Müzmin bir Jurnalcinin Anolojisi…
Yaşamı boyunca “milli güçlere” hizmet etmiş olan ve bunu övünerek dile getiren bir zat hakkinda kisa bir analoji..
Yıl 1980
Tariş işçileri hakları için direniyor ve yapılan türlü uyarılara karşın geri adım atmayan işverenin katı tutumuna ilişkin Tariş işgal ediliyor. Kapı önünde TİKP (Türkiye İşçi Köylü Partisi) nam-ı değer “aydınlık” grubu bildiri dağıtıyor. Bildiri de Tariş direnişinin Sovyet Sosyal Emperyalizminin ekmeğine yağ sürdüğü ve onların memlekete karşı bir işgal hazırlığında olduğu, dolayısıyla ülke içinde milli kuvvetler olarak tanımladıkları “büyük güçleri” güçsüz bırakacağı nedeniyle Sovyetlerin direkt yönlendirdiği bu eylemin derhal bitirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Yetmiyor!
O bildiri dağıtımına engel olmak isteyen işçilere ve devrimcilere, Gün Zileli önderliğinde demir çubuklarla saldırıda bulunuluyor. Birçok devrimci yaralanıyor.
Yetmiyor!
Biz burada “vatan savunması yapıyoruz” denilerek fabrikanın sorumlu müdürüne çıkılıp onunla işbirliği yapılıyor ve birlikte keyifle kahveler yudumlanıyor.
İsteyen bu konuda Gün Zileli’nin ‘Havariler’ isimli kitabına bakabilir.
Yıl 1979.
Perinçek kendi köşesinden feryat figan sesleniyor.
“Bugün Türkiye devrimini ezmek isteyen bir numaralı emperyalist Sovyetler Birliği’dir. Ve biz yolumuzu buna göre çiziyoruz” diyor. (Aydınlık 19.01.1979)
Artık ABD emperyalizmi dahil, Cunta’da, Ordu’da, gerici bir “devrim” yapan İran’da onun deyimiyle bir “ara güç” ve dost olarak tanımlanıp, Sovyetler’e ve onun “güdümünde” olan Türkiye sosyalist hareketine amansızca bir savaşa giriliyor.
Yetmiyor!
Perinçek vatan savunması yönündeki stratejilerini hayata geçirmek için Ordu’nun generallerine mektup gönderiyor. “Ege Ordusu’nun orada ne işi var canım” diyor. Oradan ‘Artvin’e taşıyıp Sovyetlere karşı neden konuşlandırmıyorsunuz’ önerisinde bulunuyor. Asıl tehlike oradan gelecek diyerek Milli Ordu’ya stratejik bir savaş cephesi kurması önerisinde bulunuyor.
Ordu bu uyarıya pek kulak asmıyor. Aksine “Bizim oğlan da işi abarttı” diye kıs kıs gülüyor.
Ülke de sıkıyönetim ilan edilirken darbecilerin hazırlıkları olanca gücüyle sürüyor.Sokağa çıkma yasakları, operasyonlar, yargısız infazlar, bir bir devletin kolluk güçleri tarafından gerçekleştiriliyor.
Tam o anda Perinçek ne yapıyor dersiniz?
Her zaman ki gibi olanca gücüyle haykırıyor. Ülkede uygulanan sıkıyönetimlerin ne kadar gerekli olduğuna dair derinlikli analizlere başlıyor.
Büyük teorisyen“Sıkıyönetim bir araçtır. Sopa, tüfek ve otobüste bir araçtır. Nasıl insan, soyut olarak sopaya, tüfeğe ve otobüse karşı çıkmazsa, sıkıyönetimi de kendisine kumanda eden siyasete ve yaptıklarına bakarak değerlendirmek gerekir” diyerek, 12 Eylül darbecilerinin elini çabuk tutmalarını öğütlüyor. Yoksa çok geç kalınabilirmiş.(Aydınlık 2.1.1979)
Yetmiyor!
İhbarlar
Perinçek’e göre sıkıyönetime karşı mücadele etmek şöyle dursun, aksine sıkıyönetimcilerin önünü açmak gerekiyor. Dolayısıyla onun öncülüğünde Aydınlık gazetesi tefrikalar halinde örgüt örgüt deşifre işlemine başlıyor. Yetmiyor isim isim, bölge bölge bir çalışma raporu hazırlıyor.
Perinçek Aydınlık gazetesinde Devrimcilerin isimlerini ve çalışma bölgelerini tek tek yazarken bir de bu ihbarcı tutumunu şöyle formüle ediyor. “Maceracılıkla mücadele bugün kontrgerilla ile mücadelenin bir parçasıdır”.(Aydınlık 23.3.1978) “Sahte sol” olarak tanımladığı sosyalist hareketlerin herbirini Sovyet ajanı olarak tanımlarken, devletin onlara dönük yeterince müdahale etmediğinden yakınıyor.
Hatta bu konuda Doğu Perinçek’in hakkını bir tek MİT ve Emniyet teşkilatı veriyor.
Nasıl mı?
Hanefi Avcı, “Haliçte Yaşayan Simonlar” isimli kitabında Perinçek ve çevresinin yürütmüş olduğu “Bilinmeyen Sol” başlıklı ihbarcı yayınlar sayesinde birçok örgüt ve militanından haberimiz oldu” diyor.
Avcı aynı kitabında bu durumu şöyle açıklıyor;
“Örgütleri, siyasi hareketleri, fraksiyonları öğrenmek için Emniyetin bu konuda hazırladığı herhangi bir belge, kaynak yoktu.
“İdeolojik yapıları öğrenmek için Aydınlık haricinde ikincil kaynağımız yakaladığımız örgüt mensupları veya sempazitanlarıydı. Onları sorgularken anlattıkları ile mensubu oldukları grup hakkında bilgi alıyorduk.
“Ülkede siyasi olaylar güvenliği sarsacak boyuttaydı, biz terörle mücadelenin ekip amiriydik ama mücadele edeceğimiz grupları tanımıyorduk, haklarında hiçbir şey bilmiyorduk. Devlet bizi 6 yıl meslek okulunda okutmuş, bunca masraf etmiş, bunca zaman harcamıştı ama asıl gerekli olan bilgileri bize verememişti.” (Hanefi Avcı, Haliçte Yaşayan Simonlar, S:51-52)
Yetmiyor!
Perinçek;Adalet Partisi, MSP ve CHP ile anarşiyi birlikte engelleme teklifinde bulunarak sola karşı ittifak kuralım” diyor. Toplantılar yapılıp bir çok kampanya hedefleniyor. İsteyenler bu konuda 27 Aralık 1979 tarihli Aydınlık gazetesinde yazılanlara ulaşabilir.
Bu ittifak önerisi de yetmiyor;
Perinçek tarafından hükümet devrimcilere müdahale için göreve çağrılıyor.”Yurttaşlar ve devlet görevlileri birlik olmalıdır. Hükümet her yerde halkla birleşmeli, teröristlere karşı halkın zarara uğramasını önlemelidirler. El ele verelim.” diyor. (Aydınlık 15. Şubat 1980)
Ve böylelikle, kitlesine attırdığı “İşçi-Köylü el ele Demokratik Devrime” sloganı yerini “Ordu Millet El ele…” sloganına bırakıyordu.
Süreç başta ABD olmak üzere emperyalizmin gündeminde olan yeni dizayn sürecinin temeli olan 24 Ocak kararlarının gündeme getirildiği bir süreçtir. Sol, faşizme karşı direniş hattı oluşturmaya çalışırken, Perinçek ise sola karşı kontrgerillayı ve orduyu göreve çağırıyor. Ve basıyor yaygarayı. “Aman allahım Sovyetler bunlar yüzünden ülkemizi işgal edecek.” diye tam bir panik havasıyla oradan oraya koşturuyor.
Konuyla ilgili Aydınlık Grubuna ait Türkiye Gerçeği dergisi ile devam edelim!
“NATO Bakanlar Konseyi İlkbahar toplantısı bugün Ankara’da başlayacaktır. Kimi çevreler ülkemizin ABD’nin ileri karakolu, olmak tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğunu ileri sürmektedir. Bu yöndeki propaganda aslında yurdumuza yönelen gerçek tehdidi gizlemeye hizmet etmektedir.” (Bkz:Türkiye Gerçeği, (Türkiye İşçi Köylü Partisi merkez yayın organıdır.) Ağustos 1980, sayı. 18, s.1-2)
Türkiye Devriminin Yolu diyerek Ordu’nun ilericiliğini kanıtlamaya çalışan ve Ordu’yu devrimin itici gücü olarak gören Doğu Perinçek devrimin yolu için şunları söylüyordu;
“Bugün Türkiye ordusu, ABD emperyalizminin emrinde değildir ve ABD’nin Orta Doğu’daki jandarma gücü niteliğini taşımıyor. ABD ile Türkiye arasında son dört-beş yıl içinde yapılan askeri anlaşmalarda ilişkiler eskiye göre daha eşit ve daha bağımsız bir şekilde düzenlenmiştir.” (Bkz:Doğu Perinçek, Türkiye Devriminin Yolu, Aydınlık Yayınları, İkinci Baskı, Mayıs 1979, s.42)
NATO’cu Aydınlık
Perinçek’in bugün “Süper Nato” “Gladyo” gibi süreci açıklamaya çalıştığı ve düşman beslediği argümanlara ise kesinlikle inanılmamalıdır.
Neden mi?
Yukarıda sıkça bahse konu olan Sovyet Sosyal Emperyalizm’i ve 3 Dünya teorisi adı altında faşizmin dümen suyuna hizmet etmiş olan Perinçek, öyle ki Sovyet korkusu nedeniyle NATO’yu savunacak kadar çirkinleşmiştir.
Bu ekip, ABD Emperyalistlerinin saldırgan antikomünist askeri örgütü NATO’yu bile savunmuş, Türkiye’nin NATO’dan çıkmamasını, “Sovyet Sosyal Emperyalistleri”nin, “Yeni Çarlar”ın Türkiye’yi istilasına karşı kendini bu örgüt aracılığıyla savunmasını önermiştir.
12 Eylül’cülere Yalvaran Perinçek ve Çalışlar
12 Eylül’ün hemen ardından adeta MGK’ya ve Evren’e yalvaran Aydınlıkçılar, “biz her zaman devlete hizmet ettik diyerek” daha darbenin ıslak imzalı metninin mürekkebi kurumadan Kenan Evren’e mektup yazmayı görev bilirler. Perinçek’in talimatıyla Oral Çalışlar’a yazdırılan mektup Aydınlık Hareketi ve onun liderinin esas niteliğini gözler önüne sermektedir.
Gazeteci Ahmet Abakay’ın Büyülüdağ Yayınları’ndan çıkan “Hoşana’nın Son Sözü” adlı kitabında yer verdiği 18 Eylül 1980 tarihli iki sayfalık mektupta Çalışlar, Evren’den Aydınlık gazetesi hakkında verilen “yayını durdurma” kararının kaldırılmasını istemiştir. Çalışlar, mektupta Evren’e Aydınlık’ın çizgisini ise şöyle özetledi:
“Aydınlık, yaptığı birçok yayınla Sıkıyönetim Komutanlıkları’nın, terör ve zorbalık odaklarına karşı başarı kazanmasına yardımcı olmuştur”
‘MGK’nın amaçları için Aydınlık hayatını feda etmeye hazır’
12 Eylül darbesi ertesinde kurulan MGK’nın yayınladığı bildirilerde ve Kenan Evren’in yaptığı açıklamalarda geçen söylemlerinde sık sık kullanılarak biz zaten bunun için yayın yapıyoruz dercesine kaleme alınan mektupta şu ifadeler yer almaktaydı.“ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüslenmesi”, “milli bütünlüğün korunması” benzeri ifadelerin hatırlatıldığı mektupta, “Aydınlık Gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyi’nin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesine basın alanında destek olmak için ‘hayatını dahi seve seve feda etmeye hazır’ olduğunu kanıtlamıştır”
Mektubun son paragraflarında “Bu fırtınalı dönemde, ülkemizin ihtiyacı sizlerin de değerlendireceği gibi eyyamcı, çıkarcı, yoz kültürü savunan, dalkavuk bir basın değil” diyen Çalışlar, “Gazetemiz, görüş, öneri ve yapıcı eleştirilerini her zaman olduğu gibi açık yüreklilik ve dürüstlükle ortaya koyarak, yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır” dedi ve “Aydınlık’ın yeniden yayınlanması için bildirimde sözünü ettiğiniz ‘ikinci emrin verilmesini’ arz ederim” diyerek mektubunu sonlandırdı.
Faşist Cuntaya karşı ‘hazır ol’da durmayı görev bilen Perinçek TİKP davasında ise aynı tavrı sürdürmeye devam ediyor.
Ankara’da görülen TİKP davasında “biz” diyor. “Yemin ederiz ki size hizmet etmekten başka hiçbir şey yapmadık. Vatan savunması yaptık” işte benim aslım budur diye buyurmakta hiçbir beis görmüyor.
Onu solda görenler ve bir dönem onun Kürt hareketine yakın bir politika izlediğini hatırlayanlar, yine onun bugünkü Kürt karşıtlığının döneklik olduğunu sanarlarken o yine aynı söylemleri kullanmaya devam ediyordu.
Perinçek;
“İbo, Deniz ve Mahir Türkiye Sosyalist Hareketine Bir Mikrop bulaştırmışlardır”
İzleyenler bilir. İbrahim Kaypakkaya’nın hayatını konu alan “kırmızı gül buz içinde” belgeselinde, Perinçek, Türkiye sosyalist hareketinin önemli üç sac ayağını oluşturan İbo, Mahir ve Deniz için şunları söylüyor. “onlar Türkiye siyasetine bir mikrop bulaştırdılar”.
Tarihte böyle şahsiyetler her zaman vardır. Olmaya da devam edecektir. Sol söylemlerle hareket ederek, asıl hedefinin devletin bekasını sağlamak olanlara tarihten tanığız.Marksizmi revize etme faaliyetlerini “hakiki sosyalizm” olarak tanımlayanları da, her daim onun içini boşaltarak sisteme rücu etme faaliyetlerini de biliriz.
Ama Doğu Perinçek hepsinden farklı bir karakterdir.
O devlete yaptığı hizmetleri reddetmemiştir. Aksine her defasında ısrarla yaptığı hizmetlerle övünmüş ve devletten bu anlamda ödül beklemiştir. Aldığı ödüller ise saymakla bitmez.
Bunlardan biri de geçtiğimiz yıllarda yalan ve demogojiye dayalı olarak hazırlanıp kamuoyuna sunulan “Ermeni Sorkırımı Yalanları” adı altında hazırlanan ırkçı metinlerdir. Devlet mekanizması ise hiç vakit kaybetmeden bu çalışması için Perinçek’i ödüllendirmiştir. Mutluluktan havalara uçan Perinçek, ballandıra ballandıra kendi kanalından uzun süreli yayınlarla bu faaliyetinin önemini dile getirmektedir. Ermeni Soykırımınınyıl dönümlerinde ise adeta “milli bayramlar” da olduğu gibi bütün yayınlarından kendi ırkçı bakışlarını dile getirmeye de devam etmektedirler.
Kimi zaman kendini Mustafa Kemal’le, kimi zaman Kazım Karabekir ile, kimi zaman ise Hz. Muhammed ile kıyaslayan Perinçek bu anlamda o kadar ile gitmiştir ki kendi yoldaşı Mehmet Ali Güller’in Ulusal Kanal’da sunduğu programa katılarak onun “AKP/Erdoğan vatan savunması yapıyor” açıklamalarına ilişkin, ben vatan savunması için kılıçsallıyorum. Bu mücadelelerde olur böyle şeyler diyerek azarlama yoluna gitmiştir. Son seçimlerde aldıkları oy oranı üzerine sorulan bir soruya ilişkin Perinçek, “Hz Muhammed’in kaç oyu vardı” diye küplere binmiş kendini Muhammed ile kıyaslayacak kadar şizofrenik tavırlar sergilemiştir.
Aynı Perinçek yine aynı üslupla onunla röportaj yapan Habertürk muhabiri Balçiçek İlter’in “az oy alıyorsunuz ama ümidiniz var” sorusuna ise şöyle yanıt vermekteydi.
“Hz. Muhammed’in Mekke’de kaç oyu vardı? Ya Atatürk’ün 1919’da? Biz tarihsel bir misyonun partisiyiz. Sistem partisi değiliz. ABD sizin baktığınız gibi “Bunların kaç oyu var?’’ diye bakmıyor. Türkiye’de TSK ve İP hedef alındı. Demek ki kuvvetliyiz.” (Bkz. https://vatanpartisi.org.tr/genel-merkez/makaleler/hz-muhammed-in-ataturk-un-kac-oyu-vardi-11926)
Mehmet Ali Güller’e gelince!
Kendisi hem muktedirin yalakası Perinçek’e sorduğu sorular yüzünden hem de kendi sosyal medya hesapları üzerinden Vatan Partisi’nin politikalarına dönük dile getirdiği eleştiriler nedeniyle çok geçmeden hem Vatan Partisi’nden hem de Ulusal Kanal ve Aydınlık faaliyetlerinden uzaklaştırılmıştır. Her ne kadar ayrılık konusunda koyduğu tavır kendi iradesiyle gerçekleşmiş olsa da Perinçek bundan büyük bir memnuniyet duymuştur.
Vatan Savunması İyi Gidiyor!
Son dönemlerde Türk Silahlı Kuvvetleri vatan savunmasında büyük başarılar elde ediyor, diyen ve Türkiye’nin geleceğine güvenle baktığını ifade eden Perinçek, “Cemaatler ABD ile girdiği ilişkilerle kurdukları komplolorı tutturamadılar” buyuruyor. Dolayısıyla AKP/Erdoğan vatan savunması yapıyor diyerek onunla aynı cephede savaştığını alenen ilan ediyor.
Evet. O devlete yaptığı hizmetleri reddetmemiştir. Geçtiğimiz günlerde tekrardan görülen Ergenekon Davaları’nın seyri ise bunu ispat eder niteliktedir. AKP’nin ve Erdoğan’ın açıkça ilan ettiği ve kendilerini davanın savcısı ilan eden açıklamalardan sonra alınan aklama kararları ise devletin bekasını sağlayan kimi güçler için ödül sayılmaktadır. Bu ödülden payını alan kişilerden biri de Perinçek’tir.
Karara oldukça sevinen Perinçek ise hemen şu açıklamalarla şizofrenik ruh halini çabucak dile getirmiştir.
“Türkiye’yi bölme davasıydı, bu tertip yerle bir oldu. Yargıtay haksız ve hukuksuzluğu hendeklere gömdü. Olağanüstü bir karar. Mükemmel, dünya tarihine geçecek bir karardır. Bundan sonra Türkiye’nin önü aydınlanacaktır”.
İşte hendek işte deve sözlerinin yer aldığı Barış Manço şarkısını akıllara getiren Perinçek uzun yıllar ülke gündemini meşgul eden Ergenekon Davası’nı dahi Hendek’lerle açıklayacak kadar karanlık bir haleti ruhiye ye sahiptir. Ne davanın içeriğini anlamıştır, ne de bugün yaşanılan duruma ilişkin doğru bir değerlendirme bilincine sahiptir.
Kankasıyla girdiği halklara dönük saldırıların kendi çapında ideolojik temelini sağlamlaştırmaktadır. Kısacası bir kez daha devlet nişanı alabilmek için elinden geleni yapmaktadır.
Bir nevi Stockholm Sendromu’da denilebilecek bu durum onun aynı zamanda güce tapan kişiliğini de dışarı vurmaktadır.
1971’den bugüne aynı tutarlı çizgiyi savunan Perinçek, kimilerinin gözünde sol olarak tanımlanabilir. Ancak onun devletçi faaliyetlerine şöylesine bir gözgezdirmek dahi onun aslında hiçbir zaman sol/sosyalist çizgide olmadığını/yer almadığını gösterir.
Bu nedenle ona soldan eleştiri getirenlerin yanılgısı, aynı zamanda onun kişiliğini ve ideolojik/pratik duruşunun niteliğini kavramamak anlamına gelmektedir.
Onun boyutunu da çapını da fazla büyütmemek gerekir. Ancak Sultan’lar gider ama Perinçek hep kalır. Zira onun görevi çok çok önemlidir.
https://shar.es/1JU8U5
– Umut Özenç