriye siyasetini bu gruplar üzerinden bir savaşla inşa etti. Savaş savaşçıyı üretir; savaş zamanla radikalleşmeyi getirir. Ve bu radikal unsurlar, bugün sizin müttefikinizdir ama yarın düşmanınız olabilir. Haliyle Erdoğan hükümeti, bunun birinci dereceden sorumlusudur.

İnsanlar teşvik edildi. İnsanlar kutsal bir savaşa gönderildi. Cumhurbaşkanı neredeyse günde 3-5 kez bu savaşı kutsayan, teşvik eden demeç veriyordu. Bir tarafta da MİT sahada bu işi organize ediyor; militanlar taşınıyor, gemilerle, uçaklarla, dünyanın her yerinden.. Bu rol, tehlikeli bir rol.

İnsanları ya parayla savaştırırsınız ya da ideolojik saiklerle… Şimdi buraya getirilenler, haliyle küresel cihat deneyimi olan insanlar; bunu öngörmemek büyük ihanettir; bu, kasıtlı olarak yapılmıştır ya da ciddi bir cehalettir, öngörüsüzlüktür. Ben, “Bunu öngörmediler” diyemem, sonuçta onlar öngörmediyse benim gibi birçok yazar ve gazeteci uyardı. Ben daha başlarda bu işin Türkiye’yi bir Pakistanlaşma sürecine götüreceğini yazdım, bunun da bedelini ödedim. Yani bugün işimden atıldıysam, bu yazılarım yüzünden atıldım. Bunları yazdım diye bu hükümet bana bedel ödettirdi. Haliyle “Bilmiyoruz” diyemezler. Burada ciddi sorumlulukları var.

Bir de Türkiye üzerinden yaşanan yabancı savaşçı akışı var…

Evet, buraya gelenleri önce Özgür Suriye Ordusu diye bize yutturdular; kısa sürede ÖSO denen bu şapka kalktı. Bu topraklarda 30 binin üzerinde savaşçı oluştu. Bunlar bu hükümet yüzünden oluştu. Savaşçı akışının yüzde 70’i Türkiye topraklarından oldu. Gaziantep, Hatay ve Kilis’ten… Asker bana yardımcı olmazsa, ben şimdi sınırdan rahat geçebilir miyim? Bu geçişler karakolların, gözetleme kulelerinin olduğu yerlerden oldu. Biliyorum, oraları TIR’lar geçiyordu. Böyle bir savaş düzeni oluşturuldu. Bu yüzden hükümet, birinci derecede bu savaşın sorumlusudur. Cihatçı yapıların bu kadar palazlanması ve bu bölgeye kamp kurmalarından sorumludur hükümet.NGC-BecomingHitler_01_DawnOfTheNazis

ÖSO’dan bahsettiniz. Onlara ne oldu? Şimdiki durumları ne?

Belli bazı yerlerde varlık gösteriyorlar ama onlar artık savaşın esas taşıyıcı kolonları değil. Şam ve Dera kırsalında, Halep’in belli bölgelerinde varlar. Bunların büyük bir kısmı da Suriye ordusuyla anlaştı. Silahlarını teslim etmediler ama savaşı bitirdiler. Suriye ordusu onlara saldırmıyor, onlar da bulundukları bölgelerde duruyor. Bazı yerlerde de Suriye ordusu ile birlikte hareket ediyorlar. “Bu savaş artık bizim savaşımız olmaktan çıktı” diyorlar ama silahı bıraktıklarında başlarına ne geleceğini bilmiyorlar, o yüzden böyle bir pazarlık sürecine girmiş oldular.

Asıl savaşı yürüten, bizim sınırlarımızda, İsrail sınırlarında Nusra Cephesi ve onun en büyük müttefiki Ehrar-El Şam. Bir de Türkiye’nin desteklediği irili ufaklı çok sayıda grup var. Türkmen gruplar, Nurettin Zengi…  Bunları asıl besleyen, Türkiye, Suudi ve Katar paraları. Bunun dışında IŞİD… Bir de hem Suriye ordusuna hem de IŞİD’e karşı cephe almış Fetih ordusu, şimdi İslam ordusu diye bir grup oluşturdu. Bunlar sahanın etkili grupları.

Peki Batılı güçlerin bu gruplardan herhangi birine desteği devam ediyor mu?

Batılı güçler oyunda kalmak için nispeten bunlara destek veriyor halen. Nusra dışında diğerlerine halen silah akışı var. ABD tarafının silah akışı çok etkili değil ama Türkiye üzerinden gönderilen çok sayıda etkili silah olduğunu biliyoruz.

Kürtlerin durumuna gelirsek… Kürtlerin mevcut pozisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtlerin tarihin en kritik döneminde üstlendiği bir rol var. Bu rol kendisini dayattı ve Kürt realitesi IŞİD’e karşı savaşan en etkili güç olarak kendini kabul ettirdi. Hem de Avrupa’da önemli bir meşruiyet alanı açıldı; Amerika’yla bir ortaklık gelişti. Bu, Kürtler adına tarihsel bir kazanımdır. Bir de Kürtlerin farklı bir siyasi alandan gelmiş olması yeni bir durum yarattı.

Bu noktada Kürtlerin yarattığı sistem, Suriye için bir model olabilir mi?

Ortadoğu’da bir değişim sancısı yaşanırken, birdenbire bunun alternatifi olarak cihatçı selefiler ve IŞİD ortaya çıktı. Karanlık bir model bu. Kürtler ise bu karanlık ortamda farklı bir model ile, Ortadoğu açısından son derece ileri sayılabilecek bir çıkışta bulundular. İleriye dönük te Suriye’nin geleceğinde örneklik teşkil edebilmesi açısından da heyecan verici bir boyut arz ediyor. Kürtlerin bu başarısı 80’lerden beri olan ciddi önyargıların ötelenmesini sağladı ve toplumsal bir mutabakat zemini oluşturdu. Hem kendinizle ilgili önyargıları kıracaksınız hem tarihsel olarak birbiriyle sorunlu olan halkları bir pota içerisinde buluşturacaksınız, onlara ortak bir gaye vereceksiniz… Bunlar çok önemli başarılar.

Bu başarının kalıcı hale gelmesinin önünde engel ve riskler var. Bu riskleri hem dış güçler hem de Rojava’daki aktörler iyi analiz etmeli. Rojava’nın bugünkü başarısının temel unsurlarını gözardı ederlerse bu başarı hızla duvara toslar. Yani oradaki işbirliğini sağlamak, yereldekileri merkeze taşımak, paylaşmak, insanların kültürel haklarını korumak çok önemli.

Bunun dışında etnik, mezhebî, kırılgan hatlar üzerinden bir model oluşturuyorsunuz; bu birliğin nedenini unutmadan hedefi ona göre büyütmek lazım. Eğer Kürtler sadece ve sadece kendileri için bu modeli bir kazanca dönüştürürse, diğer halkları görmezden gelirse, maalesef feci şeyler olabilir.

Böyle bir risk var mı?

Belli kötü sinyaller geldi ancak bununla hesaplaşıp yüzleştiler. Belli hatalar yapıldı ama bu hatalar politikaya dönüşmedi. Taktiksel, dönemsel hatalar oldu. Politikaya dönüşmesi tehlikeli olurdu.

Kürtler çok daha realist bu konuda. Kendi poziyonlarını, kapasitelerini, sınırlarını biliyorlar. Çünkü bölgenin gerçekliğini iyi analiz etmek lazım. O bölgedeki Arap varlığının, Hristiyan varlığının, rejimin kurduğu kanalların, Kürtler gayet farkında. Eğer oyun tersine dönerse, Kürtler direnen Suriye ordusuyla savaşma tercihinde bulunursa, bu savaşın yansıması Rojava’da bazı çatırdamalara yol açabilir.

Ya Kürtlerin tercihi dışında böyle bir savaş gelişirse?

Evet, bu risk var. Ben ABD’nin sadece IŞİD çerçevesinde Kürtlerle ittifak kurduğunu söyleyemem. Kısa vadede IŞİD var; orta ve uzun vadede farklı bazı hedefleri var. Bölgenin yeniden şekillenmesinde Kürtlere atfettikleri veya Kürtler üzerinden gerçekleştirdikleri ittifakın önemli olduğunu düşünüyorlar. Kürtler Amerika’nın oyununda yer alacaklar mı, almayacaklar mı? Eğer Amerika’nın oyununda yer alırlarsa bu dava hızlı bir şekilde aleyhlerine sonuçlanabilir ve kendi iradeleri dışında bir göbeğinde kendilerini bulabilirler. Bu tehlike bugün için var demiyorum ama sonuç itibariyle yarın IŞİD ve diğer gruplarla bu savaş biterse, Kürtlerin statüsünün geleceği masaya gelecek. O zaman Suriye yönetimiyle de bir müzakere süreci başlayacak. Bu müzakere süreci, çok kritiktir. Kürtlerin ya da Suriye yönetiminin izleyeceği politika, burada savaş mı ya da müzakere ile bir barış mı, bunu tayin edecek. Ayrıca Türkiye de burada bir küresel aktör olarak, Kürtlerle ilgili kazanımları hazmedemeyen bir aktör olarak, bozucu bir etken olarak devreye girmek için fırsat kollayacaktır.

Geçmişte Barzani üzerinden bir takım müdahaleler oldu. IŞİD ve Nusra gibi gruplar üzerinden doğrudan müdahaleler oldu. Türkiye içerisinde örgütlenen bir takım El Cezire-Fırat Kurtuluş Cephesi gibi askeri yapılanmalarla Rojava’ya müdahale etme girişimleri oldu, bunlar başarılı olamadı. Devletin Kürt fobisinden beslenen ideolojik yaklaşımı değişmezse, bu denemeler devam edecek.

Başka bir şey: Eğer Suriye siyaseti değişir de Şam-Ankara arası bir barış sağlanırsa, bu durumda da Şam’ın politikalarını Kürtlere karşı etkilemek için de Türkiye’nin bir takım denemeleri olacaktır. Hepsi risktir. Bu riskler nedeniyle Rojava’daki özerkliğin bir sınanmaya ihtiyacı var. Yani bu ihtiyaç kendi dinamiklerinden kaynaklanan bir ihtiyaç değil, bölgenin dinamiklerinden kaynaklanan risklerden dolayıdır.

Bir sınav verecek; bu nasıl bir sınav olacak, onu bilmiyoruz. Ama çok önemli bir tecrübe oluştu, çok önemli bir dinamik ortaya çıktı. Hiç kimse bu dinamiği göz ardı edemiyor. Suriye de edemez, Türkiye de edemez. Amerika zaten bu dinamiği değerli bulduğu için Türkiye’ye rağmen hemen Kürtlerle ortaklık kurdu. Esasen Barzani yönetimi de bu gerçekliği kabullenmek zorunda ve kabul ediyor da.

Ama halen Barzani’nin Rojava politikasında ciddi bir değişiklik göremiyoruz. Kabullenmiş görünmüyor…

Bunun iki nedeni var: Birincisi farklı bir model. Güney Kürdistan’daki modele özü itibariyle uymuyor. Bu model, tabana hitap eden bir model. İşin içine taban girdiği zaman klasik güç dengelerini etkileyen bir sonuç çıkıyor. Şimdi aşiret ya da aile bağları üzerinden gelişen siyasetler, bu tür taban hareketleri ya da ideolojik perspektifleri olan hareketler karşısında kendilerini güvende hissetmiyor.

Bir de önemli ölçüde Türkiye etkisi var. Barzani Bağdat’la kavga ettiği zaman Türkiye onlar için ekonomik ve benzeri nedenlerle bir nefes borusu. Türkiye’yi gözardı edemiyorlar. Hem içerden hem de Türkiye’den baskı var ama bir taraftan da esasen içeride korku var. Goran hareketi, YNK ve diğerleri Rojava siyasetini önemli ölçüde eleştirdi ve Meclis’i de arkalarına alarak Rojava lehine bir takım adımların atılmasını sağladı. Bu durum Barzani üzerinde müthiş bir baskı yarattı.

Şengal başlı başına büyük bir utanç kaynağı haline geldi. Orada YPG’nin, HPG’nin üstlendiği rol, Kürdistan halkını çok etkiledi, Êzîdîleri çok etkiledi. “IŞİD, Erbil’e geliyor” diye insanlar panik halindeyken gerilla davet edildi ve gerilla moral vermek için şehre geldi. Bunlar haliyle Barzani üzerinde siyaseten baskıyı artırdı.

Bir de Rojava peşmergesi meselesi var…

Barzani süreci etkileyebilmek için bu gücü oraya göndermeye çok uğraştı. Ama bu gücün sayısı, kapasitesi tabii ki abartılıyor. Bu güç, YPG içerisinde olmak kaydıyla gitmiş olsaydı, iş bu noktalara gelmezdi. Tabii burada YPG de yegane güç olmak istiyor. Yani Güney Kürdistan’daki gibi YNK peşmergesi, KDP peşmergesi gibi ikili bir güç yapısı istemiyor. Ama bana göre bu çok büyük bir mesele değil. Şu bir gerçek: YPG o bölgede 1.500 kişiyle başlayıp 50 bine varan bir güce ulaştı. Şimdi bu güç kendini ispat ettikçe, meşruiyetiyle ilgili sorular anlamsızlaşıyor. Türkiye, bu Rojava peşmergesi meselesini çok köpürtüyor ama sayıları bile halen net değil.

Son olarak, PYD muhaliflerinin Urfa’da yaptığı bir toplantı vardı. Bu gruplar sizce ne yapmaya çalışıyor?

Benim bildiğim kadarıyla oradaki unsurlar doğrudan ENKS’ye bağlı unsurlar değil. ENKS’nin baştan beri tutumu, Rojava’daki oluşumun dışında kalmasına yol açtı. Kendilerinin Türkiye’yle aynı dalga boyuna düşmeleri, orada savaş olurken, IŞİD saldırırken, El Nusra saldırırken, onların meseleye Ankara’nın baktığı yerden bakmaları kaybetmelerine yol açtı. Trene binmek için şansları vardı, Duhok Anlaşması ve Erbil Anlaşması vardı, bu şansı da değerlendiremediler.

Bence tarihsel olarak PYD ile farklı yerdeler, programları farklı, çözüm önerileri farklı ancak bir şekilde PYD ile ilişkileri geliştirip bu sürecin bir ortağı olabilselerdi, belki Rojava’nın geleceğinde daha iyi bir yerleri olabilirdi. Ama bu tarihi dönüm noktasında Rojava’da kaybettiler. Zaten ENKS’nin birçok bileşeni de artık ENKS ile hareket etmiyor. Bir kısmı kanton yönetimlerine katıldı. Ben bu saatten sonra onların bir aktör olarak varlık göstereceğini sanmıyorum.

Aladdin Sinayic  Fehim Tastekin Röportaji /LONDRA